tanhu yazdı:
TûTî yazdı:
................
ben hakircağız şunu bir kez daha ifade edeyim: üstad said-i nursi hz.ni mazanne-i kiram'dan ve ulema-i meczûbin'den sayar kendisini cidden severim (ve ahyanen makalelerini de okurum) lakin şu var: bu zatın hakkında aşırı mübalağa sığalarıyla meddahlık yapılması ve bu meyanda turuk-i aliyye'ye ve onun ulu âsarına, aziz pirlerine, varislerine, hocalarına ve dervişlerine karşı -adeta- cebhe alırcasına bir 'tefaddul' davasıyla kıyam edilmesi bendenizi (ve aziz ihvanımızı) gayet derece infiale sevketmektedir..
.........
aziz ve muhterem TûTî hocam,
üstad Said-i Nursi hz.nin adı ile meddahlık yapılması doğru olmadığı gibi, zaten onun eserlerinde ve fikirlerinde turuk-i aliyye'ye ve onun ulu asarına herhangi bir ilişme yada benzeri bir itham yoktur zaten olamaz da. Zamana dair söylenmiş bir sözü vardır, malumunuz amma o da kesinlikle turuk-i aliyye'ye söylenmiş bir söz değil, belki onun yerini ve konumunu muhafaza için de söylenmiş bir sözdür.
belki sevenlerinin sevgilerinden kaynaklanan bir takım sözler söylenmiş olabilir, zaten bunları da ne Said-i Nursi ne de Risale-i Nur'larla ilişkilendirmek mümkün değildir.
Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi'nin kişiliği ve kimliği üzerinde konuşmak, Risale-i Nur gibi bir külliyat var iken,
hakiki bir gerçeğin batınîsi gözümüzün önünde durur, ama biz onun zahirîsi ile uğraşırız olayına benzer kanaatimce....
vesselam.
Muhterem kardeşimin bu yazısı üzerine, kendisinin risaleden kulaktan dolma bilgilerden gayri haberdar olmadığını düşünüyorum. Zira onun dediği gibi değildir. Biz Risaleden hepsini bizzat yerinde okumuşuzdur.
Şu Mektup risaledendir, tek bir örnektir, bunun gibi onlarca başka örnekler getirilebilir:
Alıntı:
Beşinci Mektub Mektubat 5. mektub
بِاسْمِه_ 16; سُبْحَان_ 14;هُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّح_ 15; بِحَمْدِ_ 07;ِ
Silsile-i Nakşi’nin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbani (R.A) Mektubat’ında demiş ki: “Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevacid ve keramata tercih ederim.”
Hem demiş ki: “Bütün tariklerin nokta-i müntehası, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.”
Hem demiş ki: “Velayet üç kısımdır: Biri velayet-i suğra ki, meşhur velayettir. Biri velayet-i vusta, biri velayet-i kübradır. Velayet-i kübra ise; veraset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır.”
Hem demiş ki: “Tarik-i Nakşi’de iki kanad ile süluk edilir.” Yani: Hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve feraiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa, o yolda gidilmez. Öyle ise tarik-ı Nakşi’nin üç perdesi var:
Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbani de (R.A.) ahir zamanında ona süluk etmiştir.
İkincisi: Feraiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyeye tarikat perdesi altında hizmettir.
Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla emraz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyla süluk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vacib, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.
Madem hakikat böyledir; ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdulkadir-i Geylani (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbani (R.A.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslamiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennet’e gidemez, fakat tasavvufsuz Cennet’e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslamiye gıdadır.
Eskiden kırk günden tut, ta kırk seneye kadar bir seyr ü süluk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise Cenabı Hakk’ın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaika çıkılacak bir yol bulunsa; o yola karşı lakayd kalmak, elbette kar-ı akıl değil...
İşte otuz üç aded Sözler (yani risalenin tamamının), böyle Kur’ani bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar. Madem hakikat budur; esrar-ı Kur’aniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasib bir ilaç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i İslamiyeye en nafi’ bir nur ve dalalet vadilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım. Bilirsiniz ki: Eğer dalalet cehaletten gelse izalesi kolaydır. Fakat dalalet, fenden ve ilimden gelse, izalesi müşkildir. Eski zamanda ikinci kısım, binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri irşad ile yola gelebilirdi. Çünkü öyleler kendilerini beğeniyorlar; hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenabı Hak şu zamanda, i’caz-ı Kur’anın manevi lemaatından olan malum Sözler’i, şu dalalet zındıkasına bir tiryak hasiyetini vermiş tasavvurundayım.
اَلْبَاقِ 1616;ى هُوَ الْبَاقِ_ 09;
Said Nursi
Bakınız bakalım burada ne anlatılıyor?