Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 5 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Necip Fazıl: Risale-i Nur ve Said-i Nursi
MesajGönderilme zamanı: 29.12.09, 11:34 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Necip Fazıl KISAKÜREK'in "Son Devrin Din Mazlumları" kitabından
Risale-i Nur ve Said-i Nursi

Resim


BAZI ALINTILAR:

Alıntı:
" Said Nursi'nin kendi şahsî eserine (Risale-i Nur Külliyatı'na) Kur'ândan hüküm ve haber çıkarması, o kadar sevdiği ve bağlı olduğu şeriata aykırıdır."
Necip Fazıl Kısakürek rh.a.; "Son Devrin Din Mazlumları" kitabı, s.232



Alıntı:
" Bu halka içinde (risaleci taifesi arasında) bazı fertlerin korkunç mübalağaları ve üstatlarına (Said Nursi'ye) bağlılıkta had tanımaz taassupları gözden kaçacak gibi değildir."
Necip Fazıl Kısakürek rh.a.; "Son Devrin Din Mazlumları" kitabı, s.256


Necip Fazıl Kısakürek'in bu objektif Said-i Nursi ve Risale-i Nur değerlendirmesi hakkında "risaleci taifesi" arasından bazı fertler ne yapmışlar?

Alıntı:
"Bazı Nurcular, bu kitabın ilk baskılarında bana karşı cephe almış ve o kadar hürmet ve tevkirle bahsettiğim, fakat hak ve hakîkat adına da herhangi bir tesire kapılmaksızın çapını ve hududunu dosdoğru tespite çalıştığım muhterem mücahid hakkında yerici bir tavır takındığımı vehmetmişlerdi."

Necip Fazıl Kısakürek rh.a.; "Son Devrin Din Mazlumları" kitabı, s.257


Son olarak Necip Fazıl Kısakürek'ten "GERÇEK NURCU" tarifini verelim:

Alıntı:
"Üstatlar mevzuunda, bizzat onun (Said Nursi'nin) kabul etmeyeceği bir (tabu) asabiyetiyle hareket eden böyle Nurculara derim ki:"Din sadece edepten ibarettir; ve edep, hududu korumaktan başka birşey değildir!" (...) Gerçek Nurcu da, Üstadını (Said Nursi'yi) kendi öz sınırları içinde gören ve onun (Said Nursi'nin) bu sınırlar içinde büyüklüğünü teslim edendir. Bâkisi hayal ve hüsran..."

Necip Fazıl Kısakürek rh.a.; "Son Devrin Din Mazlumları" kitabı, s.257



Şu "Bâkisi hayal ve hüsran..." ibaresi var ya işte o ibarenin ardında koskoca bir derya gizli...

Allah bütün müminleri yevm-i kıyamette "hüsrana uğramak"tan emin eyleye...

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Necip Fazıl: Risale-i Nur ve Said-i Nursi
MesajGönderilme zamanı: 29.12.09, 11:35 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Resim


Resim


Resim


Resim

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Necip Fazıl: Risale-i Nur ve Said-i Nursi
MesajGönderilme zamanı: 29.12.09, 14:42 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 09:14
Mesajlar: 764
nakiller için teşekkür ederim.

bu arada necip fazılın diyalog hakkındaki yorumunu da biz ekleyelim.

Kaynak : http://www.gurabamecmuasi.com/Guraba/ar ... orumu.html

Alıntı:

Necip Fazıl R.h.a

Kovadis?

Türk Ocağı merkezine Patrik Athenagoras’ı davet eden Hamdullah Suphi Tanrıöver… Başlığının altında “doğruya doğru, eğriye eğri” ölçüsünü taşıyan, fakat hakikatte doğruya eğri, eğriye doğru demekten başka bir şiar taşımayan (Vatan) gazetesinin geçen Pazar günkü sayısında, baş sahifenin baş köşesini süslettiği şekilde, sözde memleket münevverlerini Patrik cenaplarının mihveri etrafında halkalandıktan sonra, aynı (Vatan) gazetesine göre aynen şöyle hareket buyurmuşlardır:

“Hamdullah Suphi Tanrıöver, bundan sonra, Patrik Athena-goras’ın gösterdiği yakınlıktan bahisle, Türk milletinin dinler ve milletler arasında yakınlık istediğini, Patrikhanenin Osmanlı İmparatorluğundan da eski bulunduğunu, Bizansın bir yadigarı olduğunu ve aramızda konuşulan eğlencenin yabancı gelmediğini, tek emelin Türkiye topraklarında müşterek bir kültür kurulması olduğunu, her iki milletin tarih bakımından çok eski olduklarını belirtmiş ve büyük mazinin mahfuz kalacağını söylerek şöyle devam etmiştir:
- Kendilerinin işgal ettikleri makam çok büyüktür. İnandıkları ve inandığımız yolda bütün Ortodoks aleminin faaliyette bulunması için, manevi nüfusları en büyük amil olacaktır!“

Heeeeey, heeeeey, heeeeey, müslüman Türk topluluğu!!! “Türk Ocağı” gibi bir yaftanın altında veya maskenin arkasında, bu sözler senin yüzüne nasıl söylenebiliyor? Cedlerinin raşedar şehadet parmakları halinde göklere uzattığı minarelerle çevrili, İslamın Bizansa karşı tarihi zafer beldesinde, bir Hamdullah Suphi Tanrıövmez, resmen ve alenen, Patriğin manevi sahabetine nasıl sığınır, Patrikhanenin Osmanlı İmparatorloğu’ndan eski olduğunu niçin söyler, Bizansın bir yadigarı olduğunu ne yüzle telaffuz eder, aramızda konuşulan Eğlencenin yabancı olmadığını, yani ana dilimiz gibi bizden olduğunu ne cesaretle iddia eder ve tek emelinin Türkiye topraklarında müşterek bir kültür kurulması olduğu lafile acaba neyi kasdeder?

Patriklik makamını “çok büyük” sözüyle tazim eden Tanrıövmez, farkında mıdır ki, bu sözleri o da harp ve düşmanlık mevsiminde bulunmak şartı ile, ancak Türk düşmanı bir Yunanlı söyleyebilir? Amerika’daki dinler arası kongreye iştirak vesilesi ile Patriği tanıyan Hamdullah Suphi, yoksa Patriğin maiyetinde, Peygamber ve Şeriat farkı ihtilafını kaldırıp, sadece Allah’ın varlığı ve birliği üzerine müesses yeni bir din sevdasında mıdır ve bunun için mi eski ve malum Türk Ocakları Reisi cübbesine bürünmeye lüzum görmüştür?

Bütün maskeleri, bütün nesepleri ve iç yüzleri ile beraber çekip göstermek için, taraflardan tek bir karşılık bekliyoruz!

Tanrıövmezin evinde, böyle bir beynelmilelcilik cereyanının ilk kadrosunu çizen toplantının (Vatan) sütunlarında gördüğümüz fotoğrafında, meşhur avdeti Ahmet Emin Yalman’ın da manevi Bizans İmparatoru Haşmetlü 1. Athenagorasın solunda yer aldığını kaydetmek, davanın renk tonunu belirtmek bakımından faydalıdır!

Kovadis Tanrıövmez? Hiç olmazsa “Türk milleti dinler arası yakınlık istiyor!” tarzında bir iftira selahahiyetinden ve (Türk Ocağı) oyunundan vazgeç de, git dilersen kendine “Tanrıöver” in Eğlence karşılığını ruhanilik ismi olarak seç ve Türklük, Türkçülük iddiasını başkalarına bırak!

Yunanlılar, asılları kendilerinden olduğu halde, başımızda tuttuğumuz ve temsilciliğine göz yumduğumuz sizin gibi insanlar yüzünden mi yoksa, Türk çocuklarını hor ve hakir görmeye yeltendiler?

Kaynak:

Necip Fazıl Kısakürek, 27 Mayıs 1949, Hücum ve Polemik, (Büyük Doğu Yayınları, Eylül 1992 baskısı, s.115-117)

_________________
Ehl-i Bidat-ı Red ve Tahkir Ediyoruz |


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Necip Fazıl: Risale-i Nur ve Said-i Nursi
MesajGönderilme zamanı: 31.12.09, 14:27 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Alıntı:
Büyük Doğucular hususan Necip Fazıl Üstadın ve Risale-i Nur’un aleyhinde bulundular mı? diye sorulan soruya verilen cevaptır:

İstibdad-ı mutlak devrinde gizli dinsizlerle amansız mücadele eden zındıkaya ve zındıka reislerine başeğmeyenlerden olan “Büyük Doğu” mecmuası ve onun sahibi ve başyazarı merhum Necip Fazıl Bediüzzaman Hazretlerinin takdirini kazanmış ve hizmetleri için tebrik edilmiştir. İstanbulda kendisin ziyaret eden Necip Fazıla:
“Ben Doğucuları, Risale-i Nur talebesi olarak kabul ettim. Ben seni Risale-i Nur'a yirmi senelik hizmet yapmış olarak kabul ediyorum” der.

Şimdi Nurcular olarak bilinen bazı basın yayın, gazete ve mecmualarda gerek Büyük Doğucular, gerekse merhum Necip Fazıl aleyhinde yazılar yayınlanmaktadır. (Bkz. Y.Asya Gazetesi L.Salihoğlu 29.06.07)

Bu tarz yazılar herşeyden evvel Nur Mesleğine ve Bediüzzaman Hazretlerinin takip ettiği İslam kardeşliğine ve uhuvveti İslamiyeye tamamen zıt hareketlerdir. Ayrıca bu ihtilaflar ehl-i dalaletin hakimiyetini devam ettirmesine zemin hazırlamaktadır. Çünki Bediüzzaman Hazretleri der ki:
“Ehadîs-i şerifede gelmiş ki: "Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm'ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev'-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır.” (Mektubat sh: 270)

Müceddid-i Ekber Üstadımız bütün ehl-i imanı kucaklıyan hizmetiyle, bütün müslümanların dertlerine deva olan iman hizmetiyle ortadadır. Muvakkat siyaset boğuşmaları bu vahdeti sarsamaz. Üstadımızın Demokratları desteklediği o yazarlar tarafından bilinmektedir. Ve başlangıçta bütün onlarca da desteklenmiştir. Fakat daha sonraları meydana gelen Malatya hadisesi ve Halk Partili memurların Demokratlar aleyhine yaptığı icraatlar bu İslam mücahitlerinin Demokratların zaman zaman aleyhine geçmesine sebeb olmuştur.

Fakat Üstad Bediüzzaman bunların bu davranışlarını izale etmek istemiş demokratları desteklemeye devam etmelerini istemiştir. Hatta merhum Osman Yüksel Serdengeçti Üstada gelerek “Bu Demokratlar devrinde de Halk Partisi devrindeki gibi hapisler, takipler oluyor” demesine mukabil, Bediüzzaman Hazretleri “Halkçılar kolumuzu kesiyordu. Bunlar parmağımızı kesiyorlar” diyerek ehvenüşşer kaidesini nazara vermiştir.

Risale-i Nur Külliyatında bu zatlarla alâkalı bahisler vardır. Bunlar Nur’un yakın talebesi olmadıkları halde Üstad bu zatların mücahidane hizmetlerini takdir etmiş ve bazı yazılarını kitaplarına almış, Risale-i Nur Külliyatında yer vermiştir. Bu yazılar Risale-i Nur’un değişmez düsturları haline gelmiştir. Örnek olarak: Tarihçe-i Hayat kitabında merhum Eşref Edip Bey’in yazısı, yine tarihçede Osman Yüksel Sergengeçti, Cevat Rifat Atilhan ve diğerlerinin yazısı, Emirdağ Lahikasında merhum Necip Fazıl Bey’in Büyük Doğu Mecmuasından Lozan anlaşması ile alakalı uzun bir yazı. Hep bunlar Risale-i Nur’un ölümsüzleri arasına girmiştir..

Fakat bu zatların zaman zaman heyecanlı tavırları, hatta Demokratların aleyhine davranışları da olmuştur. Ayrıca İslama hizmet metodları da, daha çok konferanslar, kalabalık topluluklara kürsüden konuşma yapmaklar ve dine hizmeti için siyasi kadrolaşma nevinden hizmetler olduğu ve Bediüzzaman Hazretleri Nur Mesleğinin farkını belirtmek için “onlarla kardeşiz fakat siyaset noktasında değil” demiştir.

İşte bu noktaları nazara vermeden sanki Üstada onlara karşıymış veya onlar Üstadın zıddıymış veya yakın talebesi merhum Zübeyr Ağabey onların karşısındaymış gibi uydurma şeyler söylenmekta ve yazılmaktadır. (Bkz. Yeni Asya Gazetesi Latif Salihoğlu 29.06.2007)

Zübeyr Ağabeyle 1962 den vefatı olan 1971 kadar beraber kalan Rüşdü Ağabeye sorduğumuz soru ve anlatılan olay meselemize ışık tutması bakımından dikkat çekicidir.

“Soru: Zübeyir Ağabeyin sair müslüman cemaatlerle olan, münase betlerin, İslâmî tesanüdlerin, İslami kardeşliğe, İslam birliğine bakış tarzı nasıl?

Bir hadise ile bunun cevabını vereyim. Merhum Büyük Doğu sahibi Necip Fazıl Bey, büyük zatların tarihçesini, yazdı. Üstadımızın bölümünü aldık tashih ettik, fakat merhum Necip Fazıl Bey bu tashi­himizi kabul etmedi. Biz de o yanlışlar sebebiyle kabul etmedik, derken Mehmet Şevket Eygi bu eseri gazetesinde tefrika yaptı. Bu sefer bizimkiler (gazete kadrosu) Şevket Eygiye çok kızdılar ve bazı münakaşalar oldu. Biz ise mülayemetten gidiyorduk.

Durum şu:
Zübeyir Ağabey bizim merkezi kadro olarak Anadoluya bakan Süleymaniye 46 numara mensuplarının Nurculuğun hassasi yetinde yani hissiyat âlemimizde canlı ve metin, fakat beşeri münasebetlerde ve zâhirde İttihad-ı İslâmı koruma fedakârlığında olmamızı istiyor. Üstad bu dersi vermiş olduğundan bunu bize intikal ettirmek istiyordu.
Bir gün Zübeyir Ağabeyle, tuttuk yazıhaneye gittik, gidişimizin sebebi bu hadise dolayısiyledir. Zübeyir Ağabey bizim merkezi kadroya bir bilgi vere cek. Zübeyir Ağabeyle iç odada oturduk. Zübeyir Ağabey Şevket Eygi mevzuunda, bu hadise münasebetiyle, metanetli ve hararetli bir konuşma yaptı. Yani Üstada tebaiyet gerekir, bizim böylesi hadiselerde vurdum duymaz olamıyacağımız manasında telkinlerde bulundu.

Zübeyir Ağabey Hz. Üstadın Bu tarz hadiselerde bu manada tavır takındığını bize söylemişti. Yani daire dahilinde hassas ve metin, harice geldi miydi kasıtlı bir tecavüz olmamak şartiyle tamir ve ikaz edici mesleğini esas almağı ders verirdi. Yani mecburiyet olmadıkça dağıtıcı değil toplayıcı olmak geekiyor.

Zübeyir Ağabeyin o metin konuşmasından sonra Ağabeyle beraber medresemize gitmek üzere kapıdan çıktık derken yazıhaneye gelen Mehmet Şevket Eygi karşımızda göründü. Zübeyir Ağabey Ona karşı şiddetli tavır takınacağı zanniyle ben eyvah dedim şimdi ne olacak! derken Zübeyr Ağabey Şevket Eygiye sarılmak için kollarını açtı ve sarıldı ve tevazukâr bir tavırla:
“- Kardeşim ben hastayım, ziyaretinize gelemiyorum, kusura bakmayın” dedi.
Şevket Eygi:
“- Estağfurullah Abi bizim sizi ziyaret etmemiz lazım” cevabında bulundu.
İşte Zübeyir Ağabeyin hikmetli, yani hem hukuk-u Nuru, hem uhuvvet-i İslamiyeyi koruyan tavrı...
Bu manzaradan alınacak ders, ciddiyetle yeterlidir diyorum.
Sonra ne oldu? Bu ibretli tutumun inceliğini gereği gibi anlamayan bazı arkadaşları Şevket Eygi’ye gönderip, tehdit etmeleri için gençlerden bir heyet hazırladılar ve başlarına benim meşgul olduğum Nuri Tokdemir’i vazifelendirdiler ve direktif verdiler. Ben Nuriyi bir kenara çektim ve dedim:
“Aman böyle dedikleri gibi yapma.”
Tokdemir:
“Tamam Ağabey ben biliyorum” dedi ve gitti ve Şevket Eygi’yi ciddi bir dost yaptı. Tokdemir bu haberi getirince, onu hemen heyetten çı­kardılar.
Heyetin başına asabi mizaçlı zatları koydular, gittiler ve şiddetli münakaşalar oldu. Mahiyetini anlayamadıkları Zübeyir Ağabeyin konuşmasının tatbikatını yapıyorlar güya. Artık bu manzaralardan alınacak dersi siz anlayın ve İslâm âlemine teşmil edip doğacak müsbet veya menfi neticeleri tahayyül edin.”

Büyük Doğu Mecmuasında yayınlanan ve sonra Risale-i Nur Külliyatında 3 sayfa yer verilen tarihe ışık tutan makaleyi yayınlıyoruz. Tâ ki merhum Necip Fazıla ve küfre karşı neşriyatına Üstadın ne derece değer verdiği anlaşılsın. İşte Emirdağ Lahikası sayfa 31den 33 e kadar yayınlanan kısım:

“Bera-yı malûmat size gönderildi.
Büyük Doğu'nun yirmidokuzuncu sayısında; "Lozan'ın İç yüzü" diye yazılan makaleden:
İngiliz murahhas heyeti reisi Lord Gürzon, nihayet en manidar sözünü söyledi. Dedi ki:
"Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve Hristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz."
Lozan'da Türk murahhas heyeti başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıdları anlayamayan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hristiyan emellerinin Türkiye'yi mazisindeki ruh ve mukaddesatı kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz ve teminatı veriyor ve diyor ki:
"Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden (yani an'ane-i İslâmiyet'ten) kurtulmak hususunda besledikleri (yani İsmet'in beslediği) azmin, inkâr edilmez delilidir."

Harfi harfine iktibas ettiğimiz bu sözlerle, Türk başmurahhasının yani İsmet'in, eskiden kökleşmiş ve köhne olmuş engellerden kurtulmak hususunda Türk milletine beslediği kat'î azimle ne kasdettiğini ve bunu hangi maksad altında İslâmiyet düşmanlarına ivaz diye takdim ettiğini sormak lâzımdır.

Konferansın birinci defasında Türk başmurahhası, bizzât karar vermek vaziyetinde olmadığı ve büyüğüne, yani Mustafa Kemal'e bildirmek zorunda olduğu için, memlekete dönüyor; kendisini Haydarpaşa'dan Ankara'ya götüren tren ve devlet reisini (Mustafa Kemal) İzmir'den Ankara'ya götüren trenle Eskişehir'de buluşuyor. Bir arada ve başbaşa seyahat... Sonra Ankara gizli meclis toplantıları... Fakat esas mes'elelerde daima başbaşa. Mustafa Kemal ile İsmet beraber içtimaları ve karar: "Din öldürülecektir."

Lozan Konferansı'nın ikinci sahifesi: ...Artık herşey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dini terk ile herşey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve İsmet hükûmeti) bundan böyle bu millette, İslâmiyet'i katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasım dünyanın kumandanlarından, yani düşman ehl-i salib kumandanlarından, dini vurmakta daha hevesli olduğu ve örnekler vereceği ve bilhassa hudud dışı değil de, hudud içi ve millî irade yaftası altında çalışacağı şübheden vârestedir.

Nihaî Vesika

Lozan Muahedesinden sonra, İngiltere Avam Kamarası'nda "Türkler'in istiklalini ne için tanıdınız?" diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon'un verdiği cevab:
"İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz." Yani Mustafa Kemal ve İsmet'in verdikleri karar, Türk Milletini İslâmiyet ve din cihetinden öldürmek kararıdır.

Artık bunun üzerine herşey apaçık anlaşılıyor değil mi?..

Gizli anlaşmanın entrikası:
Türkler'e dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun'î istiklal işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas kimse de, şimdi Mısır Hahambaşısı bulunan Hayim Naum'dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika'da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türk'ün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani masonluk hasebiyle Kur'anın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müdhiş plânının zeminini Amerika'da hazırladıktan sonra İngiltere'ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:

"Siz Türkiye'nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyet'i ve İslâmî temsilciliklerini, ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ediyorum." Aynı Hayim Naum, Türk murahhaslar heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet'i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mani' kalmamıştır.

Hayim Naum o sırada Ankara'ya kadar da uzanarak plânın muvaffakıyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde -yani Mustafa Kemal yanında- emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki bu tesir, mahud mevzuda Hayim Naum'dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türk'ü içinden vurmanın plânını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.

İşte bu ehemmiyetli vesika, tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadîs-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hâdiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediye'ye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını gösterdiklerini ve yirmibeş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor. (Em:33)

İşte böyle kahraman zatlara Üstadımız herzaman sahip çıkmıştır. Bugün bile bu manada kaç gazete, mecmua böyle makale yazabilir. Hangisi kapanmayı göze alıpta böyle direk rejim müessislerine dokunabilir.

Merhum Hulusi Ağabeyimizin Üstadımıza yazdığı bir mektubunda Büyük Doğu ile alakalı şu malumatlar bulunmaktadır.
“Sâdisen: Nur'un neşri ve fütuhatı için Rahîm ve Kerim Rabbimiz muvaffak buyurduğu nisbette istihdamımız lillahilhamd devam ediyor.

Akşamları Nurlu cemaatten mürekkeb fakirhanemize gelen cemaate tedrisat-ı Nuriyede devam olunuyor.
Malatya seyahatimde oradaki alâkadarların çalışma tarzlarını söyledim. Büyük Doğucuların bu fakiri kendi zümrelerine katmak hususundaki tekliflerine:
"Büyük Doğuculuk siyasî bir teşekkül müdür?" diye sordum. "Evet" dedikleri için, "Sizin yalnız imanî ve Kur'anî mesaildeki müşkillerinizi ve izahını arzu ettiğiniz noktaları Risale-i Nur'un yardımı ile halle çalışırım. Benim mesleğim, ihtiyar ve şuurum taalluk etmeden Risale-i Nur dairesinde istihdamdan ibarettir. İman ve Kur'an mes'elelerinize hemfikrinizim. Fakat siyasetle iştigal edemem." mealinde cevab verdim.

Yalnız bu zümreden Nurlarla alâkadar olanlar var. Onların el ele vererek hem eserleri okumalarını ve anlayamadıkları yerleri sormalarını, Kur'anî hattı öğrenmeye gayret etmelerini rica ettim…

El bâki hüvel bâki
El-hubbu fillah muhibb-i muhlisiniz
Hulusi” (Em:148)

“Aziz, sıddık kardeşlerimiz Ziya ve Abdülmuhsin!

Üstadımız diyor ki:
"Eşref Edib kırk seneden beri iman hizmetinde benim arkadaşım ve Sebilürreşad'da makale yazan ve şimdi vefat eden çok kıymetli kardeşlerimin mümessili ve hakikî İslâmiyet mücahidlerinden bir kardeşimdir ve Nur'un bir hâmisidir. Ben vefat etsem de Eşref Edib, Nurcular içinde bulunmasıyla büyük bir teselli buluyorum.

Fakat Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alâkaları yok ve Risale-i Nur, rıza-i İlahîden başka hiç bir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risale-i Nur'un mensubları, içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar.
Yalnız Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlarını ehl-i dalaletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz, fakat siyaset noktasında değil.
Çünki iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği, bu manayı zedeler. İhlas kırılır. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nur'u hiç bir şeye âlet etmediler. Siyaset topuzuna el atmadılar.

Hem Nur Risaleleri küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altındaki anarşiliği ve üstündeki istibdad-ı mutlakı kırdığı cihetle, bir nevi siyasete teması var tevehhüm edilmiş. Halbuki Nur'un tercümanı, birtek mes'ele-i imaniyeyi dünya saltanatına değişmediğini mahkemelerde dava edip yirmibeş sene tarz-ı hayatıyla ve emarelerle isbat etmiştir."
Kardeşleriniz
Sadık, İbrahim, Zübeyr” (Em:36)

Risale-i Nur Külliyatından kısmen aldığımız bu ve benzeri bahisler daha buraya almadığımız yüzlerce hatıralar vardır ki, bu muharrir, yazar konferanscı, içtimaiyatcı şahıslar Üstadımıza dosttur ve Üstadımız ve başta Hulusi ve Zübeyr Ağabeylerimiz ve diğer ağabeylerimiz de o zatlara karşı dostluk vardır, takdir vardır. Fakat Nurun mesleğindeki farklı çizgi nazikane ve dostluğa zarar vermeyecek şekilde ifade ediliyor. Ve onların mesleği hiç de tenkid edilmiyor. Bu inceliği ayırdedemiyenler lütfen dikkatli konuşsunlar ve yazsınlar.

Bugün siyasi bir hareketin başındaki zatlar Büyük Doğucu veya Eşref Edipçi veya Osman Yükselci olsalar ne zararları var. Risale-i Nura, Üstadımıza muarız kimseler mi ki mütemadiyen bunlara Nurculuk adına saldırılıyor. Kaldıki o saldırdıkları siyasilerin içinde hatta başlarında önemli Nur Talebeleri var. Bunlar Risale-i Nur mesleğini en az bu saldırıyı yapanlar kadar bilirler. Hatta bu yazıları yazanlar Nur’un terbiyesinden geçmedikleri halde Nur terbiyesinde yetişen ve şimdi o siyasi hareketin içinde olanlar var. Ve Üstadın çizgisini de diğer arkadaşlarına kabul ettiriyorlar ki, Risale-i Nurun görüşüne muvafık çizgi takip ediyorlar.

Maksadımız Risale-i Nur’a muarız kazandırmak değil. Nurlarla iştigal eden yayın organı mensupları, durumları icabı farklı bir siyasete destek verseler bile başkasına, hususan ehl-i imana tecavüz etmesin. Sadece kanaatin beyan etsin ben böyle anladım desin yeter.

( Friday, 29 June 2007 )


KAYNAK: http://www.ittihad.com.tr/index.php?opt ... &Itemid=30

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Necip Fazıl: Risale-i Nur ve Said-i Nursi
MesajGönderilme zamanı: 31.12.09, 14:39 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Risaleciler Necip Fazıl'ı neden dövmek istedi?

Alıntı:
Merhum Zübeyr Ağabey ile başlangıçta 1962 den sonra Süleymaniye dersanesinde, daha sonra 1968 den sonra Haseki dershanesinde ve Kocamustafa Paşa’da Tevruz Dershanesinde vefatına kadar beraber kalan, Rüşdü Abinin anlattıklarında sadece merhum Zübeyir Ağabeyin Nur talebesi olmayan ve çeşitli vesilelerle İslama hizmet eden kimselere karşı tavrı ve davranışı nasıldı diye sorduklarımıza verdiği cevaplardan bir kısmını yayınlıyoruz.

Tâ ki, bir bazıları Zübeyir Abiyi kendi keyiflerine ve anlayışlarına göre konuşturmasınlar.

Soru: Zübeyir Ağabeyin sair müslüman cemaatlerle olan, münasebetlerin, İslâmî tesanüdlerin, İslami kardeşliğe, İslam birliğine bakış tarzı nasıl?

CEVAP: Bir hadise ile bunun cevabını vereyim. Merhum Büyük Doğu sahibi Necip Fazıl Bey, büyük zatların tarihçesini, [Daha sonra Son Devrin Din Mazlumları adı ile kitap haline getirilecektir.] yazdı. Üstadımızın bölümünü aldık tashih ettik, fakat merhum Necip Fazıl Bey bu tashihimizi kabul etmedi. Biz de o yanlışlar sebebiyle kabul etmedik, derken Mehmet Şevket Eygi bu eseri gazetesinde tefrika yaptı.

Bu sefer bizimkiler (gazete kadrosu) Şevket Eygi'ye çok kızdılar ve bazı münakaşalar oldu. Biz ise mülayemetten gidiyorduk.

Durum şu:

Zübeyir Ağabey bizim merkezi kadro olarak Anadoluya bakan Süleymaniye 46 numara mensuplarının Nurculuğun hassasi yetinde yani hissiyat âlemimizde canlı ve metin, fakat beşeri münasebetlerde ve zâhirde İttihad-ı İslâmı koruma fedakârlığında olmamızı istiyor. Üstad bu dersi vermiş olduğundan bunu bize intikal ettirmek istiyordu.

Bir gün Zübeyir Ağabeyle, tuttuk yazıhaneye gittik, gidişimizin sebebi bu hadise dolayısiyledir. Zübeyir Ağabey bizim merkezi kadroya bir bilgi vere cek. Zübeyir Ağabeyle iç odada oturduk. Zübeyir Ağabey Şevket Eygi mevzuunda, bu hadise münasebetiyle, metanetli ve hararetli bir konuşma yaptı. Yani Üstada tebaiyet gerekir, bizim böylesi hadiselerde vurdum duymaz olamıyacağımız manasında telkinlerde bulundu. Zübeyir Ağabey Hz. Üstadın Bu tarz hadiselerde bu manada tavır takındığını bize söylemişti. Yani daire dahilinde hassas ve metin, harice geldi miydi kasıtlı bir tecavüz olmamak şartiyle tamir ve ikaz edici mesleğini esas almağı ders verirdi. Yani mecburiyet olmadıkça dağıtıcı değil toplayıcı olmak gerekiyor.

Zübeyir Ağabeyin o metin konuşmasından sonra Ağabeyle beraber medresemize gitmek üzere kapıdan çıktık derken yazıhaneye gelen Mehmet Şevket Eygi karşımızda göründü. Zübeyir Ağabey Ona karşı şiddetli tavır takınacağı zanniyle ben "eyvah" dedim "şimdi ne olacak!" derken Zübeyr Ağabey Şevket Eygiye sarılmak için kollarını açtı ve sarıldı ve tevazukâr bir tavırla:
“- Kardeşim ben hastayım, ziyaretinize gelemiyorum, kusura bakmayın” dedi.

Şevket Eygi:

“- Estağfurullah Abi bizim sizi ziyaret etmemiz lazım” cevabında bulundu.

İşte Zübeyir Ağabeyin hikmetli, yani hem hukuk-u Nuru, hem uhuvvet-i İslamiyeyi koruyan tavrı...

Bu manzaradan alınacak ders, ciddiyetle yeterlidir diyorum.

Sonra ne oldu? Bu ibretli tutumun inceliğini gereği gibi anlamayan bazı arkadaşları Şevket Eygi’ye gönderip, tehdit etmeleri için gençlerden bir heyet hazırladılar ve başlarına benim meşgul olduğum Nuri Tokdemir’i vazifelendirdiler ve direktif verdiler.

Ben Nuriyi bir kenara çektim ve dedim:
“Aman böyle dedikleri gibi yapma.”
Tokdemir:
“Tamam Ağabey ben biliyorum” dedi ve gitti ve Şevket Eygi’yi ciddi bir dost yaptı. Tokdemir bu haberi getirince, onu hemen heyetten çıkardılar.

Heyetin başına kavgacı mizaçlı bazı şahısları koydular, gittiler ve şiddetli münakaşalar oldu. Mahiyetini anlayamadıkları Zübeyir Ağabeyin konuşmasının tatbikatını yapıyorlar güya.

Artık bu manzaralardan alınacak dersi siz anlayın ve İslâm âlemine teşmil edip doğacak müsbet veya menfi neticeleri tahayyül edin.

KAYNAK: ittihad.com.tr - Zübeyir Abi'nin Ehl-i İman ile Münasebeti
http://www.ittihad.com.tr/index.php?opt ... &Itemid=30





***

Alıntı:

Said-i Nursî'nin 74 yıl boyunca gizli kalan sorgu tutanakları

Murat Bardakçı


Haberturk
31.08.2009

İznini almadığım için ismini vermeyeceğim bir okuyucum, bana hafta içerisinde kendisine babasından kalan ve Said-i Nursî'nin 1935 yılında Isparta ve Eskişehir Sorgu Hâkimliklerince yapılan sorgu tutanaklarının asıllarını gönderdi. Tutanaklarda ilk bakışta dikkati çeken husus, Said-i Nursî'nin sonraki senelerde yazılan hayat hikâyesinde, hâkimlere karşı oldukça sert sözler kullandığının iddia edilmesine rağmen, bu sözlerin zabıtlarda bulunmaması

HAFTA içerisinde, Ankara'da yaşayan bir okuyucumun gönderdiği zarftan bir mektup ve bir dosya çıktı.
Mektupta "Ekte, rahmetli babamın evrakı arasında bulduğum ve Said-i Nursî'nin 1935 yılında Isparta ve Eskişehir Sorgu Hâkimliklerince yapılan sorgu tutanaklarının aslı bulunmaktadır. Yazılanlar ilginç olmakla birlikte, merakımı gidermekten öteye bana fazlaca bir yararı olmayacaktır. Bu düşünce ile çalışmalarınızda istifade edebilirsiniz diye size gönderiyorum. Değer bulursanız, muhafaza edebilirsiniz" deniyordu.
Said-i Nursî'nin sorgu tutanakları tamamı 44, metin kısmı ise 34 sayfa olan bir dosyaydı.
Bu son derece ilginç ve önemli evrakı gönderen okuyucumun ismini, iznini almadığım için vermiyor ama samimi teşekkürlerimi buradan ifade ediyorum.
20. yüzyılın ilk on yılından itibaren Türkiye'nin düşünce ve inanç tarihi üzerinde önemli bir etkisi olan Said-i Nursî'nin hayatının her safhası hakkında çok sayıda araştırma yapıldı. Üstelik, bizzat kendisi de, ömrünün son döneminde kaleme aldırdığı "Tarihçe-i Hayat" isimli eserde hayatını ayrıntılarıyla anlatıyordu.

11 AY HAPİS VE SÜRGÜN

Ömrü tutuklamalarla, mahkemelerle ve sürgünlerle geçen Said-i Nursî'nin hayatında 1935'teki tutuklanmasının önemli bir yeri vardı.
Öğrencilerinin ifadesine göre, kendisine bağlı olan 120 kişiyle beraber Isparta'da tutuklanıp Eskişehir'e gönderilmişti. "Dini ve dinî duyguları âlet ederek devletin iç güvenliğini ihlâle teşebbüsle" suçlanmış, Eskişehir'deki yargılamada kendisine 11 ay hapis ve Kastamonu'ya sürgün cezası verilmiş, talebesinden 15 kişi altışar aya mahkûm olmuşlar diğer öğrencileri ise serbest bırakılmışlardı.
İşte, okuyucumun bana gönderdiği tutanaklarda, Said-i Nursî'nin Isparta ve Eskişehir'deki ifadelerinin tam metni yeralıyor.

İFADE İLE YAYIN FARKLI

Said-i Nursî, "Tarihçe-i Hayat"ında gerçi mahkemelerdeki ifadelerinden bahsediyor ve ifade metinlerini de veriyor, ancak "Tarihçe-i Hayat"taki metin ile sorgu zaptı arasında üslûp bakımından önemli farklar var. En önemli fark, "Tarihçe-i Hayat" metninde Said-i Nursî'nin ifadesini alan hâkimlere karşı oldukça sert sözler kullandığının iddia edilmesine rağmen, bu sözlerin zabıtlarda bulunmaması, yani "İşte, ey Türkçülük dâva eden mülhid zâlimler!" yahut "Ey heyet-i hâkime! Bu uzun ifâdâtı-mı (ifadelerimi) dinlemekten usanmamak gerektir" gibisinden cümlelerin yeralmaması ve hâkimlere daha alttan alan bir üslupla hitap ettiğinin görülmesi.
Bu sayfada, Said-i Nursî'nin Isparta ve Eskişehir'deki ifadelerinin bazı bölümlerini, günümüzün diline aktararak ama cümle yapısını aynen muhafaza ederek veriyorum.

'Okurum ama yazım noksandır'

SAİD-i Nursî, 7 Mayıs 1935'te Isparta'da verdiği ifadede okuma bildiğini ama yazısının çok kötü olduğunu söylüyor:
- Arap harfleriyle okur yazar mısınız?
- Okurum fakat yazım gayet noksandır. Ancak hattıma (yazıma) alışabilenler okuyabilir.
- Barla'da yazı işlerini kim yaptı?
- Benim ziyaretime gelen herhangi bir şahsa kendime ait olarak yazdığım bu eserlerimi yine kendi şahsım için yazdırdım. Çünki, kendi yazım okunmayacak derecede olduğundan, gelen herhangi bir kimseye rica eder, beyaz ettirirdim (temize çektirirdim).

Osmanlı'da da, Cumhuriyet'te de hayatı hep sürgünlerde geçti

HAYATINI "Eski Said" ve "Yeni Said" şeklinde iki devreye ayıran ve resmî adı "Said Okur" olan Said-i Nursî 1876'da, Bitlis'in Hizan Kazası'na bağlı İsparit Nahiyesi'nin Nurs Köyü'nde doğdu.
Düzenli bir eğitimi olmadı. Sultan Abdülhamid'in iktidarı sırasında seyahat etmesi yasaklandı ve 1908 e yani Meşrutiyet'in ilânına kadar köyünün civarında yaşadı. Sonra İstanbul'a geldi, Derviş Vahdetî'nin Volkan Gazetesi'nde yazmaya başladı. O yıllarda "Said-i Kürdî" adını kullanıyordu ve "Bedîuzzaman" yani "zamanının en iyisi, eşi ve benzeri olmayanı" diye bir unvanı da vardı.
31 Mart ayaklanmasından sonra yargılandı, 1923'te Ankara'ya gitti, burada kısa bir müddet kalıp Van'a geçti.

MEZARI KAYBEDİLDİ

1925te, Şeyh Said İsyanı'ndan sonra önce Burdur'a, yedi ay sonra da Isparta'nın Barla nahiyesine sürgün edildi. Meşhur eseri "Risâle-i Nur"u burada yazmaya başladı. Sekiz sene Barla'da yaşadı, 1934 Temmuz'unda Isparta'ya gönderildi, 1935'te çok sayıda öğrencisiyle beraber Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandı, on bir ay hapse mahkûm edildi. Kastamonu'ya sürüldü, 1943'te yeniden tutuklandı, bu defa dokuz ay Denizli'de tutuklu kaldı ve Emirdağ'a sürgün edildi.
1947'de tekrar tutuklanan ve 20 ay Afyon Hapishanesi'nde yatan Said-i Nursî, tekrar Emirdağ'a gönderildi. 1950'de Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi üzerine seyahatlere başladı ve 1952'den itibaren iki defa İstanbul'a, 1960 darbesinden önce de Şanlıurfa'ya gitti. İçişleri Bakanlığı'nın emriyle yeniden Isparta'ya götürülmek istenirken, 1960'ın 23 Mart'ında Şanlıurfa'da hayata veda etti ve Halilü'r-Rahman Dergâhı'na defnedildi. Ama, dört ay sonra askerî yönetimin emriyle mezarı açıldı ve cenazesi alınarak bilinmeyen bir yere götürüldü.

'Hizmetlerimin yüzde doksanı, Türkler içindir!'

SAİD-i Nursî, ifadesinin bir bölümünde kendisinden "Kürt" diye bahsedilmesinden yakınırken şöyle diyor:
"Adalet açısından taraf tutma fikrini veren ve adaletin mahiyetini zulme çeviren bir hadise ile Isparta'da maruz kaldım.
Bu da, bazı sorgularda bana karşı 'Kürt' diye hitap edilmesidir.
Bununla hem ahıret kardeşlerimin millî hamiyetlerine ilişerek aleyhime bir his uyandırmak, hem de mahkeme ve adaletin mahiyetine bütün bütün zıt ve muhalif bir cereyan vermek istediler.
Evet, hâkim ve mahkemelerin taraf tutma şâibesinden aklanmış olarak gayet tarafsızca hareket etmesi adaletin birinci şartı olduğuna dair binlerce tarihî hatıra ve sosyal hadise delil gösterilebilir.

'ÖNCE, MÜSLÜMANIM'

Benim hakkımda bir yabancılık hissini veren ve adaletin bakışını şaşırtmak isteyen adamlara derim ki: Ben herşeyden evvel Müslüman'ım ve Kürdistan'da dünyaya geldim, fakat Türkler'e hizmet ettim ve yüzde doksan hizmetim Türk'e olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş, en sadık ve hâlis arkadaşlarım Türkler'den çıkmış ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, Kur'an doğrultusunda Türkler'i sevmekliğim hizmetlerimiz gereği bulunmuştur.
Bana 'Kürt' diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğimi hakiki ve civanmert binlerce Türk ile ispat ederim.
Benim kitaplarım Kürtler'in değil, belki tamamen Türkler'in elinden geçmiştir.
Bizi bu belâya sokan ve hükümetin mühim bazı erkânını kandıran ve milliyetperverlik perdesi altında entrikalar çeviren Isparta'daki (burada bir kelime anlaşılmıyor) benim hakkımda tesbit edilmeyen ve tesbit edilse dahi bir suç teşkil etmeyen, suçsa bile yalnız beni mes'ul eden bir madde yüzünden kırktan fazla Türk'ün kıymetli gençlerini ve muhterem ihtiyarlarını büyük bir cinayet işlemişler gibi bu belâya atmak milliyetperver varlık icabı mıdır?
Evet, sebepsiz bu işkenceli tevkife düşenler içerisinde öyleleri vardır ki, uzaktan ona yalnız bir selâm veya iman ile ilgili bir risâle gönderdiğim için onu bir cani gibi çoluk-çocuğu içinden alıp bu belâya atmak milliyetçilik midir?
Ben ki, nazarlarda yabancı millettenim. Bu tutuklu olan civanmerd ve muhterem Türk gençleri ve ihtiyarları içinde öyleleri vardır ki, on sene bana zulmeden memurlara beş seneden beri onların hatırları için beddua etmekten vazgeçtim.
Onların içinde öyleleri var ki, yüksek seciyelerinin en hâlis örneklerini büyük bir hayret ve takdir ile şahsiyetlerinde gördüm ve Türk milletinin başarma sırrını onlarda anladım.

'GARİP BİR İHTİYARIM'

...Binâenaleyh, Türkçülük dâvâ eden Isparta memurları Türk Milleti nin medâr-ı iftihârı olabilecek bu kadar insanı adi ve ehemmiyetsiz bahanelerle ve onların tabiriyle benim gibi bir Kürd'ün yüzünden perişan edip hor görüp küçük düşürmeleri milliyetçilikleri, Türkçülükleri, vatanperverlikleri iktizâsından mıdır, bunları tamamen vicdanınıza terkediyorum.
...Eğer bir suç varsa, kabul ettim, o benimdir. Diğerleri, büyüklüklerinden, benim gibi garip bir ihtiyar hocaya soba yakmak, su getirmek, yemek pişirmek, kendime mahsus bir risâlemi temize çekmek gibi cüz'i işlerimi sırf Allah için yapmışlar ve benim hatırım için hatıra defteri hükmündeki iki kitabımın sonuna imza atmışlardır. Acaba dünyada bir kimseyi bu sebeple paylayıp suçlayacak bir kanun, bir usul ve bir maslahat var mıdır?

http://www.haberturk.com/HTYazi.aspx?ID=3844

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 5 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 6 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye