Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 36 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: "Tarikat-ı Said-i NURSİ" ("Risaleci"yye Tarikatı)
MesajGönderilme zamanı: 02.02.10, 16:12 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.12.09, 22:13
Mesajlar: 147
mübarek kardeşim,

1958-59 yıllarında Üstad, tüm latin alfabesi ile basılacak risaleleri elden geçiriyor, bazı risaleleri de Osmanlıca kalmasını, o vakit latin alfabesi ile basılıp dağıtılmasını istemiyor. zaten bu risalelerin başında genellikle mahremdir, herkese bildirilmez diye de yazdırmış. tabi bunlara Osmanlıca'sına halen herkes ulaşabilir ve bir çoğu da daha sonra latin alfabesi ile de yazılmış ama basılmamış sanıyorum.

yoksa latince yazılmış risaleleri tek tek tahsis etmiyor, latince basılacakları tahsis ediyor.

kaldı ki, o dönemlerde evinde risale bulunduranların, okuyanların da mahkemeye gittiği, tutuklandığı da göz önüne alınırsa, bu Risalelerin dikkatlice ve pek özenli bir şekilde basıldığı, yayıldığı görülmelidir.

yoksa ne o zaman ne de şimdi, talebelerinden hiç kimse kendi kafasına göre bir ekleme yada bir çıkarma yapmamıştır, yapamaz da.

vesselam..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: "Tarikat-ı Said-i NURSİ" ("Risaleci"yye Tarikatı)
MesajGönderilme zamanı: 03.02.10, 17:42 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
tanhu yazdı:
1958-59 yıllarında Üstad, tüm latin alfabesi ile basılacak risaleleri elden geçiriyor, bazı risaleleri de Osmanlıca kalmasını, o vakit latin alfabesi ile basılıp dağıtılmasını istemiyor. zaten bu risalelerin başında genellikle mahremdir, herkese bildirilmez diye de yazdırmış. tabi bunlara Osmanlıca'sına halen herkes ulaşabilir ve bir çoğu da daha sonra latin alfabesi ile de yazılmış ama basılmamış sanıyorum.

yoksa latince yazılmış risaleleri tek tek tahsis etmiyor, latince basılacakları tahsis ediyor.

kaldı ki, o dönemlerde evinde risale bulunduranların, okuyanların da mahkemeye gittiği, tutuklandığı da göz önüne alınırsa, bu Risalelerin dikkatlice ve pek özenli bir şekilde basıldığı, yayıldığı görülmelidir.

yoksa ne o zaman ne de şimdi, talebelerinden hiç kimse kendi kafasına göre bir ekleme yada bir çıkarma yapmamıştır, yapamaz da.

vesselam..


İşte M Sıddık Şeyhanzade, Said Nursi Hz.lerinin latince, yani yeni harflerle okuyamadığını, bizzat kendisinin söylediğini ifade ediyor.

Çeşitli mülakatlarından alıntılar:

* Said Nursi Hazretleri zamanında dahi Risale-i Nur külliyatının Latince basımında tahrifatlar yapıldığını ifade eden Sıddık Dursun, "Risale-i Nurlar da tahrif edildi. Hıfz olan sadece Kur'an-ı Kerim'dir. Bunu Risaleleri dikkatlice okuyan herkes anlar" diye konuştu.

* "Bu bir iddia değil, birebir tespit ettiğim tahrifatlardır. Şu anda piyasada olan Risale-i Nur'larda bir takım, ciddi değişiklikler yapılmıştır."

* Üstad eserinde şöyle diyor; “Ben Latinceden bir tek harfi bilmediğim için o mübarek gazeteyi (Cihat Gazetesi) bana gönderiyorlardı ben okuyamıyordum, anlamıyordum.” Onun için Üstad, Hattı Kur’an hakim olsun diye bütün gücüyle çalışmış fakat daha sonra bakmış üniversite gençliği Risale-i Nur’lardan mahrum kalıyor, eserlerinin Latinceye çevrilmesine müsaade etmiştir. Bunların detayına fazla girmek istemiyorum. Üstad ancak Latinceye zaruret derecesinde cevaz vermiştir.

* Maalesef on dört cilt olarak basılmış en başta. O zaman ilk basıldığı zaman tarih 1956-1957’dir. O tarihlerde basılmış. Ki o zaman Tahsin Tola milletvekiliydi, onun riyaseti altında kitaplar basılıyor. Belli kısıtlamalar vardı, ama yine izin verdiler. Fakat belli bir çerçeve altındaydı. O zaman bazı tahrifatlar da oldu. Bu gerçek. Bediüzzaman’ın kendisi ifadesi diyor ki: “Ben Latinceden tek bir harf bile tanımıyorum.” Yani bunu iyi bilmemiz lazım. Yani “Bediüzzaman’ın kendisi tahsis(değiştirme) yapmıştır” diyenlerin kulakları çınlasın. Beni onların aleyhlerinde konuşturmaya zorlamayın. Ben gerçeği söylüyorum. Bediüzzaman’ın kendisi, “latinceden tek bir harf bilmiyorum” diyor. Hatta bir gün Allah kendisine rahmet eylesin Mustafa Acet abi diyor: “bir sandığın üzerine çıktım, duvara çivi çakıyordum.” Üstad kızdı bana: “hemen aşağı in” dedi. “O gazetelerin üstüne çıkma, sen görmüyor musun, onun üzerinde harfler var, kelimeler var, yazılar var. Onun üzerine nasıl çıkabiliyorsun?” Mustafa Acet abi aktarıyor: “Yazılar da Latinceydi. Bununla beraber Üstad’ın yazıya olan hürmetinden dolayı, dedi ki sen yazı olan bir tahtanın üzerine çıkmazsın” diyor. Bu kadar meseleye dikkate diyor.


Bütün bunlar, Risalelerin latince yazılmış olanlarının Said Nursi'ce BİZZAT tashih edilemeyeceğini gösteriyor zaten... Birisi okur, Nursi merhum dinler o başka... Aksini iddia etmek için Şeyganzade'nin yalan söylediğini iddia etmeniz lazım. Zaten en ucuz reddiye yöntemi, kim ne derse desin yalandır deyip sıyrılıyorlar.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: "Tarikat-ı Said-i NURSİ" ("Risaleci"yye Tarikatı)
MesajGönderilme zamanı: 03.02.10, 17:45 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Şu Üç Makale Konuya İlişkin ayrıntılar İçeriyor:

--------------------------------------------------------------------------

Muhammed Özkılınç mozkilinc@hotmail.com 2010-01-16

Bedîu'z zaman Said nursi (rh.a) nin kıyam teessürü

Üstad Said nursi (rh.a) nin hayatını islama ilgisi olan herkes az çok bilir. Doğunun bir çok medreselerinde islami ilimleri tahsil etmiş, Allah (cc) ın kendisine olan özel zeka ve mevhibeleri sebebiyle de kısa zaman da farklılığı kabul edilip Bedîu'z zaman lakabıyla anılır olmuş. En önemli özelliği ise Allah (cc) ın şeriatı uğrunda gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgememesidir. Hayatının esaret, sürgün, işkence ve zindanlarda geçmesinin asıl sebebi de budur.

Durum buyken onun, Allah (cc) ın şeriatını ortadan kaldıran bir otoriteye adeta rıza gösterdiği ve bu sebeple Şeyh Said (rh.a) in kıyamından teberri ettiği iddiası onun tabiatına, hayatıyla ispat ettiği direniş ruhuna ve onun çok iyi bildiği islamın ilkelerinne aykırı bir durumdur.

Daha önce konuyla ilgili yazılarımıza tuhaf tepkiler geldi. Bu tepkiler nur şakirdi geçinen nice yığınların, üstadın ideallerine tam ters istikamette olduklarının bariz örnekleriydi. Sanki bu nurculuk oyunu oynayan garibanlar, Bedîu'z zaman Said nursi (rh.a) nin haytını hiç okumamış, onun verdiği mücadeleyi; kime, niçin, nasıl ve hangi şartlarda vediğinden haberdar değillerdi…

Bunlar Bedîu'z zaman Said nursi (rh.a) nin duvar yazıları haline nice sözlerini hiçmi okumamışlar. Bu sözlerin, çile dolu bir hayatın, mertliğin, yiğitliğin ve tuğyana karşı direnişin en güzel örneğini sadece bu sözlerde dahi bulabilirsiniz. Rısaleyi nurla hiç tanışmayan nice insanlar dahi sadece bu sözlerle üstadın mezkur vasıflarını bilir ve takdir ederler. İşte bazı örnekler:

* Allah'a hakiki abd olan, başkalarına abd olamaz.

* Saçlarım kadar başım olsa, hak yoluna feda olsun.

* Zalimler için yaşasın cehennem.

* Ümitvar olunuz, su istikbal inkilabâti (gelecekteki devrimler) içersinde, en yüksek sada (ses), Islam’in sadasi olacaktir.

* Her söyledigin dogru olmali, fakat her dogruyu her yerde söylemek dogru degildir.

* "Paşa! Paşa! İslamiyette , imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur."

* Zaman gösterdi ki cennet ucuz değil cehennem dahi lüzumsuz değil.

Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, bugün risaleyi nuru hoyratça kullanan nice taifeler, sadece risaleyi nurda tahrifat yapmakla kalmamış, artık kendi fikir ve şablonlarını risaleyi nurun önene geçirmiş ve üstüne çıkarmışlardır. Artık bunlar fikirlerini ağabeylerinin kitap, dergi, gazete, radyo, tv vs kitle iletişim organlarından almaktadırlar.

İçeriği; bazen demokrasi, bazen liberalizm, bazen light islam bazen şu veya bu batı ülkesinin mandacılığı veya bazen şovenizm ve ırkçılık olan bu fikirlerin foyası belli olmasın diye “risaleyi nur” veya nurculuk ambalajına sarılarak sunulmaktadır. Şeriatçılık Bedîu'z zaman Said nursi (rh.a) nin hücrelerine işlemişti, ondan bu İslam karşıtı bu mozaik fikirler nasıl çıkabilir. Demek ki bu işte bir bit yeniği var.

Örneğin Şeyh Said (rh.a) kıyamıyla ilgili tavrını nasıl da tersine çevirivermişler. Güya Bedîu'z zaman (rh.a) "Altıyüz sene İslamiyetin bayraktarlığını yapmış bu milletin torunlarına kılıç çekilmez. Halk irşad edilmelidir." Demişmiş. Bu apaçık bir çarpıtmadır.

Mumammed Sıddık Şeyhanzade, “nurculuğun tarihçesi” isimli eserinde, risaleyi nurdaki yüzlerce çarpıtma örnekleri içerisinde (bakınız a.g.e. s. 10 tenvir neşriyat ist. Birinci baskı 2003 )bu konuyu açıkça zikretmektedir. Risaleyi nurdaki tahrifatı başka bir yazıda inceleyeceğiz inşallah.

Teodor Herzl Emanuel Karaso, Aram Efendi, vb kafirlerle işbirliği içine girerek; sultan Abdulhamid’i tahttan indiren, alenen ve kasten ümmeti İslam’ın paramparça olmasına sebep olan ve böylece üç kıtaya yayılan Osmanlı imparatorluğunun köküne incir diken İttihat ve terakki komplocuları, Osmanlının torunu falan olamazlar. Bunlar Osmanlı hanedanını avrupa’ya sürerken, “bunların dedelerinin mezarlarını açıp, kemiklerini torbalara doldurup, ellerine verelim beraberinde götürsünler. Aksi halde yarın bunların mezarları dahi başımıza bela olabilir.” Diye meclise teklif sunmuşlardır. Biraz tarih okuyun…

Hadi oldular diyelim ne değişir tüm bu hıyanetleri yapan, daha sonraki yıllarda Allah (cc) ın şeriatını ayaklar altına alan, İslam'a ve Kur'an’a ait her şeye, kırmızıya saldıran boğa misali saldıran aynı güruh değil mi? Halen de aynı mezalim devam etmiyor mu? Şeyh Said (rh.a) in kıyamı da bu güruha karşı değil miydi? Her müslümanın da her tür küfür şirk ve tuğyana karşı olması gerekmez mi? El insaf!!!…

Şeyh Said (rh.a) in oğlu Şeyh Salahaddin der ki: ağabeyim Şeyh Ali Rıza’nın hastalığı nedeniyle beraber ankaraya hastaneye gittik. Taburcu olduğunda, Bedîu'z zaman Said nursi (rh.a) nin Ankara da olduğunu işittik. Ağabeyim, gidip üstadı ziyaret edelim dedi ve beraber gittik. Kapıda ziyaret için bekleyen epey bir kalabalık vardı, ağabeyimin sağlık durumu da beklemeye pek elverişli değildi. Dedi ki; “kendimizi tanıtacak bir not yazıp kapı görevlisine verelim, eğer bize bir öncelik verilirse görüşelim yoksa fazla bekleyecek takatim yok”

Notumuz içeriye ulaşıp Şeyh Said (rh.a) in çocukları olduğumuz anlaşılınca, bekletilmeden içeri alındık. Bedîu'z zaman Said nursi (rh.a) bizi görünce ayağa kalkıp bizi kucakladı, “gelin bakalım kardeşimin çocukları” diyerek epeyce iltifatlarda bulundu. Sonra bize şu açıklamaları yaptı:

“Şeyh Said (rh.a) beni kıyama davet ettiğinde değişik sebeplerle ona icabet edememiştim, keşke icabet etseydim. Takdiri ilahi böyleymiş. Fakat ben Şeyh Said (rh.a) i rüyamda gördüm, biraz önce sizi kucakladığım gibi o da beni kucakladı ve “Kardeşim Said! ben küfrü mutlakaya karşı cihad ettim, sen ise cehli mutlakaya karşı cihad ettin Allah (cc) ikimizin de amelini kendi rızası için kılsın.” dedi. Bu rüya onun davetine icabet etmeme konusundaki üzüntümü hafifletti.”

Bu ifadeleri halen hayatta olan Palolu bir alimden (ismi bende mahfuz) dinledim. Aynı zat şu ifadeleri de ekledi; “Paloda bu işe ilgisi olan bir çok yaşlı kesim bu görüşmeyi iyi bilmektedir ve her keste bilir ki, Ali Rıza efendi hilaf konuşacak birisi değildir. Ayrıca aynı konuyu 1978 yıllında “yazıcı” diye tabir edilen rısaleyi nur şakirtlerinin yanında bulunduğum esnada ağabeylerimden işitmiştim. (rısaleyi nur benim de ilk göz ağrımdır. Bir yılı yatılı olmak üzere iki buçuk yıl rısaleyi nur yazdım, daha sonra doğu medreselerine ilim tahsiline gittim.)

Muhammed Sıddık hoca efendi de mezkur eserinde aynı konuya değinerek, üstadın (rh.a) Şeyh Said (rh.a) in oğullarıyla Ankara’da görüştüklerini doğrulamakta ve aralarında geçen diyaloğu da ikinci bir kitabında detaylarıyla yazacağını bildirmektedir. (a.g.e. S. 175)

Esasen risalelerdeki tahrifatı önce irdeleseydik, Bedîu'z zaman (rh.a) ın Şeyh Said (rh.a) e olan mesajının nasıl olmuşta böyle ters yüz olduğu daha iyi anlaşılacaktı. Bu konuyu bir sonraki yazıya bırakalım inşallah. Yukarda ismi geçen kitap bu konuda çok net deliller içermektedir. Ayrıca siz, netten arama sayfasına, “risaleyi nurdaki tahrifatlar” vb bir ifade yazıp ararsanız, nice sitelerde mukayeseli olarak yapılan değişiklikleri göreceksiniz.

Şunu kesinlikle belirtmeliyim ki; gaye bekçi dövmek değil üzüm yemektir. Abid, zahid ve de mücahid bir alime buğzetmek akidevi bir tehlikedir. Ne olur tüm İslam alimleri gibi Şeyh Said (rh.a) i de doğru söyleyen tarihlerden okuyunuz, yalan söyleyen tarihten değil.


Habervaktim com

http://www.habervaktim.com/yazar/20923/ ... suru_.html

---------------------------------------------------------------------------------------------------------

Risale-i Nur tahrif olmuştur. Biz böyle bilelim, ama dış âlem bilmesin 18 Ağustos 2009 Salı, 08:04

Evet, Risale-i Nur tahrif olmuştur. Biz böyle bilelim, ama dış âlem bilmesin

Said Nursi Hazretleri zamanında dahi Risale-i Nur külliyatının Latince basımında tahrifatlar yapıldığını ifade eden Sıddık Dursun, "Risale-i Nurlar da tahrif edildi. Hıfz olan sadece Kur'an-ı Kerim'dir. Bunu Risaleleri dikkatlice okuyan herkes anlar" diye konuştu Mevcut Nur cemaatlerinden birçok konuda farklı düşünen Sıddık Dursun, Nur hareketinin mecraasını değiştirdiğini belirtiyor. İsim vermeden Mustafa Sungur, Mehmet Kırkıncı, Said Özdemir, Mehmet Kutlular, Hüsnü Bayram, Mehmet Fırıncı ve Mehmet Birinci gibi Nur cemaatleri liderlerini eleştiriyor. Tenvir Neşriyat'ın sahibi olan Dursun, Risalelerin tahrif edildiğini belirtiyor. Kendisine yapılan Kürtçülük eleştirisini kabul etmeyen Dursun, "Ben ümmetçiyim" diyor.

-Mevcut Nur cemaatleri ile birçok konuda farklı düşünüyorsunuz. Fikir ayrılığınızın altında yatan temel unsurlar nelerdir?

-Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken Risale-i Nurlarla tanıştım. Bütün hayatım Risale-i Nurların neşriyle geçti. Şu an Nur talebeleri olarak görünen cemaat liderlerinin aksine farklı bir tavır içerisinde oldum. Said Nursi'nin has talebeleri olan Hüsrev, Mehmet Fevzi, Hulusi, Tahir Mutlu, Hasan Atıf, Mustafa Acet, Refet ve diğer abilerle görüştüm. Herkese aynı mesafede durmuş, aynı samimiyeti göstermiş ve Risale-i Nurların neşri konusunda da icazetlerini aldım.

Gelinen çizginin Risale-i Nurun dışında bir çizgi olduğunu gördüm. Bunları bütün abilerle bire bir konuştum. Hiçbir akidem ve düşüncem Üstad'ın çizgisinin dışında olmamış ve olamaz. İnandığım çizgi, Bediüzzaman'ın mehdiyet çizgisidir. Üstad zamanında dahi külliyattın Latince basımında tahribatlar yapıldığını gördüm. Bakın size Hekimoğlu İsmail ile aramızda geçen ilginç bir olayı anlatayım. Risale-i Nurların tahrif edildiğini kendisine anlattım, bana "ispat et" dedi. Yanlışlarını ispat edince de dönüp, "Evet, Risale-i Nur tahrif olmuştur. Biz böyle bilelim, ama dış âlem bilmesin" dedi. Kendisine İncil ve Tevrat'taki tahrifatlarla beraber, binlerce hadisin tahrifini hatırlatarak Risale-i Nurların da bu tehlike ile karşı karşıya kalacağını söyledim. 'Hıfz olan sadece Kur'an-ı Kerim'dir' dedim. Bunu risaleleri dikkatlice okuyan herkes anlar. Bu tahrifatları sayfa sayfa bütün abilerle görüşüp anlattım. Envar Neşriyat, Bediüzzaman'ın "Ben o putu kırdım" sözünü "Ben pot kırdım" gibi çirkin bir şekilde değiştirdi. Bunların hepsini ispatlayabilirim. Üstad, Latince'den tek bir harf bile tanımıyordu. Üstad'ın Latince bilmemesinden istifade ederek, tahrifatlar yaptılar. Hulisi ve diğer abilerle bu tahrifattan konuştuk. Mehmet Fevzi abi bir gün bana şu sözü söyledi: "Kardeşim; bazıları çıkarlar, derler ki biz de vârisiz. Bizim de ismimiz Risalelerde geçiyor. Onlara karışmayın onlar da hizmet etsinler. Ama gerçek Risale-i Nurların vârisleri hakiki Nur talebeleridir."

-Peki 'abiler' müdahale etmedi mi?

-Maalesef Hulusi abiyi de dinlemediler. Hulisi abiyi tarikatçılıkla suçluyorlardı. Mehmet Fevzi abiyi de Türkçü olarak anlatıyorlardı. 1972'de Fevzi abinin yanına Ankara'dan gittiğim zaman, "Sen bu zinciri nasıl kırıp da geldin?" dedi. Mehmet Kayalar abi, ismini vermek istemediğim bazıları için "Bu çeteler bana zulmetti" dedi.

-Kim bu çeteler?

-İsim vermek istemiyorum. Ancak siyasi anlayışlarına bakarak, kim olduklarını görebilirsiniz. İsimler üzerinde fazla durmak istemiyorum. Sadece Nurculuk adına yapılanları söyleyeceğim.

-O zaman cemaatten ayrılmamış mıydınız?

Hiçbir zaman Risale-i Nur'dan ve cemaatten ayrılmış değilim. Ama tahrifatları yapanlara karşı durdum. Ben bu davayla beraberim. Ben onlardan değil, onlar benden ayrıldı. Biz o sıralarda beraber hizmet ediyorduk. Henüz Tenvir Neşriyatı kurmamıştım.


Adem BALTA’nın Röportajı Vakit Gazetesi 13.04.2005

http://www.facebook.com/notes.php?id=121485575188

----------------------------------------------------------------------------------------------

Bediüzzaman Said Nursi'nin geride bıraktığı eseri Risale-i Nur Külliyatı bir devrim niteliğindedir. Üstad'ın hayatta olduğu zamana ve günümüz sorunlarına ışık tutan bu eserler bilhassa Türkiye'de Kur'an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz'in sünnetinden sonra rehber olarak kabul edilmiştir. Hayattayken ilim hizmetinden bir adım dahi geri atmayan ve bu doğrultuda karşılaştığı siyasi baskılara boyun eğmeyen, ömrünün büyük bir çoğunluğunu hapis ve sürgünde geçiren ‘asrın âlimi' sıfatıyla hafızalarımıza kazınan Sadi Nursi Hazretleri'nin eserlerinde bir takım tahrifatlar yapıldığı geçmiş zamanlarda gündeme gelmiş ve bu iddiaların üstü bir şekilde kapatılmıştı. Bu iddiayı, "ispat ve belgeleriyle ortaya koyacağını" söyleyen sahibi olduğu Tenvir Neşriyat'ta Risale-i Nur'ların tahrif edilmemiş ve eksiksiz bir şekilde basımını yaptığını iddia eden Muhammed Sıddık Şeyhanzade'yle görüştük.

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Bingöllüyüm. 1969'da Ankara'ya geldim ve Ankara İlahiyat Fakültesi'ni bitirdim. Daha sonra Tenvir Neşriyat'ı kurdum. Bütün hayatımı ‘Nur Hareketi'ne adamış, bu hareket içerisinde hayat bulmuş birisiyim.

Asrın İmamı diye kabul ettiğimiz Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin eserlerinde yani Risale-i Nur'larda bir takım tahrifatlar yapıldığını ve orijinal basımının sahibi olduğunuz ‘Tenvir Neşriyat' tarafından neşredildiğini söylüyorsunuz. Bu, çok ciddi bir iddia değil mi?

Bu bir iddia değil, birebir tespit ettiğim tahrifatlardır. Şu anda piyasada olan Risale-i Nur'larda bir takım, ciddi değişiklikler yapılmıştır. Kur'an'ın manevi bir mucizesi olan Risale-i Nur, insanlar için içtima-i ve imani hakikatler içerdiği halde, onda yapılacak en küçük bir inhirafın dahi çok büyük yaralar açılmasına sebep olur. Ben bu meselenin ispatına hazırım.

Yapılan değişiklikleri ne zaman fark ettiniz?

Okurken. Daha öncesinden Osmanlıcasını okuduğum için, Türkçe çevirilerde birçok önemli değişikliklerin yapıldığını fark ettim. Üstad zamanında basılan Osmanlıca Risale-i Nur'larda tahrifat yok. Latincelerde var. Daha sonra ben orijinal eserleri tekrar Latinceye çevirdim ve yapılan tahrifatları detaylı bir şekilde ortaya koydum.

Sizce bu değişiklikler kasıtlı olarak mı yapılmış, çevirilerde bir hata olamaz mı? Üstad eserlerinin çevrilmesine izin vermiş mi?

Üstad eserinde şöyle diyor; "Ben Latinceden bir tek harfi bilmediğim için o mübarek gazeteyi (Cihat Gazetesi) bana gönderiyorlardı ben okuyamıyordum, anlamıyordum." Onun için Üstad, Hattı Kur'an hâkim olsun diye bütün gücüyle çalışmış fakat daha sonra bakmış üniversite gençliği Risale-i Nur'lardan mahrum kalıyor, eserlerinin Latinceye çevrilmesine müsaade etmiştir. Bunların detayına fazla girmek istemiyorum. Üstad ancak Latinceye zaruret derecesinde cevaz vermiştir.

Neden girmek istemiyorsunuz?

Tahrifatların yapıldığını tespit ettiğim dönemlerde yapmış olduğum araştırmalarda bu işin içinde o zamanki devlet yönetiminin de eli olduğunu gördüm. Şahısların ismini vermek istemiyorum. Fakat yeri ve zamanı gelince gerçekleri söyleyeceğim.

Yani bu tahrifatlar, "Belli bir amaç doğrultusunda sistemli olarak mı yapıldı" diyorsunuz?

Evet, ben değiştirenlere karşı çıktım Ankara'daki kitap evlerinde bir tek Risale-i Nur yokken benim dükkânımda yüzlerce Risale-i Nur kitapları bulunuyordu. Envar Neşriyat, Risale-i Nur basıyordu. Ben bu yayınevini satın alıyordum, her şey tamamdı. Fakat bazı oyunlar oynandı bu yayınevini alamadım. Bana söylenen, "Devletin yayınevini satın almaya müsaade etmediği" oldu. Alacağımız dükkândaki bütün kitaplar toplanıp götürüldü ve bir daha da geri alamadım. Akıbetlerinin ne olduğunu bilmiyorum

Bahsini ettiğiniz bu değiştirmeler bir kerede mi yapıldı, yoksa zamana yayılan bir durum mu söz konusu?

Değişik zaman ve dönemlerde yapılmış. ‘Vahhabi', ‘Münafıklar' ve buna benzer bazı parçalar eserlerden tamamen çıkarılmış.

Bu değişiklikler Bediüzzaman hayattayken de yapılmış mıdır? Yapıldıysa bu durumdan haberi olmuş mudur?

Bediüzzaman hayatta iken Hattı Kuran'larda en küçük bir tahrifat yapılmamış. Fakat Latince kitaplarda tahrifatlar yapılmış. Üstad bu değişiklikleri bizzat tespit etmiştir. Mehmet Fevzi ağabeyle bir görüşmemizde Üstat'dan bir hatırasını şöyle nakletti; "Üstadımız yeni basılan risaleleri tetkik ederken yüzünde bir şiddet belirtisi oluştu. Sinirlenerek bıçağını çıkarıp yapılan değişiklikleri bıçğıyla kazarak şöyle buyurdu; ‘Kardeşim Risale-i Nur'a birer lügatçe yap. Yoksa bazı nedenler kendi hissiyatına ters düşen bazı tabirleri değiştireceklerdir.' Ben de bu emir üzerine Asa-ı Musa'nın ahirine (sonuna) lügatçe yaptım ve basıldı." dedi. Biz, Risale-i Nur'ları orijinal olarak ne eksik ne de fazla neşrettik. Okuyanlar gerçekleri görmüşlerdir. Eserler ortadadır ve bunun kuru edebiyatını yapmıyoruz. İddiamız soyut değil somuttur.

Bu değişiklikler hangi maksat doğrultusunda yapılmış olabilir?

Siyasi, içtima-i ve milli duyguları ifade eden meselelerde yapılmış.

O halde Nur hareketinin, yıllarca, bir partinin yan kuruluşu gibi görülmesinde değişikliklerin rolü var mıdır?
Mutlaka var. Ümmetçi olan Risale-i Nur Cemaati yapılan tahrifatlarla milliyetçi çizgiye kaydırıldı. Zamanla devlet kademelerine ulaştılar ve ümmetten, vatandaşa geçiş yaptılar.

Bahsini ettiğiniz tahrifatlar daha çok hangi konularda yapılmış?

Daha çok siyasi konularda yapılmış. Böyle bir hareket parti siyasetine bulaştırdı. Gerçek Risale-i Nur talebeleri siyasete girmediler zaten. Bu gün gerçekten Risale-i Nur'a bağlı kalınsaydı hiçbir iç karışıklık, mezhep, meşrep ve ırki çatışmalar olmazdı.

Tahrifatı yapanların bu işten kârı ne olabilir?

Bu gün dünyayı bilen bir insan karını, zararını da çok iyi bilir. İslam'ı roman olarak okuyan birçok insan var. Irki, siyasi ve ekonomi zaafı olanlar bu vartaya düşmüşlerdir ve istifade etmişlerdir.

Bediüzzaman'ın ciddi bir muhalif ve çok kesin bir tavrının olduğunu biliyoruz. Bu değişiklikler, Üstad'ın kamuoyundaki imajını değiştirmeye neden olmuş mudur sizce?

Mutlaka gölgeleme olmuştur. Bazı kesimler fikir değişikliğine gidip siyasi hükme boyun eğmiştir. Gerçek manada Said Nursi ve kitaplarını bilen insanlarda imaj erozyonuna uğramaz. Bu değişmeleri yapan fikir yozlaşmasına uğradığı gibi onları taklit edenler de fikri ve duruş erozyonuna uğramıştır.

Orijinal eserleri size kim verdi?

Envar Neşriyat'ı alma girişimlerimin engellenmesi doğrultusunda yapılan hile ve oyunlar neticesinde, Üstad'ın varisi olan Mustafa Acet ağabeyle Ankara'ya görüşmeye gittiğimde olayları ve hadiseleri kendisine naklettim. Bana dönerek, "Kardeşim hemen bir yayın evi kur ve bu eserleri neşretmeye başla, dün akşam Üstad rüyama gelerek. ‘Sana verdiğim çuvalı sahibine ver' dedi. Üstad Urfa seyahatine giderken ağzı bağlı bir çuval dolusu kitapları bana emanet bırakmıştı. ‘Bunun günü ve sahibi gelir bu emaneti kendisine tevdi edersin' demişti. Bende o günden bu güne çuvalı açmamıştım. Fakat bu hadiseler ve olaylar gösterdik ki Üstadın çuvalı sahibine teslim et dediği şahıs sensin. Onun için senin önünde çuvalı açıp sana teslim ediyorum" dedi. O zaman bütün hadiseleri bariz bir şekilde önünde serili gördüm. Ve kendiside ayrıca bir vasiyetname yazarak "Bütün hak ve hukuklarını bana verdiğini beyan etti." Bu vasiyeti kendisi çoğaltarak, Üstad'ın bütün varislerine gönderdi. Buna ek olarak da Cevşenül Kebir ve Tesbihat'ı yazarak basımı için de hediye etti.

Aksini iddia edenler, bir yüzleşme talep ederlerse herhangi bir platforma karşı karşıya gelmeyi kabul eder misiniz?

Ben her görüşe açığım ve netim. Ama her televizyona çıkmam. Nifak çıkmasını istemiyorum. Bu konuyla ilgili iddiası olan ortaklaşa belirlediğimiz bir yerde karşıma çıkabilir ve tartışırız.


Ersin ÇELİK, GERÇEK HAYAT, 27 NİSAN 2007


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: "Tarikat-ı Said-i NURSİ" ("Risaleci"yye Tarikatı)
MesajGönderilme zamanı: 03.02.10, 18:18 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.12.09, 22:13
Mesajlar: 147
mübarek Ruhan kardeşim,

Risalei nur'u savunmak bana düşmez, zaten kendisi savunur mahiyette hala da sizlerle beraber İslam davasını savunmaktadır.

Sıddık Dursun kimdir tanımam, ama hakkında epey bir yazı bulabiliriz. kaldı ki, her reddiyeyi karşımıza alıp doğru gibi telakki eder isek vay bizim halimize, akıl ve kalp süzgecimizden de bir geçirmek lazım değil midir?

aşağıdaki yazılar alıntıdır: (kaynak : http://www.bilgipasaji.com/forum/risale ... smasi.html)

"Bir süredir çeşitli Forumlarda Risalei Nur talebesi olarak kendini ifade edip İftira atanlara ve onların kaynak aldığı kişilere Risalei Nur Talebeleri Adına AbdulKadir Badıllı Ağabeyin cevabi yazısıdır

VE ŞİMDİ “NURCULUĞUN TARİHÇESİ” ADLI KİTABA GELİYORUZ.
Kitabı, itiraf edeyim kendim okumuş değilim. Bir arkadaşta gördüm, fakat bakıp okumadım. Cevabî yazımızın baş taraflarında kaydettiğimiz veçhiyle, bu kitap ve mahiyetlerini teşrih ettiğimiz üç tenkitkâr ve uydurulmuş rivayetli yazılarla birlikte aynı zaman içinde neşredilmeleri, pek bir tesadüf değildir gibi. Kitap ve üç yazının muhteviyatının benzeyiş içinde olmaları ise, tesadüfi bir vaziyet arz etmediklerini gösteriyor.
Kitabı incelemiş arkadaşlardan kulağıma gelen hadise, baştan sona kadar tenkit, takbih, intikam hissi ve itirazlarla dolu olduğudur. Sıddık Dursun, bir hayalî hisse kapılmışlığının tesiri altında kalmışçasına, kendisi gibi düşünmeyen ve hareket etmeyen kimseleri, hatta yakın zamana kadar en yakın arkadaşlarını ve davası uğrunda hayatını vermiş İzzettin Hoca gibi kimseleri de: “Düzenin adamı, mason ve saire” ile takbih ettiğini söylüyorlar. Hatta kendi hemşehrisi Nurettin gibi mübarek bir kardeşi Rafızilikle damgalıyormuş. Dahası var, hz. Üstadın oniki senelik hizmetkârı ve evlad-ı manevisi ve Üstadımız “erkan-ı harb” ve “kahraman” diye tavsif ettiği Zübeyir Ağabeyi ve Nurun en ön saftaki büyük rükünleri olan bir çok zevatı da şaibelendiriyormuş. Eski Nur talebelerinden beğendiği zatlardan biri Hulusi Ağabey, biri de Mustafa Acet[Sadece pasaj sakinleri linkleri görebileceklerdir. lütfen kısa bir vaktinizi ayırın ve pasajımıza üye olun.. ]’miş. Böylece bana ulaşan malumata göre onun bu kitabı “Nurculuğun Tarihçesi” değil, kendi şahsî anlayışının menfice olan hatıralarının bir tarihçesi olduğu anlaşılmaktadır.
Sıddık Dursun’un kitabında, (bana söylenen habere göre), hz. Üstadın hizmetkârlarından, Hüsnü Bayram’dan naklen, merhum kahraman Zübeyir Ağabey hakkında ve aleyhinde çok şeni’, pek çirkin bir düzmece nakletmiş. Bu düzmecenin akabinde; öteden beri aleyhlerinde bulunduğu ve hatta düşman saydığı İstanbul’daki meşhur Mehmetler ve sairleri de Zübeyir Ağabeyin kurmuş olduğu mason ekibi diye nitelemiştir. Ve bunların dışında kitapta 25 seneden beri kırık plak veya vakvaka-ı kurbağa tarzında yine Risale-i Nur’da tahrifat teraneleri varmış.
Ben Mart’ın onbirinde (11.03.2004) İstanbul’da idim. Hüsnü Bayram Ağabeyi aradım, dedim ki: “Sıddık Dursun yeni yayınladığı bir kitapta size atfen Zübeyir Ağabey aleyhinde bir rivayet nakletmiş, bunun aslı var mıdır? Dedi: “Asla ve kat’a öyle bir şey yoktur, yalandır, iftiradır.” Ben de dedim ki: “Siz hayattasınız, kendiniz bir cevap yazmanız ve imza etmeniz gerekir.” Dedi: “Yazıp gönderiyorum.” Bir gün sonra cevabî yazısı elime geçti. Az sonra bu yazıyı aynen koyacağım, imzalı tekzip yazısının fotokopisini de ekleyeceğim.
Sıddık’ın, Zübeyir Ağabey aleyhindeki intikamkâr ama aslında hz. Üstadın şahsiyet-i maneviyesini hedef alan karalamasına ve başkalarının sair iftirakar taarruzları hakkında, meçhul mektuba karşı yazdığım kafi cevap ve yazılı beyanları buraya da müskit ve ifhamlı cevap olduğundan, başka bir şeyi yazmaya gerek duymadım.
İstanbul’daki meşhur Mehmetler hakkındaki ağır ittihamlarını ise sahiplerine bırakıyorum. Çünkü hayattadırlar. Fakat, “Zübeyir Ağabey o ekibi kurdu” şeklindeki cahilane herzelemesine karşı derim ki: “Zübeyir Ağabey 1960’tan sonra İstanbul’a gitti. Ekip diye tavsif ettiği Mehmetlerin ikisi 1950’den beri İstanbul’da Ahmet Aytimur’la birlikte hizmetle meşgul kimseler idiler. Ve defalarca hz. Üstadla görüşmüş ve hz. Üstadın kabülüne mazhar olmuşlardır. Sonra bu zatlara Abdulvahitler, Bekir Berkler, Mustafa Polatlar ve Mehmet Kutlular da katıldı. Zübeyir Ağabey Üstadın vefatından bir yıl kadar sonra, mecburiyetle İstanbul’a gitti. Urfa’dan gitmek istemiyordu. Fakat zamanın idarecileri onu zorlayarak Urfa’dan ayırdılar. Abdullah Yeğin Ağabeyi de öyle…
Risale-i Nur için tahrif var diye olan teranesine karşı ise, birkaç sene evvel Hekimoğlu İsmail, yani Ömer Okçu Bey, kendisine demiş ki: “Kardeşim siz madem diyorsunuz ki, Nur’un bazı yerlerinde tahrifat var. Ve siz de en sahihini yazıp neşrettiğinizi söylüyorsunuz. Bu durumda bir problem kalmadı demektir. Risaleleri okuyanlar mukayesesini yaparlar, kararını verirler. Siz ne için böyle durmadan tahrif sözünü yayıyorsunuz?”

Ben Abdulkadir Badıllı da birkaç yol ile kendisine haberler yollamıştım ki: “Senin elinde tahrifli dediğin ne gibi şeyler varsa, onları bana gönder 15-20 gün de mühlet ver, sonra umumi bir açık oturum gibi bir yer hazırlayıp birçok kimseleri davet edelim ve yüz yüze tartışalım. Bir heyet-i ilmiyeyi de hakem tayin edelim. Eğer dediklerini ispat edersen ben senin emrine girerim. Bu tekrarlı davetime bir cevap gelmemişti. Yalnız dört-beş sene evvel Urfa’da yapılan bir mevlit gününde, Urfa Şehitlik Camii imamı İbrahim Şülül Hoca bir tek dosya ile bana geldi. Bunu Sıddık size gönderdi dedi. Sağına soluna bir baktım bazı fotokopi gibi şeyler… İbrahim Hocaya dedim ki: “Sıddık’a söyle, kendisinde bu dosya gibi çok şeyler varmış. Hepsini göndersin ve evvelce yolladığım haberlerde söylediğim gibi, 20 gün bana mühlet versin, sonra umumi bir toplantıda tartışmasını yapalım. Yine bir cevap gelmedi. Ama bu hadiseden sonra (ne kadar sonra olduğunu unutmuşum) Dava dergisinde yazdı ki: “Ben 20 dosya ile Urfa’ya gittim, bunları Badıllı’ya yolladım. Dosyaları götüren zata Badıllı demişti ki: “Üstadımız vefatından sonra da tashih işini yaptığı için, ben bu gibi dosyalarla uğraşmam” diye aleme hakikaten ayıp bir bühtan neşretmiş idi.

Yine Sıddık Dursun’un iki sene önce Dava dergisinde benimle ilgili, daha doğrusu Şeyh Said ile Üstad Bediüzzaman arasında vuku bulan mektuplaşma hadisesi hakkındaki bir yazısına cevaben yazmıştım ki; hadiseyi 1946’da ilk olarak yazan İnebolu’lu Salahaddin Çelebîdir. Hz. Üstad onun bu yazısını ehemmiyetle okumuş, kendi kalemiyle tashihler yapmış, ilaveler koymuş ve eski yazı teksir Asâ-yı Mûsâ’ların arkasına ekleyerek neşretmiştir. Hz. Üstadın tashihleriyle elyazma Asâ-yı Mûsâ kitabı bizde mevcuttur, gelip görebilirsiniz. Yine aynı tarz, Afyon hapsinde Üstadın avukatlarından Ahmet Hikmet Gönen’in yazdığı eski yazı müdafaanamesindeki Şeyh Said’in mektubuna cevap kısmını yine Üstad hazretleri kendi kalemiyle tashihler koymuş, sonra eski harf teksir ile Afyon Müdafaanamesi’nde neşrettirmiştir. Öyleyse, hadise kat’idir, şeksizdir diye yazmıştım. Sıddık buna karşı, ne dese iyi? “Salahattin Çelebî, Üstadın vefatından sonra Güven Partisine girdi” diye cevap yazdı. Sıddık benim hemşehrim, Şarklı olması hasebiyle, bu cevabına onun namına utanç duydum. Ben, hz. Üstadın kendi kalemiyle tashih ve tasdikinden söz ediyorum, O ise Salahattin Çelebî’nin Güven Partisine girmesinden söz ediyor. Öyle ise: “Essükût!”
Sıddık’ın bu meseledeki dayanağı ise, Şeyh Said merhumun torunlarından birisinin hz. Üstadın vefatından çok sonra sözde hz. Üstadtan nakil ve rivayet ismiyle hilaf bir şeyler söyleyip Dava dergisinde neşrettirdikleridir. İyi ama rivayet hz. Üstadın Risale-i Nur’daki ifade ve beyanlarının zıddınadır ve ayrıca az üstte sözünü ettiğimiz Selahattin Çelebî’nin ve avukat Ahmet Hikmet Gönen’in tashihli yazılarına ve Üstadımızın hayatında neşredilmiş, küçüklü büyüklü, eski ve yeni harf yayınlanmış ve hz. Üstadın teftiş nazarından geçmiş bütün tarihçe kitaplarına mugayir ve munakız bir tarzdadır. Bütün bunları Sıddık’a yazdım ve gönderdim, lakin hiçbir iyileşme görülmedi. Hemşehrim Sıddık’taki inat, dünya kadar nurani deliller de ona gelse, bana vız gelir diyor ve demek istiyor ki: Merhum Şeyh Said’in zadeganlarından birisinin tek bir hilaflı sözü, hz. Üstadın risalelerdeki ifadelerine de, onun kalemiyle yaptığı mübarek ve nevvar tashih ve tasdiklerine de ve onun nazarı ve murakabesinde yayınlanmış tüm tarihçe-i hayatlarına da racihtir. O zaman, bizim bu durumda ona karşı yapacağımız bir şey kalmaz.

NETİCE Hemşehrim Sıddık’a, kalpten kopup gelen bir samimiyetle şöyle bir çağrıda bulunmak istiyorum ki: “İnadın gözü meleği şeytan görür – Bediüzzaman”. Ayette ise, bu mevzudaki ağır tabiri kullanmak istemiyorum. Gel, şu inadı bırak, Bediüzzamanın kendisinden gelmiş ve bize tevarus etmiş bin tevatür kuvvetindeki icmaa karşı çıkma. İslam dininde, tevatürlü icmaa karşı çıkmak küfür sayılıyor.

Ve gel, hz. Üstadın kendi harim-i hizmetine aldığı ve yıllarca yanında bulundurmuş olduğu evlad-ı manevî olan Nur erkanlarına şialar tarzında su-i zanlarla dil uzatma. Kat’iyyen bil ki; nasıl ki bir kısım rafizilerin hz. Ebubekir ve Ömer’e (radıyallahu anhum) ve sair bir kısım sahabelere karşı şetimleri doğrudan Resulullaha (asm) gittiği gibi; senin de, şu zımnî ve manevi şetimkârane davranışların, direk hz. Üstada gider. Bundan tevbe et, rücu et! Hüsn-ü zannı kazan.
Hem senin birisinden rivayeten “Bingöl’den bir adam çıkacak…” (cak.. cuk..) gibi duyduğun hilaf-ı hakikat rivayetlerle kendini teselli etme. Bir zamanlar yine hz. Üstada atfen ve bir meczubun ağzından çıkan şu: “İslamköy’den bir adam çıkacak…” gibi şu ve bu’larla hayli zaman masum talebeler meşgul edildi. Hayır efendim, hz. Üstad gaybe karşı cak-cuk etmez. Ancak istihraclarla ve bir çok karinelerle delil gibi zahir bir keyfiyet hasıl olduğu zaman
العلم عندالله ، لايعلم الغيب الاالله diyerek kayd-ı ihtiyatla kanaatini yazar.

Hem faraza, hz. Üstadın yalnız senden gelen tek rivayetli sözü sahih ve katî de olsa, çıkacak olan o adam sen değilsin ve olamazsın. Çünkü sen menfiliklerle, su-i zanlarla, şetimlerle meşgulsün. Hasenatlarla, nuraniyatlarla iç içe değilsin. Risale-i Nur’un mesleği müsbetlerle, hüsn-ü zanlarla nuraniliklerle meşguliyettir. Ben cidden isterdim ki farazî olan o adam sen olasın. Ama bu halinle sen o olamazsın.
Hem şunu da duy ve bil ki; senin Nur erkanları aleyhindeki şu menfi saldırışların hele Zübeyir’imizin, Sungur’umuzun ve sairelerimizin aleyhine bir çeşit şetimli taarruzların bizim sabır ve tahammüllerimizi artık aşmaktadır. İstenmeyen hadiseler zuhur edebilir, dikkat et!..
Ben diyorum ki gel şu kör inadı bırak, anlaşalım. Vahî emareleri değil, kuvvetli delil ve bürhana göre amel edelim. Uzun münakaşaların sonu gelmez. Basit münakaşalardan sıyrılalım. Hüsn-ü zanın atmosferine girelim, vesselam. 11.03.2004
Çok kusurlu biçare
Abdulkadir Badıllı

HÜSNÜ BAYRAM AĞABEYİN CEVABÎ YAZISI
Bizimle hiçbir cihetle hizmetlerle ilgisi bulunmayan birisinin (M. S. Dursun) hatıralar adı altında benimle ilgili yazdığı asılsız, yalan haberine karşı:
Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi hazretlerini hiç görmemiş ve hakkıyle de tanıyamamış ve davasını da anlayamamış ehliyetsiz birisinin hatıralar namı altında yazdığı ve senelerdir görmediğim, tanımadığım bu kişinin bana istinaden merhum Nur kahramanı Zübeyir Ağabeyimiz hakkında yazdığı kelime ve cümlelerin aslı yoktur, hakikate aykırıdır, YALAN, uydurmadır. Bu asılsız iftiralar kime hizmet etmek istiyor, malumdur. Müfterinin bu yalanına kimse inanmayacağı gibi, şeytanlar dahi inanmazlar.
Üstadımız Bediüzzaman hazretleri bizleri hususî hizmetine ve en yakınına kabul etmiş ve senelerce de istihdam etmiştir. Bilhassa merhum Zübeyir Ağabeyimiz, en yakınında ve en çok hizmetinde bulunan bir zattır. Böyle bir Kur’an ve Nur kahramanına ve fedaisine atfen uydurulan yalan-yanlış beyan, zaten manen sukut etmiş bulunan (M. S. Dursun) bu çaresiz zavallıyı daha da hem maddeten ve hem de manen tüketecek, hakikî vechesini ehli hakka gösterecektir. Bu insafsız iftiranın altında bilerek veya bilmeyerek Üstadımız hazretlerine de (Allah korusun) bir aleni muaraza bulunduğu, hizmet-i kudsiyyeyi müdrik olanlarca idrak edileceği kanaatindeyim. Cenab-ı Hak böyle zavallılara akıl, fikir versin diyorum."


bu cihetten baktığımızda da durum böyle,

dipnot: Bu Sıddık Dursun ispatla yükümlüdür, elindeki belgeleri de ispat mahiyetinde alenen göstermelidir. yoksa tüm basılan Risalei Nur'lar da bir belge hükmündedir ki. Belge ve delil yoksa, ispat da mümkün değildir. zira dilin kemiği yoktur.
vesselam..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: "Tarikat-ı Said-i NURSİ" ("Risaleci"yye Tarikatı)
MesajGönderilme zamanı: 03.02.10, 20:52 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
tanhu yazdı:
Sıddık Dursun kimdir tanımam, ama hakkında epey bir yazı bulabiliriz. kaldı ki, her reddiyeyi karşımıza alıp doğru gibi telakki eder isek vay bizim halimize, akıl ve kalp süzgecimizden de bir geçirmek lazım değil midir?


Dikkatinizden kaçtı sanırım: Rasgele aleyhte ne varsa toplamıyoruz. Şeyh Said'in oğullarının naklettikleri ile Şeyhanzadenin anlattıkları birbirlerini teyid ediyor. Ayrıca, Şeyhanzade, Nursi-Şeyh Said zadelerin görüştüklerini de doğruluyor. Kitap yazacakmış. Yazınca ayrıntıları da gündeme düşer inşallah.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: "Tarikat-ı Said-i NURSİ" ("Risaleci"yye Tarikatı)
MesajGönderilme zamanı: 03.02.10, 21:04 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.12.09, 22:13
Mesajlar: 147
güzel kardeşim,
kitap yazacakmış'lar. artık ne denir ki, önce bir yazsın da görelim, ellerindeki delilleri ile. ispat etsinler doğrudur diyelim.

bu konu benim cihette kapanmıştır. delilsiz isnadsız konuşanlar da pek çoktur. elbette dost olduğu gibi düşman da olacaktır.


dipnot: benim yazdıklarımın değeri var da, yukarıda yaptığım konuya ilişkin alıntı yazının hiç mi değeri yoktur. onlar doğru bu yanlış mıdır? akıl, kalbe açılan en büyük kapıdır.

vesselam..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 36 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye