Kayıt: 24.11.09, 16:40 Mesajlar: 25
|
said yazdı: Tarik-ı NURSİYirmi Altıncı Söz'ün Zeyli
Zeyl
Acz, Fakr, Şefkat, Tefekkür Tarikı
***
Zeyl
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
[Bu küçücük zeylin büyük bir ehemmiyeti var. Herkese menfaatlidir.]
Cenâb-ı Hakk'a vasıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur'andan alınmıştır. Fakat tarîkatların bâzısı, bâzısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kasır fehmimle Kur'andan istifade ettiğim "Acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür" tarîkıdır. Evet acz dahi, aşk gibi belki daha eslem bir tarîktir ki; ubûdiyet tarîkıyla mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi, Rahman ismine îsal eder. Hem şefkat dahi aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tarîktir ki Rahîm ismine îsal eder. Hem tefekkür dahi aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tarîktir ki, Hakîm ismine îsal eder. Şu tarîk, hafî tarîkler misillü, "Letâif-i Aşere" gibi on hatve değil ve tarîk-ı cehriye gibi "Nüfus-u Seb'a" yedi mertebeye atılan adımlar değil, belki "Dört Hatve"den ibarettir. Tarîkattan ziyade hakikattır, şeriattır. Yanlış anlaşılmasın: Acz ve fakr ve kusurunu, Cenâb-ı Hakk'a karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir. Şu kısa tarîkın evrâdı: İttiba-ı sünnettir, feraizi işlemek, kebâiri terketmektir. Ve bilhassa namazı ta'dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.
Birinci Hatveye: فَلاَ تُزَكّوُا اَنْفُسَكُمْ âyeti işaret ediyor.
(Orjinal Sayfa:503)
İkinci Hatveye: وَلاَ تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللّهَ فَاََنْسَيهُمْ اَنْفُسَهُمْ âyeti işaret ediyor.
Üçüncü Hatveye: مَا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ âyeti işaret ediyor.
Dördüncü Hatveye: كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ âyeti işaret ediyor. Şu dört hatvenin kısa bir izahı şudur ki:
Birinci Hatvede: فَلاَتُزَكّوُااَنْفُسَكُمْ âyeti işaret ettiği gibi: Tezkiye-i nefs etmemek. Zira insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki evvelâ ve bizzât yalnız zâtını sever, başka herşeyi nefsine fedâ eder. Mâbud'a lâyık bir tarzda nefsini medheder. Mâbud'a lâyık bir tenzih ile nefsini meâyibden tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabûl etmez. Nefsine perestiş eder tarzında şiddetle müdafaa eder. Hattâ fıtratında tevdi edilen ve Mâbud-u Hakikî'nin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazat ve istidadı, kendi nefsine sarfederek مَنِاتَّخَذَاِلَهَهُهَوَيهُ sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir. İşte şu mertebede, şu hatvede tezkiyesi, tathiri: Onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir.
İkinci Hatvede: وَلاَ تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللّهَ فَاََنْسَيهُمْ اَنْفُسَهُمْ dersini verdiği gibi: Kendini unutmuş, kendinden haberi yok. Mevti düşünse, başkasına verir. Fena ve zevali görse, kendine almaz ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve
(Orjinal Sayfa:504)
istifade-i huzuzat makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizâm etmek, nefs-i emmârenin muktezasıdır. Şu makamda tezkiyesi, tathiri, terbiyesi; şu hâletin aksidir. Yâni nisyan-ı nefs içinde nisyan etmemek. Yâni huzuzat ve ihtirasatta unutmak ve mevtte ve hizmette düşünmek...
Üçüncü Hatvede: مَا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ dersini verdiği gibi: Nefsin muktezası, daima iyiliği kendinden bilip fahr ve ucbe girer. Bu hatvede: Nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp; bütün mehâsin ve Kemâlâtını, Fâtır-ı Zülcelâl tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamdetmektir. Şu mertebede tezkiyesi, قَدْاَفْلَحَمَنْزَكّيَهَا sırrıyla şudur ki: Kemâlini Kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınasını fakrda bilmektir.
Dördüncü Hatvede: كُلُّشَيْءٍهَالِكٌاِلاَّوَجْهَهُ dersini verdiği gibi: Nefs, kendini serbest ve müstakil ve bizzât mevcûd bilir. Ondan bir nevi rubûbiyet dâva eder. Mâbuduna karşı adavetkârane bir isyanı taşır. İşte gelecek şu hakikatı derketmekle ondan kurtulur. Hakikat şöyledir ki: Herşey nefsinde mânâ-yı ismiyle fânidir, mefkuddur, hâdistir, madumdur. Fakat mânâ-yı harfiyle ve Sâni'-i Zülcelâl'in Esmâsına âyinedârlık cihetiyle ve vazifedârlık itibariyle şâhiddir, meşhuddur, vâciddir, mevcûddur. Şu makamda tezkiyesi ve tathiri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yâni kendini bilse, vücud verse; kâinat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yâni vücud-u şahsîsine güvenip Mûcid-i Hakikî'den gaflet etse; yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı vücudu, nihayetsiz zulümat-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enaniyeti bırakıp, bizzât nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikî'nin bir âyine-i tecellisi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcûdâtı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zira bütün mevcûdât, Esmâsının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcib-ül Vücud'u bulan, herşeyi bulur.
(S:505)
Hâtime
Şu acz, fakr, şefkat, tefekkür tarîkındaki dört hatvenin izahatı; hakikatın ilmine, şeriatın hakikatına, Kur'anın hikmetine dair olan yirmialtı aded Sözler'de geçmiştir. Yalnız şurada bir-iki noktaya kısa bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:
Evet şu tarîk daha kısadır. Çünki dört hatvedir. Acz, elini nefisten çekse, doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelâl'e verir. Halbuki en keskin tarîk olan aşk, nefisten elini çeker, fakat mâşuk-u mecâzîye yapışır. Onun zevalini bulduktan sonra Mahbub-u Hakikî'ye gider. Hem şu tarîk daha eslemdir. Çünki nefsin şatahat ve bâlâ-pervazane dâvaları bulunmaz. Çünki acz ve fakr ve kusurdan başka nefsinde bulmuyor ki, haddinden fazla geçsin. Hem, bu tarîk daha umumî ve cadde-i kübrâdır. Çünki kâinatı ehl-i vahdet-ül vücud gibi, huzur-u daimî kazanmak için idama mahkûm zannedip, "Lâ mevcûde illâ Hû" hükmetmeye veyahut ehl-i vahdet-üş şuhud gibi, huzur-u daimî için kâinatı nisyan-ı mutlak hapsinde hapse mahkûm tahayyül edip, "Lâ meşhude illâ Hû" demeye mecbur olmuyor. Belki idamdan ve hapisten gâyet zâhir olarak Kur'an afvettiğinden, o da sarf-ı nazar edip ve mevcûdâtı kendileri hesabına hizmetten azlederek Fâtır-ı Zülcelâl hesabına istihdam edip, Esmâ-i hüsnâsının mazhariyet ve âyinedârlık vazifesinde istimal ederek mânâ-yı harfî nazarıyla onlara bakıp, mutlak gafletten kurtulup huzur-u daimîye girmektir; herşeyde Cenâb-ı Hakk'a bir yol bulmaktır.
Elhasıl: Mevcûdâtı mevcûdât hesabına hizmetten azlederek, mânâ-yı ismiyle bakmamaktır...
* * *http://vimeo.com/7701656 Birinci Hatveye: فَلاَ تُزَكّوُا اَنْفُسَكُمْ âyeti işaret ediyor. 53. NECM: 32. Ayette... 32. Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir. İkinci Hatveye: وَلاَ تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللّهَ فَاََنْسَيهُمْ اَنْفُسَهُمْ âyeti işaret ediyor. 59. HAŞR 19. Ayette... 19. Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir. Üçüncü Hatveye: مَا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ âyeti işaret ediyor. 4. NİSA 79. Ayette... 79. Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter. Dördüncü Hatveye: كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ âyeti işaret ediyor. 28. KASAS 88.Ayette... 88. Allah ile birlikte başka bir ilaha tapıp yalvarma! O'ndan başka ilah yoktur. O'nun zâtından başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz. Birinci Hatve (adım; basamak; aşama) : "Acz" denmiş idi. İkinci Hatve(adım; basamak; aşama): "Fakr" denmiş idi. Üçüncü Hatve(adım; basamak; aşama): "Şefkat" denmiş idi. Dördüncü Hatve(adım; basamak; aşama): "Tefekkür" denmiş idi. Şimdi şu metni sadeleştirelim:said yazdı: NURSİ TARİKATIYirmi Altıncı Söz'ün Eki
EK
"Acz+Fakr+Şefkat+Tefekkür" Tarikatı = NURSÎ TARİKATI*** EKبِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ[Bu küçücük ekin büyük bir önemi var. Herkese faydalıdır.] Cenâb-ı Hakk'a ulaşacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur'andan alınmıştır. Fakat tarîkatların bâzısı, bâzısından daha kısa, daha selâmetli, daha kapsamlı oluyor. O tarîkler içinde, kasır(=Dar, kısa, noksan) anlayışım ile Kur'andan istifade ettiğim "Acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür" tarîkıdır. Evet acz da, aşk gibi belki daha eslem (=Daha selâmetli ve sağlam) bir tarîktir ki; ubûdiyet tarîkıyla mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi, Rahman ismine ulaştırır. Hem şefkat dahi aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tarîktir ki Rahîm ismine ulaştırır. Hem tefekkür dahi aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tarîktir ki, Hakîm ismine ulaştırır. Şu tarîk, hafî(sessiz zikir yaptırılan) Nakşıbendiyye gibi tarîkler benzeri, "Letâif-i Aşere" (10 latife) gibi on hatve (=adım, kısım, bölüm, basamak) değil ve (sesli zikir yaptırılan) tarîk-ı cehriye gibi "Nüfus-u Seb'a" (Yedi nefs) yedi mertebeye atılan adımlar değil, belki "Dört Basamak"dan ibarettir. Tarîkattan ziyade hakikattır, şeriattır.Yanlış anlaşılmasın: Acz ve fakr ve kusurunu, Cenâb-ı Hakk'a karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir. Şu kısa tarîkın evrâdı (gündelik yapılması gereken görevleri): Sünnete uygun harekettir, farzları işlemek, büyük günahları terketmektir. Ve bilhassa namazı ta'dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır. Birinci Basamakta: "kendinizi temize çıkarmayın" âyeti işaret ediyor.
İkinci Basamakta: "Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın" âyeti işaret ediyor.
Üçüncü Basamakta: "Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir" âyeti işaret ediyor.
Dördüncü Basamakta: "O'nun zâtından başka her şey yok olacaktır" âyeti işaret ediyor. Şu dört adımın kısa bir izahı şudur ki: Birinci Basamakta: "kendinizi temize çıkarmayın" âyeti işaret ettiği gibi: Nefsi temize çıkartmamak. Zira insan, cibilliyeti ve yaratılışı nedeniyle nefsini sever. Belki evvelâ ve bizzât yalnız zâtını sever, başka herşeyi nefsine fedâ eder. Mâbud'a lâyık bir tarzda nefsini över. Mâbud'a lâyık bir tenzih ile nefsini eksikliklerden tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabûl etmez. Nefsine tapınma tarzında şiddetle savunur. Hattâ yaratılışında tevdi edilen ve Mâbud-u Hakikî'nin hamd ve tesbihi için ona verilen organları ve yetenekleri, kendi nefsine sarfederek مَنِاتَّخَذَاِلَهَهُهَوَيهُ sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir. İşte şu mertebede, şu basamakta tezkiyesi, temizlenmesi: Onu tezkiye etmemek, temize çıkartmamaktır.İkinci Basamakta: "Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın" dersini verdiği gibi: Kendini unutmuş, kendinden haberi yok. Ölümü düşünse, başkasına verir. Fena ve zevali görse, kendine almaz ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzuzat makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizâm etmek, nefs-i emmârenin muktezasıdır. Şu makamda tezkiyesi, tathiri, terbiyesi; şu hâletin aksidir. Yâni nisyan-ı nefs içinde nisyan etmemek. Yâni huzuzat ve ihtirasatta unutmak ve mevtte ve hizmette düşünmek...Üçüncü Basamakta: "Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir" dersini verdiği gibi: Nefsin muktezası, daima iyiliği kendinden bilip fahr ve ucbe girer. Bu adımda: Nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp; bütün iyilikler ve olgunluklarını, Fâtır-ı Zülcelâl (=ALLAH) tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamdetmektir. Şu mertebede tezkiyesi, قَدْاَفْلَحَمَنْزَكّيَهَا sırrıyla şudur ki: Kemâlini Kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınasını fakrda bilmektir.Dördüncü Basamakta: "O'nun zâtından başka her şey yok olacaktır" dersini verdiği gibi: Nefs, kendini serbest ve müstakil ve bizzât mevcûd bilir. Ondan bir nevi rubûbiyet dâva eder. Mâbuduna karşı adavetkârane bir isyanı taşır. İşte gelecek şu hakikatı derketmekle ondan kurtulur. Hakikat şöyledir ki: Herşey nefsinde mânâ-yı ismiyle fânidir, mefkuddur, hâdistir, madumdur. Fakat mânâ-yı harfiyle ve Sâni'-i Zülcelâl(=ALLAH)'in Esmâsına âyinedârlık cihetiyle ve vazifedârlık itibariyle şâhiddir, meşhuddur, vâciddir, mevcûddur. Şu makamda tezkiyesi ve tathiri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yâni kendini bilse, vücud verse; kâinat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yâni vücud-u şahsîsine güvenip Mûcid-i Hakikî'den gaflet etse; yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı vücudu, nihayetsiz zulümat-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enaniyeti bırakıp, bizzât nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikî(=ALLAH)'nin bir âyine-i tecellisi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcûdâtı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zira bütün mevcûdât, Esmâsının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcib-ül Vücud(=ALLAH)'u bulan, herşeyi bulur. SonuçŞu acz, fakr, şefkat, tefekkür (NURSİ) tarîkındaki dört adımın izahatı; hakikatın ilmine, şeriatın hakikatına, Kur'anın hikmetine dair olan yirmialtı aded Sözler'de geçmiştir. Yalnız şurada bir-iki noktaya kısa bir işaret edeceğiz. Şöyle ki: Evet şu tarîk daha kısadır. Çünki dört basamaktır. ( Nakşıbendiyye: 10 latifenin arındırılması= On basamak ; Kadiriyye, Halvetiyye gibi cehri zikir yaptırılan tarikatler: yedi nefsin islahı = yedi basamak) Acz, elini nefisten çekse, doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelâl'e verir. Halbuki en keskin tarîk olan aşk, nefisten elini çeker, fakat mâşuk-u mecâzîye yapışır. Onun zevalini bulduktan sonra Mahbub-u Hakikî'ye gider. Hem şu tarîk daha eslem(=Daha selâmetli ve sağlam)dir. Çünki nefsin şatahat ve bâlâ-pervazane dâvaları bulunmaz. Çünki acz ve fakr ve kusurdan başka nefsinde bulmuyor ki, haddinden fazla geçsin. Hem, bu tarîk daha kapsamlı ve en geniş caddedir. Çünki kâinatı ehl-i vahdet-ül vücud gibi, huzur-u daimî kazanmak için idama mahkûm zannedip, "Lâ mevcûde illâ Hû" hükmetmeye veyahut ehl-i vahdet-üş şuhud gibi, huzur-u daimî için kâinatı nisyan-ı mutlak hapsinde hapse mahkûm tahayyül edip, "Lâ meşhude illâ Hû" demeye mecbur olmuyor. Belki idamdan ve hapisten gâyet zâhir olarak Kur'an afvettiğinden, o da sarf-ı nazar edip ve mevcûdâtı kendileri hesabına hizmetten azlederek Fâtır-ı Zülcelâl(=ALLAH) hesabına istihdam edip, Esmâ-i hüsnâsının mazhariyet ve âyinedârlık vazifesinde istimal ederek mânâ-yı harfî nazarıyla onlara bakıp, mutlak gafletten kurtulup huzur-u daimîye girmektir; herşeyde Cenâb-ı Hakk'a bir yol bulmaktır.Elhasıl: Mevcûdâtı mevcûdât hesabına hizmetten azlederek, mânâ-yı ismiyle bakmamaktır... * * * http://vimeo.com/7701656 Bu -nevzuhur- tarikatın: Kurucusu: Said-i Nursi Hz. Evradı: Yukarıda Esasları: Yukarıda El Kitabı: RNK Müntesibleri: Risaleciler... Bir Nevi Mürşidleri: "Abey"ler... Silsilesi : Meçhul İddia: Bu tarikat şimdiye kadarki en kısa; en kapsamlı, en geniş ve en selametli yoldur. O halde: Koşun buraya !.. Koşun bu en kısa; en kapsamlı ve en selametli cadde-yi kübrâya... *** Bunu şimdiye kadar sayıları milyonu bulan "Risaleci okur-yazar"lardan -herhalde bir tek- FG anladı ve o yuzden Said-i Nursi Hz.ne "Hazret-i Pir" diyor. FG; epeyce edinmiş olduğu anlaşılan tasavvuf kültürü ve çocukluğunda şahid olduğu tarikat uygulamaları ile kıyaslayarak bunu anlamış olabilir. Fakat bu tarikatın evrâdı diye belirtilen konuların "evrâd-ı tarikat" olarak yetersizliğini ve manevi tekamul ile alakasızlığını da anladığı için Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi Hz. nin evrâd kitabına (Mecmuâtu'l Ahzâb) yönelmeyi "tarikatın müçtehidi" veya " Pir-i Sâni"si olarak vâz etmektedir. "Er yarın Hakk divânında bell'olur..."
|
|