Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 12 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Hezeyan Zirve Yaptı: "Tarikat Zamanı Geçti..."
MesajGönderilme zamanı: 12.01.10, 09:50 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Tarikat Zamanı Geçti...

M. Ali KAYA


06 Aralık 2009

29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanından sonra Türk Milletini çağdaş dünyaya taşıyacak olan “Devrimlere” önem verildi. 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılarak Medreseler kapatıldı. 1925 yılında da “Tekke ve Zaviyeler” kapatılarak tarikatların faaliyetlerine son verildi. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasında ve tarikatların yasaklanmasında en önemli neden Şeyh Said’in 13 Şubat 1925 tarihinde Doğu Anadolu’da başlattığı ve 15 Nisan 1925 tarihine kadar kanlı bir şekilde bastırılan ve Şeyh Said’in yakalanması ile sona eren isyandır. Nihayet İstiklal Mahkemesi 29 Haziran 1925 tarihinde Şeyh Said ve 47 arkadaşını idam etmiştir.

M. Kemal 30 Ağustos 1925’te yaptığı bir konuşmasında “Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için lekedir. Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır” diyordu. 30 Kasım 1925 tarihinde 677 sayılı Tekke ve zaviyeler ile Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” ile tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. Bu kanun ile bütün tarikatlar kapatıldı ve şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, hocalık, emirlik, halifelik, falcılık ve büyücülük ile muskacılık gibi eylemlerin yapılması ve unvanların kullanılması yasaklandı. Bunun üzerine tekke ve zaviyeler boşaltıldı ve yıkıma terk edildi. Ancak Tarikatların faaliyetleri günümüze kadar gizli ve çeşitli isimler altında yapılmaya devam etti. Zaman zaman tekke ve zaviyelerin yeniden açılması talepleri dile getirilse de bu konuda herhangi bir adım atmak için “Devrim Kanunlarının” Anayasa’dan kaldırılmadan herhangi bir kanuni düzenleme yapmak da mümkün değildir.

Bu yasanın çıkmasından sonra bütün tarikat sahibi şeyhler, dervişler ve müritler köşelerine çekildiler. Pek çoğu da Suudi Arabistan, Şam, Bağdat ve Mısır gibi yurt dışı memleketlere giderek faaliyetlerini burada devam ettirdiler.

İsyana karışmayan Bediüzzaman da 1926-27 senesinde Barla’ya nefyedilmişti. Bu tarihler, Türkiye'de yirmi beş sene devam edecek bir istibdad-ı mutlakın icrâ-yı faaliyetinin ilk seneleri idi. Gizli dinsiz komiteleri, “İslâmî şeairleri birer birer kaldırarak İslâm ruhunu yok etmek, Kur'ân'ı toplatıp imha etmek” plânlarını güdüyorlardı. Buna muvaffak olunamayacağını iblisane düşünerek, “Otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur'ân'ı imha etmesini intaç edecek bir plân yapalım” demişler ve bu plânı tatbike koyulmuşlardı. İslâmiyeti yok etmek için, tarihte görülmemiş bir tahribat ve tecavüzat hüküm sürmüştür.

İşte, Bediüzzaman Said Nursî'nin, Risale-i Nur'la Anadolu'daki hizmet-i imaniye ve Kur'âniyesine cansiperane çalışan bir fedaiyi İslâm olarak başladığı seneler ki, zemin yüzünün görmediği pek dehşetli bir dinsizlik devrinin başlangıcı ve teessüs zamanı idi.

İşte Risale-i Nur, böyle dehşetli ve ehemmiyetli bir zamanın mahsulü ve neticesidir. Risale-i Nur'un müellifi, yirmi beş senelik din yıkıcılığının hükmettiği dehşetli bir devrin cihad-ı diniye meydanının en büyük kahramanı ve tâ kıyamete kadar ümmet-ı Muhammediyeyi (asm) dârüsselâma davet eden ve beşeriyete yol gösteren rehber-i ekmelidir. Ve hem Risale-i Nur, Kur'ân'ın elmas bir kılıcıdır ki, zaman ve zemin ve fiiliyat bunu kat'iyetle ispat etmiş ve gözlere göstermiştir. İşte öyle elîm ve fecî ve dehşetli bir devri ihdas eden dinsizlerin icraatı olan pek ağır şartlar dâhilinde Bediüzzaman'ın inayet-i Hakla telife muvaffak olduğu Risale-i Nur eserleri, dinsizliğin istilâsına karşı, yıkılması gayr-ı kabil olan muazzam ve muhteşem bir sed teşkil etmiştir. Risale-i Nur, maddiyunluk, tabiiyunluk gibi dine muarız felsefenin muhal, bâtıl ve mümtenî olduğunu, cerh edilmez burhanlarla, aklî, mantıkî delillerle ispat ederek en dinsiz filozofları dahi ilzam etmiştir. Küfr-ü mutlakı mağlûbiyete duçar etmiş, dinsizliğin istilâsını durdurmuştur.

Evet, Bediüzzaman'a yapılan o tarihî zulüm ve işkence ve ihanetler altında feveran edip parlayan Risale-i Nur, bu zamanda ve istikbalde bir seyfü'l-İslâmdır. Risale-i Nur, ruhların sevgilisi, kalblerin mahbubu, âşıkların mâşuku, canların cânânı olmuş; icabında bu cânan için canlar feda edilmiştir. Risale-i Nur, beşerin sertacı ve halaskârı mevki-i muallâsında hizmet yapmış ve yapmaktadır. Risale-i Nur, Kur'ân'ın son asırlarda beklenen bir mucize-i mânevîsi olarak tulû etmiştir. (Tarihçe-i Hayat, 1998, s.137-138)

Artık bundan sonra dine ve imana hizmet medrese ve tekke yolu ve usulü ile değil, Risale-i Nur ile yapılacak ve bu hizmet kıyamete kadar devam edecektir. 1928 yılında “Harf İnkılâbı” yapıldı. Kur’ân-ı Kerim dâhil bütün Arap Alfabesi ile yazılan bütün kitapların okunması yasaklandı. Bediüzzaman Said Nursi Barla’da telif edilen risalelerin matbaalarda basılması mümkün değildi. Gizli olarak elle çoğaltılarak 600 bin nüsha Nur Risaleleri bütün Anadolu’ya yayıldı. Bu faaliyetlerini gözleyen onu sürgünle susturamayacaklarını anlayınca 1934 yılında Isparta’ya getirerek göz önünde bulundurmaya başladı. 20 Nisan 1935 tarihinde ise “Tarikatçılık” “İrtica” ve “Dini siyasete âlet” etmek ve dolayısıyla “Vatana İhanet” suçlaması ile Eskişehir Hapishanesine sevk edildi. Bediüzzaman 120 talebesi ile Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde 19 Ağustos 1935 tarihinde verdiği kararla Said Nursi’ye 11 ay hapis ve Kastamonu’da mecburi ikamet cezası verildi. 15 talebesine altı ay ceza verildi. Diğerleri serbest bırakıldı. Suçlamalar yersizdi ve sabit olması mümkün değildi…

Eskişehir Hapishanesindeki İmtihan:

İşin garibi kanunen yasak olan Tarikat ve Tarikat şeyhleri “Risale-i Nur Talebelerinin “İman Hizmeti” ve Kur’an tefsiri olan “Risale-i Nur” aleyhinde kullanılmak için teşvik edildi. Önce Eskişehir hapishanesinde Nur Talebeleri arasında ihtilaf vermek ve “on günde velayet mertebesine çıkarma” iddiası ile kendisine ve tarikatına bağlanması için Şeyh Şerafettin Dağıstanî (ks) hapse alınarak dört ay çalışmasına müsaade edildi. Bediüzzaman’ın ikazları ile biri hariç hiçbir “Nur Talebesi” onun cazibedar sohbetlerine itibar etmediler.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Eskişehir Hapishanesinde Nur Talebelerine Tarikat dersi vermek ve hizmetlerini akamete uğratmak üzere gönderilen Şeyh Şerafettin-i Dağıstanî’ ve birkaç müridinin faaliyetlerine sesini çıkarmamış ama Nur Talebelerini de ikaz etmekten geri durmamıştır.

Bediüzzaman Nur Talebeleri ile görüştürülmüyordu. Ancak çok gizli bir şekilde haberleşen ve Nur Talebelerinin durumunu anlayan Bediüzzaman önce “Bir Düstur” başlığı ile bir pusula gönderdi. Pusulada şöyle diyordu: “Risale-i Nur Talebeleri, Risale-i Nur’un dairesi haricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer ararsa, Risale-i Nur’un penceresinden ışık veren manevî güneşe bedel, bir lambayı bulur; belki güneşi kaybeder.” (Lem’alar, 2005, s.631) ifadeleri ile Nur Talebelerini ikaz etti. Bediüzzaman’ın bir ikazı da Nur Talebelerine Tarikat dersi verenlere idi. Onlara da “Hem hariçteki irşada hevesli zatlar, Risale-i Nur’un şakirtleriyle meşgul olmamalı. Çünkü üç cihette zarar görmeleri muhtemeldir. Takva dairesindeki talebeler irşada muhtaç olmadıkları gibi, hariçte kesretli namazsızlar var. Onları bırakıp bunlarla meşgul olmak irşat değildir. Eğer bu şakirtleri severse, evvelâ daire içine girsin, o şakirtlere peder değil, belki kardeş olsun; fazileti ziyade ise, ağabeyleri olsun” (Lem’alar, 632) diyordu.

Bediüzzaman daha sonra hapisteki Nur Talebelerine Ehl-i hakikat olan Şeyh Sadi-i Şirazi’nin Gülistan isimli eserinde geçen bir hikâyeyi anlatarak “İmana hizmetin” önemini ders verdi. Şeyh Sadi şöyle diyordu: “Ben bir ehl-i kalbi, tekkede seyr-i süluk ile meşgul iken görmüştüm. Birkaç gün sonra onu talebeler içinde, medresede gördüm. ‘Ne için o Feyzli tekkeyi terk edip, bu medreseye geldin?’ dedim. O da dedi ki: ‘Orada yalnız herkes kendi nefsini –eğer muvaffak olursa- kurtarabilir. Burada ise, bu âli-himmet şahıslar, kendileriyle beraber çoklarını kurtarmaya çalışıyorlar. Uluvv-ü cenap, uluvv-ü himmet bunlardadır. Fazilet ve himmet bunlardadır. Onun için buraya geldim.”

Acaba talebelerin “nasara, nasara, nasaru, nasarat” gibi sarf ve nahvin küçük meseleleri tekkelerdeki virdlere racih gelirse, Risale-i Nur’un “Amentü billahi ve melâiketihi ve kütübihi ve rusülihi ve bi’l-yevmi’lâhiri” deki hakaik-i kutsiyey-i imaniyeyi en kat’î ve vâzıh bir surette ders verip, en muannid zındıkları ve en mütemerrid feylosofları susturup ders verirken, onu bırakıp, yahut sekteye uğratıp, veyahut kanaat etmeyip, tarikat hevesiyle Risale-i Nur’dan izin almayarak kapanmış hangâhlara girmek, ne derece yanlış olduğunu ve bizim bu şefkat tokadına ne derece istihkak kesb ettiğimizi gösteriyor” (Lem’alar, 639-640) diyordu.

Risale-i Nurun Hizmet Metodu:

Bediüzzaman hazretleri Eskişehir hapishanesinden çıktıktan sonra mecburi ikamet için sürgün olarak Kastamonu’ya nefyedildi. Kastamonu’da “Risale-i Nur” hizmetinin yeni ve orijinal metotlarını ve prensiplerini anlatan mektuplar ile Anadolu’nun her tarafında bulunan Nur Talebelerine gönderilmeye başlandı.

Bediüzzaman Kastamonu’da Mehmed Feyzi Pamukçu’ya Eskişehir hapishanesinde “Tarikat İmtihanını” başarı ile geçen ve Risale-i Nur’a sadakatlerini gösteren Nur Talebelerine benzemesi için şu dersi verdi: “Feyzi kardeşim! Sen Isparta vilayetindeki kahramanlara benzemek istiyorsan, tam onlar gibi olmalısın. Hapishanede -Allah rahmet eylesin- mühim bir şeyh ve mürşit ve cazibedar bir Nakşî evliyasından bir zat, dört ay mütemadiyen Risale-i Nur'un elli altmış şakirtleri içinde celbkârâne sohbet ettiği halde, yalnız bir tek şakirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebakisi, o cazibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nur'un yüksek, kıymettar hizmet-i imaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.

O şakirtlerin gayet keskin kalb ve basireti şöyle bir hakikati anlamış ki: Risale-i Nur'a hizmet ise, imanı kurtarıyor; tarikat ve şeyhlik ise, velayet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamın imanını kurtarmak ise, on mümini velayet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mümine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bakiyeyi temin eder. Velayet ise, müminin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı velî yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir.

İşte bu dakik sırrı, senin Ispartalı kardeşlerin bir kısmının akılları görmese de umumunun keskin kalpleri görmüş ki, benim gibi biçare günahkâr bir adamın arkadaşlığını evliyalara, belki de eğer bulunsaydı müctehidlere dahi tercih ettiler.

Bu hakikate binaen, bu şehre bir kutup, bir Gavs-ı Âzam gelse, “Seni on günde velayet derecesine çıkaracağım” dese, sen Risale-i Nur'u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.” (Kastamonu Lahikası, 104)

Bu ders özel olarak ona verilmişti, ama genelde bütün Nur Talebelerine verilmişti. Tabii Mehmed Feyzi Pamukçu’nun (ra) bunu ne derece anlayıp uyguladığı ve diğer Nur Talebelerinin de ne derece anladığı bahsimizin haricindedir. Bediüzzaman bununla yetinmeyerek Tarikata asla benzemeyen “Risale-i Nur’un hizmet prensiplerini” ders vermeye devam etti. Kastamonu ve Emirdağ Lâhikalarını okuyanlar bunları çok iyi bilirler.

1. “Zaman Cemaat Zamanıdır:”
Bediüzzaman hazretleri Eskişehir hapishanesindeki tarikatçıların çalışmalarını ve Tarikat hevesini Nur Talebelerine de bulaştırmak ve kahraman Nur Talebelerini “Mürid” haline getirmek isteyenlere karşı ikazlarda bulunarak tarikat hevesine kapılmamaları yönünde uyarı mektupları yazdığını yukarıda ifade etmiştik.

Kastamonu’ya gelir gelmez Risale-i Nur Talebelerine yönelik yazdığı ilk mektuplarında bu zamanın şahıs ve tarikat zamanı olmadığı bilakis cemaat zamanı olduğu konusunda mektuplar yazar. Bu mektuplarında Bediüzzaman şu hususlara vurgu yapar: “Aziz, sıddık kardeşlerim ve hizmet-i Kur'âniyede kuvvetli, dirayetli arkadaşlarım! Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı. Hususan benim gibi bir biçarenin kıymetinden bin derece ziyade ehemmiyet vermekle, bir batmanı kaldırmayan zayıf omuzuna binler batman ağırlığı yüklense, altında ezilir. Lillâhilhamd, Risaletü'n-Nur, bu asrı, belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mucize-i Kur'âniye olduğunu çok tecrübeler ve vâkıalarla körlere de göstermiş. Ona ait medh ü senânız tam yerindedir; fakat bana verdiğinizden, binden birine de kendimi lâyık göremem. Yalnız, pek büyük bir nimete ve muvaffakiyete sizin gibi hakikatli talebelerin iştirak ve sa'y ve gayretleriyle mazhariyetim noktasında, Risale-i Nur hesabına ebede kadar iftihar ederim” (Kastamonu Lâhikası, 19) diyerek nazarları “İman hakikatlerine” çevirir. Şahsını merciiyetten azleder ve Risale-i Nur hizmetine bir “Tarikat” şekli vermekten kaçınmalarını ve şahıslara da değer vermemelerini ister. Asıl merci ve makamın “İman ve Kur’an”, “Resulullah ve Sünnet-i Seniye” olduğunu nazarlara verir.

Bediüzzaman daha sonra “Risale-i Nur’un tarikatlardan üstün olan özelliklerine dikkatleri çeker. Eski ulemanın eserleri ve divanları imanın ve marifetin neticelerinden meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederek mevcut olan imandan istifade ederek (as) mü’minlere hitap ederken, Risale-i Nur herkese hitap ediyor.

“Risaletü'n-Nur ise, Kur'ân'ın bir mânevî mucizesi olarak imanın esasatını kurtarıyor ve mevcut imandan istifade cihetine değil, belki çok deliller ve parlak burhanlarla imanın ispatına ve tahkikine ve muhafazasına ve şübehattan kurtarmasına hizmet ettiğinden, herkese bu zamanda ekmek gibi, ilâç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar.

O divanlar derler ki: "Velî ol, gör; makamata çık, bak, nurları, feyizleri al." Risaletü'n-Nur ise der: "Her kim olursan ol; bak, gör. Yalnız gözünü aç, hakikati müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanını kurtar."
Hem Risaletü'n-Nur, en evvel tercümanının nefsini iknaa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna eden ve vesvesesini tamamen izale eden bir ders, gayet kuvvetli ve hâlistir ki, bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı mânevî-i dalâlet karşısında tek başıyla galibâne mukabele eder.

Hem Risaletü'n-Nur, sair ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders vermez; ve evliya misilli yalnız kalbin keşif ve zevkiyle hareket etmiyor. Belki akıl ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh ve sair letâifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar. Taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar, hakaik-i imaniyeyi kör gözüne de gösterir” (Kastamonu Lâhikası, 2006, s. 27-28) demektedir.

Bediüzzaman yine “Bu zaman, ehl-i hakikat için şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman cemaat zamanıdır; cemaatten çıkan bir şahs-ı mânevi hükmeder ve dayanabilir” (Kastamonu Lâhikası, 2006, s. 197) diyerek şahıslara bağlanan ve şeyh-mürid ilişkisi içinde yapılan hizmetlerin bu zamanın ehl-i dalalet ve ehl-i ilhada galibane mukabele edemeyeceklerini ifade etmiştir.

2. “Zaman Tarikat Zamanı Değildir:”
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Risale-i Nur’da daima dava edip demişim: “Zaman tarîkat zamanı değil, belki îmânı kurtarmak zamanıdır. Tarîkatsiz Cennete gidenler çoktur, îmânsız Cennete giden yoktur” diye bütün kuvvetimizle îmâna çalışmışız. Ben hocayım, şeyh değilim. Dünyada bir hanem yok ki, nerede tekkem olacak? Bu yirmi sene zarfında, bir tek adam yok ki, çıksın desin, “Bana tarîkat dersi vermiş ve mahkemeler ve zabıtalar bulmamışlar. Yalnız, eskiden yazdığım tarîkatlerin hakîkatlerini ilmen beyan eden “Telvihât Risâlesi” var ki, bir ders-i hakikattir ve yüksek bir ders-i ilmîdir; tarîkat dersi değildir” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s. 67, 130, 415, 833) diyerek zamanın tarikat zamanı olmadığını, kendisinin de şeyh değil, hoca, yani bir din âlimi olduğunu ifade etmiştir.

Bediüzzaman yine “Bu zaman tarikat zamanı değil, bid’alar mani oluyor. Sünnet-i Peygamberî dâiresinde bütün on iki büyük tarikatın hülâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s.576) buyurarak ehl-i tarikatın da Risale-i Nur dairesini kendi daireleri gibi görerek girmeleri gerektiğini açıkça ifade eder.

3. Mürşitlik Yerine “Ders Arkadaşı” Kavramı:
Tarikatta müridin haddinden fazla makam vermesi, mürşidini hayali olarak en yüksek makamlarda görmek istemesi ve kutup, gavs ve mehdi gibi makamlar vermesi hoş karşılanır ve meşru görülür. Bunun için haddinden fazla makamlar verilir. Hakikatte ise bunların hiçbirisi olmayabilir. Hakikat mesleğinde bu gibi şeylere değer verilmez.

Tarikattan gelen bu geleneği de asla kabul etmeyen Bediüzzaman talebelerinin kendisine haddinden fazla hüsn-ü zan etmelerini kabul etmez. Talebelerini ikaz ederek şöyle bir mektup yazar:

“Risale-i Nur talebelerinden bir kısım kardeşlerimin, benim haddimin çok fevkinde hüsn-ü zanlarını ve ifratlarını tâdil etmek için ihtar edilen bir muhaveredir.

Bundan kırk elli sene evvel, büyük kardeşim Molla Abdullah (ra) ile bir muhaveremi hikâye ediyorum. O merhum kardeşim, evliya-i azimeden olan Hazret-i Ziyaeddin’nin (ks) has müridi idi. Ehl-i tarikatça, mürşidinin hakkında müfritane muhabbet ve hüsn-ü zan etse de makbul gördükleri için, o merhum kardeşim dedi ki: “Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta, kutb-u âzam gibi herşeye ıttılâı var.” Beni onunla raptetmek için çok harika makamlarını beyan etti.

Ben de o kardeşime dedim ki: “Sen mübalâğa ediyorsun. Ben onu görsem, çok meselelerde ilzam edebilirim. Hem sen benim kadar onu hakikî sevmiyorsun. Çünkü kâinattaki ulûmları bilir bir kutb-u âzam suretinde tahayyül ettiğin bir Ziyaeddin’i seversin. Yani o unvanla bağlısın, muhabbet edersin. Eğer perde-i gayb açılsa, hakikati görünse, senin muhabbetin ya zâil olur veyahut dörtten birisine iner. Fakat ben, o zât-ı mübâreki senin gibi pek ciddî severim, takdir ederim. Çünkü Sünnet-i Seniye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i imana hâlis ve tesirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı ne olursa olsun, bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim. Perde açılsa ve hakikî makamı görünse, değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak, bilâkis daha ziyade hürmet ve takdirle bağlanacağım. Demek ben hakikî bir Ziyaeddin’i, sen de hayalî bir Ziyaeddin’i seversin.”

Benim o kardeşim insaflı ve müdakkik bir âlim olduğu için, benim nokta-i nazarımı kabul edip takdir etti.

"Ey Risale-i Nur’un kıymettar talebeleri ve benden daha bahtiyar ve fedakâr kardeşlerim,

Şahsiyetim itibarıyla sizin ziyade hüsn-ü zannınız belki size zarar vermez; fakat sizin gibi hakikatbîn zatlar vazifeye, hizmete bakıp, o noktada bakmalısınız. Perde açılsa, benim baştan aşağıya kadar kusuratla âlûde mahiyetim görünse, bana acıyacaksınız. Sizi kardeşliğimden kaçırmamak, pişman etmemek için şahsiyetime karşı haddimin pek fevkinde tasavvur ettiğiniz makamlara irtibatınızı bağlamayınız.

Ben size nispeten kardeşim; mürşidlik haddim değil. Üstad da değilim, belki ders arkadaşıyım. Ben sizin, kusuratıma karşı şefkatkârâne dua ve himmetlerinize muhtacım. Benden himmet beklemeniz değil, bana himmet etmenize istihkakım var. Cenab-ı Hakkın ihsan ve keremiyle sizlerle gayet kudsî ve gayet ehemmiyetli ve gayet kıymettar ve her ehl-i imana menfaatli bir hizmette taksimü’l-mesâi kaidesiyle iştirak etmişiz. Tesanüdümüzden hâsıl olan bir şahs-ı mânevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir.

Hem madem bu zamanda herşeyin fevkinde hizmet-i imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir. Hem kemiyet ise, keyfiyete nispeten ehemmiyeti azdır. Hem muvakkat ve mütehavvil siyaset âlemleri ebedî, daimî, sabit hidemat-ı imaniyeye nispeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medar da olamaz. Risale-i Nur’un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlâs lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.” (Kastamonu L, 2006, s.112-113)

Sonuç:
İmam-ı Rabbanî hazretlerinin dediği gibi, “Eskiden Allah’ın iradesi ile her bin senede bir Ulu’l-Azm peygamber gelir ve değişen dünya şartlarına göre yeni şeriat ve kitap getirirdi. Peygamberimiz (sav) “Hatemu’l-Enbiya” olduğu için başka peygamber ve şeriat gelmeyecektir.” Ancak bin sene geçince değişen dünya şartlarına göre yeni irşad ve tebliğ metotlarının değişmesi ve asrın idrakine uygun yeni metotların geliştirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle bin sene sonra gelecek olan müceddid “Mehdi” olacak ve insanların hidayetine vesile olacak yeni metotları “Kur’ân-ı Kerimden” ve “Asr-ı Saadetten” “Sünnet-i Peygamberden” çıkaracaktır. Eski metotları terk edecektir. Çünkü mevsimlere göre elbiseler değişir ve hastalıklara göre de farklı ilaçlar verilir.

Risale-i Nur hizmeti de değişen dünya ve kültür şartlarına göre Kur’ân-ı Kerimden asrın idrakine uygun çıkarılan yeni ve geçerli hizmet metodudur. Tarikatlardan ve medreseye ait usullerden tamamen farklıdır. Zira artık medreseler kapanmış ve tarikatlar devrini tamamlamıştır. “Eski hal muhaldir.” Yeni hal ise “Risale-i Nur’un Kur’an Metodu” dur. “Sahabe Mesleği” ve “İman Hizmeti”dir. Bediüzzaman “Zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır” hükmünü vermiştir. Biz ehl-i imana da bu hükme uymak ve yeni metodu uygulamak düşer. Aksi taktirde dine hizmette başarılı olmamız ve hastalıklardan kurtulmamız mümkün olmaz.

http://www.fikirbahcesi.org/muceddidler ... gecti.html
http://www.fikirbahcesi.org/muceddidler ... -.--2.html


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hezeyan Zirve Yaptı: "Tarikat Zamanı Geçti..."
MesajGönderilme zamanı: 12.01.10, 11:07 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.12.08, 14:54
Mesajlar: 417
Herkesin "kendince" konuştuğu bir zamanda yaşıyoruz. M.Ali Kaya da kendince konuşmuş. Ne denilebilir ki!

Tarikatlara ilişebilecek bir alim bugüne kadar çıkmamış, çıkamaz da. Zira ilahi teyid altındadırlar. Hal böyle iken risale okur yazarı M.A.K'nın sözlerinin ne önemi olabilir!?

Bugün kesin olarak anlaşılmış ki, nurcuların ekserisi Saidi Nursi hz.lerini Mehdi, müceddid ve asrın feridi olarak görmektedirler.

Kelam ilminde söz sahibi olduğunu kabul etmekle birlikte diğer şeyleri kabul edilebilir görmüyoruz.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hezeyan Zirve Yaptı: "Tarikat Zamanı Geçti..."
MesajGönderilme zamanı: 05.04.10, 09:12 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Alıntı:
İşin garibi kanunen yasak olan Tarikat ve Tarikat şeyhleri “Risale-i Nur Talebelerinin “İman Hizmeti” ve Kur’an tefsiri olan “Risale-i Nur” aleyhinde kullanılmak için teşvik edildi. Önce Eskişehir hapishanesinde Nur Talebeleri arasında ihtilaf vermek ve “on günde velayet mertebesine çıkarma” iddiası ile kendisine ve tarikatına bağlanması için Şeyh Şerafettin Dağıstanî (ks) hapse alınarak dört ay çalışmasına müsaade edildi. Bediüzzaman’ın ikazları ile biri hariç hiçbir “Nur Talebesi” onun cazibedar sohbetlerine itibar etmediler.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Eskişehir Hapishanesinde Nur Talebelerine Tarikat dersi vermek ve hizmetlerini akamete uğratmak üzere gönderilen Şeyh Şerafettin-i Dağıstanî’ ve birkaç müridinin faaliyetlerine sesini çıkarmamış ama Nur Talebelerini de ikaz etmekten geri durmamıştır.


Şu iki paragrafta iki tane büyük cinayet var ki, kısası gerekse dahi elimi çekmek durumundayım. Ve fakat bu satırları ile ehlullaha dil uzatanın dünyevi ve uhrevi su-i akıbetinden korkarım.

1. CİNAYET: "Tarikat şeyhleri ... “Risale-i Nur” aleyhinde kullanılmak için teşvik edildi."

BU birinci cinayet; umumen tüm ehl-i tarik ve tasavvuf mürşidlerinin Risale-i Nur hakkında konuşmasına engel olmak kasdıyle TAAMMUDEN işlenmiştir.

***

2. CİNAYET: Nur Talebeleri arasında ihtilaf vermek ve “on günde velayet mertebesine çıkarma” iddiası ile kendisine ve tarikatına bağlanması için Şeyh Şerafettin Dağıstanî (ks) hapse alınarak dört ay çalışmasına müsaade edildi...Eskişehir Hapishanesinde Nur Talebelerine Tarikat dersi vermek ve hizmetlerini akamete uğratmak üzere gönderilen Şeyh Şerafettin-i Dağıstanî’ ve birkaç müridinin faaliyetleri...


Ergenekon senaryolarına fazlaca kendini kaptırdığı anlaşılan yazar "Nur Talebeleri arasında ihtilaf vermek" suçlaması ile ŞEYH ŞERAFEDDİN DAĞISTANİ Hz.ne hem İFTİRA atmakta; hem de silsilesinden Şeyh Nazım Kıbrısî el-HAKKANÎ hz. nin karton-kağıttan şatolarını hâk ile yeksan eyleyen "RİSALE OKUMA ZAMANI GEÇTİ" açıklamasının İNTİKAMını almağa kâsır aklınca teşebbüs etmektedir.

Bu iki paragraf üzerine söylenecek sözüm, yazılacak satırım çok ... ve fakat bu Risaleci yazar gibi "ham ervâh"ın verdiği hiss-i kısas ile şimdi kalkıp "Eskişehir Cezaevi'nde vehim ve endişeden neşet eden bir vesvese ile uykularını kaybedip cünûn sınırına vâsıl olan bir merhum"un ruhaniyetini taciz ediverme ihtimali elimi tutar...

Ve fakat bu konuda intikal eden sahih haberleri ketmetmem artık mümkün değildir; hergün ism-i azîzini vird edinmem için "özel talimat" aldığım bir azîz ve şerîf kuddise sırruh hatırına...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hezeyan Zirve Yaptı: "Tarikat Zamanı Geçti..."
MesajGönderilme zamanı: 05.04.10, 09:49 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 01.04.10, 00:05
Mesajlar: 220
Bu yazıyı okuduğum iyi oldu.Bu yüzsüzlere karşı taşıdığım son hüsn-ü zan kırıntılarını da kaybettim!
Ey evliyâya iftirâ atan densizler!Siz ehlullâha ve onların yollarına harp ilan ettiniz korkunç bir bozgundan korkun!!!

_________________
Ne Dervişlikte, ne Şeyhlikte, ne İmamlıkta iş yok... İş, Allah'ın rızasını kazanabilmekte!.. İş, Allah'ın rızasını kazanabilmekte!.. İş, Allah'a kul olabilmekte!..(MZK)


En son Gümüşhanevî tarafından 05.04.10, 10:30 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hezeyan Zirve Yaptı: "Tarikat Zamanı Geçti..."
MesajGönderilme zamanı: 05.04.10, 09:56 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Azîz dervişan,

Bu konuları burada dile getirmemizi dahi bazıları hazmedememekte...

( Üç-beş "tarikatçı" birbirini gaza getirmekte ) deyu istihza edenleri de görmüşüz.

Bize yakışan teenni ile hareket ederek hakîkatin talibi olmaktır ki, hakikatın er-geç zuhur etmesi gibi bir özelliği vardır elhamdulillah...

( Hususen iman ile teslim-i ruh ettiğinden evliyaullahın haberdar ettiği Said-i Nursi rh.a. ile kendisini ona nisbet eden bu makûleden insanları da tefrik etmek lazımdır. Alem-i berzahdaki Said-i Nursi hz.nin dahi bunlardan bîzar olduğu haberini de mürşid-i azîzimiz Şeyh M. Nazım el-Hakkani'den bizatihi işitmişim.)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hezeyan Zirve Yaptı: "Tarikat Zamanı Geçti..."
MesajGönderilme zamanı: 05.04.10, 10:26 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.12.09, 22:13
Mesajlar: 147
erbainer yazdı:
Azîz dervişan,

Bu konuları burada dile getirmemizi dahi bazıları hazmedememekte...

( Üç-beş "tarikatçı" birbirini gaza getirmekte ) deyu istihza edenleri de görmüşüz.

Bize yakışan teenni ile hareket ederek hakîkatin talibi olmaktır ki, hakikatın er-geç zuhur etmesi gibi bir özelliği vardır elhamdulillah...

( Hususen iman ile teslim-i ruh ettiğinden evliyaullahın haberdar ettiği Said-i Nursi rh.a. ile kendisini ona nisbet eden bu makûleden insanları da tefrik etmek lazımdır. Alem-i berzahdaki Said-i Nursi hz.nin dahi bunlardan bîzar olduğu haberini de mürşid-i azîzimiz Şeyh M. Nazım el-Hakkani'den bizatihi işitmişim.)



azîz dervişim,

burdaki 3-5 tarikatçı Saidi Nursi hz.lerinin talebelerinin söylemlerinden ziyade belli ki Üstad'ın kendisinde bîzar olmuş. boyuna vaveylaları Üstadın kendisine ve "ben de bir aciz talebesiyim" dediği Risalelere olmakta.

Şikayetlerinin çok az kısmı talebeleri üzerinde...

merhum Üstadım'ı böylesine, yok seyrü sülük'ünü tamamlamamıştır, yok hata yapmıştır, yok nasıl konuşuyor, yok nasıl enaniyet gibi yakıştırmalarda bulunan bu 3-5 tarikatçı kardeşlerimin hal ve hareketlerinin doğruluğunu yadsırım.

siz de dikkat buyurmuşsunuz ki, sizin aziz mürşidiniz, Üstad'ımın kimi talebelerinden bîzar olduğunu haber vermektedir, yoksa yine kendileri ile alakadar olan Üstad'ıma bişey dememektedir. amma burdaki 3-5 tarikatçının hedefi Üstad'ımın kendisi olmakta.
artık onları da aziz mürşid'lerine ve Rabbime havale ediyor, başka da bişey demiyorum.

ben bu cedelin içinde yokum.... Üstadım da hayatta olsa bana aynısını söylerdi gibi geliyor...

vesselam..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hezeyan Zirve Yaptı: "Tarikat Zamanı Geçti..."
MesajGönderilme zamanı: 05.04.10, 10:34 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
tanhu yazdı:
Üstadım da hayatta olsa bana aynısını söylerdi gibi geliyor...

vesselam..


Üstad rh.a hayatta olsaydı sana ne söylerdi bilemem ;

...ve fakat şu berzahdaki ahvâli gördükten sonra Eskişehir cezaevinde Şeyh Şerafeddin Dağıstanî Hz. ile karşılaşacak olsa idi -Allahu âlem- hazretin yed-i mubarekinden tarikat-ı aliyye-yi Nakşbendiye'ye biatının kabulunu istirham eder idi.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hezeyan Zirve Yaptı: "Tarikat Zamanı Geçti..."
MesajGönderilme zamanı: 05.04.10, 10:45 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.12.09, 22:13
Mesajlar: 147
erbainer yazdı:
tanhu yazdı:
Üstadım da hayatta olsa bana aynısını söylerdi gibi geliyor...

vesselam..


Üstad rh.a hayatta olsaydı sana ne söylerdi bilemem ;

...ve fakat şu berzahdaki ahvâli gördükten sonra Eskişehir cezaevinde Şeyh Şerafeddin Dağıstanî Hz. ile karşılaşacak olsa idi -Allahu âlem- hazretin yed-i mubarekinden tarikat-ı aliyye-yi Nakşbendiye'ye biatının kabulunu istirham eder idi.





Allah aşkına yaa! :)

bunu siz değil de mübarek mürşidiniz söylese bir bildiği vardır derim de, .... neyse...

sizleri cedellerinizle başbaşa bırakmak düşer bana...

geldim gördüm tanıdım ki, benim gibi aciz bi adamdan hiç bi farkınız yok, enaniyetleriniz tavan durumunda....


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hezeyan Zirve Yaptı: "Tarikat Zamanı Geçti..."
MesajGönderilme zamanı: 05.04.10, 12:17 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.12.08, 14:54
Mesajlar: 417
Saidi Nursi hz.lerinin ahiret durumunu bilmem, ama şunu müjde olarak verelim ki, asırların yetiştirdiği istisnai bir şahsiyet olan Sami Efendi hz.leri der ki:

"İhvan bu yolun kıymetini kıyamet sabahı anlayacaktır."

Bu söz üzerinde Ali Kaya gibilerin değil sözleri kendileri dahi kaale alınmaz. Kalemi ile oynaşadursun..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hezeyan Zirve Yaptı: "Tarikat Zamanı Geçti..."
MesajGönderilme zamanı: 05.04.10, 12:47 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
tanhu yazdı:
benim gibi aciz bir adamdan hiç bir farkınız yok....



Aziz kardaşım ;

"Haddinden artık tevazu kibre tahvil eder" derler...

Kendine zulmetme...

Şuraya yazan kardaşlarım -fakîr de dahil- epeyce Risaleci zevat ile reel-sanal tanışırız.

Senin şurada dervişanın tarizlerine gösterdiği hüsn-i sabrı sergileyecek babayiğit azdır taife-i risale beyninde, irili-ufaklı maalesef...

Bu tescilli tahammülsüzlüğün somut bir örneğini -Ahmed Akgündüz Uyarıldı- başlıklı konuda görebilirsin... (ki kendisinin iddialı bir Nur talebesi olduğunu da sen bizden daha iyi bilmelisin.)

Seni seviyoru-z-; Lillah...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 12 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye