Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 5 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Risale-i Nur ve sayısal tevilat / Ebced ve Cifr
MesajGönderilme zamanı: 02.07.10, 13:09 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.01.09, 10:20
Mesajlar: 239
Risale-i Nur ve sayısal tevilat

Mustafa ÖZCAN


01 Temmuz 2010

İlginçtir ki, bizzat Kur’an bizi fe’l ve tefeüle (iyimser yorum) çağırmasına ve sevk etmesine rağmen bazıları bunu falla veya lanettayin (laanittayin) gelecekten haber vermekle karıştırmaktadır. Sözgelimi, ayette ‘len yüsibena illa ma keteballahu lena’ buyrulmaktadır. Yani insana Allah’ın yazdığından başkası isabet etmeyecektir. Lakin burada ‘aleyna’ yerine’ lena’ ifadesi kullanılması, bu kaderin müspet ve insan lehine olduğunu göstermektedir.

Gaybiyyat ve gaybdan haber gibi konularda da zihin karışıklığı yaşanıyor. Şüphesiz, mutlak gayb Allah’ın inhisarı altındadır. Gayb ile müteşabihat birbirine benzer. Şöyle ki, usul-u fıkıhçılar demiştir ki, müteşabihat olan hususlar zamanla açılır ve aşılırlarsa muhkemat haline gelirler ve hükmüne geçerler. Gaybi bilgiler tevilata açık olmakla birlikte onların mahiyetleri genellikle ortaya çıktıktan sonra anlaşılırlar. Dolayısıyla gayb da veya gizli saklı olan hususlar da açığa çıktıkça gayb olmaktan çıkacaktır. Gayb boyutu alem-i şahadete tebeddül edecektir. Dolayısıyla külli irade, cüz’i irade meselesi gibi bir de gayb-ı muttali olma hususunda da beşerin cüz’i kudreti vardır. Bundan dolayı gayb-ı mutlak ve gayb-ı mukayyet ayrımı yapılmıştır. Zaten bu kudreti yani gayba aşina olma kudretini insana bizzat Cenab-ı Hak bahşetmektedir. Dolayısıyla müteşabihat, müteşabihat olmaktan çıkınca muhkemata dönüşür. Keza gayb bilgisi de gayb olmaktan çıkınca maluma inkilap eder.

Ahirzaman diliminde bizim için geçmişte mutlak gayb olan hususlar kısmen inkişaf olmuş ve ortaya çıkmıştır. Yağmurun yağması ve anne karnındaki cenin veya çocuğun dişi veya erkek olması gibi mahiyetinin bilinmesi hususları geçmişte gayp perdesi altında saklı iken zamanla şehadet veya malumat alemine taşınmış ve gayb olmaktan çıkmıştır. Şehadet alanına intikal etmiştir. Ahirzamanda sadık rüyalar da metafizik bağlamında böyledir. Baştan beri tevilata karşı çıkan bazı selefilerle birlikte günümüzde materyalist pozitivistler de özellikle din cihetiyle gelen gaybiyat bilgisini veya gaybi işaretleri ret ve inkar ederler. Tevilata karşı çıktıkları için bazı selefiler zamanla akılları zevahiri kabul etmediğinden inkar cihetine sapmışlardır. Bunlara da İran’daki Ahbarilerin karşılığı olarak usuli selefiler denebilir.

Risale-i Nur müellifi geçmişte birçok alimin yaptığı gibi gaybı anlamak ve anlamlandırmak ve üzerine derkenar düşmek için ebced ve cifr denilen ilme başvurmuştur. Peygamberimizin Ahzab Kuşatması sırasında yaptığı gaybi tebşiratı Bediüzzaman da maneviyatın ve metafizik alemin veya atmosferin kuşatıldığı bir sırada yapmıştır.

Kimileri bunu bir tutarsızlık veya nakise olarak değerlendirmiştir. Zira selefi meşrep bazıları estar el gaybı veya gayb perdelerini açabilmek için ebced tarzı ilimlere başvurulmasını mahzurlu görmüşler ve ebced ve cifri şer’i ilimler arasında saymamışlardır. Bu noktada tartışmalı bir ilme başvurması açısından Bediüzzaman en azından bu yönüyle kınayanların kınamasına maruz kalmış ve dostları da bu hususta ya savunmada kalmışlar ya da susmayı ihtiyar etmişlerdir. Son sıralarda bırakın gaybı yorumlamak için ebced gibi ilimlere başvurmanın meşruiyeti veya mahzurlu addedilmesi sözgelimi Mesih’in nüzülünü veya Mehdi’nin zuhurunu savunmak bile zorlu bir hale gelmiştir.

Tevil kapısını sonuna kadar kapatan bazı selefilik türleriyle pozitivist anlayış bu hususta genel algıyı etkilemiş ve yönlendirmiştir. Elbette gerçek selefilik, Mehdi gibi hususlara karşı değildir. Zira temelleri eseriliktir (esere dayanmaktır). Varlık nedenine karşı çıkamaz. Lakin tevilcilerin Haşevilik olarak adlandırdığı ahbari selefilikten bir de farklı olarak Ehl-i sünnet dairesinde usuli selefilik baş göstermiş ve bunlar arasında olan Reşid Rıza gibi akılcı selefiler Hazret-i Mesih’in inişi gibi hususları tevil altında inkar etmişlerdir (1).

Bediüzzaman’ın ebced ilmine başvurmasını yadırgayan Ali Gözütok gibiler de referans olarak İbni Haldun’un Mukaddime’sini göstermektedirler. Mukaddime dini bir kitap değildir. İbni Haldun’un Mehdiyet meselesine bakışı da pozitivistçedir ve sünnetullah ve adetullah kefesi ile ikramullah kefesini buluşturamamış ve dolayısıyla dengeyi tutturamamış birisidir ve zülcenaheyn yani iki kanatlı bir müellif vasfını taşımaktan ve böyle anılmaktan uzaktır. Mehdi meselesindeki teşkikatı da buna muciptir.

Türkiye’de özellikle de Risale-i Nur’la barışık olmayan Kemalistlerin özellikle pozitivist kısmı ve agnostikleri özellikle de Bediüzzaman’ın ebced ve cifre ilgisini yadırgamışlar ve bunu mesleğine ta’n kapısı yapmışlardır. Buna mukabil, gnostik Kemalistler tartışılır olsa da İslam’a ve Museviliğe dayalı sayısal veya dijital tevilata başvurmaktan çekinmemişlerdir. Aralarında Mutezile gibi seküler zeminde tevilat yapanlar olmuştur. Musevilik gaybın dilini yorumlamak, anlamak ve çözmek için benzeri sayısal formüllere başvurmuştur. Kur’an’da surelerin başlarında yer alan huruf-u mukattaat da onlara bu meyanda bir meydan okuma sayılmalıdır.

Gayb diline aşina bir söyleme karşı çıkan ve bu anlamda pozitivist yaklaşımı benimseyenlerden birisi Ali Gözütok isimli müellif olmalıdır. Kendisi belki de pozitivist olmamakla birlikte Bediüzzaman’a ve gaybi söylemine olan mukabelesi ve muhalefeti pozitivist boyutludur. Bu müellif Müslümanlık ve Nurculuk adlı eserinde Zekeriya Beyaz gibilerine de öncülük etmiştir. Zira, kitabının başlığından da anlaşıldığı gibi Müslümanlık ve Nurculuk birbirine zıt kareler ve kutuplar olarak tasavvur edilmektedir. Kitabında Risale-i Nur ve müellifine yöneltilen en önemli argümanlar arasında ayetlerin Risale-i Nur’a işaret ettiğine dair istihraçlar ve çıkarımlar ve Risale-i Nur müellifinin ebced ve cifr ilmine başvurmasıdır. Lakin müellif tabii ki burada, ebced ve cifir ilminin ikincil bir önemde değil de sanki mutlak bir kıstas olarak kullanıldığı intibaı uyandırmaktadır. Bu ise Risale-i Nur’un bu husustaki anlayışının tahrifatıdır.

Kemalistlerin bir de gnostik kısmı vardır ki gayb dilinin ve istikbale dair haberlerin anlaşılması için bazı araçlara başvurmaktan çekinmezler. Bunda beis görmezler. 19 meselesi bunlardan birisidir. Esasında, Kur’an’da 19 sayısına atıf vardır. Bu anlamda bu rakamın esrarengiz yönleri bulunmaktadır. Bundan dolayı, Bahailer 19 sayısını kutsal saymışlardır. Elbette ki onların 19 sayısını kutsamaları bizi onun esrarıyla ilgili bilgimizi artırma çabamızı engellememelidir.

Türkiye’de 19 sayısı ve esrarıyla alakalı öne çıkan isimlerden birisi Cenk Koray’dı ve 19 yaşındaki oğlu bir sinir nöbeti sırasında kafasını cama vurarak şah damarının yırtılması sonucu vefat etmiştir. Elbette ki Cenk Koray 19 meselesini daha ziyade Mustafa Kemal’le bağlantılı olarak yorumluyor ve meseleye bu zaviyeden alaka duyuyordu (2). Bunlar gnostik çizgiyi temsil ediyorlar.

Burada gnostik dil kullanan Kemalistlerle Bediüzzaman aynı alanda yer alır bir biçimde görülse de esasında Bediüzzaman’ın temsil ettiği zemin ilmi ledün zeminidir ve bu bağlamda gnostisizm biraz da eklektik bir alanı temsil etmektedir. Gnostisizm Nedir? Hakkında Antikçağ yunan felsefesini gizemcilik ve Hıristiyanlıkla kaynaştırmaya çalışan dinsel-gizemci düşüncedir. Bu hususta öne çıkan bir başka isim ise Nur Serter olmuştur (3). Gnostik tarzda vaktiyle metafizik şiirler yazmış lakin ardından tekrar pozitivist çizgiye ve ana damarına geri dönmüştür. Demektir ki pozitivist düşünceye geldiklerinde de bu tarz meselelerle ilgilerini askıya almaktadırlar. Birinde inhiraf ve bidat diğerinde inkar vardır.

Bessam Nihad Cerrar’ın deyimiyle, 19 meselesine Bahai ilgisi ve Ahmed Deadat’ın 19 mucizesi konusunda ilham aldığı Reşad Halife’nin sırat-ı mustakimden çark ve inhiraf etmesi ve Beraat Suresinin son iki ayetini inkara yeltenmesiyle birlikte 19 meselesi veya daha genel olarak Kur’an-ı Kerim’le alakalı dijital veya sayısal tevilat ve yorum meselesi bir dönem kapanma cihetine gitmiştir. Burada 19 meselesiyle alakalı olumsuz görüş beyan eden ve meseleyi Bahailiğe bağlayan yorumlar etkili olmuştur.

Gerçekten de Kur’an’da sayısal tevilat veya yorum meselesi sonuçta içtihadi bir meseledir ve inancı güçlendirmek ve kuvayı maneviyeyi ve moralleri yüksek seviyede tutmak için başvurulan bir beşarettir. Bundan dolayı “Zeval-i İsrail: 2022” kitabında Bessam Nihad Cerrar meselenin yeniden gözden geçirilmesini istemektedir. Kimileri Bahailer veya gnostik Kemalistler meseleyle ilgili diye sahayı tümden kapatmaktadır. Bu doğru mudur? Bessam Nihad Cerrar’a göre, doğru değildir.

Neden doğru olmadığının tartışmasını da inşallah gelecek yazıya bırakalım.

DİPNOTLAR:
1-İkametü’y Bürhan, Abdullah Muhammed Sıddik el Gimari, Alemü’l kütüb, S:78
2- Murat Bardakçı, Sabah gazetesi 16 Nisan 2007
3- Murat Bardakçı, Pozitivist hanımın metafizik şiirleri, 19 Nisan 2007


En son ankebut tarafından 13.11.11, 10:46 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Risale-i Nur ve sayısal tevilat / Mustafa ÖZCAN
MesajGönderilme zamanı: 13.11.11, 10:44 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.01.09, 10:20
Mesajlar: 239
RİSALE-İ NUR'UN EBCED-CİFR YOLUYLA KUR'AN ÂYETLERİ'Nİ TAHRİF
(BOZMA-GERÇEK MÂNÂSINDAN KAYDIRMA) ETMESİ

Hurafe Merkezli Nurculuk Dininin Başucu Kitabı Risale-i Nur'un Ebced-Cifr Yoluyla Kuran Ayetlerini Tahrif (bozma) Etmesi

Said Nursi; büyücü ve sihirbazların (Hurafecilerin) kullandığı ve hiçbir doğruluğu olmayan, hayal mahsulü ve yalan olan ebced-cifir hesaplarını kullanarak, Kuran’ın 33 ayetini (kendisini ve kitaplarını kutsallaştırmak için) saptırmış ve tahrif etmiş midir?

“Kimi Yahudiler kelimeleri yerlerinden tahrif ederler (yerleşik anlamlarından kaydırırlar), bunu dillerini bükerek ve dine saldırarak yaparlar.” (Nisa 4/46)

“Yazık o kimselere ki kendi elleriyle Kitap yazarlar; sonra « Bu, Allah katındandır.» derler ki, karşılığında az bir bedel alsınlar. Yazık o, kendi elleriyle yazdıklarından dolayı onlara! Yazık onunla kazandıklarına! (Bakara2/79)

Bu ayetlerin muhatabı sadece Yahudi ve Hristiyanlar değildir. Bu ayet Müslümanlara da hitap etmektedir. ‘Yahudi yapınca suç, Müslüman (veya Said Nursi) yapınca tefsir’ mantığı yanlıştır.

Reşid Rıza Ebced-Cifir hakkında şunları söyler:

“Cifir; hak ve gerçek olsaydı, o yolla verilen her haberin doğru çıkması gerekirdi. Bunlar hükümdarları, valileri ve bu çapta başka kişileri aldatarak mallarını çarpmak, yanlarında iyi görünmek için vaz edilmiştir. Tesadüf neticesinde doğru çıkan birkaç haber cahilleri aldatıyor da, söylenen şeylerin hepsini doğru zannediyorlar.”
Katip çelebi ise der ki; “Cefr ilmi, Emevî ve Abbasî halifeleri devrinde baskı gören Ali taraftarlarının baskıdan kurtulmak için ortaya attıkları ve yaydıkları bir inanıştır. Daha sonra bu iş, gelecekten haber veren ve kehanette bulunan bir yöntem hâline gelmiştir.”

İşin ilginç bir tarafı da şudur: Bu adamlar, bu işi çeşitli kehanetlerde bulunmak için yapmışlardır. Yani, bu gaybî anahtarı (!) “gelecek” kapısının kilidine sokmuşlardır. Edebiyatçılar, ebced hesabını meşru bir tarzda kullanmışlar, sanat eserleri ortaya koymuşlar, belki de geçimlerini bu yolla temin etmişlerdir. Oysa Said Nursî beyhude yere, aynı anahtarı zaten açık olan “geçmiş” kapısının kilidine sokup durmaktadır. Said Nursî bu hesabı, gayrimeşru kullanmıştır çünkü Ebcet hesabını Kur’an ayetlerine ve hadislere, hatta Hz. Ali’ye isnat edilen uydurma kasidelere tatbik ederek, bundan kendine, risalelerine ve tebaasına pay çıkarmaya çalışmaktır. Ediplerin ebced hesabını kullanmaları Said Nursî’nin bu hesapla yapıp ettiklerine delil teşkil edemez. Tıpkı mubah bir şeyin mubah bir şekilde mubah bir gaye için kullanılmasının, aynı mubah şeyin mubah olmayan bir biçimde mubah olmayan bir maksat ile kullanılmasına delil teşkil etmeyeceği gibi.

Tefsirci Cerrahoğlu bu konuda şöyle der; “Çeşitli fırka mensupları, Bâtınîler, aşırı sufiler, şiiler ve felsefeciler aynı usûl ve metotları kullanarak, Kur’an’ın asıl maksadını ve manasını ya yok etmeye veya onu gizleyip, asıl kendi maksatlarını ortaya koymaya çalışmışlardır. Bütün bunlar asırlar boyunca, remiz, işaret ve bâtın adı altında Müslümanlar arasında kullanıla gelmiştir. İslâm’ın ilk asrının ortalarından itibaren başlayan bu cereyanlar, meşruiyetlerini ispat edebilmek için delillerini Kur’an-ı Kerim’de aramışlar, aradıklarını tam olarak orada bulamayınca da lâfızların hakikî manalarından sapma yoluna yönelip keyfî manalar çıkarmaya teşebbüs etmişlerdir. ”
Şimdi Said-i Nursi’nin Ebced-Cifir hesabıyla Kur’an ayetlerini nasıl tahrif, te’vil ettiğini Risale-i Nur’daki örnekleriyle görelim.

(…) “Acaba Risale-i Nur’u, Kur’an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?” denildi. O acib sual karşısında bulundum. Ben de, Kur’an’dan istimdat eyledim. Birden otuzüç âyetin sarîhinin teferruatı nev’indeki tabakattan “mâna-yı işârî” tabakasından ve mâna-yı işârî külliyetinde dahil bir ferdi, Risale-i Nur olduğunu ve duhulüne ve medar-ı imtiyazına birer kuvvetli karîne bulunmasını bir saat zarfında hissettim; ve bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatımda hiçbir şek ve şüphe ve vehim ve vesvese kalmadı; ve ben de, ehl-i îmanın îmanını Risale-i Nur ile takviye etmek niyetiyle o kat’î kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartiyle verdim. (…)”

(Ebced-manayi işari- ile Risale, Kur’an tarafından meşrulaştırılıyor!)

***

Lem’alar, Onuncu Lem’a’da ilmi cifr işe ilgili ilginç bir olay anlatır;
“(…) Seyranîdir. Bu zat, Husrev gibi Nur’a müştak ve dirayetli bir talebemdi. Esrâr-ı Kur’aniyenin bir anahtarı ve ilm-i cifrin mühim bir miftahı olan tevâfukata dair Isparta’daki talebelerin fikirlerini istimzac ettim. Ondan başkaları, kemal-i şevk ile iştirak ettiler. O zat başka bir fikirde ve başka bir merakta bulunduğu için, iştirak etmemekle beraber, beni de kat’î bildiğim hakikattan vaz geçirmek istedi. Cidden bana dokunmuş bir mektup yazdı. “Eyvah! dedim, bu talebemi kaybettim!” Çendan fikrini tenvir etmek istedim. Başka bir mana daha karıştı. Bir şefkat tokadını yedi. Bir seneye karib bir halvethânede (yani hapiste) bekledi.”

Seyranî denen bu zatın hapiste yatmasının hikmetini tevafuka, ilm-i cifre karşı olmasında ve Said Nsî’yi bunlaurrdan vazgeçirmek istemesinde bulan bu zihniyete şu soruyu sormadan edemeyeceğiz: Siz bu adamcağızdan daha uzun süre hapislerde yattınız. Birisi de çıkıp size derse ki: “Sen bunca hapsi, kendi hevana ve hevesine göre Kur’an-ı Kerim’i tefsir edip, o yüce Kitabı emellerine alet ettiğin için yattın. Kaç defa bu tokadı yedin, hâlâ akıllanmıyorsun!” Ne cevap vereceksiniz?..)
***

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 112 ve Birinci Şua 31.ayette;
“(… su da bulamadıysanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin.” (Maide/6) ayetinde geçen “toprak” (ﺪﻳﻌﺻ )ın Said Nursî olduğu iddia edilmiş, aynen şöyle denilmiştir:
(…) Sad ve sin, birbirine tam kardeş olması ve bir kelimede birbirinin yerine geçmesi münasebetiyle bu âyetteki “sa‘îden” kelimesindeki sad, sin okunsa Risale-i Nur’un tercümanını göstermesi”
Ayet; açıkça abdestten, gusülden, teyemmümden bahsetmekte iken Nur Risaleleri’ne göre; ayetteki “eğer hasta iseniz” anlamına gelen “ve in küntüm merzâ” cümlesi çarpıtılarak “dalâlet ehli tarafından artırılan manevî hastalıkların büyük bir kısmı, Nur Risaleleri’nin Kur’anî ilaçlarıyla giderilebilir” anlamı verilmiş “Bir sapık fırka, üzüntü ile beraber, -şayet dünyanın iki yüz sene daha ömrü varsa- faaliyetlerine devam edecektir” diye de tahrif sürdürülmüştür.

***

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 74-78’de Nur suresi 35.ayet şöyle tahrif edilir;
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun bir örneği, içinde ışık bulunan bir kandil yuvası gibidir. Işık bir cam içindedir; cam ise, doğuya da batıya da ait olmayan mübarek, ateş değmese bile yağı neredeyse ışık verecek olan bir zeytin ağacından yakılan, sanki inci bir yıldız gibidir. Nur üzerine nurdur. …” (Nûr,35)
“Hem işaret eder ki; Resâil-in-Nur müellifi dahi ateşsiz yanar, tahsil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır, âlim olur. Evet bu cümlenin bu mu’cizane üç işarâtı elektrik ve Resâil-in-Nur hakkında hak olduğu gibi, müellif hakkında dahi ayn-ı hakikattır. Hem, nasılki bu cümlenin mânevî münasebet cihetinde kuvvetli ve letâfetli işareti var; öyle de cifrî ve ebcedî tevafukiyle hem elektriğin zaman-ı zuhurunun kurbiyetini, hem Resâil-in-Nur’un meydana çıkması, hem de müellifinin velâdetini remzen haber veriyor.”
Said Nursî, hiç utanıp sıkılmadan bu hezeyan, kuruntu ve zırvalarının, bir de hakikatin ta kendisi olduğunu söylüyor. Bu ve buna benzer yorumların ayetin siyakıyla uygun olup olmadıkları bir yana, görüldüğü gibi, Kur’anî ifadeler, içinde geçtikleri siyaklarından kopartılmaları durumunda çok çeşitli ve bazen de çok tehlikeli hatalar ortaya çıkabilmektedir.

***

Tılsımlar Mecmûası, 193’de; “Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur’an)den şüphe içindeyseniz, haydi onun (surelerinden biri) gibi bir sure getirin; (bunun için) Allah’tan başka şahitlerinizi de (yardıma) çağırın; eğer doğru kimseler iseniz.” (Bakara,23) ayetinin ebcedî tefsirinde
“Fe’tû bisûratin min mislihi” (ebced hesabı ile) 1880′dir. Son asırların tağut dalâletinin doğumu olup, onun temsil ettiği ruh-u dalâlete hazret-i Kur’ân’ın ve ondan nebean eden Risale-i Nur meydan okumasını gösterir.” Denmektedir.
Nur Risaleleri’ndeki ebced hesabına göre “tağut” Mustafa Kemal kabul edilirken aynı yolun (Ebce-Cifr metodunun) farklı yolcularınca Mustafa Kemal’in “Mehdî” ilân edildiğini görüyoruz.
Bu da bizlere; uygulanmasıyla aynı kişinin hem yerin dibine batırıldığı hem de göklere çıkarıldığı bir yöntemin ne kadar geçersiz olduğunu ve bu yöntemle Kur’ana yaklaşmanın ne kadar sapıklık olduğunu gösterir.

***

Risale-i Nur’da ebcet yoluyla tahrif edilen ayetlerin bazılarını gösterdikten sonra şimdi de tahrif edilen hadislerden bazılarına göz atalım.
Tılsımlar Mecmûası, 186’da:
“Ve vasfuke’s-Sa‘îdu fi’l-Kitâbi’l-Mecîd. Ente mevsûfun yâ Sa‘îde’n-Nâsi min Rasûlillâhi (…) Yani: (Ey Said Nursî!) Senin Kitab-ı Mecid’de vasfın “es-Said”dir. Sen, Resulullah tarafından vasfedilmişsin, ey insanların saidi! Bu cümleye “Hâşiye” düşülür ve orada denir ki: ﻦﺘﻓﻠﺍﺏﻧﺠ ﻦﻤﻠ ﺪﻴﻌﺳﻠﺍ ﻥﺇ cümle-i celilesi hadiste üç def’a tekrar edilerek, nazar-ı dikkati bu ism-i pâkin sahibine şiddetle tevcih etmekte olduğu gibi, o zâtın icra-yı faaliyette bulunacağı tarihleri ve ilminin hükümranlığı tarihlerini aynen göstermektedir. (…)“ “Mes’ut kimse, fitnelerden uzaklaştırılmış kimsedir. (…)” mealindeki bu hadiste geçen “es-Sa‘îd” sözcüğünden kastedilenin “Said Nursî” olduğunu iddia etmek kadar komik ve çarpık bir başka anlayış var mıdır acaba?

***

Tılsımlar Mecmuası, 205’te Said Nursî; “Binâenaleyh bu Zât (Said Nursî), cismaniyet noktasında mir’at-ı Peygamberî’dir.”
diyerek kendisini Hz. Muhammed’in aynası olarak göstermektedir. Hâşâ ve kellâ... Said Nursî, ne cismaniyet ne de ruhaniyet noktasında Hz. Muhammed’in aynası olabilir. Bu ancak Peygamberi suistimal etmektir. Aynı yazının devamında ebced hesabına dayanılarak şu terbiyesizlik yapılır:
“Üstelik ancak iki Muhammed, bir Bediüzzaman ediyor. Şöyleki; Muhammed (92) Âyine karşısına koyarak Muhammed (92); Bedîüzzaman (184)’dır. (Ebcede göre Muhammed adının sayı değeri 92’dir, Bedîüzzaman adının sayı değeri 184’dür. Yani 92+92=184)
Peki, sizin bu ahmakça çıkarsamanızı esaslı bir şey zanneden muzırın biri çıksa da dese ki:
” Kur’an’da Tebbet suresinde adı geçen Ebu Leheb’in cifri değeri 46’dır. Ebu Leheb’in sağına, soluna, önüne, arkasına ayna koysak ( Yani 46 x 4= 184) kim görünür acaba?”
Bu münasebetsize ne cevap vereceksiniz? Hadi biz verelim cevabı: Bediüzzaman Said Nursî görünür. Çünkü: Ebu Leheb (46) x 4 = Bediüzzaman (184) eder.
Bir diğeri ise çıkıp Ebced ile şöyle bir yorum yapsa;
“Bakara 220’. ayette “(…) Allah, müfsidi muslihten ayırt etmesini bilir. (…)” buyurulmaktadır. “Müfsid” (Ara bozucu, karıştırıcı) kelimesinin “Bediüzzaman”a tam tamına tevafuk etmesi cihetiyle (Çünkü Müfsid’in cifri değeri 184 iken Bediüzzaman’ın cifri değeri de 184’tür.) ayet, Bediüzzaman’ın fesâd-ü ifsadına ima, belki remz ediyor. Hatta bunu delâlet, belki sarahat derecesine çıkarıyor. Nitekim, Said-i Nursi’nin cümleleri de bunu hem lâfzen hem de mealen tasdik edercesine diyor ki: Hiçbir müfsid ben müfsidim demez, daima suret-i haktan görünür. Yahud bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız…” dese ne yaparsınız?

***

Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 119-120, Kastamonu Lâhikası, 30-31de şu hadis tahrif edilir;
Ramazan-ı Şerif’te onuncu günün ikinci saatinde birden bu Hadîs-i Şerif (“Ümmetinden birtakım insanlar, kendilerine Allah’ın emri (kıyamet) gelinceye kadar galip gelmekte devam edeceklerdir. (Allah’ın emri) onlar galip olduğu hâlde (gelecektir).” hatırıma geldi. Belki, Risale-i Nur şâkirdlerinin tâifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi:
... Ve’l-ilmu indallahi lâ ya’lemu’l-gaybe illallâhu. Hattâ ye’tiyallahu bu emrihi (şedde sayılır) fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi bin beşyüz kırkbeş (1545) olup kâfirlerin başında kıyamet kopmasına îmâ eder. Cây-ı dikkat ve hayrettir ki; üç fıkra bil’ittifak bin beşyüz (1500) tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve hikmetli bir surette bin beşyüz altıdan (1506) ta kırkbeşe (1545) kadar üç inkılâb-ı azîmin ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. Bu îmalar gerçi yalnız bir tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalar ile bir nevi kanaat bir gâlip ihtimal gelebilir. (…)
Said Nursî, hadiste belirtilen topluluğunun Risale-i Nur şakirtleri olduğundan (?) öylesine emindir ki, artık çıkarımlarını Nurculuğun ne kadar devam edeceği üzerine yoğunlaştırmıştır. E, Said Nursî’nin muhtırı durur mu, hemen ihtar eder hadisi…
Said Nursî’nin, hesap aralarına “Allah’tan başka, hiç kimse gaybı bilmez” anlamına gelen “lâ ya‘lemu’l-gaybe illallâhu” cümlesini koymasının da üzerinde durmak gerekmektedir. Hem bu cümle konulacak, hem de hâlâ kıyamet gibi en gizli gayba muttali olunmaya çalışılacak… Bu, fasıkların büyük günahları bile bile işlerlerken “tövbe, tövbe” demelerini andırmaktadır.

***
Şatibi derki; “Şu hâlde, Kuran’dan elde edildiği öne sürülen ve fakat Arap dili üzere carî olmayan hiçbir mananın Kur’an ilimleri ile ilgisi yoktur, ne kaynak ne de metot olabilir. Kim böyle bir iddiada bulunursa, onun bu iddiası batıldır. Nasipsizin birinin kendisinin Kur’an’da zikredildiğini iddia etmesi bu konunun örneklerinden birini teşkil eder.”
Said Nursî’nin ve onun bu saçma sapan sözlerine inananların hak ettiği kelâmı, İmam Şatıbî yüzyıllar önce, aynı yolun yolcuları için etmiş. Bizde Risale-i Nur talebelerine şunu hatırlatalım:
“Aklı zayıf olanlar, hakkı adam ile tanırlar, adamı hak ile değil. Akıl sahibi olan kimseler için Hz. Ali buyurmuş ki: “Hakkı adamla bilemezsin. Önce hakkı tanı, böylece ehlini de tanırsın. Akıllı adam, esasen hakkı tanır. Bir söz işittiği vakit ona bakar, hak ise kabul eder. Söyleyen, ister bozuk fikirli olsun, ister doğru düşünceli. Hatta çok kere sapık kimselerin sözlerinden hakikati çıkarmaya çalışır.
Bir âlimin en aşağı derecesi, koyu cahil halktan farklı olmaktır. Bir sözü, halkın büyük tanıdığı bir adama isnat etsen, batıl dahi olsa, cahiller hemen kabul ederler. Fena, değersiz bildikleri bir kimseye isnat etsen, doğru da olsa reddederler. Daima hakkı adamla ölçerler. Adamı haktan tanımazlar. Bu, çok büyük bir dalâlettir.”
Esasen Nur Risaleleri’nde yapılan ebced ve cifir hesaplarında asla kural tutarlılığı yoktur. Bu hesaplarda şeddeler, tenvinler bazen sayılmış, bazen de sayılmamıştır. Bu hesaplar yapılırken eldeki sayıya ulaşılabilmek için, ayetlerdeki harfler bile çeşitli gerekçelerle değiştirilmiştir. Bu hesaplarda dikkati çeken diğer bir unsur, hem Said Nursî’nin hem de Nur Risaleleri’nin birden fazla ismi olmasıdır: Said-i Nursî, Said-ün-Nursî, Said-i Kürdî, Molla Said, Risale-i Nur, Resail-in-Nur, Risalet-ün-Nur, Risale-in-Nur, Risalet-ün-Nuriyye, Bediüzzaman.
İsimlerdeki bu çeşitliliğin, hesaplarda kolaylık sağlayacağı aşikârdır. Bu hesaplamalarda öylesine keyfî davranılmıştır ki, aynı isim ya da isim tamlaması için farklı yerlerde farklı sayı değerleri verilmiştir. İstenilen rakamı elde edebilmek için keyfî davranılmıştır; ayetlerdeki cümleler anlamını yitirecek şekilde bölünmüştür. Ebced hesaplamalarından çıkan sayı, bazen hicrî, bazen rumî ve bazen de milâdî tarihin senesi sayılmıştır ki, bu da tamamen indî bir uygulamadır.
Eğer ebced hesabı, Said Nursî’nin ileri sürdüğü gibi gaybî bir anahtar ise, yüce Allah’ın kendisine edilmesini istediği “hamd”, “köpek”le tevafuk etmiştir. Böyle bir anahtar, gaybın kapıları bir yana adî bir kapıyı bile açamaz.
Nurcular Risalelerdeki bütün bu çarpıklıklarını örtmek için Said-i Nursi’nin İşari tefsir yaptığını iddia ederler. Hâlbuki âlimlere göre; İşarî (Bâtınî) tefsirlerin makbul olabilmesi için, şu dört şarttan hâlî olmaması gerekir:
1. Bâtın mananın, Kur’an lâfzının zahir manasına aykırı olmaması,
2. Başka bir yerde bu mananın doğruluğunu teyit eden şer’î bir şahidin bulunması,
3. Verilen bu manaya, şer’î veya aklî bir muarızın bulunmaması,
4. Verilen bâtın mananın tek mana olduğunun ileri sürülmemesi.
İşarî tefsir için ortaya konan şartları, Said Nursî ve talebelerinin ebced ve cifre dayanarak yaptıkları tefsirlere uyguladığımızda; son şart hariç hiç birinin olmadığı görülmektedir. Son şartta da Nur Risaleleri’nde şüpheli anlatımlar vardır. Dolayısıyla Nur Risaleleri’ndeki ebced ve cifre dayalı tefsirlerin, işarî tefsirden kabul edilmesi mümkün değildir.

Bâtınîler; lâfzı, zanlarına göre lâfzın çağrıştırdığı manalar ile yorumlamışlardır. Yani, manayı esas almışlardır ki, batıl da olsa kendilerine göre bir metotları vardır. Oysa Nur Risaleleri’nde, ayetteki lâfızların, ebced ve cifir hesabına göre aldığı sayı değeri, Said Nursî ve Nur Risaleleri ile alâkadar bir sayıyla çakıştığında, bu, o ayetin bunlara işaret, ima ettiğinin delili kabul edilmiş, bunu tekit edecek bir-iki masal uydurmaktan da geri kalınmamıştır. Velhâsıl, Nur Risaleleri’nde ebced ve cifir hesaplarıyla yapılan bu tefsirler, lâfzın manasına bakmadığından, işarî değil ancak Hurufî tefsirdir.

***

Nesefî akaid risalesinde Said-i Nursi gibilerine şöyle der: “Nasslar, zahirleri üzerine hamledilir. Bunun aksine yönelmek, bâtın ehlinin iddia ettiği manalara sapmak, ilhattır ve küfürdür.”
Gazalî Said-i Nursi gibilerine şöyle der:
“Bazıları tevil yaptıklarına inanarak mütevatir bir nassa muhalefet ederler. Bunların yaptıkları tevillerin lisan kaideleri ile yakından ve uzaktan bir ilgisi bulunmazsa; bu, küfürdür. Tevilci olduğunu iddia etse de tekzipçidir.
*
Muhsin Abdülhamid, Said-i Nursi gibi hurafeciler için şöyle der;
“Evet, bu işle uğraşan kişi Kur’an ayetlerine gelince, bunları mevzusuyla asla ilgisi olmayan, delilsiz ve burhansız görüşlerle keyfince tevil eder; canının istediği, hayalinin düşündürdüğü gibi yazar. Kendi yüksek keyfi için coşup yürüyen herkes serbest bırakılsa da Kur’an-ı Kerim ayetlerine hücum etse, onlara kabul edemeyeceği manaları yüklese, acayip Bâtınî tefsirlerle, alçak şeytanî fikirlerle bunları anlasa, bu mevzuda batıl görüşler, bozuk teviller, terk edilmiş manalar ortaya koysa; bu takdirde binlerce insan peygamberlik ve velilik iddia ederlerdi, birçokları da kötü niyetlerini, sapık prensiplerini teyit ederlerdi.”
Ne yazık ki Said-i Nursi, ayetlerde anlatılan Yahudiler gibi Allah’ın ayetlerini tahrif, tağyir ve te’vil etmiştir. İşin daha kötü tarafı ise müritleri de Said’e kanıp Risalelere iman ederek İslam adına yeni dinlerini körü körüne savunur olmuşlardır.
Said-i Nursi bu güne kadar hiçbir akıllı insanın yapamayacağı bir metod olan Kur’an-ı Kerim tefsirinde Kur’an-ı Kerim’i delme metodunu uygulamış mıdır?
Allah (c.c) Ali İmran,7’de;
“Sana Kitabı indiren O’dur. O’ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” buyuruyor. Yani Allah’ın bizlere açıkca bildirmediği, yoruma açık ayetler konusunda biz Müslümanların “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır” demesi gerekirken; kalbinde fitne olan bozuk insanların ise bu kapalı ayetleri dillerine dolayıp olmadık yorumlarda bulunmaları vurgulanıyor. Herhalde Said-i Nursi’nin bu ayetten haberi olmamış ki(!) bakın Mektubat, Ondokuzuncu Mektub’da şöyle bir tefsire yelteniyor;
“yalnız gözü bulunan kulaksız, kalbsiz, ilimsiz tabakasına karşı da, Kur’an’ın bir nevi alamet-i i’câzı vardır. Şöyle ki:
Hâfız Osman hattiyle ve basmasiyle olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül-Beyan’ın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor. Meselâ: Sure-i Kehf’de: “ve sâminuhum kelbuhum” kelimesi, altında yapraklar delinse: Sure-i Fâtır’daki “kıtmîr” kelimesi, az bir inhirafla görünecek ve o kelbin ismi de anlaşılacak.”
Kehf suresinin bu ayeti, Kur’an’ın 295. sayfasında yer alırken, köpeğin ismi (müteşabihtir) olduğu iddia edilen “kıtmîr” (el-Kıtmîr: çekirdeğin üzerindeki ince kabuk, çekirdek zarı; darbımesel olarak kıymetsiz, adî, ehemmiyetsiz manasında kullanılır) kelimesinin geçtiği ayet 435. sayfadadır. “Ve sâminuhum kelbuhum” ifadesinin altındaki yapraklar delinse (!) bile, “kıtmîr” kelimesi açılan deliğe denk gelmemektedir. Çünkü bu ibare Hafız Osman hattıyla yazılmış Mushafta 295. sayfanın 6. satırının sol tarafında iken; “kıtmîr” kelimesi 435. sayfanın 7. satırının sağ tarafındadır. Kaldı ki, denk gelse dahi bu, o köpeğin isminin “Kıtmîr” olduğunu ve bunu Kur’an’ın şifreli bir şekilde belirttiğini göstermez.
Kur’an’ın icazını bu şekilde gösteren zihniyete, aşağıdaki soruların cevaplarını bulmamız için Kur’an’ın hangi sayfasının neresini, nereye kadar delmemiz (!) gerektiğini sormaya herhâlde hakkımız vardır; çünkü bunlara da yanıt vermeleri yöntemlerinin tutarlı olmasının bir gereğidir.
1. Ashab-ı kehfin isimleri ne idi? Her hâlde Kur’an’ın, bu yiğitlerin isimlerini belirtmesi, köpeğin ismini belirtmesinden daha anlamlı olsa gerektir. 2. Yiyecek almaya giden hangisiydi?
3. Şehirden alınan erzakın cinsi ne idi ve miktarı ne kadardı? 4. Köpek hangisinindi? 5. Köpeğin cinsi ve rengi ne idi?
Doğrusu, ümmetten İsrailiyat ile uğraşan, yukarıdaki soruların cevaplarını arayan birçok kişi olmuştur; fakat herhâlde Mushaf delme metodunu (!) bulan ve kullanan ilk kişi Said Nursî’dir. Ashab-ı kehf kıssasını ve Kur’an’daki diğer kıssaları anlamak, düşünüp ibret almak yerine; böyle işlerle uğraşmak hastalıklı ruhların, fitnecilerin işidir. Hele bunları Kur’an’ın icazı diye takdim etmenin asla tutarlı bir yanı yoktur.
Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Risale-i Nur ve sayısal tevilat / Ebced ve Cifr
MesajGönderilme zamanı: 13.11.11, 15:09 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Daha önce yazdığımız bazı yazılarımızı tekrar edelim:

1. Yazı

Said Nursi merhumun Hutbe-i Şamiyyedeki öngörüsü şöyledir:

Evet şimdi olmasa da 30–40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet (hüner, sanat, ilim ve fenlerle öğrenilen bilgi) ve medeniyetin mehasini (iyi ve faydalı yönlerini) o üç kuvveti tam teçhiz edip (o üç kuvvetle donatıp), cihazatını verip (gerekli ihtiyacını karşılayıp) o dokuz manileri mağlup edip (o dokuz engelleri yenip) dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını (gerçekleri araştırma eğilimi) ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi (insan sevgisini) o dokuz düşman taifesinin (sınıfının) cephesine göndermiş, inşaallah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek. (Hutbe-i Şamiye, s. 25)

Üç tarih veriliyor. 30 sene sonra… 40 sene sonra… 50 sene sonra… Hutbenin yayınlandığı tarih 1950–1951. Öyleyse verilen 3 tarihi ekleyelim: 1981, 1991, 2001

Nursi merhumun "bundan yarım asır sonra" yani 2001'de olacak dediği haberleri çıkmamıştır. Bu da merhumun isabet edemediğini gösteriyor. Çünkü 2001’de materyalist felsefe darmadağın olmamıştır. Üzerinden bir 10 sene daha geçmiş ve halen etkisini sürdürmektedir. Allahu alem Mehdi As. ve İsa As. zuhur etmeden darmadağın olacak gibi de görünmüyor.

Çıkmayan haberler vermek, bir ilime, bir hakikate ve Hak tarafından haber vermeye değil, zanlara, kişisel tahminlere dayanıyor demektir.

2. yazı

Nurcular, maalesef her şeyi teville izah ediyorlar. Tevilsiz tek bir kaynağı, tek bir bilgiyi dahi anladıkları ve anlattıkları yoktur. Hadis-i Şerif diyorsunuz, hemen tevil... Evliyaullah'tan söz naklediyorsunuz, ya bu zamanda Evliyaullah yoktur diyorlar ya da başımız üzere, o evliyaullahın ellerinden öperiz ama sözünün esas anlamı şudur diye yoruma girişiyorlar.

Tevil esasında mevcut muteber kaynaklardan doğru ve güzel anlamlar çıkarmak demek... Bunların yaptığına tevil demek dahi mümkün değil. Tamamen keyfi ve uydurmaya yönelik yorumlar diyelim. Hüseyin Avni Hoca, açık bir haberi tevil etmek makbul değildir, hatta o açık haberi tahrif etmektir diyordu. O anlamda keyfi yorumlar.

Süfyan belli... Mehdi As. belli... Hemen tevil: Mehdi As., süfyanı öldürecek, öldürecek de bu manen öldürmüştür. Siz de ifade buyurmuşsunuz: Ölen Süfyan filan göremiyoruz. İfade ediyorsunuz: Arkadaşım, hani ölen Süfyan? E kardeşim fark etmiyor musunuz: Süfyan filan tarihten beridir ölmeye başladı!

Mesela, yeniden basılıp yayınlanan Hutbe-i Şamiye'de "yarım asır sonra inşallah darmadağın dağılacak" diye bir haber var. Hutbenin yeniden yayınlandığı tarih: 1951... Yarım asır sonrası 2001.. Soruyorsunuz: 2001'de darma dağın olan bir şey yok? Hemen cevap: O tarih bir sürecin başlangıcıdır... Darmadağın olacak, üstadımız yanılmamıştır! Yine soruyorsunuz, bu dağılma sürecini başlatacak şekilde 2001'de ne oldu peki? Cevap: Dağılmaya başladı ya işte kardeşim...

Böyle anlaşılmaz, belirsiz, tamamen keyfi yorumlar...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Risale-i Nur ve sayısal tevilat / Ebced ve Cifr
MesajGönderilme zamanı: 13.11.11, 15:23 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Bir Mülakat

Şeyh Said Palevi'nin torunu (artık rahmetli) Şeyh Muhammed Said Fırat, TİMETURK’e özel açıklamalarda bulundu. Fırat, dedesi Şeyh Said ile ilgili olarak mahkeme zabıtlarının açıklanmasını ve mezarının yerinin kendilerine söylenmesini istedi. Fırat, Şeyh Said Olayı ve Said Nursi ile bilinmeyen tarihi gerçekleri ilk defa TİMETURK sitesi aracılığıyla kamuoyuyla paylaştı. İşte, tarihe ışık tutacak ve ses getirecek röportaj:

Şeyh Said olayı olduğunda Şeyh Said’in Said Nursi’ye bir mektup yazdığı iddiaları var bu konuyu açmanızı rica ediyorum.

Said Fırat:

Said Nursi1950 yılına kadar şuurum yerinde ben düşüncelerimi kaleme almışım, fikrime güvenirdim. 1950 yılından sonra benden habersiz talebelerim bazı hususları söylemiştir. Ben bu davada yokum. Eğer isterseniz tayin edeceğim bir vekil bu hususları çok güzel anlatır“ demiştir. Çünkü amcam kendilerine demiş ki “bazı hususlarınız aykırıdır, bunu sizin adınıza kabul edemem” o da bunun üzerine, “Altı talebem var. Bunlardan birisini vekil seçmem için kuvvetim yerinde değil. Kolhisara geleceğim hangisini beğenirseniz ben onu vekil tayin edeceğim” dedi. Ne yazık ki bu olmadı kendisi Urfa’ya geliyor orada vefat ediyor. Amcam Şeyh Ali Rıza Efendi de Sivas Kampı’na ailemizden 11 kişi ile sürgün edildi.

Kaynak: http://www.haber5.com/said-firat-said-nursi-manevi-evladimiz-haberi-52477.aw

Bir başka mülakat:

Şeyh Said Palevi'nin oğlu Şeyh Ahmed Fırat anlatıyor:

* Saidi Nursi’yle tanışıyor muydunuz, hiç görüştünüz mü?

Küçükken Isparta’da 3 yıl iskan ettiler. Saidi Nursi’yi de Eğridir kazasına yerleştirmişlerdi. O zaman ona Molla Saidi Kürdi derlerdi. Annem, “Molla Said’i ziyaret et, sana dua etsin” dedi. Beni yanına götürdü. Bir ev tutmuş, bir hizmetçisi vardı, küçük bir odada bir yatağın üzerindeydi, evde yemek yapmak için kap kaçak vardı. Ben elini öptüm, “Bu Şeyh Said’in küçük oğludur” dediler. “Eyvah, eyvah” dedi, “ailenizin durumu nasıl, geçiminiz nedir?” diye sordu. Bana dua etti, sonra bir altın verdi. O zaman 5 yaşlarındaydım.

* Daha sonra bir görüşmeniz oldu mu?

Yok ben bir daha görüşmedim ama ağabeyim Şeyh Rıza randevu almış, Ankara’da görüşmüş. Vefatından önce de, 1960 ya da 61’de Urfa’da görüşmüş. Ağabeyim, Molla Said’e, “risalelerinde küfür olan şeyler de var, bunu nasıl yazarsın?” diye sormuş. Aynen şu cevabı vermiş: “1950’ye kadar yazılan risaleler benimdir. O tarihten sonra hafızama güvenemediğim için yazmadım, şakirdlerim yazmıştır, onlar benim değildir.

* Molla Said’in hangi sözlerinden dolayı Şeyh Rıza öyle bir tepki göstermiş?

Mesela, “Allah yer ve göğün nurudur”. Bu sözü Molla Said’e mal ediyorlar. Bu Allah’a küfürdür. Nur olsun, nur olsun, Bitlis’in nuru olsun, kendi köyünün nuru olsun. Yani güya kendisi için bunu söylemiş. ...

Kaynak: http://www.bydigi.net/biyografi/145607-seyh-sait-yasayan-tek-cocugu-isyan-gunlerini-anlatiyor.html


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Risale-i Nur ve sayısal tevilat / Ebced ve Cifr
MesajGönderilme zamanı: 13.11.11, 15:32 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Yukarıdaki mülakatlar gösteriyor ki Said Nursi merhum, Risaleyi hepten kendisi yazmamış, belki de bir takım tarih tahminlerinde bulunmamış, "33 Ayet beni ve eserim olan Risaleyi gösteriyor" tarzında davalar ortaya atmamıştır. Kendi ifadesiyle böyle tuhaf davalar, onun yazmadığı zamanlarda talebeleri tarafından onun adına yazılmıştır. Mülakatlardan açıkça anlaşılan budur.

Risaleye müdahale edildiği, eklemeler, çıkarmalar yapıldığı önceden beri Nurcu çevreler içinden de dile getirilmektedir. Bunun bir misali Şeyhanzade Sıddık Dursun'un iddialarıdır.

Neticede Risalenin, Said Nursi'ye ait olmayan kısımları ayıklanmadan bu tarz tartışmaların sonu da gelmez, sağlıklı bir netice de alınamaz.

En doğrusunu ise ancak Allah Teala bilir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 5 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye