Hızır As. ile neredeyse günlük görüşen Celali Baba Hz.lerine ne oldu:Alıntı:
1915 yılından beri Bayburt’un Demirözü ilçesine bağlı Ozansu (Tahsini) köyünde medfun bulunan Bayburtlu Celali’yi, Celali Baba yapan onun aldığı Tasavvuf eğitimidir, gönülden bağlandığı Şeyhidir, Mürşididir.
Peki, Celali’yi irşad edip ölümsüz eserlere imza atmasını sağlayan Zat kimdir? Ve Mürşidine nasıl bağlanmıştır. Bu sorumuzun cevabını Cemal Kurnaz ve Mustafa Tatçı’nın hazırladığı “Bayburtlu Celali ve Şiir Dünyası” adlı eserde buluyoruz:
“Nakşibendi büyüklerinden Muhammed Beşir Erzincani (vefatı 1932), yanında bir grup mensubu ile birlikte Celali Baba'nın köyü olan Tahsini’ye gelir. Beraberlerinde Ekmel halifesi Dede Paşa Hazretleri de bulunmaktadır. Dede Paşa Hazretleri (Vefatı 1973), Celali Baba’nın Beşir Efendi’ye bağlanışını şöyle anlatmıştır:
Özetle nakledersek; Muhammed Beşir Erzincani Hazretleri, ihvanlarıyla beraber Celali’nin köyüne giderler; meclisler kurulur, sohbetler olur. Celali’nin de bulunduğu bir mecliste bir ara Şeyh Efendi murakebeye dalar, murakabeden sonra başını kaldırır:
– Celali, bizden el alsan (bize bağlansan) iyi olurdu, buyurur. Celali de,
– Ben el almışam!
karşılığını verir. Çünkü, Celali Baba, Hızır AS'dan ders almıştır, Ondan istifadelerde bulunmakta ve Hızır AS ile neredeyse günlük görüşmektedir. "Benim zaten Mürşidim var" deyip Beşir Efendiyi reddetmesinin sebebi de budur.
Bu reddedişin hemen sabahında Celali’nin ağır bir hastalığa yakalandığını duyan misafirler, bir müddet sonra köyden ayrılırlar. Celali Baba ağır bir hastalık baygınlığı ve ıstırabı içinde Kırk gün yatağında kalır. Kırkıncı gün, kendine gelerek bir mektup hazırlatır ve Beşir Efendiyi köyüne davet eder. Çünkü kendisi yürüyecek takati dahi bulamamıştır.
Celali’den gelen davet mektubu üzerine Beşir Efendi bir heyetle beraber Celali’nin köyüne tekrar gelir. Celali, etrafından kendisini kucaklarına almalarını, köyün dışına çıkarıp Beşir Efendiyi öyle karşılamalarını rica eder. Öyle de yaparlar. Beşir Efendi ve yanındaki topluluğu uzaktan görününce Celali irticalen (o anda, manevi bir beliriş eseri olarak) söylediği şu şiirle karşılar misafirlerini:
Yanında bir bölük melek simalar
Gene esti bize bâd–ı sabâlar
Derd ehli derdine alsın devalar
Hayat iksirinin lokmanı geldi
Habib–i Kibriyanındır bu dergah
Kasem olsun inan vALLAH billah
Neden münkir olalım ALLAH ALLAH
Sultan–ı Enbiya varisi geldi
Celali dur selama gözle râhı
Budur burc–ı felekin sems ü mâhı
Tarik–i Nakşi’nin Piri penahı
Elinde gavislik fermanı geldi.
Celali Baba'nın, “yanında bir bölük melek simalar” demesi, Muhammed Beşir Efendi’den sonra yerine geçen Dede Paşa Hazretlerinin de beraberlerinde gelmesi sebebiyledir..
Bayburtlu Celali’nin Beşir Erzincani ile buluşmasını bize nakleden ve Beşir Efendi’nin vefatından sonra da irşad makamına oturan Dede Paşa’nın irşad selahiyeti ile ilgili bir paragrafını sözünü ettiğimiz kitaptan birlikte okuyalım:
“Dede Paşa Hazretleri sohbetinin devamında;
Hızır Aleyhisselam ile her gün konuşan bir zatın bile mürşitsiz kemale kavuşamayacağını ifade eder ve irşad etme selahiyetinin, Kur’an, ilim, Hızır, melek veya başka bir vasıtada bulunmadığını bu yüce vazifenin ancak ve ancak Mürşitlerin kârı olduğunu, sadece velayet kemalinin ve veraset şerefinin bu işin tek lokmanı bulunduğunu ifade ile başka türlü konuşanların hepsinin de aldanmış ve yanılmış kimseler olduklarını;
Zahirde, şeriat ve sünneti ikmal edenlere bir Mürşidin manen sahip olup irşad etme selahiyetlerini kullanmak suretiyle kemale ulaştıklarını böylece irşad olanlara Üveysi denildiğini belirterek istisnasız her hal ve şartta; “Mürşitsiz müşkil hallolmaz” buyurup Eşrefoğlu Rumi Hazretlerinin şu beytini okumuştur:
Gör ol Şeyhsiz gidenleri
Kimi mülhid kimi dehrî
Olma Cebri ya Kaderi
Zinhar Şeyhe eriş Şeyhe"
(Bu alıntı tarafımdan, olayın aslını Dede Paşa Hazretlerinden dinleyenlerden bizzat öğrendiğim için genişletilmiş, kitapta bildirilmeyen ayrıntılar da eklenerek nakledilmiştir.. karuban)
Alıntı:
Tarikatı:
Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu, Abdulbaki Gölpınarlı gibi kimi araştırmacılar Celali Baba Hazretlerinin Alevî veya Bektaşî olduğunu sanmışlardır. Bazı yazarlar da şiirlerinde geçen ifadelerden onun Kadiri Tarikatına bağlandığını zannetmişlerdir.
Araştırmacıları yanıltan bir husus, şairin "Baba" lakabıyla anılmasıdır. Celâli ile Sûmmânî'nin birbirlerine "Celâli Baba", "Sûmmânî Baba" şeklinde hitap etmeleri, bu "Baba" kelimesinin tarikat kültüründen ziyade, mahalli bir hürmet ifadesi olarak kullanıldığını göstermektedir.
Halbuki Celâlî'nin Nakşibendî tarikatine bağlı olduğu uzun zamandan beri bilinmektedir. Celâlî'nin Nakşibendi tarikatine intisabı (bağlanması, girmesi) ise şu şekilde olmuştur:
Nakşibendi büyüklerinden Es-Seyyid Muhammed Beşir Erzincani Hazretleri, yanında bir grup dervişi ile birlikte Tahsini’ye gelmiştir. Bunlar arasında, Muhammed Beşir Efendi'den sonra yerine geçen Dede Paşa Hazretleri de bulunmaktadır. Dede Paşa Hazretleri, Celâlî'nin intisabını şöyle anlatır:
"Hazreti Pir (Muhammed Beşir Efendim), Tahsini’yi teşrife karar verince, birkaç ihvandan ibaret bir kafileyle refakat etmeye başladık.
Yolda, ne hikmetse, Hazreti Pir'in atı bir türlü yürümedi... Gençlik âlemi, tüfek ata olan merakım sebebiyle o zaman kırmızı altın liraya aldığım o havalide bir eşi daha bulunmayan cins atımı hemen Hazreti Pir'e takdim ederek, nefsim de yürümemekte ısrar eden ata bindim. Ne hikmetse Hazreti Pir'in altında yürümeyen bu at, inadı bırakarak onu takibe başladı...
Tahsini’de büyük bir alâka ile karşılandık... Çok kimseler el ve himmet aldılar. Bu esnada, Celâli de ziyarete geldi. Mecliste beş dakika kadar sükût hâli hâsıl oldu. Hazreti Pir ile Celâlî'nin ikisi de murakabeye vardılar (sessizce başları önde gözleri yumuk bir süre beklediler)... Bir müddet sonra Hazreti Pir:
— "Celâli, bizden el alsan iyi olur" diye buyurunca, Celâli iftiharla:
- "Ben el almışam" karşılığını verdi.
Sabahleyin, Celâlî'nin tepetaklak düşüp hastalandığını işittik ve bir müddet sonra Tahsini’den ayrıldık.
Aradan kırk gün kadar bir müddet geçtikten sonra, Celâlî'den bir mektup alan Hazreti Pir:
“Dede, haydi Tahsini’ye dönüyoruz” buyurdu ve süratle hazırlanıp acele ile köy meydanına ulaştığımızda, Celâli:
Durun üftâdeler istikbâline
Velayet tahtının sultânı geldi
Dest uzadın lâl-i lebin balına
"Ledünni" ilminin irfânı geldi
Habib-i Kibriya'nındır bu dergâh
Kâsem olsun inan vallahi billâh
Neden münkir olalım Allah Allah
Sultân-ı enbiyâ vârisi geldi
Diye başlayıp devam eden; göz ve gönül perdelerinin kaldırılması üzerine açıkça görmeye başladığı velayet kemâllerini nazmeden meşhur şiirini irticalen okudu ve bu büyük mürşide (Muhammed Beşir Efendiye) bağlanarak o gün manevî nimetine ulaştı...
Celâli, ani hastalığında, kırk gün yiyip içmeden yatmış, vücûdu eriyip ufalmış, yakınları ümidi keserek cenaze hazırlığına başlamışlar... Kırkıncı günü birdenbire doğrularak:
'Beşir Efendi Hazretlerinden haberiniz var mı? Bana kalem kâğıt getirin' diye iç yakıcı bir mektup yazarak özel olarak Hazreti Pîr'e göndermiş ve hastalığını şöyle anlatmıştır:
'Kırk gündür beni azaba tuttular... Yiyip içmeme, konuşma ve hareketime mâni olmalarından ayrı, her gece önüme bir çuval dolusundan koyarak, 'Haydi bunu say' diye zorlarlar, yüz binlerce küçük daneyi sayarken yaptığım bir yanlış üzerine de yeniden 'Haydi bunu say' diye karşı konması imkansız bir azap ve çileyi tekrar edip dururlardı...' "
Celâli, Beşir Efendi Hazretlerinin manen tecellisine kadar bu tarifsiz azabın devam ettiğini belirterek, '[B]Hazreti Pir'in eliyle işaret edip 'Kalk Kalk' demesiyle de hiç rahatsızlık çekmemişim gibi, bu acaib hastalık geldiği şekilde, yine birden bire zayi oluvermiştir[/B]' demiştir...
Dede Paşa Hazretleri, sohbetinin devamında, Hızır Aleyhisselâm'la her gün konuşan bir zatın bile mûrşitsiz kemâle kavuşamayacağını ifade eder ve irşad etme selâhiyetinin, Kur'an, ilim, Hızır, melek veya başka bir vasıtada bulunmadığını, bu yüce vazifenin ancak ve ancak mürşitlerin kârı olduğunu, sadece velayet kemâlinin ve Peygamberlere veraset şerefinin bu işin tek Lokmanı bulunduğunu ifade ile başka türlü konuşanların hepsinin de aldanmış ve yanılmış kimseler olduklarını;
Zahirde, şeriat ve sünneti ikmal edenlere bir mürşidin manen sahip olup irşâd etme selâhiyetlerini kullanmak sureliyle kemâle ulaştırdıklarını, böylece irşâd olanlara "Üveysi" denildiğini belirterek istisnasız her hâl ve şartta:
"Mûrşitsiz müşkül hallolmaz..." buyurup Eşrefoğlu Rumi hazretlerinin şu beytini okumuştur:
Gör ol şeyhsiz gidenleri
Kimi mülhid kimi dehrî
Olma Cebrî yâ kaderi
Zinhar şeyhe eriş şeyhe
Şeyhi Muhammed Beşir Efendi Hazretleri: “Celâli bir müddet daha yaşasaydı, çok yüksek makamlara ulaşabilirdi” demiştir.
İşte böyle... Şu yaşanmış hadiseyi ve peşinden söylenenleri iyi değerlendirmemiz lazımdır. Bu da "Hakiki Hayat Risalesinden"...