Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 33 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 18:53 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
tanhu yazdı:
Hem demiş ki: “Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.”
bakınız : İmam Rabbani Mektubat 1:180 (210. mektup)



210. MEKTUP

RABBANİ MEKTUB - 210


(Abdulkadir AKÇİÇEK Tercumesi)

MEVZUU :
a) Nefehat adh eserdeki bazı ibarelerin halli..
b) İstediği bazı zaruri nasihatler.

NOT : İmam Rabbani Hz. bu mektubu Molla Şekibi İsfahani'ye yazmıştır.

Bu sermayesi az Fakir'e şefkat ve merhamet üzere gönderdiğiniz mübarek mektubun mütalaası ile şerefyab oldum. Sevinç ve sürurla doldum.

Selametle yaşa ve selametle öl.

Yaşadığın süre, fukaranın mahabbeti ile yaşa.. Öldüğün zaman da; onların mahabbeti, sermayen, asıl malın olsun.

Haşr olduğun zaman dahi, onların muhabbeti üzerine haşr ol. Fakr ile iftihar eden ve onu zenginliğe tercih eden zat hürmetine. Ona ve aline salat ve selam..

Kerem üzere yazmış ve sormuşsunuz:

— Nefehat'ta yazılan şu hikayenin hakikati nedir?.

Diye.. Şöyle ki:

Şeyh b. Sekine'nin müridi, bir gün yıkanmak için Dicle'ye girer ve suya dalar. Başını sudan çıkardığı zaman, kendisini Nil nehrinde görür. Sudan çıkar; Mısır'a gider. Orada evlenir; kendisinin çocukları olur. Yedi sene Mısır'da kalır.

Bundan sonra, bir başka gün, yıkanmak için Nil nehrine gelir.. Suya dalar. Başını sudan çıkardığı zaman, kendisini Dicle'de görür. Daha önce, Dicle kenarında çıkardığı elbiselerini dahi orada bulur. Elbisesini giyer ve evine gelir. Hanımı kendisine der ki:

— Ziyafet için, hazırlanmasını emrettiğin yemek hazırdır.

Ve hikaye böyle devam eder..

Ey Mahdum-u Mükerrem,

Bu hikayenin müşkil yanı, uzun senelere ait işlerin, bir anda yapılmasında değildir. Buna benzer işlerin vukuu çoktur. Bu cümleden olarak; Resulullah Efendimizin miracını sayabiliriz. Allah Taala Ona salat ve selam eylesin ki O, adet üzere olsaydı, bin senede müyesser olacak işleri kısa bir zaman içinde yaptı. Mesela: Uruc yerlerinin miracını yaptı; vusul menzillerini kat etti. Ama geldiği zaman, yatağının sıcaklığını, evvelki hali ile buldu. Abdest kabına doldurduğu suyun dalgalanması dahi henüz geçmemişti.

Bu mananın iç yüzü, Nefehat'ta anlatıldığına göre, zamanın açılmasından ibarettir.

Bu işin müşkil yanı başkadır. Şöyle ki: Bu müddet, Bağdad'da bir an meselesi olurken; Mısır'da yedi sene uzamaktadır. Mesela: O anda Bağdad'da hicri tarih üç yüz altmış ise., aynı anda Mısır'da tarih üç yüz altmış yedi olması gerekir.

Böyle bir manaya akıl cevaz vermeyeceği gibi, nakil dahi kabul etmez.

Bu muamele bir şahsa veya iki şahsa ait bir nisbet taşısaydı; belki olabilirdi. Ama, çeşitli beldelere ve ayrı ayrı sayılan yerlere nisbetle söylenince muhal olur.

Bu Fakir'in hatırına gelen şu ki: Bu vak'a ayık halde iken olmamıştır. Rüya vakıaları kabilinden bir şeydir. Dinleyen için, rüya olan bir şey, görülen bir şey gibi dinlenmiştir. Uyku ile ayık hal, karıştırılmıştır.

Böyle karışık durum, çok olmuştur.

Belki de, onun bu gördüğü, gelip onu şeyhine anlatması, çocuklarına gitmesi hepten rüyada olmuş bir şeydir.

Anlatılan bu hikayeden başka, Şeyh Muhyiddin b. Arabi'den naklen anlatılan hikaye dahi bu kabildendir. Allah onun sırrını takdis eylesin..

Halin hakikatini en iyi bilen Sübhan Allah'tır. Bütün işleri en iyi bilen Allah'tır.

Ayrıca, şu ibarenin dahi şerhini istemişsin:

— Cesedin mürebbisi ruhtur; kalıbın mürebbisi ise kalbdir.

Ey Mahdum,

Her iki ibare de aynı yere çıkar. O dahi şudur: İnsani sayılan halk aleminin terbiye husulü, emre bağlı alemden gelmektedir.

Ceset lafzına ruh lafzı eş olduğu, yani: Itlaklarda ve muhaverelerde; kalb ile kalıb arasında dahi münasebet vuku bulduğu için; anlatılan münasebetleri birleştirmek zımnında böyle bir ibare tayinine gidilmiştir.

Bunlardan başka nasihat talebi dahi sudur etmiştir..

Ey Mahdum,

Bu babda (konuda) bir şey yazmama haya bana mani oluyor. Bütün bu harabat hallerin varlığı, taallukat ve televvüsat, az sarmayeli olmak, hiç bir şey hasıl edememiş olmakla; işaret veya saraheten bir şey yazayım!? Nasıl olur?

Ancak, bana şunların isnad edilmesinden dahi korkuyorum: Hasislik, düşüklük, cimrilik ve bahillik.. Şayet, kendimi tutar da, iyi bir şeyi söylemezsem, böyle şeylerin bana isnad edilmesinden korktum. Bunun için, bazı cümleleri yazmaya cür'et ettim.

Ey Mahdum,

Dünyanın bekası cidden azdır. Bu azın dahi pek çoğu, telef olmuştur. Bu zevalden sonra kalan, azın dahi azıdır.

Ahiretin müddeti ise, bakidir; daimidir.

Ebedi sonsuz hayatın muamelesi dahi, bu sayılı günlerin bekasına bağlanmıştır. Bundan sonra da: Ya ebedi nimet gelir; yahut sonsuz azap..

Bu anlatılan manayı Muhbir-i Sadık aleyhi salatu ves’selam haber vermiştir ki onda dönmek yoktur. Bunun için, aklı fikri kullanmak gerek..

Ey Mahdum,

Ömürün en güzel zamanları, heva ve hevese gitti. Allah'ın düşmanı olanların rızası tahsilinde zay oldu. Şimdi erzel-i ömür kaldı. Bugün de bunu Yüce Hakkın razı olduğu işlere harcamazsak; o en güzel ömrün yerini doldurma işinde bir tedarik görmezsek; isterse pek az olsun, çekeceğimiz mihneti, ebedi rahata vesile bilmezsek; az hasenat işlemek sureti ile çok seyyilerimize keffaret ettirmezsek.. Yarın hangi yüzle Allah'ın katına varacağız?. Hangi çareye başvuracağız?.

Bu tavşan uykusu ne zamana kadar sürecek? Bütünüyle, bu gaflet pamuğu ne zamana kadar kulakta kalacak?. Yakında basiret gözünden perde kalkacak; hiç şüphe edilmesin, kulaktan bu gaflet pamuğu dahi gidecek.. Lakin, o zaman ne faydası olur?. O zaman, zamanın ele geçirdiği, hasretten ve nedametten başka bir şey olmayacak..

Ölüm gelmeden evvel, kendin amel etmeye bak. Kabrinde yaslanacağın bir şey hazırlamalısın.. Hem de:

- Ah iştiyakım!.

Diyerek..

Öncelikle itikadını düzeltmelisin. Sonra, dini yönden zaruri olarak, öğrenilen şeyleri tasdik etmelisin, zaruri olarak, fıkıh kitaplarının beyan ettiği şeyleri, bilmeli ve gereği ile amel etmelisin..

Anlatılanlardan sonradır ki: Tarikat-ı Sufiye'ye girmek matlub olur..

Ancak bu tarikat talebi: Gaybi sayılan suretler ve şekillerin müşahede edilmesi, şüphesi olmayan elvan (şekiller) ve envar (nurlar) gözle görülebilİmesi için olmayacak.. Zira böyle şeyler, oyun ve oyalanma kabilinde şeylerdir.

Bu suretlerde ve hisse dayalı nurlarda ne gibi bir noksanlık vardır ki insan bunları bırakıp da gaybi suretlere ve nurlara iştiyak duya.. Hem de bunları, çeşitli riyazetlerin irtikabı ile araya..

Gerek bu suretler ve nurlar, gerekse öbür suretler ve nurlar hepsi de Allah'ın mahlukudur. Hepsi de, yaratıcılarının varlığına delalet ederler..

Bu şehadet aleminde bulunan ayın ve güneşin nuru, misal aleminde bulacağın ayın ve güneşin nurundan daha meziyetlidir. Ancak, bunun görüntüsü, devamlı olduğu, havasın ve avamın ona bakmakta ortak olduğu için onları itibardan düşürmüştür. Bunun üzerine, gayb alemindeki nurlara iştiyak duymaya başlamışlardır.

Bir şiir:

Ne değeri var suyun, daima aksa;
İnsanın kapısında Kevser de olsa.


Sufiye yoluna süluk etmekten maksad: Şer'an itikad edilmesi gereken işlere karşı yakinin artmasıdır. Ta ki: İstidlal darlığından, keşif alanına çıkasın, icmal yolundan tafsile giresin..

Mesela: Vacib'ül-vücud Yüce Allah'ın varlığını ve birliğini; önceleri, istidlal (şer'i ilimlerin deliliyle, okuyarak) veya taklid yollu bulur da, bunların mikdarına göre yakin hasıl olursa.. Tarikat-ı Sufiyeye süluk müyesser olduğu zaman, o istidlal ve taklid, keşfe ve şühuda tebdil olur.. Ekmel manada yakin hasıl olur..


Sair (diğer) itikada dair meseleleri dahi buna göne kıyas edebilirsin..

Aynı zamanda, bu sufiye yoluna girmekle; fıkha dair hükümlerin edası için kolaylık meydana gelir; nefs-i emmare tarafından hasıl olan güçlük kalkar.

Bu Fakir'in yakini odur ki: Sufiye yolu, şeriat ilimlerine hizmet eder: Onun dışında kalan ayrı bir şey değildir. Bunu, kitaplarında ve risalelerimde inceleyerek yazdım. Sair (diğer) tarikatlar arasında Nakşibendiye Tarikatını tercih etmek ise, bu mananın hasıl olması içindir. Bu manada, pek uygun ve pek münasib olduğu içindir. Zira, bu Tarikatın büyükleri, sünnete tabi olmayı bırakmayıp bid'attan kaçmaya devam etmişlerdir. Bunun içindir onları: Bu mütabaat dolayısı ile ferah ve sevinçli görürsün: İsterse, kendilerine hallerden yana bir şey hasıl olmasın.

Hallerin varlığı ile, Resulullah'a tabi olma yolunda bir kesiklik olurlarsa, o halleri hiç bir şey yerine koyup kabul etmezler.. Bu manada Hace Ahrar şöyle dedi:

- Bana haller ve vecidler verilmiş olsa da; mesela, hakikatim ehli sünnet vel-cemaat itikadına muvafık olmasa, o anlatılan halleri hizlandan ve şekavetten başka bir şey olarak göremem.. Ama, bana ehli sünnet vel-cemaat itikadı verilmiş olsa, bütünüyle o hallerden mahrum olsam; bunun için hiç gam çekmem..

Sonra..

Bu tarikatta, nihayetin bidayete derc'edilmiş (sonun başlangıca getirilmiş) olması vardır. Şöyle ki: Bu tarikat ehli, ilk adımda, başkalarının taa, işin sonunda bulacaklarını bulur.

Aralarında bir fark varsa, o dahi icmalde, tafsilde, şümulde ve şümulün olmayışındadır.

Böyle bir intisap, ayniyle Ashab-ı Kiramın intisabıdır. Zira onlar. Resulullah Efendimizle ilk sohbetlerinde öyle şeyler bulmuşlardır ki; o şeyler, kendileri dışında bu ümmetin evliyasına, işin nihayetinde hasıl olur mu bilinmez..

Bu mana icabıdır ki: Tabiinin en faziletlisi olduğu halde; Veys'el-Karani, Hazret-i Hamza'nın katili Vahşi'nin r.a. mertebesine yetişemez.. Bunun sebebi de, bir defa olmak üzere, Hayr'ül-beşer Resulullah'ın sohbetine nail olmamasıdır. Ona salat ve selam olsun..

Şundan ki: Resulullah ile sohbet fazileti, bütün faziletlerin ve kemallerin üstündedir. Çünkü: Onların imanı şühudidir; böyle bir devlet onlardan başkasına müyesser olmaz.

Resim

{{NOT: 210.Rabbani Mektub'un tanhu tarafından altı çizilen yerlerinin ve tercumelerde mor renkte gösterilen satırları gösteren Arabca metindir. Arabca Mektubat-ı Rabbani 1.cild. 317 sayfa. MODERATÖR}}

***
Bir mısra:
Benzer mi hiç duyulan görülene?.

Yukarıda anlatılan mana icabı olarak, bunların bir ölçek arpa sadakası, başkalarının dağ misali altın sadakasından daha faziletlidir.

Anlatılan fazilette, bütün Ashab eşittir. Hepsine tazim edip her birini iyilikle anmak gerekir.

Ashab-ı kiramın hepsi de doğruluk ve adalet üzeredir. Kabul etmek işinde, hepsinin rivayeti ve ahkam tebliği aynı değerdedir. Onlardan, birinin rivayetine, diğerinin rivayetinden daha fazla meziyet yoktur.

Onlar Kur'an hamilleridir. Parça parça ayetleri bir araya getiren onlardır. Birinden iki ayet alınmış; birinden üç ayet alınmıştır.. Bazısından daha fazla., bazısından dahi daha az.. Bu iş, onların adaletine itimad edilerek alınmıştır.

Her kim, Ashabtan birini kötülerse.. onun bu kötülemesi Kur'an-ı Mecid'e gider.. İhtimal ki Kur'an'ın bazı ayetlerini o taan edilip körlenen sahabe taşımıştır.

Bu büyükler arasında geçen münazaaları ve çeşitli vakıaları iyiye yormak lazımdır. Onları, nefsani arzudan ve tassupatan uzak bilmelidir.

Ashab-ı kiramın halini en iyi bilenlerden biri İmam-ı Şafii idi. Allah ona rahmet eylesin. Şöyle dedi:

— O bir kan idi; Allah ellerimizi kandan temizledi. Biz de dillerimizi ondan temiz tutalım.

Üstte anlatıldığı gibi bir kavl, İmam Ca'fer-i Sadık'tan r.a. dahi nakledilmiştir.

Evvel ahir selam..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 18:56 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
tanhu yazdı:
Hem demiş ki: “Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.”
bakınız : İmam Rabbani Mektubat 1:180 (210. mektup)



Muhterem kardeşim. Daha diğerlerine bakmadık, yani verdiğiniz Mektup numaralarına. İlk numaralı Mektuba bakıyoruz: Ve ilk olarak getirdiğiniz cümle:

"Bütün Tarikatlerin nihayet noktası İMAN HAKİKATLERİNİN açığa çıkıp keşfolunmasıdır"

Budur. Ve 210. Mektup dediniz. Mektubun tamamı yukarıdadır. Sizden evvela istirhamım:

1- Mektubun içinden İMAN HAKİKATLERİ kelimesinin ya da bu anlama gelen ifadenin altını çizerek göstermenizdir.

2- Mektubun içinden BÜTÜN TARİKATLERİN NİHAYETİ ifadesinin ya da bu anlama gelen ifadenin altını çizerek göstermenizdir.

Sonra devam ederiz inşallah.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 20:19 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.12.09, 22:13
Mesajlar: 147
Ruhan yazdı:
tanhu yazdı:
Hem demiş ki: “Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.”
bakınız : İmam Rabbani Mektubat 1:180 (210. mektup)



Muhterem kardeşim. Daha diğerlerine bakmadık, yani verdiğiniz Mektup numaralarına. İlk numaralı Mektuba bakıyoruz: Ve ilk olarak getirdiğiniz cümle:

"Bütün Tarikatlerin nihayet noktası İMAN HAKİKATLERİNİN açığa çıkıp keşfolunmasıdır"

Budur. Ve 210. Mektup dediniz. Mektubun tamamı yukarıdadır. Sizden evvela istirhamım:

1- Mektubun içinden İMAN HAKİKATLERİ kelimesinin ya da bu anlama gelen ifadenin altını çizerek göstermenizdir.

2- Mektubun içinden BÜTÜN TARİKATLERİN NİHAYETİ ifadesinin ya da bu anlama gelen ifadenin altını çizerek göstermenizdir.

Sonra devam ederiz inşallah.


Peki kardeşim, size bunu göstericem, diğerlerine lüzum görmüyorum, isterseniz onu da gösteririm, artık bu söz düellosu haline dönen yazışmalarımdan da çekileceğim. yanlız kelime kelime siz de ben de bulamam, çünkü bir kaç Mektubat-ı Rabbani tercümesi var, benim kaynak sizinkinden farklı.
bir de Risalei Nur'daki alıntı ifadeler, birer bir tercüme değil, eminim ki, bunları da bilirdi Molla Said.

kaynak: http://www.farukinet.com/mektubat.asp?mektup=210

ispatı buyrun:

210

Bu mektûb, mevlânâ Şekîb-i İsfehânîye yazılmışdır. (Nefehât) kitâbındaki bir yazıyı açıklamakda ve nasîhat vermekdedir:
Bu fakîre ?kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz" lutf ederek gönderdiğiniz şerefli mektûbunuzu okumakla sevindik. Selâmetde olunuz. Bu yolun büyüklerini seviniz. Bu sevgi, ömrünüzün sermâyesi olsun. Kıyâmet günü bu fakîrlerin sevgisi ile diriliniz. Fakîrlikle övünen ve fakîrliği, zenginlikden üstün tutan büyük Peygamberimiz ?sallallahü aleyhi ve sellem" hurmeti için, Allahü teâlâ, düâmı kabûl buyursun. İhsân buyurarak, (Nefehât) kitâbındaki şeyh İbni Sekîne ?kuddise sirruh" hazretlerinin mürîdinin hikâyesini yazıyorsunuz. Şöyle ki, birgün, gusl abdesti almak için Dicle nehrine dalmışdı. Başını sudan çıkarınca, kendini Nil nehrinde buldu. Mısra geldi. Burada evlendi. Oğulları oldu. Yedi sene sonra, gusl abdesti almak için Nil nehrine daldı. Başını çıkarınca, kendini Dicle nehrinde buldu. Evvelce, Dicleye giderken, Dicle kenârına koymuş olduğu elbiselerini, koyduğu gibi buldu. Bunları giydi. Evine geldi. Zevcesi, karşılayıp, müsâfirlerin için istediğin yemekleri hâzırladım dedi.
Yavrum! Bu hikâyenin güç gelen yeri, yıllarca yapılacak şeylerin, bir ânda yapılması değildir. Çünki, böyle şeyler çok görülmüşdür. Peygamberlerin sonuncusu Muhammed ?aleyhisselâm", mi'râc gecesi göklere gidip, binlerle senelik yolları geçdikden sonra, geriye gelince, yatmış olduğu yerin dahâ soğumamış olduğunu, abdestde ibrikden akan suyun dalgalarının durmadığını gördü. (Nefehât) kitâbında da, bu hikâyenin sonunda bildirildiği gibi, Allahü teâlâ, zemânı genişletmekdedir. Bu hikâyenin güç olan yeri, Bağdâdda bir ân olan kısa zemân, Mısrda yedi sene uzamakdadır. Meselâ Bağdâdda o ân, hicretin üçyüzaltmışıncı yılı ise, Mısrda, o ânda, üçyüzaltmışyedinci yıl olmakdadır. Bu ise akla ve nakle uygun olmıyan birşeydir. Böyle birşey, bir iki kimse için olabilir. Başka başka şehrler ve başka başka yerler için olacak şey değildir. Bu fakîrin ?kaddesallahü teâlâ sirrehul'azîz" hâtırına şöyle geliyor ki, bu iş uyanık iken olmamışdır. Bir rü'yâ olabilir. Bunu dinleyen kimse, rü'yâ sözünü rü'yet olarak anlamış olabilir. Uykuda olan, uyanık iken olmuş sanılmışdır. Böyle yanlışlıklar, çok görülmekdedir. Belki rü'yâda görmüş ve rehberine rü'yâda söylemiş, sonra çocuklarına anlatmışdır.
Kitâbda, bu hikâyeden sonra, Muhyiddîn-i Arabî ?kaddesallahü teâlâ sirrehul'azîz" hazretlerinden haber verdiği hikâye de, bunun gibidir. Herşeyin doğrusunu Allahü teâlâ bilir.
(Cesedi terbiye eden rûhdur. Kalıbı terbiye eden kalbdir) sözünün açıklanmasını istiyorsunuz. Yavrum! Bu sözlerin ikisi de, birşeydir. İnsandaki Âlem-i halkdan olan maddelerin, Âlem-i emrden olan latîfeler tarafından terbiye edildiği bildirilmekdedir. Cesed kelimesinin, rûh ile birlikde kullanılması âdet olduğu için ve kalıp ile kalb kelimeleri de, birbirine benzediği için, edebiyyat bilgisine uyarak böyle yazılmışdır.

Nasîhat istiyorsunuz. Yavrum! Bu bozukluğum ve dünyâya dalmış hâlim ve bilgisizliğim ve başarısızlığım ile, size nasîhat vermeğe kalkışmakdan hayâ ederim, utanırım. Fekat, emr-i ma'rûfdan kaçınmakdan da korkarım ki, hasîslik ve alçaklık yapmış olmıyayım. Bunun için, birkaç kelime yazmağa kendimi zorluyorum. Yavrum! Dünyâda kalmak zemânı pek azdır. Bu kısa zemânın çoğu da boş yere geçmiş bulunuyor. Pek azı kalmışdır. Âhıret zemânı ise sonsuzdur. Orada başa gelecek şeyler, bu birkaç günlük işlere bağlıdır. Bundan sonra, yâ sonsuz ni'metler, zevkler veyâ bitmez tükenmez azâblar, acılar vardır. Muhbir-i sâdık, ya'nî hep doğru söyleyici, bunları haber vermişdir. Elbette olacaklardır. Aklı olan kimsenin, durmadan çalışması lâzımdır. Yavrum! Ömrün en kıymetli zemânları, boş yere geçdi. Allahü teâlânın düşmanı olan nefsin isteklerini yapmakla tükendi. Şimdi, ömrün en kıymetsiz, başarısız zemânı kaldı. Artık, bununla da, Allahü teâlânın beğendiği işleri yapmaz, kuvvetli zemânda elden kaçırılanı, kuvvetsiz, kıymetsiz zemânda yakalayamaz isek ve az bir emekle ve kısa bir sıkıntı ile, sonsuz râhat ve ni'metlere kavuşmaz isek ve sayısız çirkin işlerimizi, az bir iyi işle örtmez isek, yarın kıyâmet gününde, Allahü teâlânın huzûruna ne yüzle çıkabiliriz? Oraya ne özr ve behâne götürebiliriz? Bu gaflet uykusu ne vakte kadar sürecek. Gaflet pamuğu kulaklarda ne kadar kalacak? Birgün, gözlerden perdeyi kaldıracaklar. Kulaklardan gaflet pamuğunu çıkaracaklar. Fekat, fâidesi olmıyacak. O zemân pişmânlıkdan, utanmakdan başka yapılacak şey olmıyacak. Ölüm gelmeden önce, yapacak işi bilmeli. Yüzü ak olarak, Allahü teâlâyı özliyerek cân vermelidir. Önce, i'tikâdı düzeltmek lâzımdır. Dinden olduğu tevâtür yolu ile, ya'nî çok kimselerin söylemesi ile zarûrî olarak bilinen şeylere inanmak elbette lâzımdır. Bundan sonra, fıkh kitâblarında yazılı olan şeyleri öğrenmek ve yapmak zarûrîdir. Bundan sonra da, tesavvuf yolunda ilerlemek gelir. Fekat bu, kimsenin bilmediği şeyleri öğrenmek, kimsenin görmediği gizli şeyleri görmek için de değildir. Nûrları, renkleri görmek için değildir. Bunlar oyun, keyf verici şeylerdir. Herkesin gördüğü şeyler ve renkler yetişmiyor mu ki, bunları bırakıp da, riyâzetler, sıkıntılar çekerek, bilinmiyen şeyler ve renkler aranılsın? Bu şeyler ve renkler de, o şeyler ve renkler de, hep Allahü teâlânın yaratdığı şeylerdir ve Onun varlığını ve yaratıcı olduğunu gösteren işâretlerdir. Bu madde âleminde bulunan güneş ve ay ışıkları, Âlem-i misâldeki nûrlardan, renklerden katkat dahâ üstündür. Fekat, bunlar her zemân görüldükleri için ve âlim de, câhil de gördüğü için, kıymet verilmiyor, herkesin bilmediği, görmediği nûrlar aranıyor. Fârisî mısra' tercemesi:

Kapı önünde akan su, bulanık görünür!

Tesavvuf yoluna girmek, islâmiyyetin inanılacak şeylerine îmânı kuvvetlendirmek içindir. Böylece îmân, düşünerek anlamak zorluğundan kurtularak, görmüş gibi sağlam ve vicdânî olur ve kısaca inanmak yerine, etraflı ve derin îmân hâsıl olur.
Meselâ, Allahü teâlânın varlığına ve bir olduğuna önce düşünerek veyâ başkalarından görerek inanıyordu. Tesavvuf yolunda ilerlemek nasîb olunca, o düşünerek ve işiterek olan îmân, şimdi bularak, anlıyarak hâsıl olur. Îmânı olgunlaşır. İnanılacak şeylerin hepsine de, böyle îmân hâsıl olur. Tesavvuf yoluna girmenin ikinci fâidesi, fıkhda bildirilen vazîfeleri yapmakda kolaylık elde etmek ve nefs-i emmâreden ileri gelen güçlükleri yok etmekdir. Bu fakîr, iyi anladım ki, tesavvuf, islâmiyyetin yardımcısıdır. İslâmiyyetden başka birşey değildir. Böyle olduğunu, mektûblarımda, kitâblarımda açıkladım. Bu iki fâideye kavuşmak için, tesavvuf yolları içinden, Ebû Bekr-i Sıddîkın yolunu seçmek iyi ve dahâ uygundur. Çünki, bu yolun büyükleri sünnet-i seniyyeye yapışmışlar ve bid'atlerden sakınmışlardır. Bunun için, sünnete yapışmak nasîb olup da, ellerine birşeyler geçmezse üzülmezler, sevinirler. Eğer ahvâl ve mevâcîde kavuşur, fekat sünnete yapışmakda gevşek davranırlarsa, o hâlleri, vecdleri hiç beğenmezler. Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri buyuruyor ki, (Ahvâl ve mevâcîdi bize verseler, fekat, Ehl-i sünnet vel-cemâ'at i'tikâdını içimize yerleşdirmeseler, kendimi mahv olmuş bilirim. Eğer, Ehl-i sünnet vel-cemâ'at i'tikâdını verseler, ahvâl ve mevâcîd hiç vermeseler, hiç üzülmem). Bundan başka, bu yolda, nihâyetde kavuşulacak şeyleri, başlangıçda tatdırırlar. Bunun için, dahâ ilk adımda, başkalarının, en son kavuşacaklarını ele geçirirler. Arada yalnız icmâl ve tafsîl bakımından fark olur. Ya'nî topluca, kısa ve açık, geniş olmak farkı vardır. Bu yol, Eshâb-ı kirâmın ?aleyhimürrıdvân" yoludur. Çünki, Resûlullahın ?sallallahü aleyhi ve sellem" dahâ ilk sohbetinde öyle şeyler kazanmışlardır ki, ümmet arasındaki Velîlerin, bunlara, en sonda kavuşdukları bilinmemekdedir. Bunun içindir ki, Tâbi'înin en üstünü olan, Veysel Karânî ?rahmetullahi aleyh" hazret-i Hamzanın kâtili olan Vahşînin ?radıyallahü anhümâ", Resûlullahın bir kerrecik sohbetinde bulunmakla yükseldiği mertebeye yetişememişdir. Çünki sohbetin fazîleti, bütün fazîletlerin ve kemâllerin üstündedir. Çünki, onların îmânları, görerek kuvvetlenmişdir. Bu ni'met, başkalarına nasîb olmamışdır.

Resim

{{ 210. Rabbani Mektub'un ilgili yerinin original kopyası. İmanın yakin derecesine ulaştırılması için tasavvuf tarikatına intisabın gerekliliğini anlatmaktadır. MODERATÖR }}
***

Fârisî mısra' tercemesi:
İşitmek, görmek gibi olabilir mi?

Bunun içindir ki, bunların bir avuç arpa sadaka vermekle kazandıkları dereceler, başkalarının dağ kadar altın vererek kazandıkları dereceden katkat dahâ yüksekdir. Eshâb-ı kirâmın hepsinin yüksekliği böyledir ?rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în". Hepsini büyük bilmemiz lâzımdır. Hepsine iyi gözle bakmalı, hepsini sevmeli, övmeliyiz. Çünki, Eshâb-ı kirâmın hepsi âdildir. İslâmiyyeti bildirmekde, hepsi ortakdır. Birinin bildirdiği, ötekinin bildirdiğinden dahâ kıymetli değildir. Kur'ân-ı kerîmi onlar topladı. Âyet-i kerîmeler, herbirinin adâletine güvenerek, hepsinden, birer ikişer alınarak, bir araya getirildi. Bir kimse, Eshâb-ı kirâmdan birini kötülerse, bu sözü Kur'ân-ı kerîme dokunur. Çünki, birkaç âyet-i kerîme, ondan alınmış olabilir. Bu büyüklerin aralarında olan çekişmelerin, muhârebelerin iyi sebeblerle yapıldığını söylemeliyiz. Nefse uymakla, kin ve inâd ile olmadığına inanmalıyız. İmâm-ı Şâfi'î ?rahmetullahi aleyh" hazretleri, Eshâb-ı kirâmı çok iyi tanıyordu. Bu büyük âlim buyurdu ki: (Allahü teâlâ, o kanlara ellerimizi bulaşdırmadı. Biz de, onlara dilimizi karışdırmıyalım!). İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık hazretlerinin de böyle söylediği haber verilmişdir. Vesselâmü evvelen ve âhıren.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 20:26 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.12.09, 22:13
Mesajlar: 147
Ruhan yazdı:
...............


Said Nursi'nin Mektubatı ; Beşinci Mektup ; 26:


Hem demiş ki: "Velâyet üç kısımdır. Biri velâyet-i suğrâ ki, meşhur velâyettir; biri velâyet-i vustâ, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise, verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır."

.............
[/color]

Buradaki alıntıların hiçbirisi Mektubat-ı Rabbani'de yoktur. 3-4 senedir, bu satırları bulup önümüze getiren olmadı.

..........


260. Mektup:
260
"
Bu mektûb, hakîkatleri bilen, ma'rifetler sâhibi, ilâhî feyzlere, sonsuz rahmetlere kavuşmuş oğlu şeyh Muhammed Sâdıka yazılmışdır. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin yolunu ve Vilâyet-i evliyâ, Vilâyet-i enbiyâ ve Vilâyet-i ulyâyı ve insandaki on latîfeyi bildirmekdedir:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstününe salât ve selâm olsun! Ey oğlum, Allahü teâlâ, seni mes'ûd eylesin! İnsana (Âlem-i sagîr) ya'nî küçük âlem denir. Bu Âlem-i sagîr, on parçadan meydâna gelmişdir. Bu on parçanın beşi (Âlem-i emr)dendir. [Bu âlemde madde ve ölçmek yokdur.] Bu beş latîfe, (Kalb), (Rûh), (Sır), (Hafî) ve (Ahfâ)dır. Bu beş latîfenin aslları, kökleri (Âlem-i kebîr)dedir. [(Âlem-i kebîr), büyük âlem demekdir. İnsandan başka herşey demekdir.] İnsanı meydâna getirmiş olan on parçadan dördü katı, sıvı, gaz maddeleri ve enerjidir. Bunların aslları da Âlem-i kebîrdedir. Beş latîfenin aslları, Arşın dışında görülür. Arşın dışı, Âlem-i emrdir. Ya'nî maddesiz, hacmsizdir. Bunun için, Âlem-i emre (Lâ-mekânî) denir. İmkân dâiresi, ya'nî mahlûklar, bu beş aslın sonunda biter. [Arşın içindeki mahlûklar maddeden yapılmışdır. Zemânlı ve hacmlidirler. Bunlara (Âlem-i halk) ya'nî ölçü âlemi denir. Halk, ölçü de demekdir.] Mahlûklar, ademle vücûdün birleşmesinden meydâna gelmişdir. Ademle vücûdün birleşmesi, beş aslın sonuna kadardır.

Akllı, uyanık bir sâlik [ya'nî tesavvuf yolcusu], yaradılışında Muhammedî ise, Âlem-i emrin beş latîfesini, sıraları ile geçdikden sonra, bunların Âlem-i kebîrdeki asllarında seyr eder. Ya'nî ilerler. Allahü teâlânın lutfü ile, bu beş aslın herbirini inceden inceye geçerek sonuna gelir. Böylece, imkân dâiresini (Seyr-i ilallah) ile bitirmiş olur. (Fenâ) hâsıl oldu denir. Şimdi (Vilâyet-i sugrâ)ya başlamış olur. Bu vilâyete (Vilâyet-i evliyâ) da denir. Bundan sonra, bu beş aslın da aslı olan, Allahü teâlânın ismlerinin zıllerinde seyre başlar. Bu zıllerde adem bulunmaz. Allahü teâlânın ihsânı ile bu zılleri birer birer (Seyr-i fillah) ile geçerek sonuna varır. Böylece, ismlerin zılleri biterek, Allahü teâlânın ismleri ve sıfatları mertebesine erişir. Vilâyet-i sugrâda yükselmek, buraya kadardır. Burada tâm Fenâ hâsıl olmağa başlar. (Vilâyet-i kübrâ)ya ayak basılmış olur. Bu vilâyete, (Vilâyet-i enbiyâ) da denir.
Peygamberlerden ve meleklerden başka, bütün mahlûkların (Mebde-i te'ayyün)leri, bu zıl dâiresinde bulunur. Her ismin zılli, bir insanın mebde-i te'ayyünüdür. Peygamberlerden sonra, insanların en üstünü olan hazret-i Ebû Bekrin mebde-i te'ayyünü, bu dâirenin en üstündeki noktadır. Sâlik, kendinin mebde-i te'ayyünü olan isme varınca (Seyr-i ilallah)ı bitirir demişlerdir. Buradaki ism, Allahü teâlânın isminin kendi değildir. Bu ismin zılline varınca demekdir ki, o ismin, zıllerinden bir zıldir. Bu zıller, ismlerin ve sıfatların tafsîlidirler. Meselâ ilm sıfatının parçaları vardır. Bu parçalar, birer birer bu sıfatın zıllidirler. Bu sıfat, o zıllerin icmâli, topluluğudur. Bu parçalardan herbiri, Peygamberlerden başka, bir insanın mebde-i te'ayyünüdür. Peygamberlerin ve meleklerin mebde-i te'ayyünleri, bu parçaların aslları, bütünleri olan ismlerdir. Meselâ, ilm, kudret ve irâde gibi sıfatlardır. Birçok kimsenin mebde-i te'ayyünleri, tek bir sıfatdır. Fekat çeşidli bakımlardan ayrılırlar. Meselâ, Muhammed aleyhisselâmın mebde-i te'ayyünü ilm şânıdır. Yine bu ilm sıfatı, başka bir bakımdan, İbrahîm aleyhisselâmın da mebde-i te'ayyünüdür ?alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vetteslîmât". Yine bu sıfat, başka bir bakımdan da, Nûh aleyhisselâmın mebde-i te'ayyünüdür. Bu çeşidli bakımlar, hâcı Muhammed Eşrefe yazılan mektûbda açıklanmışdır. Büyüklerden kimisi, hakîkat-i Muhammedî, (Te'ayyün-i evvel)dir. Her kemâlin bir arada bulunduğu hazretdir. Buna (Vahdet) denir demişlerdir. Bu fakîrin anladığına göre, bu vahdet mertebesi, bu zıl dâiresinin merkezi, topluluğudur. Bu sözümü, şu da kuvvetlendiriyor ki, insanların mebde-i te'ayyünleri, ismlerin ve sıfatların ilmdeki sûretleri, görüntüleridir demişlerdir. İlmdeki varlık, kendisi değil, kendinin zıllidir, görüntüsüdür. Bunun için, ilmdeki bu sûretler, ismlerin ve sıfatların zılleridir. Bizim bu dâiremiz, zıller dâiresinin çevresi ve merkezidir. Asl dâire değildir. Bu zıl dâiresini, te'ayyün-i evvel sanmışlar. Bunun merkezini topluluk bilerek (Vahdet) demişlerdir. Bu merkezin açılmasını, ya'nî çevresini Vâhidiyyet sanmışlardır. Zıl dâiresinin üstü olan ismlerin ve sıfatların dâiresini, te'ayyünlerle bağlılığı olmıyan Zât-i teâlâ sanmışlardır. Hâşâ! Öyle değildir. Çünki o büyüklere göre, ismler ve sıfatlar, zâtın kendisidirler. Zâtdan ayrı, başka değildirler. Bunun için, zıl dâiresinin üstü, ya'nî ismlerin ve sıfatların mertebesi, zâtın kendisi olur. Ondan ayrı olmaz. Hâlbuki, sıfatlar zâtdan ayrı olarak var olduklarından, ismlerin ve sıfatların dâiresi, Zât-i teâlâdan ayrı olur. Sıfatları zâtın kendisi demişler, böyle olmadığını bilememişler.
Zıl dâiresinin merkezi, bu dâirenin aslı olan üst dâirenin merkezinin zıllidir. Üst dâire, ismlerin, sıfatların, şânların ve i'tibârâtın dâiresidir. Hakîkat-i Muhammedî, bu asl dâiresinin merke zidir. İsmlerin ve şânların topluluğudur. Bu dâirede ismlerin ve sıfatların yayılması, vâhidiyyet mertebesidir. İsmlerin zıllerinin mertebesinde vahdet ve vâhidiyyet kelimelerini kullanmak, zılli asl ile karışdırmakdan ileri gelmekdedir. Buradaki seyre, (Seyr-i fillah) demek de böyledir. Çünki bu seyr, (Seyr-i ilallah)dır. Bu seyrden sonra, eğer yükselmek nasîb olursa, zıl dâiresinin aslı olan, ismlerin ve sıfatların dâiresinde Seyr-i fillah ile seyr olur. Vilâyet-i kübrâ derecelerine başlar. Bu vilâyet-i kübrâ, Peygamberlere ?aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" mahsûsdur. Onların izlerinde gitdikleri için, Eshâb-ı kirâmı da, bu ni'mete kavuşurlar. Bu düşey durumdaki dâirenin yatay çapının altında bulunan yarım dâirede ismler ve (Sıfât-i zâide) bulunur. Üstdeki yarım dâirede şü'ûn ve i'tibârât-i zâtiyye bulunur. Âlem-i emrin beş latîfesi, bu ismler ve şânlar dâiresinin sonuna kadardır. Allahü teâlânın lutfü ve ihsânı ile, eğer sıfatlar ve şânlar makâmından yukarı çıkılırsa, bunların aslı olan dâirede seyr olur. Bu aslların dâiresinden sonra, bunların da aslları dâiresinde seyr olur. Bu dâireyi de geçdikden sonra, bunun üstündeki dâireden bir kavs, bir yay görünür. Bunu da geçmek lâzımdır. Bu üst dâireden, bir yaydan başka birşey görünmediğinden, yalnız kavs diyerek sözü kesiyoruz. Burada ince bir sır vardır. Bu sırrı bildirmediler. İsmlerin ve sıfatların ve şü'ûnların mebde'leridirler. Bu üç asllardaki dereceler, nefs-i mutmeinneye mahsûsdur. Nefs, bu mertebelerde itmînâna kavuşur. Yine bu makâmda, (Şerh-i sadr) olur. Sâlik, (İslâm-ı hakîkî) ile şereflenir. Bu makâmda, nefs-i mutmeinne, göğse yerleşir ve (Rızâ makâmı)na kavuşur. Bu makâm, Vilâyet-i kübrânın sonudur. Bu vilâyete, (Vilâyet-i enbiyâ) da denildiğini yukarıda bildirmişdik.

Seyr, buraya kadar varınca, iş bitdi sanıldı. (Bunların hepsi, ism-i zâhirin açıklanmasıdır. Bu ism, uçmak için lâzım olan bir kanatdır. Mukaddes âleme uçmak için lâzım olan ikinci kanat olan ism-i bâtın da, böyle birer birer geçilirse, iki kanat elde edilmiş olur) sesini duyurdular. Allahü teâlânın lutfü ve ihsânı ile, ism-i bâtında da seyr bitince, iki kanat elde edilmiş oldu. Bize doğru yolu gösteren Allahü teâlâya hamd olsun! O bize doğru yolu göstermeseydi, biz bulamazdık. Rabbimizin Peygamberleri doğru sözlü olarak gelmişlerdir.
Ey oğlum! İsm-i bâtındaki seyrden ne yazayım ki, o seyri örtmek, gizlemek lâzımdır. O makâmdan şu kadar açıklanabilir ki, ism-i zâhirde seyr, sıfatlarda seyr olup, Zât-i teâlâ ile hiç ilgisi yokdur. İsm-i bâtında seyr de, her ne kadar ismlerde seyrdir. Fekat bu seyr, Zât-i teâlâ ile ilgilidir. Bu ismler, Zât-i teâlâyı örten perdeler gibidir. Meselâ, ilm sıfatında Zât-i teâlâ hiç akla gelmez. Alîm ismi ise, sıfat perdesi gerisinde, Zât-i teâlâyı bildirmekdedir. Çünki âlim, ilm sâhibi olan zâtdır. O hâlde ilmde seyr, ism-i zâhirde seyrdir. Alîmde seyr, ism-i bâtında seyrdir. Öteki sıfatlar ve ismler de böyledir. İsm-i bâtınla ilgili olan ismler, meleklerin mebde-i te'ayyünleridir. Bu ismlerde seyre başlamak (Vilâyet-i ulyâ)ya ayak basmak olur. Bu vilâyete, (Vilâyet-i mele-i a'lâ) da denir. [(Mele') cemâ'at, galabalık demekdir.] İsm-i zâhir ile ism-i bâtını anlatırken bildirdiğimiz, ilm ile alîm arasındaki farkı az sanmayınız! İlmden alîme az yol vardır dememelidir. Yer küresi ile Arş arasındaki uzaklık, o iki ism arasındaki uzaklık yanında, okyânus yanında bir damla su gibidir. Söylemeleri yakın, kendileri çok uzakdır. Kısaca söylediğimiz her makâm da böyledir. Meselâ, Âlem-i emrin beş latîfelerini geçip, bunların asllarında seyr olunur. Böylece, imkân [ya'nî mahlûklar] dâiresi biter sözü ile, Seyr-i ilallah, başından sonuna kadar anlatılmışdır. (Bu seyrin yapılması için, ellibin senelik yol geçilir) demişlerdir. Me'âric sûresinin dördüncü [4] âyetinde meâlen, (Melekler ve Rûh oraya ellibin senelik bir günde çıkarlar) buyurulmakdadır ki, bu sözümüze işâret etmekdedir. Böyle olmakla berâber, Allahü teâlânın ihsânının çekmesi ile, bu uzun zemânlık iş, göz açıp kapayıncaya kadar yapılabilir.
......"
kaynak : http://www.farukinet.com/mektubat.asp?mektup=260

lütfen okuyunuz muhterem Ruhan kardeşim,

Risale-i Nur'da özeti sunulan, Mektubat-ı Rabbani'den alıntı yapılan paragrafları....

artık bu eserleri birbirleri ile çarpıştırmasak ....

ben sizin bu yazınızla da kat'i şüphe götürmez emin oldum ki, Risale-i Nur'lar bana kâfidir...
eğer benim gibi basit bir ressam dahi hemen kaynaklardan bunları araştırabiliyorsa, sizler de araştırabilirsiniz...

ancak, kelime kelime değil, nihayetinde Mektubat-ı Rabbani'yi bizler tercümesinden okuyoruz...

Allah'â emanet oldun, vesselam...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 21:09 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.12.08, 14:54
Mesajlar: 417
Ömer Nasuhi Bilmen Efendi'nin ilmihali de pek çok müslümanı kafi gelmektedir. Daha çoklarına cehalet, bilgisizlik dahi rahatsızlık vermemekte ve bulundukları hal kendileri için kafi gelmektedir. Herkesin kabiliyeti farklıdır. Kabı, yani alacağı farklıdır. Bir tası dereye daldırmak ile okyanusa daldırmak arasında bir fark yoktur.

Büyükler buyurmaktadır ki tasavvuf bir ummandır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 21:11 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
tanhu kardeşim, yok yazışmalardan çekilmeyiniz, ne münasebet efendim. Bir iddia var ise ve ispat edeceğinizi söylüyorsanız devam etmek mecburiyetindesiniz.

Getirdiğiniz Tercüme Hüseyin Hilmi Işık'ın tercümesidir. Bu tercümenin pek çok tercüme hatasıyla dolu olduğunu, kimi ifadelerin kapalı kaldığını biliyoruz. Daha önce bizzat tespit ettik. Başka tercümelere baktınız mı? Emin misiniz orada yazılan ifadenin "imanı kuvvetlendirmek" olduğunu söylediğine?

Yoksa Hakke'l Yakin imandan mı bahsedilmektedir? Yakin kavramı = İman hakikatleri değildir. İmanın suretten öze geçmesi, mecazdan aslına ulaşması, inanılanın müşahade edilmesi, gözle görülmesi vs. demektir ki zaten mektupta onunla ilgili açıklamalar da vardı. Okumuş olmalısınız. Yakin kısaca HAKİKİ İMAN demektir. İman Hakikatleri değil. Hakiki imanın karşılığı mecazi (sureten, taklidi) imandır. Aradaki farkı göremiyorsak ne yapalım?

Gördüğünüz gibi İMAN HAKİKATLERİ ifadesini gösteremediniz. Efendim ona benzer başka ifadeler var. Bir kere, benzerleri var da alıntı yapıyorsanız kavramları kendi beğendiğinize göre değil, aslındakine uygun seçmek zorundasınız. Yakin deniyorsa yakin demelisiniz. Hakiki iman diyorsa hakiki iman demelisiniz. Ehli Sünnet itikadı diyorsa Ehli Sünnet itikadı demelisiniz. Şer'i ilimler diyorsa şer'i ilimler demelisiniz. İkinci olarak "iman hakikatlerini" "yakin"e benzeten KİM? El cevap: tanhu... Siz benzettiniz diye var mı olacak şimdi?

Böyle davranırsak, hiç bir alimden hiç bir eserinden hiç bir mevzuyu sabit olarak BELİRLEYEMEYİZ.

Böyle bir yöntem, böyle bir usül YOK.

İKİNCİSİ: Sizden 2 madde istirham etmiştim. 2. madde?

Devam edelim. Lütfen çekilmeyiniz.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 21:20 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
210. Mektup ile ilgili söyleyeceklerimiz bitmedi. O yüzden başka Mektuplara geçmeyelim. Sırayla yavaş yavaş gidelim.

Ancak bir hususta da anlaşalım. Konuları Hüseyin Hilmi Işık'ın tercümesi üzerinden konuşacaksak, bu meseleyi aydınlatamayız. Mümkün değil. Tecrübe ettik. Hatalı bir tercüme üzerinden anlaşmaya varmak imkansız.

Başka tercümeleri esas almanızı rica ediyorum. Yok tercümelere güvenmiyorum filan diyorsanız, Arapça tercümesi orjinal metin üzerinden görüşelim. (Çünkü hemen bütün tercümeler Arapça tercümeden Türkçeye aktarılmıştır)

Anlaştık mı?


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 10.01.10, 21:41 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Bugüne kadar Mektubat'ı kendi anlayışını tasdik etmek için kullananların TAMAMININ Işık tercümesini esas alması manidardır. Başka tercümeleri getirmiyorlar. İlla Işık olacak. Niye acaba?

Hatta forumun birinde 5 farklı mütercimin tercümesini söyledik. Hepsi aynı istikamette tercüme etmişler. Farklı olan ve olduğundan çok farklı çeviren 6. mütercim ise Işık... Adam demesin mi? Biz Işık'a güveniriz, diğer beşi yanlış ÇEVİRMİŞ! El insaf yahu... Haklı çıkmak uğruna neler yapıyor insanoğlu?! İnsan Allah'tan korkar, hesaptan çekinir. Bizzat tedkik etmediği mütercimler hakkında böyle hükümler vermekten titrer!

Hal-i pür melalimiz...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 11.01.10, 00:26 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
tanhu kardeşim neden yazmadınız? Bekliyorum. Sizin ve bizim niyetimiz Hak nedir ortaya çıkması ise vazgeçmeyelim.

3 tavrınıza anlam vermedim:

1-
Alıntı:
ben sizin bu yazınızla da kat'i şüphe götürmez emin oldum ki, Risale-i Nur'lar bana kâfidir...


Demişsiniz. Size Risale okumayın, size kafi değildir diyen oldu mu? Burda konu sizin bizim ne okuyup ne okumayacağımız değildir. Risale Mektubat alıntılarında hata edip etmemiş midir? Konu bu. İster okuyun ister okumayın konu bu değildir.

2-
Alıntı:
artık bu eserleri birbirleri ile çarpıştırmasak ....


Burada iki eseri çarpıştırdığımızı nereden çıkardınız? Ortada bir hata varsa ve düzeltilmesi gerekiyorsa bu çarpıştırma mı oluyor?

3- Size Akçiçek tercümesini getirdiğim ve ilgili yerleri renklendirerek, kalınlaştırarak, altını çizerek gösterdiğim halde; tuttunuz Işık tercümesini getirdiniz. Bu tavrınız gariptir. Akçiçek tercümesine neden itibar etmediğinizi izah eder misiniz?

Efendim, lütfen, burada kavga etmiyoruz, sakin sakin yazışıyoruz. Başka türlü algılanıyorsa rica ederim, düzeltiniz.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca'dan Risalecilere Açık Davet
MesajGönderilme zamanı: 11.01.10, 07:00 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.12.09, 22:13
Mesajlar: 147
Ruhan yazdı:
.............

Yoksa Hakke'l Yakin imandan mı bahsedilmektedir? Yakin kavramı = İman hakikatleri değildir. İmanın suretten öze geçmesi, mecazdan aslına ulaşması, inanılanın müşahade edilmesi, gözle görülmesi vs. demektir ki zaten mektupta onunla ilgili açıklamalar da vardı. Okumuş olmalısınız. Yakin kısaca HAKİKİ İMAN demektir. İman Hakikatleri değil. Hakiki imanın karşılığı mecazi (sureten, taklidi) imandır. Aradaki farkı göremiyorsak ne yapalım?

..............


efendim, teveccühünüz,

iman hakikatleri kelimesi, farklı dillere tercüme etsek,
imanın aslı,
imanın doğrusu,
etraflı ve derin bir iman,
imanı, iman yapan kaideleri, yolları vb kelimelerle anlam itibari ile özdeş olacaktır.

dolayısı ile ben kelimelere takılmaksızın, cümlelerin ne anlatmak istedikleri ile ilgileniyorum.
bu sebepten bir hata göremiyorum. bu noktada kalbimde bir şüphe yok, ilgili Mektubat-ı Rabbani'nin sayfalarını okudum gördüm.
Risale-i Nur Mektubatındakiler (özet olarak) doğru alıntıdır.

evet artık kıyaslamalardan çekiliyorum, çünkü;
ben ne bir ehl-i tarik'im ne de ehl-i cemaat, ne de arapça bilen biriyim.
bu işi; varsa şüpheleri bu işin ehillerine bırakıyorum.
çünkü,
gördüm ki, Mektubat-ı Rabbani ile Risale-i Nur Mektubatı niyet ve amaç ve yol açısından birbirlerini tamamlar mahiyette eserlerdir.
İki müellife bunlar yazdırılmış ve takipçileri yüzbinler insanlar var,
(Allah korusun) haddimi aşar yanlış bişey yazarım, yada kalbime yanlış bişey gelir, vebali ağır olabilir, vazgeçiyorum.

vesselam...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 33 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 6 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye