Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Ebced-Cifir İlmi ve Said-i Nursi Hz.
MesajGönderilme zamanı: 02.02.10, 22:14 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.01.09, 10:20
Mesajlar: 239
EBCED-CİFİR İLMİ ve BEDİÜZZAMAN

M. Ali KAYA


22 Temmuz 2009

Başta Hz. Ali (ra) olmak üzere evlatlarından Câfer-i Sadık (ra) ve İslam dünyasının büyük bilginlerinden olan Muhiddin-i Arabî (ks) hazretleri Cifir ve Ebced ilmi ile meşgul olmuşlar ve Kur’ân-ı Kerim ayetleri ve hadis-i şeriflerden işarî ve remzi birçok manaları ve istikbale ait müjdeleri çıkarmış ve gerçekten de o zamanlarda olan hadiseler aynen çıkardıkları şekilde vuku bulmuştur. Zaten vuku bulmamış olsaydı o zaman o büyük zatların sözlerinin bir değeri olmazdı. Dedikleri ve söyledikleri aynen vaki olduğu için dikkatler onlara ve İlm-i Cifr ve Ebcede çevrilmiştir. Daha sonra pek çok edipler ve bilginler bilhassa “Tarih düşürme” ilmi olarak bizatihi Cifr ve Ebced ilmi ile ilgilenmişlerdir.

Zamanımızda Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de Kur’ân-ı Kerimin i’câzını ortaya çıkarmak ve mucize olduğunu ispat etmek amacı ile İlm-i Cifr ve Ebcedi kullanmıştır. Bediüzzaman Kur’ân-ı Kerimin mucizevî yönlerini nazara verirken yedi veçhinde bir vechini de “İstikbalden doğru olarak haber vermesi” şeklinde ifade eder. Bunu izah ve ispat sadedinde bilhassa Kur’ân-ı Kerimin nazil olup bitmesinden sonra aradan geçen 1400 sene zarfında bu zamana kadar vukua gelen hadiseleri nazara vererek Mekke’nin fethi, Şam’ın fethi ve İstanbul’un fethi gibi vukua gelmiş tarihi hadiselere Kur’ân-ı kerimin mucizevî bir şekilde vukuundan yıllar ve asırlar önce işari ve remzî olarak haber verdiğini İlm-i Cifr ve Ebced’in kaideleri ve değişmez kuralları ile ispat etmesinin elbette “Said Nursi gelecekten haber veriyor. Geleceği ise ancak Allah bilebilir. Öyle ise Said Nursi geleceği bildiğini iddia ediyor” diye itiraz etmenin hiçbir mantığı ve tutar tarafı olabilir mi?

Bediüzzaman hazretleri Kur’ânın gelecekten haber verdiğini 1400 sene sonra vuku bulduğu için Kur’âna göre gelecekten, kendisine göre -1400 sene sonra yaşadığı için- geçmişten ve tarihi olaylardan haber veriyor. Bunun ‘Said Nursi gelecekten haber veriyor’ şeklinde anlamak en azından tarihe karşı büyük bir haksızlıktır. Bediüzzaman’ı tenkit ediyorum derken kendi cehaletini ve anlayışsızlığını âleme ilan etmekten başka bir şey değildir.

Gerçek şudur ki, Hz. Ali (ra) “Celcelûtiye” ve “Erûze” isimli kasidelerinde ve Gavs-ı Azam Şeyh Abdulkâdir-i Geylâni (ra) bazı kaside ve şiirlerinde yüzlerce işaret ve imalar ile gelecekten haber vermişler. Bunların bir kısmı da “Risale-i Nur Eserleri” ve Kur’ânın İ’câzını gösteren delilleri olarak asrımızda tezahür etmiştir. Bediüzzaman iman ve kur’an hizmetinin Allah katında makbuliyetine delil olarak bunları ele almış ve açıklamıştır. Bunun amacı da imana ve Kur’âna hücum edilen bu dehşetli asırda Kur’ânı ve imanı müdafaa ve muhafaza etmektir. Yoksa şahsını öne çıkarmak değil. Şayet böyle olsaydı o zaman tarikat şeyhleri ve bir kısım ulema gibi şahsını öne çıkarırdı. Ama Bediüzzaman şahsından çok Kur’ân Tefsiri olan Risale-i Nurlara nazarları çevirmek için “İlm-i Cifr ve Ebcedi” Kur’ân-ı Kerimin bir kısım hakikatlerini ortaya çıkarma aracı yapmıştır.

Ebced İlmi geleceği bilme ilmi değildir. Geçmişe yönelik olarak tarih düşürme ilmi olarak değerlendirilebilir. Geleceği elbette Allah bilir; ancak gelecek ile ilgili tahmin yürütmede bir delil olabilir. Bilhassa aynı husus farklı çıkarımlardan aynı sonucu veriyorsa bu bir emare ve delil olabilir. Mesela, İstanbul’un fethi için gerekli hazırlıkları ve altyapıyı oluşturan Fatih Sultan Mehmet Han bir türlü surları aşarak şehre giremez. Bir taraftan Hıristiyanlar “İstanbul kutsal şehirdir, hiç kimse bu şehri alamaz” diye propaganda yapmaktadırlar. Fatih vezirleri, komutanları ve ulemayı toplar. Onlarla istişare eder. Neden şehrin alınamadığını sorgular. Bir kısım ulema “Padişahım bu şehri ancak Mehdi alacaktır. Rivayetlerde böyle gelmiştir. Dolayısıyla bu şehrin alınması kolay değildir. Muhasarayı kaldıralım” derler. Bunun üzerine orada bulunan Akşemsettin “Beyler ben bu konuyu araştırayım. Toplantıya yarın devam edelim” der. Ertesi güne kadar gerek kaynaklardan aramaya gerekse manevi olarak “Murakabeye” varır. Ertesi gün istişarede “Padişahım bu şehrin alınması size müyesser olacaktır. Kuşatmaya ve mücadeleye devam edelim. Sakın muhasarayı kaldırmayalım” der. Ulemanın bir kısmı sorar “Siz buna nasıl kanaat getirdiniz. Deliliniz nedir? Keşif ve rüya şeraitte delil değildir. Bize kesin delil getirmen gerekir” derler. Akşemsettin “Kur’ân-ı Kerimde geçen ‘Beldetün tayyibetün’ (Sebe, 34:15) doğrudan Mekke’ye işaret eder. Şeddesiz 8 harfi ile hicretin 8. senesinde fethedileceğine işaret eder. Aynen vaki olmuştur. Mekke’den sonra “Güzel belde” peygamberimizin “güzel ordu ve güzel asker” tarafından fethedileceği müjdelenen ikinci beldedir. Bu da ebced hesabı ile yine şeddesiz 857 eder. Bu sene hicrî 857 senesidir. İnşallah bu fetih bizlere nasip olacaktır” der. “Peygamberimizin (sav) ‘Mehdi İstanbul’u fethedecektir’ hadisine ne dersiniz” dediklerinde “Evet, hadis-i şerif doğrudur. Ancak o zaman Deccal İstanbul’a hâkim olacaktır. Mehdi tesbihler ve tekbirlerle Deccalın elinden yeniden alacaktır” cevabını verir. Kuşatmaya devam edilir ve İstanbul fethedilir. Bu sebepten dolayıdır ki Fatih ben “İstanbul’un fethinden çok içimizde Akşemsettin gibi bir âlimin bulunmasından dolayı seviniyorum. Onun yanında benim dizlerimin bağı çözülüyor” demiştir.

Bu örnekte görüldüğü gibi Akşemsettin gelecekten haber vermemiş, ancak Kur’ân-ı kerimin bir i’cazını delil getirerek ve bu i’câzın ortaya çıkmasına Ebced ilmi ile olduğunu beyan ederek, İstanbul’un 857 hicri tarihinde fethedileceğine Kur’ânın işaret ettiğini ifade etmiştir. ‘Ben böyle diyorum’ dememiş, bilakis ‘Kur’ânın bu işaretinden bunu anlıyorum’ demiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul 1936, 7:3956)

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de Ebced ve Cifr ilmini çok iyi bildiği için bu ilmi Kur’ânın i’câzının anlaşılmasına bir vesile kabul etmiştir. Meselâ: “Kur'ân kelimesi, ebced hesabıyla 351'dir. İçinde iki elif var. Mahfî elif, "elfün" okunsa, "bin" mânâsındaki elfün'dür. (İlm-i Sarf kaidesince feilün, fe’lün okunur. Buna binaen, elifün, elfün okunur.) Demek 1351 (M. 1931) senesine "sene-i Kur'âniye" tabir edilebilir. Çünkü lâfz-ı Kur'ân'daki tevafukatın sırr-ı acibi, Kur'ân'ın tefsiri olan Risale-i Nur eczalarında o sene göründü. Ve Kur'ân'daki Lâfz-ı Celâlin i'câzkârâne sırr-ı tevafuku aynı senede tezahür etti. Ve bir nakş-ı i'câzîyi gösterecek bir Kur'ân'ın yeni bir tarzda yazılması, aynı senede oluyor. Ve hatt-ı Kur'ân'ın tebdiline karşı, Kur'ân şakirtlerinin bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur'ânîyi muhafazaya çalışması aynı senededir. Ve Kur'ân'ın mühim ezvâk-ı i'câziyesi aynı senede tezahür ediyor. Hem aynı senede Kur'ân ile çok münasebettar hâdisât olmuş ve olacak gibi...” (Mektubat, 2004, s.727)

Burada Bediüzzaman “Kur’ân” kelimesinin ebcedi değeri olan 1351 (M. 1931) senesinde Kur’âna hücum edileceğini, Kur’ânı müdafaa eden surların yıkılmış. (Bu surlar, Osmanlı yıkılmış, hilafet kaldırılmış, İslam dünyası esaret altına girmiş, medreseler kapatılmış, din eğitimi kaldırılmış, devlet lâiklik ilkesi ile dini müdafaadan vazgeçmiş ve dine hurafe denerek din ile mücadeleye başlanmış) Kur’ân kendi kendini müdafaa etmek durumunda kalmış. İ’câz-ı Kur’ânın lem’aları Risale-i Nurların neşri ile yeniden parlamaya başlamış. 1931-1932 senesinde de (Ayasofya Camii kapatıldı. 22 Ocak 1932 tarihinde ilk olarak Türkçe Kur’an okundu. 7 Şubat 1933 Türkçe ezan okunmaya başlandı.) Bediüzzaman Kur’ânı müdafaa için 1927 senesinde te’lif ettiği 25. Söz olan “Mu’cizat-ı Kur’âniye Risalesi”ne dikkatleri çekmiş ve bununla ehl-i dalaletin Kur’âna olan hücumunu önlemiştir.

Ayrıca Kur’ân-ı kerimin çeşitli mucizevî yönlerini gösteren ve Allah kelâmı olduğunu ispat eden 28. Mektubun bir kısım nükteleri ve 26. Mektubun parçaları ve Birden Yedinci Lem’aya kadar olan kısım yazılmıştır ki tümü Kur’ânın Allah kelamı ve mucize olduğunu izah ve ispat eden Risale-i Nur eczalarıdır.

http://www.fikirbahcesi.org/risale-i-nu ... zaman.html


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 5 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye