Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 99 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2, 3, 4, 5 ... 10  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Said-i Nursî (rh.a) ve Risale-i Nur hakkında...
MesajGönderilme zamanı: 06.02.10, 05:27 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
1. mes'ele: himmet sahibi evliyanın nîm nazarı bin risale okumaktan yeğdir..

zira o (nazar u teveccüh) cezbeyi münticdir.. cezbe ise doğrudan seyr-i süluku tahrik eder, işletir.. ve nihayet hakayık-ı islam ve imanda tahakkuk dedikleri ma'na tecelli eder.. peki, durmadan şu risaleleri okuyup yazmakta ne fayda vardır?.. yani, o iş namaz oruç ve tesbih gibi müstakil bir amel değildir.. kişiye lazım olduğu zaman herşeyin ilmini bulabileceği bir kitap da değildir.. yaprakları suda kaynatılıp şurup yapılsa ve her gün beş vakit içilse yine insana şifa olmazdır.. ve sonra şahsi bir müşkille karşılaşsan vaziyetine uygun bir nasihatı da onda bulamazsın..

2. mes'ele: nur'un vürudu narın zuhuruna mevkuftur..

kalb, toprak, akıl, hava, ruh, su, nefs-i natıka, sır, ateş, hafi, ahfa... insanın bu letaif ve anasırı hz. Allah aşkının narıyla yanmadıkça nur âna varid olmaz.. mücerred planda kütüb ve resail okumanın letaif ve anasıra 'temas eden' bir faidesi var mıdır? yoktur..! peki, imana ve hidayete vesile olduğu söylenilse de o ibtidai hidayet 'mefhumuna' amelî/fiilî yönde hareket kazandıran ve git gide işi cezbe ve uruca götüren hususiyeti var mıdır? hayır yoktur..!

3. mes'ele: hidayet-i mutlaka teveccühe vabestedir..

evet, evliyanın teveccühü lazımdır ki insana hidayet-i mutlaka teveccüh ede.. aksi takdirde bid'atlar ve hatta küfür bile insanın gözüne hidayet gözükebilir.. İsmail Hakkı Bursevi hz.ne (ks.) göre hidayet-i mutlaka enva-i hidayeti mecmudur.. ki onlar: hidayet-i şeriat hidayet-i tarikat hidayet-i ma'rifet ve hidayet-i hakikat'tır.. iş bu 'mutlak hidayet' mutlak hürriyettir ha!.. nitekim cenab-ı Hace Ahrar efendimiz (ks.) şöyle der: " Lâhutiyet kuşumuz nâsutiyet kafesinde mahbustur.. onu oradan kurtarmak cezbenin tesirine (ve erbabına) başvurmadan mümkün değildir.."

4. mes'ele: zahid risale okuyana kadar salik Allah'ına vasıl olur..

şundan sebeb ki, zahidin okuduğu hilaf nesneler, yığın yığın rivayetler, bir takım dünyaca meseller ve garib timsallerdir.. salikin takriri ise rabıta-i şerif, murakabe, ism-i celal ve kelime-i tevhid ile doğrudan hazret-i Allah'da seyr'dir.. salik alem-i emr'den ibtida ile başlar (Allah'ın feyzi yaver olursa) ebtanul-bevatına kadar gider.. zahidin ise zahirden öteye adım atmaya bir gıdım mecali yoktur.. (zaten zahirden öteye merak ve iştiyakları da yoktur ya ayrı mes'ele) şu 4. mes'elenin noktasını Dede paşa hz. (ks.) koysun.. hazret ne demiş: "bediüzzaman 100 cild (pare) kitap yazdı da ne oldu hepsi de zahiri üzere.."

5. mes'ele: devran-ı şeriat ve daire-i hayat ucdan uca tarikatla dönüyor..

binaenaleyh, zaman (ala külli ezman) tarikat zamanıdır.. (ne içün?) hem imanı kurtarmak içün ve hem hakayık-ı imaniyyeyi ma'rifet içün.. dolayısıyla bu da'va mutlak surette 'canlı şahid' (rehber) ister.. fakat her veli mukteda değildir.. ancak râzî ve marzî olan mukteda olur.. nitekim 'ferdiyet ve kutbiyet' sultanlarından Hace-i Ahrar efendimiz hz.nin (ks.) kelimatında şöyle geldi: " Pîr kimdir bilir misin?.. Pîr, Hazret-i Resulullah'ın (sav.) razı olmadığı bütün şeylerden uzak duran ( ve bil-aks her şeyiyle marzî olan) kimsedir.."

6. mes'ele: telvihat-ı tis'a Tarîk-ı aliyyeyi tahbib ve terğîb etmiyor bilakis tehvil ve belki tasğir ediyor..

Tarikati hatarnâk ve karşılıksız bir sevda gibi gösteren (hayal ettiren) şey eğer keşifse o bir keşf-i hayalî'dir.. bunun sebebi: kendi haline mağlub (ve meşgul) olmak suretiyle kenar-ı hicabda mücerred kalmak; ve hakiki şeyh-i kamil'in sohbet ve irtibatından ırak ve bigane olduğu için de da'vanın zevk u neticesine vakıf olamamaktır.. Bursevi hz. "..böylelerinin (yolda kalmışların) misali her devirde pek çoktur.." der.. soru: telvihat-ı tis'a dirayet mahsulü müdür?.. fakirin görüşüne göre rivayata dirayet libası giydirilmiş gibidir.. zira, esaslı dirayete essah (erşed, eslem, asdak...) olan kavli teslim ve tafdil eylemek lazım gelirdi.. ve kümmelin-i meşayıh'ın (ks.hum) revan olduğu ve bil-ittifak emr eylediği bu yola -zımnen de olsa- bir tefaddul ve taarruz ma'nası içermezdi..

7. mes'ele: hidayet-i mutlaka'nın en doğru ve en seri yolu tarik-ı Nakşıbendiyye'dir..

nitekim bu da'vanın en ileri güvâhı/şahidi, senedi ve imamı olan zat (hz.İmam-ı Rabbani ks.) 290. mektub-i şerif'in evvelinde şöyle buyurur:

"... Rahman Rahim Allah'ın adı ile.. Salât ve selâm Seyyid'ül-mürselin'e, âline ve pâk temiz ashabının tümüne.. Bilesin ki, En yakın, en ileri, en sağlam, en salim, en muhkem, en doğru, delâleti en kuvvetli, âlâ, en şerefli, en yüksek, en kâmil yol: Tarikat-ı Nakşibendiye-i Aliyye'dir. Allah-ü Taâlâ onun yolunda gidenlerin, onu idare edenlerin ruhlarının kudsiyetini artırsın. (amin) Bu Tarikat-ı Aliyye'nin azameti ve onun yolunda gidenlerin üstün şanı, sünnet-i seniyyeye iltizam (sımsıkı yapışmak) sebebi iledir. Onun sahibine salât, selâm ve tahiyyat.. Bir de, hoş olmayan bid'attan içtinab (sakınmak uzak durmak) sebebi ile.. Bunlar, öyle zatlardır ki, indiracün-nihaye vel-bidaye (nihayeti bidayete derc) eylemişlerdir. Tıpkı ashab-ı kiram gibi.. Melik Mennan Zat'ın rızası onların üzerine olsun. (amin) Bunların şuuru ve huzuru (berkî değil) daimidir (kesintisizdir.. devamlıdır.. ve:) Kemal derecesine ulaştıktan sonra; (bu zatların huzur ve şuuru) başkalarının şuurundan (ve nibetinden) daha üstün olmuştur... "

âmennâ ve saddaknâ ya hazret-i İMAM...

8. mes'ele: Kastamonu lahikası'nda gelen ihtar hakkında ayrı bir ihtar!..

"..İşte bu dakik sırrı, senin Ispartalı kardeşlerin bir kısmının akılları görmese de umumunun keskin kalbleri görmüş ki, benim gibi biçare günahkâr bir adamın arkadaşlığını evliyalara, belki de eğer bulunsaydı müctehidlere dahi tercih ettiler. Bu hakikata binaen, bu şehre bir kutup, bir gavs-ı âzam gelse, "Seni on günde velayet derecesine çıkaracağım" dese, sen Risale-i Nur'u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.." Risale-i nur - Kastamonu Lâhikası, Sikke-i Tasdik-i Gaybî

acizane, ben de bir Hû'cu olarak Nur'cu kardeşlerime şöyle bir ihtarda bulunayım: eyyühel ahî! bir gavs-ı âzam gelip sana bizzat o daveti yapsa ve sen de ondan i'raz u imtina edüp yanından firar eylesen -gayrın imanını kurtarmak şöyle dursun- bu cürmünün, edebsizliğinin ve ahmaklığının bir cezası olarak belki de kendi imanını yele verirsin...(el-ıyazüBillah!..)

9. mes'ele: KuR'an ve Hadis'ten sonra en sağlam kitap Mektubat'tır..

Mektubat ki bizim merciimiz penahımız ve tarikatimizdir.. imdi, hz.şah-ı Nakşbend efendimiz (ks.) şöyle buyurur:"bizim tarikımızdan yüz çeviren kimse dini hususunda tehlikededir.." şu ihtarı okuyanlar dikkat buyursun: 'yüz çeviren'kimselere 'yüz çevirten' de dahildir.. bugünkü risalecilere soruyorlar (tam 16 yıl önce düşüncelerini bizzat sınamak için kendim de sormuştum..) "Nakşbendî tarikına veya falan zata intisab etmeyi arzu ediyorum, uygun mudur? burda böyle yazmak okumak nereye kadar gider? vs.." bu sorular karşısında bugünkü tarikat muhiblerine (taliblerine) verilen cevaplar yıllar önce bu fakire denilenden farklı değildir, ne diyorlar peki: " tarikat zordur, yolu dardır, neticesi meçhuldür, hiç gereği yoktur kardeşim, risaleler o muradı/maksadı tarikattan ziyade tazammun etmektedir zaten..vs..vs..(!)" velhasıl, 9. mes'elenin meramı şudur: 'yüz çevirtmenliğin' ve 'adam ayartmacılığın' sonu feci hüsran olur: yayın millete bunu.. ve şunu söyleyin onlara: "dininiz hususunda tehlikedesiniz!.." qâle: şah-ı Nakşbend (ks.aziz)

10. mes'ele: risaleler zamanın tarikat için uygun olmadığını iddia ederken nasıl oluyor da kendisini 12 tarikatın hulasası sayıyor?..

halbuki turuk-i aliyyenin hulasası ve neticesi tarik-ı Nakşbendiyye'dir.. risalelerin manevi silsilesi -yani- mürtebit nisbeti yoktur ki tarikattan hulasası olsun.. risaleleri muhayyel mürşid ve alternatif bir tarik yerine koyan zat (keşf-i hayal ve galebe-i hal yüzünden ma'zur olmakla beraber) pîran-ı kiram'a (ks.hum) muhalefetiyle bir hata-i azim işlemiştir.. zira açtığı çığır tarikata sed çekiyor; onu aslen küçük, vakten de köhne sayıyor.. bu Vallahi kötü bir çığırdır!.. muhkem ve müselsel bir tarikatın kendi içinde bile yeni bid'atlar ortaya çıkarmak büyük vebal ve cürüm ise (ki sahib-i Mektubat hz.İmam (ks.) tarikat içi reformları (!) şiddetle men eder..) ya topyekün tarikat-i aliyyeyi -güya- gayrı ma'naya tebdil olmuş göstermek, tarikatın zatını tasğir etmek, onu asrî zaman/mekan kalburunda öğütüp tasfiyeye tabi' tutmak teşebbüsüne ne demeli?.. eğer mücerred planda kitap okumak (hatta okumayı evrad edinmek) tarikatın maksadını hasıl etse idi -elbette- şeyhe lüzum olmazdı ve biz dahi bir 'şahs-ı manevi' olarak Mektubat-ı Rabbani'yi mürşid edinirdik.. fakat halas ve hulasa içün bir Halaskâr ve Mutasarrıf vacibtir...

11. mes'ele: sahib-i Risale'nin Üveysiyet ve Tilmiziyet bağına bir bakış..

said-i nursi efendi (rh.a) -bazı mahalde- hz.İmam-ı Rabbani ve Kadir-i Geylani'ye 'Üveysiyetle' bağlıyım; onlar "Üstadımdır".. diyor fakat öbür taraftan 'bana özge (başka) bir ma'na (yol) zahir oldu hem o tarikattan daha sehil ve daha azim vs..'demeye gelen ifadeleri var.. malum olsun ki, Üveysiyetle mevsuf olan bir zat mazhar olduğu ecilde (ilmen amelen ve i'tikaden) üstadlarının hilafına (ındi surette) kelam tesvid edemezdir.. ve Üveysiyet hiç kimseye teklif de edilemezdir.. zira herkesin kârı değildir.. ama bakıyorsunuz 'ben dükkân-ı Risale'nin dellâlıyım herkes buna müşteri gelsin ve hatta benim gibi dellâlı olsun..' şeklinde inceden mesajlar, davetler tefhim ettiren de yine kendisidir.. şimdi, bu öyle bir hareket ki mensuplarına özellikle şunu belletiyor: " siz cadde-i kübra'ya revan olmuş ashabâsâ kahramanlarsınız.. binaenaleyh, sizin şahs-ı ma'neviyyeniz sair ehl-i tasavvufla ve meşrebini fazlaca beğenmiş tarikatlılar ve bir takım hodgam sufilerle kıyaslanamayacak kadar büyüktür..(!)" arkadaşlar bakın! risalelerde bu veya buna benzer imalar, ifadeler, çaktırmalar.. evrad gibi okunmakta ve okutulmaktadır.. bu gidişle var ya, yarın risale-i nur cereyanı rönesansa (tekkelere tepki ve tepme hareketine) tebdil olursa hiç şaşırmamak lazım..

12. mes'ele: Risaleler hakkında ortaya koyduğumuz itirazlar Mektubat'a müsteniddir; ındiyyat değil..

risale-i nur büyük pirlerin ve kutubların velayetini kübra'da, onların revan olduğu tarikatların sair ehlini de derece-i suğra'da gösteriyor kendi mesleğini ise (ne yüzden olduğu meçhul ama) v.kübra'ya nisbet ediyor.. bir halt-ı makamatla karşı karşıyayız!.. üstad (rh.a) nakşî dahil 12 tarikat erbabını v.suğra'ya koymuş ya onlar da sair şeyhler ve halifelerdir ha.. (müridler hepten dış kapunun dış mandalı..) muhayyel manzara şu: güya en büyük zatlar tarikattan müstağni olarak efdal-i velâ olmuşlar sonra gelenler ise onların verdikleri bir takım suri vezaifle anca suğra'ya konabilmişler.. fesubhanallah!.. acaba, imam-ı Rabbani hz.den "üstadım olur" diye bahseden ve kendisinden yer yer nakiller yapan bu zat o Mektubat'da Nakşbendî tarikının kemalat-ı Nübüvvet kandilinden en ziyade feyzyab bir tarik bulunduğunu görmemiş midir?.. turuk-i aliyye'ye alel-ıtlak nasıl berzah diye bilirsiniz?!.. hele ki Nakşî nisbetinde bir Sahabiyyet nişanı vardır zira bu yol -hususiyetle- sünnet-i seniyyeye riayet ve bid'atlardan ictinab üzre teessüs etmiştir.. bu zatların bir teveccüh ve desturu ile "indiracün-Nihaye fil-bidaye" (vücûdül-adem) ma'nası derkâr olur.. risale-i nur dedikleri fasiküller okunup/aşınmakla menazır ve hakayıktan rûnüma olan nedir Allah aşkına ya!..



13. mes'ele: arz ile Arş (ve Kabe ile cami) arasında ne kadar fark varsa yol tıfılları ile hakiki hâdîler ve hüdâiler arasında o kadar fark vardır..

çağımızda matbuat iyice gelişti.. teknolojik imkanlar.. reklam araçları.. propaganda yolları.. git gide çoğaldı.. ve artık risaleler herkese bir tık ya da alo kadar yakın.. bu fakir der ki: eğer said efendinin (rh.a) tarikat ve mürşid hakkında serd ettiği görüşler kendi zamanında şayi' olsa idi muasırı (o devirde) olan ulular (ks.hum) ayağa kalkar onu mutlaka sığaya çekerlerdi ve da'va ettiği şeyden de kendisini men ederlerdi.. said efendi (rh.a) iman ve islam esaslarını asrın ukalasına (akıllılarına) tafsilatıyla talim ve tarif eylemiş ve bu hususta sayısız misaller meseller ve temsiller ortaya koymuştur.. makaleleri edebidir hikemidir irfan duygularıyla yazılmıştır amma velakin ilmî derinliği yoktur.. zahirin teşhirinden öteye gitmez.. hayretli ve hakikatli değildir.. tavr-ı aklın verasına kademi yoktur -yani kısacası- sözün bittiği yer hakkında (ne rivayet ne dirayet) hiç bir şey ortaya koyamaz.. risale-i nur'un dâisi olduğu yol "sûreta kesrette vahdeti" göstermektedir.. ama bu yol (fiilen) asırlar sürer.. (ve zaten) ilmel-yakin bile îras edemez zira canlı rehber değildir (tasnifattır..) bırakın teharri ve tetebbuatla kat etmeyi; o yol -mahza- ibadet zühd ve perhizle bile aşılamaz -zira- insan ömrünün kifayet edemeyeceği kadar uzun ve meşakkatlidir.. "said efendiye (rh.a) ömür kifayet etmiş ya bize de yeter!..(bizde o yolla yetişiriz)" derseniz cevap şudur: süluksuz cezbe ve hesapsız ilham insan ömrüne zamm olursa köydeki annanemin bile kendi çapında "bediüzzaman" olması makul hale gelebilir.. (ve hem bakalım: said efendi (rh.a) yolun ne kadarına 'yetmiş ya da kalmış' onu ahirette hep beraber göreceğiz.. derim..) bir yerde ilmel-yakin bile mücerred zühd u perhiz ve kütüb ve tasnifatla hasıl olamadıktan sonra aynel-yakin ilmi nasıl ve nereden hasıl olacak?.. heeerr ikisi de mürşid-i kamilin teveccüh ve irşadına vabestedir.. tamam mı !.. risaleler şöyle dursun; said efendinin (rh.a) kendisi bile o hususta insanlara bir şey veremezdir zira irşad yetkisi ve teveccüh sultası yoktur.. said efendi (rh.a) bugün yaşasa idi fethullah gülen hocaefendi gibi bir kürsi adamı (gözü yaşlı gönül ehli bir hatib/vaiz olurdu..) ötesi yok o kadar !.. bunların ikisi de o devrin meşayıhı (ks.hum) yanında birer (abi kardeş) tıfıldır.. bugün mevlana Mahmud efendi hz.nin (ks.) yanında da (te'dib ve tezkire muhtaç) tıfıldır bu zatlar.. sözümün ne ma'naya dair olduğunu merak edenler açıp Mektûbat-ı Rabbani okusun.. başka bir şey demiyorum..



14. mes'ele: risalelerde hz.İmam'a nisbet edilen sözler hakkında.. (mesela) "hakayık-ı imaniyyenin inkişafı binler ezvak ve keramattan üstün ve bütün tarikatların ahir ve neticesidir.." gibi..

yaptığım onca araştırmalara rağmen yukarıda ki cümleye (birebir) eş anlamda hiç bir ibareye rastlayamadım.. ama hz.İmam efendimizin (ks.) mütalalarına aşina olduğum kadarıyla söyliyeyim ki: işin aslı hayal ve zannedilenin çok ötesindedir.. hz.İmam ve Mektubat-ı Rabbani risale-i nur'da tekrar edilen mezkur cümleye ve onun etrafında tavaf edilircesine yapıla gelen şu söylemlere (iddialara yakıştırmalara..) delil ve referans olarak gösterilemez..

said efendi (rh.a) defaatla "hakayık-ı imaniyenin inkişafı.." diyor ya.. halbuki o ibare mektuplarda öyle geçmez; şeriatın ve sünnetin (unutulmuş yabana atılmış her hangi bir mes'elesinin) inkişafıdır o.. rabbani Mektubat'ın 'hakayıkı' risalede anlatılanların çok çok ötesindedir.. bi kere (kamil ma'nada) hakayık-ı imaniye'nin inkişafı Nakşbendî nisbetinin inkişafına (o da mürşid-i kamille irtibata) men'uttur.. okumayla yazmayla divitle hokkayla "Hakayık" inkişaf etmez.. daha önce 1 milyon kerrat söyledik bu da 1 milyon 1. olsun..

on beş yıl önceleri risale-i nur cemaatından bir grub (yazıcılar) "yevm-i cuma haricinde camilere gitmeyin cemaatı risale evlerinde eda edin halka karışmayın vs.." derlerdi (buna bizzat şahidim şimdi ne diyorlar bilmiyorum..) imanın hakayık'ından bir mes'elenin inkişafı da camiye cemaata berdevam olmaktır..(sünnet-i müekked).. ee hani (o meselede) inkişaf?..

sonra, hakayık-ı imaniyeye "sîne açılmak" içün Mektubat ve Mesnevi-i şerif de okumak lazımdır bu şaheserler adama ne der ne anlatır haberleri var mı acaba?.. [yıllar önce bir risalecinin yanında kitapçıdan Mesnevi-i şerif takımı satın alıyordum.. Allah karşılaştıracak ya, (o tanıdık) adam şöyle bi mal mal yüzüme baktı ve: "nedir o mesnevi mi o? ne gereği var şimdi ya falan(!).." deyiverdi.. "hani bunlara mı düştün(!).." gibilerden..] ne kadar ayıp tuhaf şey ya !..

bu adamlar var ya tıb coğrafya tarih edebiyat ve felsefe gibi gayr-ı şer'î sahalar haricinde hiç bir "Dini" kitabın mütalaasını benimsemiyorlar.. bundan daha tuhaf olan şeyi size haber vereyim mi.. bunların (abilerin) derslerine (sohbetine) devam eden kişiler Şer'î medrese ilimlerinden dahi soğutuluyorlar hatta (açıktan) men ediliyorlar.. (buna da bizzat şahidim..) ne derler: "..aman sakın oralara gitme ha!.. şu kadar (cm.) kalınlıkta bu kadar (adet) kitabı ezber ettirmeye zorluyorlar.. bunlar sıkar boğar seni.. sonra mazallah risale-i nur dairesini terk edersen helak olursun.. şimdi bunların zamanı değildir.. hem tefsir hadis fıkıh sahasında türkçe eserler var onlar bize yeter vs..vs.." denemesi bedava merak edenler o abilere gidip sorsun bakalım tepkileri ne olacak..

hangi imanın (hangi hakayıkının) inkişafında kalmıştık?.. evliyaullaha imandan soruluyor onlar amelden fiilden islam'dan (teslimiyetten) bahsediyorlar.. şeriat ve sünnet (-in ne ilmi ne ameli) tamam olmadı.. o ma'nada tarikatla mürşidle de bi alaka (irtibat) yok.. ee hakayık-i iman nereden ve nasıl inkişaf edecek ?..




15. mes'ele: hiç bir kitab ve risale Kur'an-ı Hakim'e mazhar olan ve Sünnet-i seniyye ile muttasıf bulunan bir zatın sohbetine (irşâdâtına) bedel (yerine kaim) olamaz..

risale-i nur 6000 sahife.. ama yukarıda ki ma'nayı tasdik edici 1 tek cümle içermiyor.. halbuki söz konusu hüküm üzerinde kamu meşayıhın imzası ve mührü vardır.. bir yerde ki müttefekun aleyh (icma) ile muaraza var: orada hayat yoktur.. hayattan maksudumuz: hakiki memattır.. yani: mevt-i Fenai.. ve ötesi..

şimdi, hemen sadede giriyorum: hakayık-ı İmaniyye'nin inkişafı hacegân-ı İslamiyye ile (din efendileri ile) aynı kıbâb altında dem-saz olmaya bağlıdır.. bunu kudsî kemter uydurmadı; kıtmiri olduğu Efendiler (ks.hum) öyle söylüyor..

nitekim: "hümül kavmü lâ-yeşqâ celîysühum.. ve [sınfün la yestetıru Rabbe anhum]../ onlar (mürşidin-i kiram) öyle özel bir sınıfdır ki (Rabb onlardan gizli değildir ve) onlarla oturan (irtibatta olan) asla şaki olmaz.." buyruldu..

hz.Mevlana-i Rumi efendimiz (ks.) " insan-ı Kamil (ayna-yı Mevla) ile 1 saat beraber bulunmak 100 sene (kendi başına) zühd u takvadan hayırlıdır.." derken muhammedî hakikatin, ruhullah ve kelamullah nurunun temasına (değdiği yeri yakma hassesine) işaret etmiştir.. (yani) nerde Nur: anda huzur ve şuur.. fefhem cidden!..

kütüb ve resail sâmittir (suskundur).. bize esrar-ı samedaniyye ile nâtık -şöyle- canlı canlı.. melih ve mehib zatların.. Râsih Pirlerin sohbeti lazımdır.. sohbet-i Canan ahlak-ı hamideyi intac eder: ve insanda edebsizlik namına bir şey bırakmaz..

(kıssa) bağdad halifesi bir gün hz.Rüveym'e (ks.) "edebsiz!" demişti.. Rüveym hz. ona dedi ki: "ben mi edebsizim?.. (ama) ben yarım gün hz.Cüneyd ile sohbet ettim..(ne haber?) " yani her kim yarım güncük bile cenab-ı Cüneyd ile sohbet kılsa onda edebsizlik nişanı görülmez -bilakis- edebi (hüsni ahlakı) efzun olur.. demek istedi..

bu zatlarla irtibata (ifade ve istifadeye) "tanıklık" etmeyenler; bir başka tabirle Allah Er'inin neş'esini tatmayanlar (rica ediyorum) bizim yanımıza gelip vıdı vıdı etmesinler.. (hatıra) bir gün Efendi hazretlerinin (ks.) huzurunda iken bana bir şey oldu.. ne oldu?.. ne bileyim ben ne oldu?.. o mübarek yalnızca sükut ediyordu ve gözleri yumuktu.. ben o an adeta havaya uçup aklımı yitirecek hale geldim.. ve Vallahi huzurda bi edebsizlik sergilemekten korktum da fırrr diye kaçtım karşısından...

Allah bizi hakikat erlerinin teveccühünden dûr eylemesin.. amin.. şimdi, bizim fahrimiz elalemin fikir ve istidlal ile hayal ettiği şeyi "görmemizdir".. ve malum olsun ki " (O'nu) Göreni gören.." -lerden "birisi" olmak her halukarda en üstün ve en elzem bir Nisbettir..

(kıssa) hz.Cüneyd-i bağdadi'nin (ks.) yaranı içinde Ebu amr-ı Zeccac (ks.) namında büyük bir veli vardı.. bu zat 40 sene Mekke'de mücavir olmuş ve ömrü boyunca takriben 60 kerre de Hacc eylemiş.. mübarek, Harem-i şerife taziminden ötürü harem dahilinde hiç küçük abdesti bozmamış, saçını da traş etmemiş.. makamı yüce bir insan.. öyle ki Meşayıh meclislerinde reislik/hakemlik yapıyor.. (yani) söz dönüp dolaşıyor hükmü ona havale ediyorlar.. işte bu emir sahibi güzide zat: " ben tam 30 sene hz.Cüneyd'in (ks.) helasını kendi elimle temizledim durdum.." diye övünüyor Dikkat buyrun !..



16. mes'ele: her kitab (satır ve sahife) sâmittir.. kitab-ı Hakk'ı sema-ı ruhani ile istima' içün: hazret-i Hakk ile âmir ve nâtık Âdem (vazifeli mürşid) gerek..



ey müslüman kardeşim, Mushaf-ı şerifi duvara asar orda unutursan sâmittir.. (sana bir şey söylemez).. eğer su-i itikad ve cehil ve gaflet karanlığı içinde okursan: O yine sâmittir.. (seninle konuşmaz).. eğer ki zahiri Kur'an ilimlerinden azcık nasib alarak şöyle ilmel-yakin-i edna ile okursan.. ve bu arada itikad ve ameli de düzeltirsen: O Güzel (el-Kitâb) biraz sana karşı açılmaya başlar.. (mesela: bazen uykulu uykulu okurken birden bire şimşekler çakar gibi olur..sonrası malum..) ve eğer Kur'an-ı Hakim'i hem ilim bilim evrak ile hem seyir süluk rabıta ile hemi de günah ve ağyardan perhiz tavrıyla okursan: o vakit O'nun ma'naları içinde yüzmeye başlarsın.. mevlana Zahid Kotku hz.nin (ks.) dediği gibi: "artık O'nun nurları içinde dalar dalar gidersin.." ismail Hakkı Bursevi efendimiz (ks.) "Kur'an: kitab-ı sâmittir.." der.. ve "..O'nu konuşturacak (ma'nalar deryasından inciler çıkaracak) bir Mürşid-i Natık (hazır ve hazık uzman) lazımdır.." diye devam eder...

Kur'an-ı Azîm yağma hasanın böreği değildir.. Kelamullah ile muhatab olacak kişide "Salihlerle Beraberlik" -yani- amelde ve itikadda cihet-i camia (mücaneset ve müşabehet) aranır.. [istidrad: mesela, mealciliğin meali zındıklıktır.. zındıklar fındık kadar (o da çürük ve kof) akıllarıyla derya-yı Kur'an'dan ahkam (ve esrar) incisi çıkarmaya çalışıyorlar.. halbuki hadis-i şrf.de gelmiş: "..sakın ha sizden birini koltuğuna (mağrurane) yaslanmış da (işte) bize Kur'an (inmiş) bu yeterlidir (bugünküler de: "meal yeterli") diye söylenirken görmiyeyim !.." buyruluyor.. hz.peygamber Efendimize (sav.) bu zındıklar gösterildi.. önüne gelen hadisi ve sünneti ya senedini tenkid ya ma'nasını te'vil ede ede iyice yoldan çıkanlara da bir çift lafım var.. hadis ve sünneti (bir şekilde) devre dışı bırakmak (işlevsiz hale komak) iman şartellerinin indirildiğinin alametidir bu cereyanın neticesi: çok karanlık !..]

şimdi, asıl konuya gelelim: mektubat-ı Rabbani bir kitab-ı sâmittir.. (her önüne gelene peçe açmaz).. Mürşid (hazır uzman hazık tabib) ise ol kitab ile (mearif-i Rabbaniyye ile) âmir ve nâtık mürebbîdir.. binaenaleyh mektubat-ı Rabbani ancak mürebbî ile fayda (netice) verir.. ki bila-sohbet ve la-tevassut Mektubat okuyan bir kişi ona istediği ma'nayı verip dilediği yere sapabilir.. ama hz.mürşidin anladığı ve işlediği şeyi takip ederse: imam-ı Rabbani'yi yanında hazır bulur.. acaba Konya'ya hz.Şems-i Ma'şuk yerine posta güvercinleri ile Makâlât ve Tezkiresi (Menakıbı) gelse idi ne olurdu?.. Müderris Celaleddin efendi onları kıyamete kadar okuyup dursa yine de "Mevlâna Hudavendigâr" olamazdı.. nitekim hazret-i Mevlevi efendimiz şöyle buyurur: hîç kesra pişi hud neşüd: hiç kimse kendi başına bir şey olmadı.. hîç âhen hançer tîz-i neşüd: hiç bir demir kendi kendine keskin bir kılıç olmadı.. hîç Mevlana neşüd mevla-yı rum: Mevlana kendi kendine arz-ı rum'un padişahı olmadı.. tâ mürid-i Şems-i tebrizî neşüd: tâ Şems-i tebrizî'ye mürid (tanış ve teslim) oluncaya kadar..




17. mes'ele: Üstad (rh.a) şöyle hüküm vermiş: “Risale-i Nur Talebeleri, Risale-i Nur’un dairesi haricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer ararsa, Risale-i Nur’un penceresinden ışık veren manevî güneşe bedel, bir lambayı bulur; belki güneşi kaybeder.” (Lem’alar, 2005, s.631)

bu ibarede mürşid muma tarikat lambaya risale-i nur ve müellifi de güneşe teşbih olunuyor.. halbuki işin aslı bunun tam tersidir.. üstad (rh.a) "ben bir şeyh değilim ve yolumuz da tarikat değildir vs.." der ya, o ifadelerin takdiri de aynen şudur: "ben şeyh olacak kadar küçük rütbeli değilim ve rah-ı risale dahi tarikata nisbet edilecek kadar düşük kazançlı bir meslek değildir.." hayret edilecek bir şey!..

üstad (rh.a) bir yandan ben hocayım (vaizim müellifim) der diğer yandan bir şeyh [Qum fe-Enzır! Kalk ve Uyar.. mazharları) gibi insanları kendi (olmayan) irşad dairesine celb etmeye çalışır.. bu bir tezaddır ve aslında müteşeyyıhlığın da (şeyhleniciliğin) bir başka biçimidir..


[not: molla said efendi halinden ötürü ma'zur sayılabilir.. ve aslen kasd ettiği iş müteşeyyıhlık da olmayabilir: lakin da'va edindiği işin -açtığı yolun- verdiği mesajların meali çehresi tablosu bunu gösteriyor..]

üstad (rh.a) Tarikat ve Mürşid taleb eden adama: "hayır gidemezsin.. gitmemelisin.. güneş dururken lambaya mı müşteri olacaksın?.. hasta mısın sen?.." der adeta.. halbuki asıl şifa bu hastalık (âteşîn taleb) yüzündendir bilemedi..

zira: şeyh ile mürid arasında ki irtibat doktor ile hasta arasında ki muamele gibidir.. gönül derdine deva arayan o Lokman (şeyh) nezdine varır..(görünür).. eğer kabz halinde ise ifakat bulur.. eğer bast halinde ise ivme kazanır.. eğer yangınlı cezbelerde ise ab-ı sahivden suvarılır ve nihayet âgahiye gelir.. telvini temkine kavuşur.. ila-ahir...

şeyhlik bilmeyenin (üstad ve emsali) yolundan giden hastalara hz.şeyhi (manevi tababet sahibi zatı) salık veririm: zira Nefis adüvv-i ekber'dir..(en büyük düşman!)..

http://www.kudsharemi.com/makaleler/120 ... ibtir.html




18. mes'ele: bediüzzaman (rh.a) şöyle buyurmuş: “Hem hariçteki irşada hevesli zatlar, Risale-i Nur’un şakirtleriyle meşgul olmamalı. Çünkü üç cihette zarar görmeleri muhtemeldir. Takva dairesindeki talebeler irşada muhtaç olmadıkları gibi, hariçte kesretli namazsızlar var. Onları bırakıp bunlarla meşgul olmak irşat değildir. Eğer bu şakirtleri severse, evvelâ daire içine girsin, o şakirtlere peder değil, belki kardeş olsun; fazileti ziyade ise, ağabeyleri olsun” (Lem’alar, 632)

tarikat ve dergah geleneğinde "gidene niye gittin?.. gelene niye geldin?.." bile sormazlar.. hiç bir irşad Eri şu veya bu cemaattan adam çalmaya adam ayartmaya çalışmaz.. yok böyle bir şey.. irşada hevesli/hırslı zatlar ne demektir Allah aşkına ya!.. kimse kimsenin şakirdine (sevdalısına) göz koymamış efendi!.. ha eğer zeyd-i şakird taleb-i tarikatla şeyh-i Kamil nezdine gelmişse o zaman iş değişir.. o vakit siz kim olursanız olun buna "adam ayartma" diyemezsiniz.. gitmek isteyene de mani' olma hakkınız yoktur..

risale dairesinden tarikat-i aliyyeye intikal "bir ayak kayması veya güneşten lambaya tenezzül" manasında değerlendirilemez.. ve asıl tarikat (ve mürşid) taleb eden bir "istidadı" (cevheri) ayartmak, şaşırtmak cürüm olur.. daire-i risaleden burc-i Tarikata yükselmenin zararı varsa nefs-i emmareye zararı (mahiv getirmesi) vardır o doğru..

bir de üstad (rha.) "..takva dairesinde ki talebeler irşada muhtac değildir.." demiş.. niye muhtac olmasın ki?.. emr-i takva sırf ebrar zikri ve kuru zühdden ibaret değildir ki.. (Yol odur: Hakk'a vara..) risaleler "İş" değildir: kelam ve müsannefattır.. peki satırlar sadr-ı insana ne verir?.. okuyana bir yere kadar malumat verir.. tefhim ve istidlal içün biraz tefekkür malzemesi sağlar.. (ve belki) az buçuk da ışık (iştiyak) yakar.. ama nurul-Envar'ı (kurb ve kuds menzillerini) keşf ettirmez.. eğer (zahid ve ebrar) kişi Allah'ın feyzi ile bir cezbeye kapılsa daire-i risalede o hale mualece edecek (destgîr olacak) bir tane adam da bulunmaz..

molla said efendi (rh.a) şu ibarede irşad makamına gelmiş olan bir zatı daire-i risaleye cerr etmeye çalışıyor.. Allah Allah !.. mürşid-i Kamil (uruc ve nüzul etmiş zat) Allah tarafından tavzif olunduğu irşadı bırakacak gelip risale'ye talebe olacak ha..(!)..


19. mes'ele: bediüzzaman (rh.a) bir yerde şöyle buyurmuş: "..acaba talebelerin “nasara, nasara, nasaru, nasarat” gibi sarf ve nahvin küçük meseleleri tekkelerdeki virdlere racih gelirse, Risale-i Nur’un “Amentü billahi ve melâiketihi ve kütübihi ve rusülihi ve bi’l-yevmi’lâhiri” deki hakaik-i kutsiyey-i imaniyeyi en kat’î ve vâzıh bir surette ders verip, en muannid zındıkları ve en mütemerrid feylosofları susturup ders verirken, onu bırakıp, yahut sekteye uğratıp, veyahut kanaat etmeyip, tarikat hevesiyle Risale-i Nur’dan izin almayarak kapanmış hangâhlara girmek, ne derece yanlış olduğunu ve bizim bu şefkat tokadına ne derece istihkak kesb ettiğimizi gösteriyor..” (Lem’alar, 639-640)..

ne acaip bir anlayışsızlık.. ve ne garip bir kıskançlık!.. anlaşılan o ki bu ibare medreseden tekkeye adam kaptırma tehlikesine (!).. binaen kaleme alınmış.. (yani) medreseden tekkeye varmak adeta yüz kızartıcı bir suç olarak telakki ediliyor.. bu "ayak kayması" nın cezası da bir şefkat tokadına (celal yüzlü cemal muamelesine) istihkaktır diye noktalanmış.. fesubhanallah!..

halbuki medreseden tekkeye giden âdem cehalete yelken açmıyor: bilakis el-İlim deryasında "yüzme öğrenmeye" gidiyor.. zaten tekkelerin işleri medreselerin ilimlerinden ayrı değil ki.. bu rahatsızlık (şikayet) niye!.. tekkeler kendi başına müstakil bir kurum değildir: bağlı bulunduğu medrese ilimlerinin (tefsir hadis fıkıh..) "zevk" (u idrak) edildiği mahallerdir.. Aziz Hüdai hz.nin (ks.) ne zoru vardı da kendisi bir Müderris (prof.) ve devletin resmi Kadılık mertebesinde iken Üftade (ks.) dergahına başkesti?.. (bunun gibi sayısız misaller var)..

tekke ile medrese aynı Ana dalın (şeriatın) branşlarıdır.. biri zahirini diğeri hakikatini derpîş eder.. mesela bugün Mevlana Mahmud efendi hz.ne (ks.) giden şu nasihatı almaktadır: " oğlum hem ilim (ulum-i Şer'iyye) oku.. hem Tarikat-i aliyye vazifelerini yap.." konu bu kadar açık ve basit.. ama molla said efendi (rh.a) öyle anlaşılıyor ki tarikat ve tekkeyi bir nevi ruhbaniyet gibi görüyor.. tarikat ve tekkenin zamana ve cemiyete uymadığını iddia etmesi bize bunu tefhim ettirmektedir..

arkadaş biz deriz ki: Risale kanaat edilecek "İş" değildir.. zira teşnegâna hiç bir şey vaad etmiyor.. âb-ı hayat tarikat ve tekkelerdedir.. o sebeble büyük müfessir ve mutasavvıf ismail Hakkı bursevi hz. (ks.) "Hangah Deryadır.." buyurmuş.. imdi, deryanın resmini çizip mahiyetini okumakla o deryaya dalmak, içinde yüzüp kulaç atmak bir değildir..

hz.Şems-i Tebrizi (ks.) konya'ya teşrif ettiği zamana değin Müderris Celaleddin efendi (Mevlana) adam boyu bir çerağın altında sabahın ilk ışıklarına kadar kitab ve risale okurdu.. ama hazret o devre için "hamdım" diyor..dikkat!.. sonra noldu?.. hz.Şems-i ma'şuk geldi bütün kitapları risaleleri suya fırlattı.. ve ilk dönem Molla Celaleddin hz. ile 6 ay boyunca halvet buyurdular.. ve daha o ilk dönemin ardından Mevlana-i rumi hz. (ks.) "yandım.. kül oldum.." demeye başladı.. tarikat ve tekkenin ihtilal açan tealluku ile bir zaman sonra fetih ve tahakkuk hasıl olunca "maksad-ı aksa" ne idiğin ortaya çıkıvermişti.. ve artık o zata "Mevlana Hudavendigar" diyeceklerdi..

arkadaş!. tekke ile medresenin mahreç mahalli birdir eğer tekkeyi medreseye idgam etmezseniz (hele tekkeyi tepmeye çalışırsanız) lahn-ı celi (ağır ve açık hata) işlersiniz.. ki bu revişle ilmel-yakin bile hayal olur nerde kaldı ki aynel-yakin "gerçek" olsun...

imam-ı Gazzali hz.nin (ks.) terceme-i hali tekke ile medresenin beraberliğine bir delil-i katiadır.. hazret Şam'da minare-i Beyza'da tam 11 yıl halvet buyurdu.. bu zaman zarfı içinde bir yandan Tarikat üzre ibadet ve mücahede eyledi diğer yandan ilim ve telif-i kütüb ile meşgul oldu.. buna rağmen: "makamı tevhid-i Ef'alde idi.." dediler.. şu kamette bir zat bile Tarikat neme lazım?.. dememiştir iyi anla..

Allame Mevlana Molla Fenari hz. (Ra.) bile şeyh Hamiduddin-i Aksarayi hz.ne (ks.) [Somuncu Baba'ya] bir talebe olmaya can atmış da bu risalecilere ne oluyor ki kendilerini ehl-i Kemal'den müstağni addediyorlar.. biz aslında 'Asıl Kabahat'in mebdeine (üstada) işaret ederken bugünküleri "Emîr'sizlikten" sakındırıyoruz.. (yani üstad etmiş siz etmeyin diyoruz..) zira işin mebdei (olan zat) haline mağlub olduğu yüzden ma'zurdur ama bugünküler mazur değil mes'uldür..

madem ki üstad said efendi bir Şeyh (Mürşid) değil ve risale-i nur da bir Tarikat (Yol) olma hassesine malik bulunmuyor.. o vakit kişi hiç kimsenin iznini (emrini istişaresini) almaya gerek görmeden (helallik diler eyvallah deyip çeker gider ve ) pekala bir Mürşid-i kamile intisab edebilir.. insan Mürşid-i kamil dururken onu bırakıp nakıs bir şeyhe varırsa cürm olur.. veya bir mürşidden diğerine geçecekse izin alır.. (emir ve istihareye tabi' olur)..

"ey ahali hangahlar zaten kapandı nereye gidiyorsunuz?.." siz güneş dururken "niye bu yerlere (lambalara) heves ediyorsunuz?.." diye sitem eden şikayetlenen rahatsız olan bu zatı Allahu Teala (iyi taraflarına hürmeten) ma'zur ve mağfur eylesin..amin...


20. mes'ele: 16. maddeye şerh.. ve 19. mes'eleye zeyl..

fakir bunları yazarken şöyle bir soru sorulabilirdi: sen yukarıda (16.mes'elede) bize dedin ki her kitab (satır ve sahife) sâmittir.. oysa Hz.Peygamber (sav.) buyurmuş: " İlim üçtür: kitabün nâtıkun konuşan kitap.. sünnetün kâimetün yerleşen sünnet.. ve-lâ edri ve bilmiyorum?.. demektir.." bunun (2 zıd mananın) telifi -izahı- nedir ola?..

el-cevap: Kitap bir itibara göre sâmit diğer itibara göre natıktır.. mesela Mesnevi-i şerif cahillere göre kurt koyun masalı olmak üzere natıktır.. âlimlere göre kelam-ı mevzun üzere: ilim hikmet ve irfan olmakla natıktır.. âriflere göre ise mağz-ı Kur'an ve dükkan-ı Vahdet olmakla natıktır.. şimdi, aşıkların ve ariflerin ındinde ki natık olma sıfatı avam ve cahile göre kapalıdır: o sebeble "sâmit" sıfatı ıtlak edildi..(hatta buna alimin anladığı şey de dahildir).. fefhem cidden..

şu Hadis-i şerif dahi 1 ibarede 3 itibar-ı (İlmîyi) cemm eylemiştir.. masdarı: cevamiul-Kelim hazreti (sav.) olunca buna şaşmak olmaz.. zira O Resul (hiç bir zaman) hevadan konuşmaz çünki -daima- Vahy-i İlahi ile müeyyeddir.. es'Salatü ves'Selamü aleyke Yâ Rahmeten lil-alemin ve Yâ Sâdıkal-va'dil-Emin...

Kitabın natakası (öğretmesi) ile bilinecek ilimlerle (hayata ikame ettiğin) şu Sünnet'lerden alacağın ilimler bir ve beraber değildir.. mesela, Sakal sünnetinin vücubu (gereği ve ehemmiyeti) üzere Süleymaniye kütübhanesinin "natakası" kadar hikmetler faziletler ve sevaplar okusan o Sünnet sana sâmittir: eğer bırakman gereken o Sakalı ha bire traş edersen..

(yani) Sünnetin o hususda sana sağlayacağı semerelerden (ilm-i huzurî'den) mahrum kalırsın demektir.. şu mahrumiyet: sahib-i Şeriat: Hakk'ın (cc.) hükmüdür.. [de ki: eğer Allahı seviyorsanız...] Nübüvvet-Penah efendimizin (sav.) Sakal-ı şerifine tealluk eden mütabaat Nurunun yerine hiç bir şeyi (ne ilim ne hizmet ne sadaka..) keffaret olarak koyamazsınız.. o kimyayı ancak Sakal (fizik-şekil) karşılıyor.. bu yalnızca bir misal.. diğer bütün Sünnetleri de böyle anlayalım (ve mutlaka ihya etmeye çalışalım) inşallah..

"ve-lâ edri.." el-İlmin üçüncüsü: "Bilmiyorum" demektir.. üstad bediüzzaman (rh.a) şu (nutuksuz) ilmin (itibar-ı sırrînin) çaşnisinden bî-mezak olduğu için olsa gerek kimseye "Bilmiyorum" diyememiştir.. nitekim: kaldığı otel kapısına levha astırıp "her soruya cevap verilir soru sorulmaz" dediği meşhurdur.. bizim buralarda palas pandıras gezen bir meczub vardır bir gece bu fakire şöyle dedi: " alimallah ben her şeyi bilirim: her şeye cevap yetiştiririm diyen insan yalan söyler.. oğlum, insan her şeyi bilmez belki bazı şeyleri iyi bilir.. Fikih oku Fikih..! "

Fahruddin-i Razi hz. (rahimehullah) tefsir-i Kebir'inde " ihdinas'Sıratal-Müstakim" ayetini tefsir ederken "hidayet ne ile elde edilir?" soruyor.. demiş ki: 2 şeyle beraber elde edilir.. 1. istidlali ilimle 2. tezkiye-i nefs ve tasfiye-i derûn ile... iş bu tarifde medrese bilişi ile âsitane revişi mezc edilmiştir.. terazi son derece hassas.. Divane Mehmed Çelebi hz.nin (ks.) son demlerinde "âh ki biz sırat-ı Müstakim'den baîd imişiz !.." dediği meşhurdur.. (ne manaya geldiği mahallinde tedkik oluna)..

imam-ı Rabbani efendimiz hazretleri (ks.) buyurmuştur: "..bir insan dış yüzünü Şeriat ve Sünnet ile donatıp güzelleştirdikten sonra Tarikata intisab edip çalışması (batınını da güzelleştirmesi) gerekir.." bakınız bu cümlede Tarikat ilimden ve amelden de öte özel bir "İş" olarak isbat ediliyor.. Tarikat ne oldu?.. Batın işçiliği.. Gönül mimarlığı...

ee sen şimdi nasıl dersin ki o işi risale-i nur temin eder.. yahu risale-i nur bi kitap be kardeşim kitap.. onun öğrettiği şey Şeriat ilimleri Sünnet amelleri bile değildir.. o yüzden onun okunduğu yerlere "medrese" bile demezler.. oralar risalehânlara kulak kabartılan birer sohbet meclisidir yalnızca.. "..eynes'sera ves'Süreyya.. sahra nerde süreyya yıldızı nerde ?.." Tarikatın menziliyle (ufkuyla) risalenin hesabını yap bakalım şimdi...

Tekkeler Allah'ın (cc.) ve Habibi Muhammed Mustafa'nın (sav.) "İradesi" ayakları altında ezilip toz haline gelmiş zatların buram buram Gül ve Lale kokuları (eserleri) saçtıkları yerlerdir.. "arif isen bir gül yeter kokmağa cahil isen gir bağçeye yıkmağa" demişler.. buzlu dağdan gelip bağdan adam kovmaya (soğutmaya) çalışanlar (m.ali Kaya gibiler) bilsin ki "bizi alan almış satan satmıştır" Elhamdülillah...

Gubâr-ı pâyine almam cihanı ya Resulallah
Değişmem mûyine heft âsumanı ya Resulallah

Duyunca makdem-i teşrifin Âdem sulb-i pâkinden
Değişti habbeye bâğ-ı Cinanı ya Resulallah...




21. mes'ele: üstad'ın (rh.a) 8. madde'de yer alan garib ve mütenakız ihtarına dair ek söz...

molla Said efendi (rh.a) der ki: “..Feyzi kardeşim! Sen Isparta vilayetindeki kahramanlara benzemek istiyorsan, tam onlar gibi olmalısın. Hapishanede (Allah rahmet eylesin) mühim bir şeyh ve mürşit ve cazibedar bir Nakşî evliyasından bir zat, dört ay mütemadiyen Risale-i Nur'un elli altmış şakirtleri içinde celbkârâne sohbet ettiği halde, yalnız bir tek şakirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebakisi, o cazibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nur'un yüksek, kıymettar hizmet-i imaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.."

şimdi sormak lazım: o şakirtleri Nakşibendî evliyasından (ks.hum) müstağni (hayal) ettiren şey nedir?.. Said efendinin (rh.a) şakirtler üzerinde ki yüksek tasarrufu mu?.. yoksa kendi cehil ve enaniyetleri yüzünden istiğna fikrine kapılmaları mı?.. fakirin görüşüne göre: bu bîganelik tamamıyla nasibsizlik ve istidadsızlıktan kaynaklanan 'fıtrî' firasetsizliğin neticesidir..

bir 'Aziz Hüdai' damenine tutunup teveccühü ile nurul-Envar'a mazhar olmak dururken onun nefesini nazarını kimyasını bırakıp destursuz (irşadsız ve süluksuz) bir cereyana kapılmak, ferdî (ındî) planda kalmayı tercih etmek ve işin daha da garibi tarikat-i aliyyeyi hizmet-i imaniyyeden ayrı ırak ve aşağı bir meslekmiş gibi itikad (hayal) etmek insanı gerçekten hayret ve infiale sevkediyor..

söz konusu "mürşid Efendi hazretleri" ehemmiyetli ve cazibedar (tasarruf teveccüh sultasına malik).. kendi kamil (aşmış erişmiş) ve gayrıyı mükemmil (aşırıcı eriştirici) bir Nakşî Şeyhi olacak da o risale-i nur "talebeleri" Altın Silsilenin mukaddes emanetlerini taşıyan bu hazrete karşı müstağni (karnı tok ve ihtiyaçsız) kalacaklar öyle mi!..

hey mübarek üstad efendi !.. bari de ki: " bunlarda Ka'be-i muazzama'ya kadar mecal (iştiyak ve idrak) yoktu: istidadları anca Ispartaya kadardı o sebeble kendilerini müstağnî (üstün ve zengin) hayal ettiler de benim başıma kaldılar !.." tasavvuf tarihinde tarikat Şeyhlerine karşı böylesine garib bir tavır içinde olan "Meczûb" herhalde görülmemiştir.. Meczubların tavrı tabakatı ve terceme-i halleri hakkında bir tez konusu ele alınsaydı bu hazret-i şazz eminim o eserin en ilginç bablarından birisi olurdu..

Said efendi (rh.a) haliyle ma'zurdur (aslında) o bizi incitmiyor.. asıl insanı inkisar-ı kalbe uğratan şey: bugün bu mütalaaların tarikat-ı aliyyeye karşı ta'rizkar söylemlere ilham olmasıdır.. hüccet tutulmasıdır.. biz bu (Yolsuz ve Emîr'siz) çığırın mümessiline (ilmi yüzünden) "hazret" diyoruz.. (hali hürmetine) "Rahmetullahi aleyh" okuyoruz.. ama bu zatın tavrını körü körüne taklid edenlere karşı da "ona hürmeten" müsâmaha gösterecek değiliz..

bilakis kendini "bedii/harika" kıyas eden şakirdi bir şekilde rahatsız edeceğiz ki yolsuzluğu (usulsüzlüğü) "tarikatlar üstü" bir meslekmiş gibi da'va etmesin.. "Din Nasihattır" buyurdu Hz.Peygamber (sav.) onlara bu nasihatten iyi ne var?.. "biz İslam'a hizmet erleriyiz muhabbet fedaileriyiz kafir dururken niye bizimle uğraşırsın?.." diyorlar..

sen nasıl hizmet erisin ki tarikat rahına barikat kurarsın?.. bu nasıl mahabbet fedailiğidir ki mahabbet sultanlarına "hal" fetvası verirsin?.. nefs-i emmarenle teşrik-i mesaidesin hele mukallid olduğun haddi (taklidi) bilmezsin de kendini muhakkike kıyas edersin ve bir Meczubun (rh.a) gazına gelip reh-i Şeyh-i Kamili tehtâni, kendi kendini fevkâni hayal edersin.. bundan daha ahmakça bir hayal var mıdır?..



22. mes'ele: garib misaller tuhaf kıyaslamalar hakkında..

"..O şakirtlerin gayet keskin kalb ve basireti şöyle bir hakikati anlamış ki: Risale-i Nur'a hizmet ise, imanı kurtarıyor; tarikat ve şeyhlik ise, velayet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamın imanını kurtarmak ise, on mümini velayet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mümine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bakiyeyi temin eder. Velayet ise, müminin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı velî yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir. İşte bu dakik sırrı, senin Ispartalı kardeşlerin bir kısmının akılları görmese de umumunun keskin kalpleri görmüş ki, benim gibi biçare günahkâr bir adamın arkadaşlığını evliyalara, belki de eğer bulunsaydı müctehidlere dahi tercih ettiler. Bu hakikate binaen, bu şehre bir kutup, bir Gavs-ı Âzam gelse, “Seni on günde velayet derecesine çıkaracağım” dese, sen Risale-i Nur'u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın..” (Kastamonu Lahikası, 104)


yukarıda verilen misaller (ve kıyaslamalar) tuhaflığın çok çok ötesinde.. bi kere on mü'minin velayet derecesine çıkması (yetiştirilmesi) ne demektir?.. o belki on (manevi) güneşin on karanlık iklime tulû etmesine benzer ve bu da o arzda yaşayan ne kadar imansız varsa cümlesinin irşadına ve bin-netice imanı kabil olanların imanlarının kurtarılmasına medar olmak demektir.. isterse veli olarak yetiştirilen zat ümmî olsun.. nitekim: "Allahu Teala cahilden Veli edinmez: eğer edinirse Öğretir.." buyrulmuştur..

dolayısıyla o yine el-Hâdî mazharıdır.. "Qum fe-enzır.. Kalk ve Uyar!.." hitabının sırrıyla imanın her mertebesine celb ve cezb eder.. hele ki irşad velisidir "müeyyed min-ındillah" olduğu için daveti en azılı kafirler üzerinde bile tesir icra eder.. zira tasarruf ve teveccüh sultasına maliktir.. binaenaleyh mürşidin misyonu muallakta kalmaz..

sonra, velayet cennatın vüs'at ve cilasından ibaret değildir.. velayet şanında müteaddi bir ma'na vardır (yani) onun feyzi tesiri "geçişlidir" kişiye hatta bütün bir cemiyete sereyan eder.. (mü'min olacağı düşünülen) sıradan bir âdem ise lazım ma'nada 'geçişsiz' olduğu içün -tesiri- kendine müslümandır (irşad ve delalet cihetinden) gayrılara faydası dokunmaz.. (fark ve neticeler salim kafayla kıyas oluna!..)

bir adamı veli olarak yetiştirmek o adamı topluma sultan (mutasarrıf) etmeye benzer; cemiyet ve tevabi' ondan müstefad olsun içün.. velide ki o müteaddi ma'na öyle muazzam (tılsımlı) bir iştir ki onun vücudunun (nefesinin) gülbangiyle (salâsıyla) on binlerce gavurun (kısa bir sürede) tevbe edip imana gelmeleri hatta imandan sonra kurb ve kuds menzillerini bile kat' etmeye başlamaları her zaman muhtemel ve mücerreb (daha önce defaatla tecrübe edilmiş şahid olunan) işlerdendir..

ben şu soruyu "Allah Aşkı" için sormak istiyorum: acep o evliyalar ve müctehidler ve müceddidlerle yârân (beraber) olmak "imanları kurtarma" davasını terk etmek, "imana hizmet" mesleğini ta'tile uğratmak, "iman harekatını" iptal etmek demek midir?.. Allah Allah !.. bu nasıl bir fedakarlık cinsidir?.. tevazu mudur?.. tekebbür müdür?.. neyi neye tercihdir anlamak mümkün değil!...

şimdi acizane, ben de bir Hû'cu olarak Nur'cu kardeşlerime şöyle bir ihtarda bulunayım: eyyühel ahî! bir Gavs-ı âzam gelip sana bizzat o daveti yapsa ve sen de meslekî tefaddul (işini üstün görme) hayaline kapılarak o zatı hakir tutsan (emrini ve yarlığını yabana atsan) ve o senin ayağına kadar gelmişken sen kalkıp yanından firar ediversen: helak ve zelil olursun -gayrın imanını kurtarmak şöyle dursun- bu cürmünün edebsizliğinin ve ahmaklığının bir cezası olarak belki de kendi imanını yele verirsin.. (el-ıyazüBillah!..) Allah'ın rızası ve Hakk'ın hakkı içün yazdım (yazıyorum).. ha bu nameleri alın da bir güzel fehm ediverin inşallahu Teala...


23.mes'ele: “..Aziz, sıddık kardeşlerim ve hizmet-i Kur'âniyede kuvvetli, dirayetli arkadaşlarım! Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.. " sözünün meali hakkında..

Tarikat-ı aliyye zümresi Muhammedî bir cemaat değil midir?.. Tarikat davasında hizmet-i Kur'aniyye'ye kuvvet ve dirayet sarf edilmiyor mu?.. (medreseler kurslar dersler ne oluyor?).. ehemmiyet (kıymet verme) şahs-ı manevi ve maddiye göredir.. nitekim: Allahu Teala Kitab ve Şeriatla beraber Peygamberler de irsal etmiştir.. hz.Peygamber'in (sav.) varlığının zuhuru bereketi olmasa, kademinin feyzi olmasa kim neyin kıymetini bilecekti?..

O'nun nurundan ta'b olunan şu evliyanın ve asfiyanın varlığını (kudumunu) da buna kıyas et.. Allah Adamlarının maddi ve fani tenleri bile şahs-ı maneviyelerinin rengine boyanmıştır.. nitekim: ruhlarının nuru adeta yüzlerine vurmuştur: "Onlar görüldükleri zaman Allah hatıra gelir".. melaike-i kiram dahi o manevi çehreleri temaşaya izdiham (-ı mecaz) ve sürat eder.. her hakikat (ve ma'na) bir şekille mürtesemdir.. Namazda dahi fani cesedimizle "Vav u Elif" resm etmiyor muyuz?..

bediüzzaman üstad (rh.a) şu ibarede ne der bilir misin?.. aman ha! maddi şahsa (şeyhe) kapılanmayın/kapılmayın.. illa ancak manevi şahsa (şu risale-i nura) bendegan ve murtebit (rabıtalı) olun..der.. bu aynı zamanda benim şahs-ı maneviyeme murtebit olun demektir de.. ha öyle ha böyle.. o zaman söz: subhu mesa (sabah akşam) kendinizi bu "kitab adama" arz edin: emri vaazı bundan alın.. kalbî rabıtanızı bu "kitab adama" hasr edin demeye kadar varır..


24.mes'ele: “...Risaletü'n-Nur ise, Kur'ân'ın bir mânevî mucizesi olarak imanın esasatını kurtarıyor ve mevcut imandan istifade cihetine değil, belki çok deliller ve parlak burhanlarla imanın ispatına ve tahkikine ve muhafazasına ve şübehattan kurtarmasına hizmet ettiğinden, herkese bu zamanda ekmek gibi, ilâç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar.. O divanlar derler ki: "Velî ol, gör; makamata çık, bak, nurları, feyizleri al." Risaletü'n-Nur ise der: "Her kim olursan ol; bak, gör. Yalnız gözünü aç, hakikati müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanını kurtar.." sözünün meali (asıl maksadı) hakkındadır..

öncelikle şu iz'an ve insaftan yoksun haltnamelerle (karıştırmalarla/fasid kıyaslamalarla) milleti Tarikat-ı aliyyeden soğutan (men eden) zata "Âhh" ediyorum !.. eğer "bedii efendi" merhum bunları Tarikat-ı aliyyeye tefaddul (üstünlük) da'va ederek: (sırf) "kıyas ve nisbet" olsun diye dile getirmiş olmasa idi (yemin ediyorum) biz bugün şu itirâzata kıyam etmeyecektik..

imanın suretini kurtaran ma'na; imanın hakikatine erdiren şandan nasıl üstün olabilir?.. hz.İmam-ı Rabbani efendimizin (ks.) tahkiki vech ile: tarikat-ı aliyye istidlal ve burhan ile bilinenleri keşfî ve zarurî (unutulmaz) hale getirir.. mücmel (sathî ve eksik) olan bilgileri de mufassala (ilim+ilham=şelaleye) dönüştürür..

molla said efendi (rh.a) tavzif edilmediği işe hâkim ve muvazzaf bulunduğunu hayal eder.. hali yüzünden haddini aştığından bile haberi yoktur ama bir sultan edası ile cümle alemi kendi muhayyel sarayına ictimaya (toplanmaya) celb eder.. 'nefsül-emr'den cahil ve cemâd (donuk) durumda olan "cemaat" da hazretin yoluna en büyük hakikat deyu seğirtiverirler..

şu efsanevi mürşidin (risalelerin) imanı isbat tahkik ve muhafazaya kudret ve sultası yoktur diyorum size.. imanı "isbat ve tahkik" ancak mürşid-i kamilin hükümranlığı ile "gerçek" olur diyorum..

sizin terâcim-i ahval (istidad karakter mizac) tablonuz var ya ilm-i Nahiv'e vakıfım diye böbürlenen adamın haline benzer.. hani şu denizin üstünde fırtınaya yakalanıp dalgalar şiddetle kayığa vurmaya başladığı zaman "eyvah eyvah şimdi ben ne edecem; bana asıl ilm-i Mahiv lazım mış!.." diyen "kahraman"(!) var ya işte o mağrur kahramanın bi eşi de sizsiniz..

(risalecilere söylüyorum).. biz sizin ekmeğinize ilacınıza kalmadık ağalar; risale-i nur'da tarikat-ı aliyye'yi "tesbih ve evrad" çeker gibi tahfif ve tezyif yoluyla adeta taş yağmuruna tuttuğunuz o meş'um kelimeleri oturun da kendiniz tıkının: bakalım ahirette o gıdadan (itikaddan) neyi gaseyan edersiniz görülür.. o ma'kus ibaratla milleti yegane "Nur Yolu"ndan men edersiniz yazıklar olsun size: katiut'tarik (eşkıya) mısınız yoksa siz!..

bediüzzaman üstad (rh.a) der ki "ben vasf u tarif eylerim..gel şunu oku..anlamadınsa dön dön bi daha oku.." demez ki vasf u tarifden berî olanı ben nice anlatayım?..ya sen nice anlarsın!.. hakiki Evliyaullah (ks.hum) der ki: " Nice ta'rif edeyim vasfını: Gel gir Gönüle.. ki olur Seyr-i Bedîdâr Gönülden Gönüle..."


25.mes'ele: hayret ve esef verici kıyaslamalar hakkında.. devam eder..

bediüzzaman üstad (rh.a) demiş ki: "..Hem Risaletü'n-Nur, en evvel tercümanının nefsini iknaa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna eden ve vesvesesini tamamen izale eden bir ders, gayet kuvvetli ve hâlistir ki, bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı mânevî-i dalâlet karşısında tek başıyla galibâne mukabele eder. Hem Risaletü'n-Nur, sair ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders vermez; ve evliya misilli yalnız kalbin keşif ve zevkiyle hareket etmiyor. Belki akıl ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh ve sair letâifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar. Taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar, hakaik-i imaniyeyi kör gözüne de gösterir..” (Kastamonu Lâhikası, 2006, s. 27-28)

hakikaten bu mübarek üstad şu kitab-ı risalenin irşad eden (menazilde seyr etttiren) bir "adam/şahıs" olduğunu zannediyor galiba.. böyle bir şeyi gören duyan var mı Allah aşkına?.. kütüb ve resail insana "destgir" olur mu?.. makalat ve delaille insan nefsi nereye kadar ikna olabilir ki?.. yahu üstadım! (risale-i nur'a soruyorum) sen ki bir kitabsın benim (emmare) nefsimi nasıl ikna edeceksin?.. tamam, var olan taklidi imanımla bana sunduğun hikmetli delilleri birleştirir "aklen" ikna olurum da nefsim nasıl ikna olacak?..

yani nefsim elinde âdi bir sıfatta iken âli bir sıfata nasıl geçeceğim?.. hazret demek istiyor ki: bu kitab (resmen) intikal ettirir: nefsini mutmain eyler.. (yani) seni fena fillaha îsal eyler.. (oh ne a'la).. yahu en teshirli en tiryak dua metinleri bile "mücerred" okunmakla netice veresi değildir: her şeyden evvel Ona (Allah'ın kelimelerine) sağlam i'tikad gerek.. duanın husulü için istikametli amel gerek.. hatta nefesi şifa, nazarı şifa, varlığı şifa zatların Vesilesi gerek.. yani dön dolaş (duada bile) iş yine Vesileye kalıyor..

nefsi ikna etmek (yani) onu nifak ve küfür tavrından (ısrarından) vazgeçirmek; dini narsist ve mecusi iken İslam'a boyun eğdirivermek o kadar kolay mıdır?.. güya risale-i nur hem aklı hem kalbi tatmin ediyor da bu yüzden tarikat meşayıhı onun irşadına yetişemiyor.. (yani) tarikat şeyhleri tek kanadlıdır ya: akla hitab etmez ya (!).. ima ettiği şeye bakar mısınız?.. ne kadar esef verici fasid bir kıyas!.. halbuki İrşad ehli zatlar "Fetanet" sahibi Zatın (sav.) hakikatine mazhardır merhum üstad bilmedi ki bu zatlar adamın aklını almakla "akıllandırır".. (yani) akl-ı meaşları akl-ı mead ile değiştirir.. zira "uzmanlık" sahaları akl-ı Küll'dür (alır verir tutar saçar).. bu zatlar akla hitab etmeyecek de kim edecek?..

malum, Fahr-i Alem Efendimizin (sav.) eHadis-i şerifesi nice aklî kıyaslar ve misallerle doludur.. İrşad ehlinin sohbetleri (eserleri) dahi (mazhariyetleri icabı) evvel-emirde halkın akıllarına hitab eder.. eğer etmese ona "İrşad" denmez zaten.. nitekim Mektubat-ı Rabbani, Mesnevi-i şerif, İhyau Ulumiddin gibi Şah-Eserlerin lisanı lisan-ı Resulullah'a tabi'dir: en gabîsinden (budalasından) akl-ı evveline (dahisine) kadar kamu ukalaya hitab eder..

gerçi bu kitaplarda çetin ve muğlak ibareler yok değildir ama onlar dahi tercümanlar (şarihler ve kaariler) tarafından havsala-i halka açılmaktadır.. kısacası Tarikat irşadının, Mürşid mektebinin "Akıl" ciheti eksik değildir kim onu "eksik veya yok" olarak görmüşse o görüş Keşf değil kabustur: (derhal) "Yok Olsun!" nitekim beyt-i Mevlana'da (ks.) şöyle geldi: "..Âteşest în bang-i nayu nist bad.. Her ki în Âteş nedared nist bad../ Bu Ney'in sesi ateştir ateş! hava cıva değil: Her kimde bu ateş yok ise: Yok (fani-Fillah baki-Billah) olsun !.."


En son Kudsî tarafından 12.04.10, 02:28 tarihinde düzenlendi, toplamda 11 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 06.02.10, 18:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Kendi halinde bir derviş dostum var. Geçen Cuma, etrafından bir meseleye şahid olmuş. Üzüntülü ve hüzünlü bir halde Camiye doğru gider iken, kendi kendine bu meseleyi tefekküre koyulmuş. Dedi ki

"Düşünceli düşünceli ilerler iken; Cami mahalline az bir mesafe kalmıştı ki sırrımdan bir ses kulağıma hitap erişti:

'Bir Mürşid-i Kamil'in yarım nazarı dahi binlerce Risalenin tesirinden kuvvetlidir'

İçimde yankılanan bu şeş cihet sesten sonra bütün letaifim nura ve yangına gark oldu"

Meşhur ifadesiyle "kalbine ihtar etmişler". :)

Bendeniz için şaşırtıcı olan ise, ona ilham olunan sesin aynısını Tuti azizimden burada okumam oldu. Allah adamlarının işlerine aklım fikrim ermedi gitti.. :oops: Vay beni de vay beni.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 07.02.10, 02:15 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
yoksa o 'dost derviş' siz olmayasınız Ruhan efendi?.. :oops:


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 07.02.10, 05:00 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Estağfirullah benim efendim, biz günahkar nerede sizin sözünüz nerede? Haşa, Allah'a sığınırım. :oops:


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 09.02.10, 03:33 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
9- mes'ele: KuR'an ve Hadis'ten sonra en sağlam kitap Mektubat'tır..

Mektubat ki bizim merciimiz penahımız ve tarikatimizdir.. imdi, hz.şah-ı Nakşbend efendimiz (ks.) şöyle buyurur:"bizim tarikımızdan yüz çeviren kimse dini hususunda tehlikededir.." şu ihtarı okuyanlar dikkat buyursun: 'yüz çeviren' kimselere 'yüz çevirten' de dahildir.. bugünkü risalecilere soruyorlar (tam 16 yıl önce düşüncelerini bizzat sınamak için kendim de sormuştum..) "Nakşbendî tarikına veya falan zata intisab etmeyi arzu ediyorum, uygun mudur? burda böyle yazmak okumak nereye kadar gider? vs.." bu sorular karşısında bugünkü tarikat muhiblerine (taliblerine) verilen cevaplar yıllar önce bu fakire denilenden farklı değildir, ne diyorlar peki: " tarikat zordur, yolu dardır, neticesi meçhuldür, hiç gereği yoktur kardeşim, risaleler o muradı/maksadı tarikattan ziyade tazammun etmektedir zaten..vs..vs..(!)" velhasıl, 9. mes'elenin meramı şudur: 'yüz çevirtmenliğin' ve 'adam ayartmacılığın' sonu feci hüsran olur: yayın millete bunu.. ve şunu söyleyin onlara: "dininiz hususunda tehlikedesiniz!.." qâle: şah-ı Nakşbend (ks.aziz)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 10.02.10, 04:50 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
10- mes'ele: risaleler zamanın tarikat için uygun olmadığını iddia ederken nasıl oluyor da kendisini 12 tarikatın hulasası sayıyor?..

halbuki turuk-i aliyyenin hulasası ve neticesi tarik-ı Nakşbendiyye'dir.. risalelerin manevi silsilesi -yani- mürtebit nisbeti yoktur ki tarikattan hulasası olsun.. risaleleri muhayyel mürşid ve alternatif bir tarik yerine koyan zat (keşf-i hayal ve galebe-i hal yüzünden ma'zur olmakla beraber) pîran-ı kiram'a (ks.hum) muhalefetiyle bir hata-i azim işlemiştir.. zira açtığı çığır tarikata sed çekiyor; onu aslen küçük, vakten de köhne sayıyor.. bu Vallahi kötü bir çığırdır!.. muhkem ve müselsel bir tarikatın kendi içinde bile yeni bid'atlar ortaya çıkarmak büyük vebal ve cürüm ise (ki sahib-i Mektubat hz.İmam (ks.) tarikat içi reformları (!) şiddetle men eder..) ya topyekün tarikat-i aliyyeyi -güya- gayrı ma'naya tebdil olmuş göstermek, tarikatın zatını tasğir etmek, onu asrî zaman/mekan kalburunda öğütüp tasfiyeye tabi' tutmak teşebbüsüne ne demeli?.. eğer mücerred planda kitap okumak (hatta okumayı evrad edinmek) tarikatın maksadını hasıl etse idi -elbette- şeyhe lüzum olmazdı ve biz dahi bir 'şahs-ı manevi' olarak Mektubat-ı Rabbani'yi mürşid edinirdik.. fakat halas ve hulasa içün bir Halaskâr ve Mutasarrıf vacibtir...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 10.02.10, 12:47 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 09:14
Mesajlar: 764
TûTî yazdı:
9- mes'ele: KuR'an ve Hadis'ten sonra en sağlam kitap Mektubat'tır..

Mektubat ki bizim merciimiz penahımız ve tarikatimizdir.. imdi, hz.şah-ı Nakşbend efendimiz (ks.) şöyle buyurur:"bizim tarikımızdan yüz çeviren kimse dini hususunda tehlikededir.." şu ihtarı okuyanlar dikkat buyursun: 'yüz çeviren' kimselere 'yüz çevirten' de dahildir.. bugünkü risalecilere soruyorlar (tam 16 yıl önce düşüncelerini bizzat sınamak için kendim de sormuştum..) "Nakşbendî tarikına veya falan zata intisab etmeyi arzu ediyorum, uygun mudur? burda böyle yazmak okumak nereye kadar gider? vs.." bu sorular karşısında bugünkü tarikat muhiblerine (taliblerine) verilen cevaplar yıllar önce bu fakire denilenden farklı değildir, ne diyorlar peki: " tarikat zordur, yolu dardır, neticesi meçhuldür, hiç gereği yoktur kardeşim, risaleler o muradı/maksadı tarikattan ziyade tazammun etmektedir zaten..vs..vs..(!)" velhasıl, 9. mes'elenin meramı şudur: 'yüz çevirtmenliğin' ve 'adam ayartmacılığın' sonu feci hüsran olur: yayın millete bunu.. ve şunu söyleyin onlara: "dininiz hususunda tehlikedesiniz!.." qâle: şah-ı Nakşbend (ks.aziz)


değerli hocam haddim olmayarak bir tetimme düşelim gerçi bir nakil yapalım.

Alıntı:
EŞİ BULUNMAZ BİR ESER ''RİSALE-İ KUDSİYYE''

Bu kitap hakkında Ali Haydar Efendi Hazretleri:

''Dünyada (insanların yazdığı kitaplar arasında) iki kitap vardır ki;itiraz kabul etmez.Biri Mesnevi,diğeri ise Risale-i Kudsiyyedir,lakin Risal-i Kudsiyye şeri ilimleri ihtiva etmesi yönünden daha ağırlıklıdır.''buyurmuştur.

Ayrıca bu manevi yolu Mekke-i Mükerreme'den getirdiği için ''Büyük Şeyh Efendi'' deyin buyurmuştur.

Üstadımızın arapça hocası, ulemadan, Oflu Hacı Dursun Efendi, Hazretleri de:

''İsmet Efendi'nin Risale-i Kudsiyyesi,İmam-ı Rabbani'nin Mektubatının hulasası gibidir.''buyurmuştur.


hocam ben hala daha risale-i kudsiyyenin değerinin bilhassa tarik ehli arasında anlaşılamadığını düşünüyorum..

_________________
Ehl-i Bidat-ı Red ve Tahkir Ediyoruz |


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 10.02.10, 18:46 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
TûTî yazdı:
10- mes'ele: risaleler zamanın tarikat için uygun olmadığını iddia ederken nasıl oluyor da kendisini 12 tarikatın hulasası sayıyor?..

halbuki turuk-i aliyyenin hulasası ve neticesi tarik-ı Nakşbendiyye'dir.. risalelerin manevi silsilesi -yani- mürtebit nisbeti yoktur ki tarikattan hulasası olsun.. risaleleri muhayyel mürşid ve alternatif bir tarik yerine koyan zat (keşf-i hayal ve galebe-i hal yüzünden ma'zur olmakla beraber) pîran-ı kiram'a (ks.hum) muhalefetiyle bir hata-i azim işlemiştir.. zira açtığı çığır tarikata sed çekiyor; onu aslen küçük, vakten de köhne sayıyor.. bu Vallahi kötü bir çığırdır!.. muhkem ve müselsel bir tarikatın kendi içinde bile yeni bid'atlar ortaya çıkarmak büyük vebal ve cürüm ise (ki sahib-i Mektubat hz.İmam (ks.) tarikat içi reformları (!) şiddetle men eder..) ya topyekün tarikat-i aliyyeyi -güya- gayrı ma'naya tebdil olmuş göstermek, tarikatın zatını tasğir etmek, onu asrî zaman/mekan kalburunda öğütüp tasfiyeye tabi' tutmak teşebbüsüne ne demeli?.. eğer mücerred planda kitap okumak (hatta okumayı evrad edinmek) tarikatın maksadını hasıl etse idi -elbette- şeyhe lüzum olmazdı ve biz dahi bir 'şahs-ı manevi' olarak Mektubat-ı Rabbani'yi mürşid edinirdik.. fakat halas ve hulasa içün bir Halaskâr ve Mutasarrıf vacibtir...


Aziz hocam, Allah razı olsun. Hakkı ve hakikati dile getirmişsiniz.

Kısa bir ekleme yapmak isteriz:

İsnad İslam dinindendir. Ashab-ı Kiram efendilerimizden beridir Ehli Sünnet'in en belirgin ölçüsü bu olmuştur: Bu görüşün, bu sözün, bu uygulamanın İSNADI nedir? Nereye dayanıyor? Hangi bağla dayanıyor? Vel'hasılı: İsnadsız yollar, isnadsız fikirler, isnadsız gayretler maksad hasıl edici olmadığı gibi Allah korusun, sonu hüsrandır.

En sağlam isnad ise, hiç kesilmeyen bir zincirle Asr-ı Saadete ulaşmaktır. Bu da ancak ve ancak (kesilmemiş ve bid'at girmemiş) Tarikatlerde mevcuttur. Hususen Nakşibendi Tarikatının kıyamete kadar bu sağlam ve tertemiz isnadını sürdüreceği ulema, hükema ve arifan nezdinde sabit ve ihbar edilmiştir.

Risale'nin öngördüğü Kur'ani yolun (seyrin) ise isnadı yoktur. Ne zahirde (zahiri ilim geleneğiyle) ne batında (silsile irtibatıyla)... Bir başınadır. Sonradan peyda olmuştur. Öncesinde ve sonrasında tutunacağı bir zincirden mahrumdur. Onu kesilmeyen bir bağ ile Asr-ı Saadete yani Peygamber Efendimize kadar izlemenin imkanı ve yeri yoktur. Bu izlemeyi ortaya koyacak bir tek Adem evladı bulunamıyor. "Biz, manen Hz. Ali, Abdulgadir Geylani ve zahiren İmam Rabbani efendilerimizin izindeyiz" demenin mukni, makul, mantıki, ilmi ve sabit kılıcı bir kıymeti yoktur. Kuru bir ihlas ve itikaddan ibarettir.

Hem böyle bir yöntem, Allah muhafaza yayılır ise; önüne çıkan kendini her azize (her büyüğe, her alime, her arife) nispet edebilir. Etmektedir de. Bugün Galibilik, Evronosilik, Saruhanilik, Oktarilik gibi kendini maneviyata nispet eden nice yerler vardır: Bunların Ehli Sünnete aykırı, ifsad edici görüşleri de vardır. Hepsinin ortak vasfı ise zahirde ve batında senedleri olmayışıdır. Nurculuk ile bir kere mazur görmeye başlarsanız, önüne geçemezsiniz. Artarak devam edecektir. İşin ciddiyetini bu misallerden anlamak kolaydır.

Sonuçta, Said Nursi Hz.leri, haber verildiği üzere Evliyaullahın acımasıyla imanlı gitmiş olabilir. İltifata nail olmuş dahi olabilir. Mazur görülecektir inşallah. Umuyoruz. Lakin kendisini açtığı İSNADSIZ çığırda izleyenlerin ittika edip isnadsız fikirlerden vazgeçmesi; isnadlı olan Ehli Sünnet yaşantısına ve gereğine inandıkları takdirde Silsileli bir Tasavvufi tatbikata tabi olmaları gereklidir ve elzemdir.

Konuyu "İslam'da isnad" çerçevesinde insaflı ve etraflı inceleyip tefekkür edenler sözümüzün doğruluğunu anlayacaktır, inşallah.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 11.02.10, 02:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
Ruhan efendi, eline gönlüne derdine sağlık; Mevla'm nurunu artırsın, sa'yini meşkur eylesin kardeşim.. hz.İmam-ı Sevrî "isnad (ve sened) mü'minin silahıdır.."der.. senedi malum olmayan bir da'vanın -zerre kadar- muhassala-i turuk olmak ihtimali yoktur.. geçenlerde hz.Mevlana'nın Mesnevi'sinden bir beyt nakl etmiştiniz ne diyordu orda (ma'nen) "bu alemde ferden ferda eren bile piran-ı kiram'ın tevassutu ile ermiştir.."

kaldı ki said efendi (rh.a) vuslata ermemiş -ancak- mükteseb (çalışarak kazanılan) şu ilim ve feyz nuru ile -bir zaman sonra- Mevla'dan bazı mertebe mevhibeye 'zaid ilham'a mazhar olmuştur fakat buna 'vuslat' demezler 'yolda' derler.. böyle olan zevat ilahi sıfat'ların ve esma'nın suretlerinin gölgeleri içinde hayran kalır, kendini oldum ve 'Asl'ı temaşadayım zanneder ve maruz kaldığı berzahda ne hayal ve z'um eylemişse etbaına da o yolu en büyük hakikat gösterir..

eğer bu zatta uruc/fena ve beka/nüzul gerçekleşmiş olsa idi Vallahi ve Billahi tarikat-ı aliyye (sultan yolu) hakkında öyle galat sözler söyleyemezdi.. ve eğer bu zat müceddid olsa idi (tavzif olunduğu tecdide yakin ve temkin kazandırmak içün) elbette tarikat-ı aliyyeye serfüru eder ve ancak hz.İmam-ı Rabbani efendimizin tahkiki vech ile kalem oynatırdı..

Allah aşkına düşünün bir kerre!.. Müceddid-i elf-i sani hazretlerinin (ks.) bizzat kendisinin revan olup nice makam ve mazhariyetlere erdiği ve taliblere de özellikle emr eylediği ve hayatı boyunca hassasiyetle üzerinde durduğu bir yola, nisbete, mertebeye v.suğra der mi bir müceddid!?..

risalecilere soruyorum: yahu siz said efendi'ye neyi tecdid ettiriyorsunuz!.. siz yalnızca müceddid-i Elf-i sani Aziz'e aid olan [Hatmul-Evliya hazretinden (sav.) hibe olunan] şu ulum ve tahkikat eğer zaman içinde unutulmuş veya tahrife maruz kalmışsa ancak onu tecdid (tamir takrir ve tamim) edersiniz..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 11.02.10, 04:00 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
11- mes'ele: sahib-i Risale'nin Üveysiyet ve Tilmiziyet bağına bakış..

said-i nursi efendi (rh.a) -bazı mahalde- hz.İmam-ı Rabbani ve Kadir-i Geylani'ye 'Üveysiyetle' bağlıyım; onlar "Üstadımdır".. diyor fakat öbür taraftan 'bana özge (başka) bir ma'na (yol) zahir oldu hem o tarikattan daha sehil ve daha azim vs..'demeye gelen ifadeleri var.. malum olsun ki, Üveysiyetle mevsuf olan bir zat mazhar olduğu ecilde (ilmen amelen ve i'tikaden) üstadlarının hilafına (ındi surette) kelam tesvid edemezdir.. ve Üveysiyet hiç kimseye teklif de edilemezdir.. zira herkesin kârı değildir.. ama bakıyorsunuz 'ben dükkân-ı Risale'nin dellâlıyım herkes buna müşteri gelsin ve hatta benim gibi dellâlı olsun..' şeklinde inceden mesajlar, davetler tefhim ettiren de yine kendisidir.. şimdi, bu öyle bir hareket ki mensuplarına özellikle şunu belletiyor: " siz cadde-i kübra'ya revan olmuş ashabâsâ kahramanlarsınız.. binaenaleyh, sizin şahs-ı ma'neviyyeniz sair ehl-i tasavvufla ve meşrebini fazlaca beğenmiş tarikatlılar ve bir takım hodgam sufilerle kıyaslanamayacak kadar büyüktür..(!)" arkadaşlar bakın! risalelerde bu veya buna benzer imalar, ifadeler, çaktırmalar.. evrad gibi okunmakta ve okutulmaktadır.. bu gidişle var ya, yarın risale-i nur cereyanı rönesansa (tekkelere tepki ve tepme hareketine) tebdil olursa hiç şaşırmamak lazım..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 99 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2, 3, 4, 5 ... 10  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye