tanhu yazdı:
Hem demiş ki: “Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.”
bakınız : İmam Rabbani Mektubat 1:180 (210. mektup)
210. MEKTUP
RABBANİ MEKTUB - 210 (Abdulkadir AKÇİÇEK Tercumesi)
MEVZUU :
a) Nefehat adh eserdeki bazı ibarelerin halli..
b) İstediği bazı zaruri nasihatler.
NOT : İmam Rabbani Hz. bu mektubu Molla Şekibi İsfahani'ye yazmıştır.
Bu sermayesi az Fakir'e şefkat ve merhamet üzere gönderdiğiniz mübarek mektubun mütalaası ile şerefyab oldum. Sevinç ve sürurla doldum.
Selametle yaşa ve selametle öl.
Yaşadığın süre, fukaranın mahabbeti ile yaşa.. Öldüğün zaman da; onların mahabbeti, sermayen, asıl malın olsun.
Haşr olduğun zaman dahi, onların muhabbeti üzerine haşr ol. Fakr ile iftihar eden ve onu zenginliğe tercih eden zat hürmetine. Ona ve aline salat ve selam..
Kerem üzere yazmış ve sormuşsunuz:
— Nefehat'ta yazılan şu hikayenin hakikati nedir?.
Diye.. Şöyle ki:
Şeyh b. Sekine'nin müridi, bir gün yıkanmak için Dicle'ye girer ve suya dalar. Başını sudan çıkardığı zaman, kendisini Nil nehrinde görür. Sudan çıkar; Mısır'a gider. Orada evlenir; kendisinin çocukları olur. Yedi sene Mısır'da kalır.
Bundan sonra, bir başka gün, yıkanmak için Nil nehrine gelir.. Suya dalar. Başını sudan çıkardığı zaman, kendisini Dicle'de görür. Daha önce, Dicle kenarında çıkardığı elbiselerini dahi orada bulur. Elbisesini giyer ve evine gelir. Hanımı kendisine der ki:
— Ziyafet için, hazırlanmasını emrettiğin yemek hazırdır.
Ve hikaye böyle devam eder..
Ey Mahdum-u Mükerrem,
Bu hikayenin müşkil yanı, uzun senelere ait işlerin, bir anda yapılmasında değildir. Buna benzer işlerin vukuu çoktur. Bu cümleden olarak; Resulullah Efendimizin miracını sayabiliriz. Allah Taala Ona salat ve selam eylesin ki O, adet üzere olsaydı, bin senede müyesser olacak işleri kısa bir zaman içinde yaptı. Mesela: Uruc yerlerinin miracını yaptı; vusul menzillerini kat etti. Ama geldiği zaman, yatağının sıcaklığını, evvelki hali ile buldu. Abdest kabına doldurduğu suyun dalgalanması dahi henüz geçmemişti.
Bu mananın iç yüzü, Nefehat'ta anlatıldığına göre, zamanın açılmasından ibarettir.
Bu işin müşkil yanı başkadır. Şöyle ki: Bu müddet, Bağdad'da bir an meselesi olurken; Mısır'da yedi sene uzamaktadır. Mesela: O anda Bağdad'da hicri tarih üç yüz altmış ise., aynı anda Mısır'da tarih üç yüz altmış yedi olması gerekir.
Böyle bir manaya akıl cevaz vermeyeceği gibi, nakil dahi kabul etmez.
Bu muamele bir şahsa veya iki şahsa ait bir nisbet taşısaydı; belki olabilirdi. Ama, çeşitli beldelere ve ayrı ayrı sayılan yerlere nisbetle söylenince muhal olur.
Bu Fakir'in hatırına gelen şu ki: Bu vak'a ayık halde iken olmamıştır. Rüya vakıaları kabilinden bir şeydir. Dinleyen için, rüya olan bir şey, görülen bir şey gibi dinlenmiştir. Uyku ile ayık hal, karıştırılmıştır.
Böyle karışık durum, çok olmuştur.
Belki de, onun bu gördüğü, gelip onu şeyhine anlatması, çocuklarına gitmesi hepten rüyada olmuş bir şeydir.
Anlatılan bu hikayeden başka, Şeyh Muhyiddin b. Arabi'den naklen anlatılan hikaye dahi bu kabildendir. Allah onun sırrını takdis eylesin..
Halin hakikatini en iyi bilen Sübhan Allah'tır. Bütün işleri en iyi bilen Allah'tır.
Ayrıca, şu ibarenin dahi şerhini istemişsin:
— Cesedin mürebbisi ruhtur; kalıbın mürebbisi ise kalbdir.
Ey Mahdum,
Her iki ibare de aynı yere çıkar. O dahi şudur: İnsani sayılan halk aleminin terbiye husulü, emre bağlı alemden gelmektedir.
Ceset lafzına ruh lafzı eş olduğu, yani: Itlaklarda ve muhaverelerde; kalb ile kalıb arasında dahi münasebet vuku bulduğu için; anlatılan münasebetleri birleştirmek zımnında böyle bir ibare tayinine gidilmiştir.
Bunlardan başka nasihat talebi dahi sudur etmiştir..
Ey Mahdum,
Bu babda (konuda) bir şey yazmama haya bana mani oluyor. Bütün bu harabat hallerin varlığı, taallukat ve televvüsat, az sarmayeli olmak, hiç bir şey hasıl edememiş olmakla; işaret veya saraheten bir şey yazayım!? Nasıl olur?
Ancak, bana şunların isnad edilmesinden dahi korkuyorum: Hasislik, düşüklük, cimrilik ve bahillik.. Şayet, kendimi tutar da, iyi bir şeyi söylemezsem, böyle şeylerin bana isnad edilmesinden korktum. Bunun için, bazı cümleleri yazmaya cür'et ettim.
Ey Mahdum,
Dünyanın bekası cidden azdır. Bu azın dahi pek çoğu, telef olmuştur. Bu zevalden sonra kalan, azın dahi azıdır.
Ahiretin müddeti ise, bakidir; daimidir.
Ebedi sonsuz hayatın muamelesi dahi, bu sayılı günlerin bekasına bağlanmıştır. Bundan sonra da: Ya ebedi nimet gelir; yahut sonsuz azap..
Bu anlatılan manayı Muhbir-i Sadık aleyhi salatu ves’selam haber vermiştir ki onda dönmek yoktur. Bunun için, aklı fikri kullanmak gerek..
Ey Mahdum,
Ömürün en güzel zamanları, heva ve hevese gitti. Allah'ın düşmanı olanların rızası tahsilinde zay oldu. Şimdi erzel-i ömür kaldı. Bugün de bunu Yüce Hakkın razı olduğu işlere harcamazsak; o en güzel ömrün yerini doldurma işinde bir tedarik görmezsek; isterse pek az olsun, çekeceğimiz mihneti, ebedi rahata vesile bilmezsek; az hasenat işlemek sureti ile çok seyyilerimize keffaret ettirmezsek.. Yarın hangi yüzle Allah'ın katına varacağız?. Hangi çareye başvuracağız?.
Bu tavşan uykusu ne zamana kadar sürecek? Bütünüyle, bu gaflet pamuğu ne zamana kadar kulakta kalacak?. Yakında basiret gözünden perde kalkacak; hiç şüphe edilmesin, kulaktan bu gaflet pamuğu dahi gidecek.. Lakin, o zaman ne faydası olur?. O zaman, zamanın ele geçirdiği, hasretten ve nedametten başka bir şey olmayacak..
Ölüm gelmeden evvel, kendin amel etmeye bak. Kabrinde yaslanacağın bir şey hazırlamalısın.. Hem de:
- Ah iştiyakım!.
Diyerek..
Öncelikle itikadını düzeltmelisin.
Sonra, dini yönden zaruri olarak, öğrenilen şeyleri tasdik etmelisin, zaruri olarak, fıkıh kitaplarının beyan ettiği şeyleri, bilmeli ve gereği ile amel etmelisin..
Anlatılanlardan sonradır ki:
Tarikat-ı Sufiye'ye girmek matlub olur..Ancak bu tarikat talebi: Gaybi sayılan suretler ve şekillerin müşahede edilmesi, şüphesi olmayan elvan (şekiller) ve envar (nurlar) gözle görülebilİmesi için olmayacak.. Zira böyle şeyler, oyun ve oyalanma kabilinde şeylerdir.
Bu suretlerde ve hisse dayalı nurlarda ne gibi bir noksanlık vardır ki insan bunları bırakıp da
gaybi suretlere ve nurlara iştiyak duya.. Hem de bunları, çeşitli riyazetlerin irtikabı ile araya..
Gerek bu suretler ve nurlar, gerekse öbür suretler ve nurlar hepsi de Allah'ın mahlukudur. Hepsi de, yaratıcılarının varlığına delalet ederler..
Bu
şehadet aleminde bulunan ayın ve güneşin nuru, misal aleminde bulacağın ayın ve güneşin nurundan daha meziyetlidir. Ancak, bunun görüntüsü, devamlı olduğu, havasın ve avamın ona bakmakta ortak olduğu için onları itibardan düşürmüştür. Bunun üzerine, gayb alemindeki nurlara iştiyak duymaya başlamışlardır.
Bir şiir:
Ne değeri var suyun, daima aksa;
İnsanın kapısında Kevser de olsa.
Sufiye yoluna süluk etmekten maksad: Şer'an itikad edilmesi gereken işlere karşı yakinin artmasıdır. Ta ki: İstidlal darlığından, keşif alanına çıkasın, icmal yolundan tafsile giresin..
Mesela: Vacib'ül-vücud Yüce Allah'ın varlığını ve birliğini; önceleri, istidlal (şer'i ilimlerin deliliyle, okuyarak) veya taklid yollu bulur da, bunların mikdarına göre yakin hasıl olursa.. Tarikat-ı Sufiyeye süluk müyesser olduğu zaman, o istidlal ve taklid, keşfe ve şühuda tebdil olur.. Ekmel manada yakin hasıl olur..Sair (diğer) itikada dair meseleleri dahi buna göne kıyas edebilirsin..
Aynı zamanda, bu sufiye yoluna girmekle;
fıkha dair hükümlerin edası için kolaylık meydana gelir; nefs-i emmare tarafından hasıl olan güçlük kalkar.
Bu Fakir'in yakini odur ki: Sufiye yolu,
şeriat ilimlerine hizmet eder: Onun dışında kalan ayrı bir şey değildir. Bunu, kitaplarında ve risalelerimde inceleyerek yazdım. Sair (diğer) tarikatlar arasında
Nakşibendiye Tarikatını tercih etmek ise, bu mananın hasıl olması içindir. Bu manada, pek uygun ve pek münasib olduğu içindir. Zira, bu Tarikatın büyükleri, sünnete tabi olmayı bırakmayıp bid'attan kaçmaya devam etmişlerdir. Bunun içindir onları: Bu mütabaat dolayısı ile ferah ve sevinçli görürsün: İsterse, kendilerine hallerden yana bir şey hasıl olmasın.
Hallerin varlığı ile, Resulullah'a tabi olma yolunda bir kesiklik olurlarsa, o halleri hiç bir şey yerine koyup kabul etmezler.. Bu manada Hace Ahrar şöyle dedi:
-
Bana haller ve vecidler verilmiş olsa da; mesela, hakikatim ehli sünnet vel-cemaat itikadına muvafık olmasa, o anlatılan halleri hizlandan ve şekavetten başka bir şey olarak göremem.. Ama, bana ehli sünnet vel-cemaat itikadı verilmiş olsa, bütünüyle o hallerden mahrum olsam; bunun için hiç gam çekmem..
Sonra..
Bu tarikatta, nihayetin bidayete derc'edilmiş (sonun başlangıca getirilmiş) olması vardır. Şöyle ki:
Bu tarikat ehli, ilk adımda, başkalarının taa, işin sonunda bulacaklarını bulur.Aralarında bir fark varsa, o dahi icmalde, tafsilde, şümulde ve şümulün olmayışındadır.
Böyle bir intisap, ayniyle Ashab-ı Kiramın intisabıdır. Zira onlar. Resulullah Efendimizle ilk sohbetlerinde öyle şeyler bulmuşlardır ki; o şeyler,
kendileri dışında bu ümmetin evliyasına, işin nihayetinde hasıl olur mu bilinmez..Bu mana icabıdır ki: Tabiinin en faziletlisi olduğu halde; Veys'el-Karani, Hazret-i Hamza'nın katili Vahşi'nin r.a. mertebesine yetişemez.. Bunun sebebi de, bir defa olmak üzere, Hayr'ül-beşer Resulullah'ın sohbetine nail olmamasıdır. Ona salat ve selam olsun..
Şundan ki: Resulullah ile sohbet fazileti, bütün faziletlerin ve kemallerin üstündedir. Çünkü: Onların imanı şühudidir; böyle bir devlet onlardan başkasına müyesser olmaz.
{{NOT: 210.Rabbani Mektub'un tanhu tarafından altı çizilen yerlerinin ve tercumelerde mor renkte gösterilen satırları gösteren Arabca metindir. Arabca Mektubat-ı Rabbani 1.cild. 317 sayfa. MODERATÖR}}***
Bir mısra:
Benzer mi hiç duyulan görülene?.Yukarıda anlatılan mana icabı olarak, bunların bir ölçek arpa sadakası, başkalarının dağ misali altın sadakasından daha faziletlidir.
Anlatılan fazilette, bütün Ashab eşittir. Hepsine tazim edip her birini iyilikle anmak gerekir.
Ashab-ı kiramın hepsi de doğruluk ve adalet üzeredir. Kabul etmek işinde, hepsinin rivayeti ve ahkam tebliği aynı değerdedir. Onlardan, birinin rivayetine, diğerinin rivayetinden daha fazla meziyet yoktur.
Onlar Kur'an hamilleridir. Parça parça ayetleri bir araya getiren onlardır. Birinden iki ayet alınmış; birinden üç ayet alınmıştır.. Bazısından daha fazla., bazısından dahi daha az.. Bu iş, onların adaletine itimad edilerek alınmıştır.
Her kim, Ashabtan birini kötülerse.. onun bu kötülemesi Kur'an-ı Mecid'e gider.. İhtimal ki Kur'an'ın bazı ayetlerini o taan edilip körlenen sahabe taşımıştır.
Bu büyükler arasında geçen münazaaları ve çeşitli vakıaları iyiye yormak lazımdır. Onları, nefsani arzudan ve tassupatan uzak bilmelidir.
Ashab-ı kiramın halini en iyi bilenlerden biri İmam-ı Şafii idi. Allah ona rahmet eylesin. Şöyle dedi:
— O bir kan idi; Allah ellerimizi kandan temizledi. Biz de dillerimizi ondan temiz tutalım.
Üstte anlatıldığı gibi bir kavl, İmam Ca'fer-i Sadık'tan r.a. dahi nakledilmiştir.
Evvel ahir selam..