Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 99 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5 ... 10  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 11.02.10, 06:28 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 657
TûTî yazdı:
Ruhan efendi, eline gönlüne derdine sağlık; Mevla'm nurunu artırsın, sa'yini meşkur eylesin kardeşim.. hz.İmam-ı Sevrî "isnad (ve sened) mü'minin silahıdır.."der.. senedi malum olmayan bir da'vanın -zerre kadar- muhassala-i turuk olmak ihtimali yoktur.. geçenlerde hz.Mevlana'nın Mesnevi'sinden bir beyt nakl etmiştiniz ne diyordu orda (ma'nen) "bu alemde ferden ferda eren bile piran-ı kiram'ın tevassutu ile ermiştir.."

kaldı ki said efendi (rh.a) vuslata ermemiş -ancak- mükteseb (çalışarak kazanılan) şu ilim ve feyz nuru ile -bir zaman sonra- Mevla'dan bazı mertebe mevhibeye 'zaid ilham'a mazhar olmuştur fakat buna 'vuslat' demezler 'yolda' derler.. böyle olan zevat ilahi sıfat'ların ve esma'nın suretlerinin gölgeleri içinde hayran kalır, kendini oldum ve 'Asl'ı temaşadayım zanneder ve maruz kaldığı berzahda ne hayal ve z'um eylemişse etbaına da o yolu en büyük hakikat gösterir..

eğer bu zatta uruc/fena ve beka/nüzul gerçekleşmiş olsa idi Vallahi ve Billahi tarikat-ı aliyye (sultan yolu) hakkında öyle galat sözler söyleyemezdi.. ve eğer bu zat müceddid olsa idi (tavzif olunduğu tecdide yakin ve temkin kazandırmak içün) elbette tarikat-ı aliyyeye serfüru eder ve ancak hz.İmam-ı Rabbani efendimizin tahkiki vech ile kalem oynatırdı..

Allah aşkına düşünün bir kerre!.. Müceddid-i elf-i sani hazretlerinin (ks.) bizzat kendisinin revan olup nice makam ve mazhariyetlere erdiği ve taliblere de özellikle emr eylediği ve hayatı boyunca hassasiyetle üzerinde durduğu bir yola, nisbete, mertebeye v.suğra der mi bir müceddid!?..

risalecilere soruyorum: yahu siz said efendi'ye neyi tecdid ettiriyorsunuz!.. siz yalnızca müceddid-i Elf-i sani Aziz'e aid olan [Hatmul-Evliya hazretinden (sav.) hibe olunan] şu ulum ve tahkikat eğer zaman içinde unutulmuş veya tahrife maruz kalmışsa ancak onu tecdid (tamir takrir ve tamim) edersiniz..


Muhterem Hocam,

Zat-ı muhteremin muhiblerinde kesin ötesi kesin bir inanç var, diyorlar ki:

"Üstadımız, bahsettiğiniz seyirleri, vuslatı; bütün manevi makamları elde etmiştir. Vazifesini ve ilmini doğrudan Peygamber Efendimiz aleyhi salat u vesselam'dan (soru sormamak, bütün sorulara cevap vermek şartıyla) almıştır. Müceddittir, Müçtehiddir; kendi başına dinde yenilemeler yapar, yollar açabilir. İmam Rabbani Hz.lerinin bildirdiği gibi 1000 yıldan sonra Sahabe Mesleğini cari ve yaygın kılmaya ehil ve yetkilidir. Nitekim cemaatini zamanın Sahabeleri gibi etmiştir... Hatıralarında:

Siz bana söz verip yemin edin, bu halkanın içine girin. Beş vakit namazı kılıp günah-ı kebairden kaçının. Bana kanaat edin (sadakatinizi bozmayın ).. Ruz-i mahşerde sizi sırattan geçirmek benim boynumun borcu olsun.. (molla rasul’ün hatıralarından , "üstad sayfaları" sh. 287, erguvan yayınevi )

dahi demiştir.

Üstadımız, kısa ve kestirme bir TARİK bulduğunu kendisi açıklar ve biz de açıkladığı bu yoldan Risale okuyarak, yazarak, neşrederek, evradlar okuyarak gidiyoruz işte:

Kat'î (kesin) ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki,
imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek
ve tahkikî yapmanın
en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur'dadır.
Evet on beş sene yerine,
on beş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir (kısaltır),
iman-ı hakikîye (hakiki imana) îsal eder (ulaştırır).
" Kastamonu Lahikası

(İmam Rabbani Hz. ve nice Evliyaullah hakiki imanın ve hakiki İslam'ın ancak Nefs-i Mutmainne makamında elde edilebileceğini ittifakla söylerler)

İ’lem Eyyühel-Aziz! Tevfik-i İlahî (Allah'ın yardım ve başarılı kılması) refiki (yol arkadaşı) olan adam, tarîkat berzahına (perde ve koridoruna) girmeden zâhirden hakikate geçebilir. Evet Kur'andan, hakikat-ı tarîkatı (tarikatın hakikatını) -tarîkatsız- feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve keza maksud-u bizzât olan (asıl istenilen) ilimlere ulûm-u âliyeyi (yüksek ilimleri) okumaksızın îsal edici (ulaştıran) bir yol buldum.

Seri-üs seyr olan (çok süratle giden) bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet (tehlikelerden emin) bir tarîkı (yolu) ihsan etmek, rahmet-i hâkimenin (Allah'ın rahmetinin) şânındandır
.. (Onuncu Risale, Mesnevi-i Nuriye)

gibi.. "

Savunmaları bu minval üzeredir.

1- İmam Rabbani Hz.leri, Peygamberimizden 1000 yıl sonra ahir zamanda geleceği müjdelenen Mehdi As'ın cari ve yaygın kılacağını bildirir. Said Nursi Hz.lerinde Mehdi As'ın alametleri bulunmadığı gibi, kendisine Mehdi As'dır diyen muteber tek bir Sadık ve Salih yoktur. Aksine, Mehdi As. değildir diyen pekçok salihin kaynaklı olarak sözlerini nurcu bir forumda yayınlamıştım. (Sessizce sildiler ama olsun, yazı elimdedir, isteyen olur ise buradan da yayınlayabiliriz) Üstelik, İmam Hz.lerinin terviç edecek (cari ve yaygın) kılacak dedikleri "Sıddıki Nisbet" yani Nakşibendiyye Tarikatıdır. Said Nursi Hz.leri Nakşi Tarikatını yaygınlaştırmış mıdır (bütün Tarikatlere geçerli kılmış mıdır)? El Cevap: Hayır.

2- Yeni ve kestirme, hatta Nakşi tarikinden de daha kısa bir yol bulduğunu söyleyen kimdir? Kendisi. Bu yolun çok kısa zamanda imanı tahkik edeceğini (yani nefsi mutmainne kılacağını) haber veren kimdir? Yine kendisi. Vefatına kadar icad ettiği yolda tasdik ve şehadet veren kimdir? Kendisi. Vefatından sonra, arkasından gidenler için tasdik ve şahidlik veren; yok.

Kısaca şöyle ifade edelim: Bir zatın ya da bir yolun kendi kendisi, kendine sened değildir. Olamaz da. Akla aykırı olduğu gibi, kendi kendine şahidlik eden İslam aleminde muteber tek bir Alim ve tek bir Veli olmamıştır. Adetullahtan değildir.

Yukarıda işaret ettik: İslam tarihinde böyle kendi kendine şahidlik eden zatlar olmuştur; kabul görmedikleri gibi reddedilmişlerdir de. Günümüzde de kendi kendine şahidlik eden kişiler vardır: Bunların kimi Mürşiddir, kimi nezirdir, kimi Mesihtir, kimi Mehdidir, kimi hatta Resüldür (sümme haşa). Allah'tan sohbet kitapları indiğini iddia edenleri dahi vardır. Peki bunlara, kendileri dışından Sadık ve Salih insanlar içinde şahidlik edenler ve tasdik edenler var mı? YOK.

Eğer Nursi merhum, çile çekti, mücadele etti, insanlara merhamet gösterdi diye onun kendine senedliğini kabul edeceksek peki diğerlerinin ne suçu vardır? Fehmen cidden!

Bu kadar nur talebesinin Nursi'den ve ağabeylerden başka bir sened aramaması ya da ihtiyaç hissetmemesi de hayra alamet değildir. İhtiyaç hissetseler zaten düğümleri çözülmeye başlayacak inşallah. Biz, zamanında çoğu kez tavsiye etmiştik: Ehli Zikre danışınız emr-i şerifi vardır. İstişare sünnettir ve sünnet işleyen yanılmaz. Danışan dağlar aşmış. Nur talebeleri, eğer isnadın dinden olduğuna inanıyorlarsa; Risale deyimiyle "Cumhur-i Ulemanın kabul etmediği görüş bid'attir ve reddedilmelidir" gerçekten bunu diyorlar ise; önyargısız ve samimi olarak Mürşid-i Kamillere ve cemaatleri dışından ilim sahiplerine danışmaları gerektir; danışsınlar. Fikr-i Sabit sahibi olmaktan da Allah'a sığınsınlar. İstişarelerine göre hareket etsinler. Zira her şeyin ortaya çıkacağı ve pişmanlığın fayda etmeyeceği gün mutlaka yakındır.

Ves'selam


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 11.02.10, 15:22 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 342
Ruhan hocam, Allah cc. razı olsun verdiğiniz malumatlar bu konuda beni daha da bilgilendiriyor (ve te'yid ediyor..)
Ruhan ve Ebu Hamza hocalarım, Said-i Nursi hz.nin en büyük (ma'zur) hatası irşad ve tasarruf yetkisi (icazeti salahiyeti) olmadığı halde insanları kendisine celb etmesidir.. bu zat risaleleri mutlak kılavuz (mürşid) ve pusula (yol) olarak vehmetmiştir.. bu durum gayet açık..

fakir der ki: meczub said efendi'yi (rh.a) düştüğü vartadan kurtaracak bir mürşid-i kamile ihtiyacı vardı istanbul'da Mevlana Ali Haydar Efendi hazretleri (ks.) kısa zamanda onun derdine deva olurdu hatta buralara kadar zahmet etmesine de lüzum yoktu erzurum'da Efe-i Nakşî hazretleri'ne (ks.) varıp teslim olsa -belki de- bir zaman sonra Nakşî halifesi bile olabilirdi..

Ruhan hocam sizin -son- mesaj hakkında daha söz var oradan devam edelim inşallah..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 12.02.10, 02:00 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 342
"..Üstadımız, bahsettiğiniz seyirleri, vuslatı; bütün manevi makamları elde etmiştir. Vazifesini ve ilmini doğrudan Peygamber Efendimiz aleyhi salat u vesselam'dan (soru sormamak, bütün sorulara cevap vermek şartıyla) almıştır. Müceddittir, Müçtehiddir; kendi başına dinde yenilemeler yapar, yollar açabilir. İmam Rabbani Hz.lerinin bildirdiği gibi 1000 yıldan sonra Sahabe Mesleğini cari ve yaygın kılmaya ehil ve yetkilidir. Nitekim cemaatini zamanın Sahabeleri gibi etmiştir..."

Ruhan efendi, alevilerin hz.Ali (Ra.) hakkında serd ettikleri davaların ve o sınır tanımaz övgülerin ilim ve realite ile alakası olmadığı gibi bu nurcuların dahi bediüzzaman (rh.a) hakkında öne sürdükleri davaların ve -aşırı- medhiyelerin hiç bir senedi ve gerçekliği bulunmamaktadır.. şunu açıkca ifade edeyim ki: adamlar resmen işkembeden atıyorlar.. manevi seyr u sefer bahsinde nazar-ı itibara alınacak şeyler risale sahibinin bizzat kendi harekat (uruc ve nüzul) serencamı hakkında ne dediğidir.. üstadın 'ne seyr ettiğini' bi yazsınlar da görelim ya!.. mesela, bizim kapuda seyr-i süluk-i manevi mücmelen dört bab üzre tahkik edilir.. tafsilatına pâyan olmayan şu mesailde risale'nin ne anlattığı hakkında bir bilgisi olan var mı?..

“Kat'î (kesin) ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki,
imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek
ve tahkikî yapmanın
en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur'dadır.
Evet on beş sene yerine,
on beş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir (kısaltır),
iman-ı hakikîye (hakiki imana) îsal eder (ulaştırır)." Kastamonu Lahikası

ya ben de şöyle diyorum: hz.İmam-ı Rabbani efendimizin (ks.) tahkikatı vech ile şurası kat'i olarak anlaşılmıştır ki bir Mürşid-i kamil'in teveccühü ile mürid-i salik (Melaik ve Ruh'un (C.) O'na (cc.) çıktığı) elli bin yıllık mesafeyi bir kuşluk vakti içinde tayy ve kat' edebilir.. risale okuyarak mesafe alınmaz, mü'menün bih tahakkuk etmez.. on beş haftada en üst düzey bir istidad bile hakiki imana eremez.. hz.İmam RABBANİ efendimiz (ks.) der ki: hakiki iman hakiki küfürden (makam-ı hayretten) sonradır, hakiki iman makamına ise "büyük hayret" derler.. bu (hayret ender hayret) uruc ve akrabiyyette namütenahi ilerlemelerle elde edilir ki fena-i tamm ve cemmul-cemm ve fark-badel-cemm ile ihraz olunan 2.adım beka'nın yani makam-ı tekmil'in de ötesinde ortaya çıkar.. dolayısıyla imanın hakikati vücûdül-adem sırrının (Vacib'in gayrının yokluğunun varlığı) ruhaniyet ve cismaniyete tamamıyla sirayet (yerleşme karar) etme durumudur.. (Allahu Teala bu ilimlerin sahibi-mazharı olan zatların (hz.Rabbani, hz.Şah-ı Nakşbend ve hz.Ahrar'ın) şefaatlarına bizleri nail eylesin..)

İ’lem Eyyühel-Aziz! Tevfik-i İlahî (Allah'ın yardım ve başarılı kılması) refiki (yol arkadaşı) olan adam, tarîkat berzahına (perde ve koridoruna) girmeden zâhirden hakikate geçebilir. Evet Kur'andan, hakikat-ı tarîkatı (tarikatın hakikatını) -tarîkatsız- feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve keza maksud-u bizzât olan (asıl istenilen) ilimlere ulûm-u âliyeyi (yüksek ilimleri) okumaksızın îsal edici (ulaştıran) bir yol buldum. Seri-üs seyr olan (çok süratle giden) bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet (tehlikelerden emin) bir tarîkı (yolu) ihsan etmek, rahmet-i hâkimenin (Allah'ın rahmetinin) şânındandır.. (Onuncu Risale, Mesnevi-i Nuriye)

i'lem eyyühel ihvan!.. şol bediüzzaman'a (rh.a) Mevla'nın -envai mertebe- cezbelerinden bir cezbesi yâr olmuş ve amma velakin bir yere kadar gittikten sonra -şöyle garib bencileyin- ortada kalakalmıştır (ki o onu en büyük hakikat ve aynı müşahede zanneder) zira meczub'dur (ehl-i kalem'de olsa haline mağlubdur ve bazı mevadda keşf-i hayal'den satır karalar..) ve meczub-i âkil ve âlim bir zat olduğu için de kendinden emindir elbette ve heman davaya kıyam eder de aç olan halkın halini kendi tok haline kıyas eyler.. ve sana dahi gel benim gibi ol der.. halbuki tasarruf sahibi büyüklerin ulu teveccühlerinin tevassutu/haili olmadan tevfik-i İlahi bir adama yüz vermezdir... feyz-i İlahi kimsenin bostanında kabak gibi bitmiyor amma o Rabbani güneş evvel-emir görklü gönül sahiblerine münakis olmaktadır andan sonra âlem ve âdeme... hel-fehimtüm?..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 12.02.10, 03:45 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 342
12- mes'ele: Risaleler hakkında ortaya koyduğumuz itirazlar Mektubat'a müsteniddir; ındiyyat değil..

risale-i nur büyük pirlerin ve kutubların velayetini kübra'da, onların revan olduğu tarikatların sair ehlini de derece-i suğra'da gösteriyor kendi mesleğini ise (ne yüzden olduğu meçhul ama) v.kübra'ya nisbet ediyor.. bir halt-ı makamatla karşı karşıyayız!.. üstad (rh.a) nakşî dahil 12 tarikat erbabını v.suğra'ya koymuş ya onlar da sair şeyhler ve halifelerdir ha.. (müridler hepten dış kapunun dış mandalı..) muhayyel manzara şu: güya en büyük zatlar tarikattan müstağni olarak efdal-i velâ olmuşlar sonra gelenler ise onların verdikleri bir takım suri vezaifle anca suğra'ya konabilmişler.. fesubhanallah!.. acaba, imam-ı Rabbani hz.den "üstadım olur" diye bahseden ve kendisinden yer yer nakiller yapan bu zat o Mektubat'da Nakşbendî tarikının kemalat-ı Nübüvvet kandilinden en ziyade feyzyab bir tarik bulunduğunu görmemiş midir?.. turuk-i aliyye'ye alel-ıtlak nasıl berzah diyebilir siniz?!.. hele ki Nakşî nisbetinde bir Sahabiyyet nişanı vardır zira bu yol -hususiyetle- sünnet-i seniyyeye riayet ve bid'atlardan ictinab üzre teessüs etmiştir.. bu zatların bir teveccüh ve desturu ile "indiracün-Nihaye fil-bidaye" (vücûdül-adem) ma'nası derkâr olur.. risale-i nur dedikleri fasiküller okunup/aşınmakla menazır ve hakayıktan rûnüma olan nedir Allah aşkına ya!..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 24.02.10, 14:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.12.08, 14:54
Mesajlar: 409
Kudsî yazdı:
11- mes'ele: sahib-i Risale'nin Üveysiyet ve Tilmiziyet bağına bakış..

said-i nursi efendi (rh.a) -bazı mahalde- hz.İmam-ı Rabbani ve Kadir-i Geylani'ye 'Üveysiyetle' bağlıyım; onlar "Üstadımdır".. diyor fakat öbür taraftan 'bana özge (başka) bir ma'na (yol) zahir oldu hem o tarikattan daha sehil ve daha azim vs..'demeye gelen ifadeleri var.. malum olsun ki, Üveysiyetle mevsuf olan bir zat mazhar olduğu ecilde (ilmen amelen ve i'tikaden) üstadlarının hilafına (ındi surette) kelam tesvid edemezdir.. ve Üveysiyet hiç kimseye teklif de edilemezdir.. zira herkesin kârı değildir.. ama bakıyorsunuz 'ben dükkân-ı Risale'nin dellâlıyım herkes buna müşteri gelsin ve hatta benim gibi dellâlı olsun..' şeklinde inceden mesajlar, davetler tefhim ettiren de yine kendisidir.. şimdi, bu öyle bir hareket ki mensuplarına özellikle şunu belletiyor: " siz cadde-i kübra'ya revan olmuş ashabâsâ kahramanlarsınız.. binaenaleyh, sizin şahs-ı ma'neviyyeniz sair ehl-i tasavvufla ve meşrebini fazlaca beğenmiş tarikatlılar ve bir takım hodgam sufilerle kıyaslanamayacak kadar büyüktür..(!)" arkadaşlar bakın! risalelerde bu veya buna benzer imalar, ifadeler, çaktırmalar.. evrad gibi okunmakta ve okutulmaktadır.. bu gidişle var ya, yarın risale-i nur cereyanı rönesansa (tekkelere tepki ve tepme hareketine) tebdil olursa hiç şaşırmamak lazım..


Kudsî yazdı:
fakir der ki: meczub said efendi'yi (rh.a) düştüğü vartadan kurtaracak bir mürşid-i kamile ihtiyacı vardı istanbul'da Mevlana Ali Haydar Efendi hazretleri (ks.) kısa zamanda onun derdine deva olurdu hatta buralara kadar zahmet etmesine de lüzum yoktu erzurum'da Efe-i Nakşî hazretleri'ne (ks.) varıp teslim olsa -belki de- bir zaman sonra Nakşî halifesi bile olabilirdi..


Hazretin tarikat öncesi ve Eski Said zamanındaki hallerinde bir meczupluk vardır. Yeni Said dönemi, seyrü sülukunu tamam etmiş olan Saiddir. Es'ad Erbili hz.lerinin elinde yirmi küsür günde sülukunu bitirdiğini bir büyüğümüzden işitmiş idim.

Tüm alimleri dize getirmiş balonu da tam burada patlar. Hazret kendisi soru sormak için Es'ad Efendi'nin yanına gider ve daha sual etmeden hepsini Es'ad Efendi cevaplar. Hatta der ki, sen gizliden kitap yazıyorsun bak şurasında şöyle bir hata var. Ve uğurlarken müjdeyi verir. Gençlere hizmet ile vazifeli. Vazifesi bu.

Şimdi ne oldu? Mehdi'liğinden tutun da daha güzel bir yola sahip olduğu ve bazılarına göre tek geçerli yolun sahibi.. Es'ad Efendinin keremat göstererek söylediği söz, hazreti tanımlamakta yeterlidir.

Sami Efendi'den her gün bir ders geçerek on küsür günde sülukunu tamam edenler de vardır. Adı sanı bilinmez. Herkes ortada olacak diye bir şey yok.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 25.02.10, 03:06 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 342
Bismillah.. fakirin yazılarında dile getirdiği "meczub said" tabirinden kastı şudur: "seyr-i süluksuz (salik olmayan) meczub" üstad (rh.a) rehbersiz manevi bir yola girmiş ve cezbenin elverdiği yere kadar gelebildiği ancak ilahi isim ve sıfatların 'gölgelerinin suretleri' olmuştur (o ma'rekede de nurlar dahil mahlukat ile meşgul olup kalmıştır) ki o berzahda (ya da zılal dairesinde diyelim) kesrette vahdet ayinelerinin leziz müşahedeleri, envai çeşit irfan duyguları, haller ve vecdler vardır ki (çoğuları için bu dilfirip merhaledir zira) himmet gözünü bağlar, yüksek heyecan verir ve bazılarını da bu kaydla avlar yolda bırakır.. ben oraları gidip görmedim [üstad'ı neticesinin (risale-i nur) aynasında tarif ediyorum] kısacası anlatmak istediğim şeyi bir kere daha tekrar edeyim: üstad (rh.a) velayetin aslına hakikatine erememiş yalnızca suretinde kalmıştır.. o velayette bir mübtedidir.. kitabetle mübtela kılındığı gençler ve yeni nesil üzerinde üstleneceği vazifeye binaendir.. alem halkına (imanın hakikatlerini değil) imanın esaslarını anlatmıştır.. nasıl? zahiri üzere.. zemane aklına/mantığına uygun surette.. işte o noktada odaklanmış ve sayısız misaller irad eylemiştir (ama ötesi yok yani, sular topuğa çıkmıyor sığ) yeri gelmişken onu da diyeyim: cemaatın şu risaleleri mesel temsil ve mev'iza cihetinden Mesnevi-i şerif'e kıyas etmeleri de büyük bir yanlış ve haddini bilmemezliktir, ki Mesnevi-i şrf. avamın en ednasından havasa ve ehassul-havas'ın en nihayetine kadar kamu halka hitab eder (ve bütün tabakalarda tesir icra eder).. risale ise okur yazar gençler okullular ve şehirlilerden ancak mübtediler (henüz hiç bir şeyden haberi olmayan ya da yeni yeni öğrenen yeşermeye çalışanlar) tabakasına.. [bazen cümlelerimi haddinden ziyade uzatıyorum belki meramım daha iyi anlaşılır diye] üstad'ın (rh.a) manevi vazifesi yetiştirmek eriştirmek olgunlaştırmak değildir üstad'ın işi iman ve islam esaslarını asrın sadrına (zemane aklına) uygun surette ispat eylemekdir.. efendim şu kadar zamanda bu kadar kelam tesvid eylemiş bu ne kadar muazzam bir vukuf ve dirayet diyorlar.. olabilir, aile yok meslek yok meşgale yok eğlence yok Mevla o hususda ona bi odaklanma vermiş yazdırıyor.. yazdırır alimallah!.. ama şunu da unutmamak lazımdır ki her mütekellim her yüzden mahfuz olmaz bazı mevadda galat dahi karalar.. kelam sahasında mufassal eser yazmak, geniş halk kitlelerine ulaşmak hakiki velayette ölçü değildir hele hele müceddidliğin ölçüsü hiç değildir.. [hz.İmam Mektubat'la müceddid olmadı seyrinin (urucunun ve nüzulünün azameti ile) müceddid oldu..fefhem cidden!..] sevgili talib kardeşim, (size daha önce demiştim) bir kaç ay içinde seyr-i süluku bitirmiş olmak fena ve bekanın hatmi, uruc ve nüzulün tamamı manasına gelmez.. o belki seyr-i süluku resmi olarak yani mücmelen ve sureten bitirmektir.. tarikatta bile nice üveysi (Resulullah aşıkı) vardır ki onlar (resmi olarak ders alır seyr-i sülukun bütün mertebelerine dair dersleri sonuna kadar çeker bitirirler ama) fena fir-Resulü tecavüz etmezler zira istidad ve taayyünleri o hadde kadardır.. (ve hatta başkasına da oraya gel/çık orda kal derler..) tekrar ediyorum: üstad'ın (rh.a) açtığı çığır (fikir ve ideal bazında) tarikata sed çekiyor; onu uzun, zor, sonuçsuz, gereksiz ve zamana uygunsuz tefhim ettiriyor.. Vallahi bu kötü bir çığırdır!.. (kötü çığırdan maksadım yalnızca tarikat ve mürşide dairdir risalenin sair yerlerini ben de alır okur tahkik eder faydalanırım..) ben üstad'ın (rh.a) hali hürmetine bu da'vadan mazur ve mağfur addedileceğini ümid ederim fakat bugünküler mazur değil büyük vebal içindedirler; bunlar meşayıhın ve tarikatın açıktan münkiri değilseler de men edicileridir.. kendilerine sorarsan geleneksel tarikatlar artık eskimiş misyonunu tamamlamış onun yerini yeni nesil tarik olarak risaleler almıştır..(!) onların bu da'vaları tarikata hakaret değildir de nedir?!.. Allah'a havale ediyorum..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 25.02.10, 09:00 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.12.09, 22:13
Mesajlar: 145
Muhteremler,
En güzelini yapıyorsunuz, fikirleri mihenge vuruyorsunuz.

Amma şu varki, her meseleyi kendi kriterleri içinde mihenge vurmak lazım gelir, ör: hepsi fizik olmasına rağmen, kuantum fiziğini, klasik newton fiziği ile mihenge vuramazsınız, vursanız da zaten sonuç çıkmaz, tıkanırsınız. aynen öyle de,

sizin fikir yürüttüğünüz kriterler, zahirden hakikate geçmek için iki suretten 1. surettir.

Risaleler ise bu iki suretten 2. surette yoluna devam eder.

alıntı aşağıdır.

kaynak : http://www.erisale.com/#risaleContentId_1710064662 (bu 29.mektubun 4 noktası sizin burda konuştuğunuz konuyu ihtiva etmektedir, cevabı da aslında bu 4 noktanın 4'ünün içindedir.)

Sahabelerden ve Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînden en yüksek mertebeli velâyet-i kübrâ sahibi olan zâtlar, nefs-i Kur’ân’dan bütün letâiflerinin hisselerini aldıklarından ve Kur’ân onlar için hakikî ve kâfi bir mürşid olduğundan gösteriyor ki, her vakit Kur’ân-ı Hakîm, hakikatleri ifade ettiği gibi, velâyet-i kübrâ feyizlerini dahi ehil olanlara ifâza eder.

Evet, zâhirden hakikate geçmek iki suretledir:

Biri: Tarîkat berzahına girip, seyr ü sülûk ile kat-ı merâtip ederek hakikate geçmektir.

İkinci suret: Doğrudan doğruya, tarîkat berzahına uğramadan, lûtf-u İlâhî ile hakikate geçmektir ki, Sahabeye ve Tâbiîne has ve yüksek ve kısa tarik şudur. Demek, hakaik-i Kur’âniyeden tereşşuh eden nurlar ve o nurlara tercümanlık eden Sözler, o hassaya mâlik olabilirler ve mâliktirler. (Said Nursi- Mektubat - 28. Mektup, 3. Mesele, 4.Nokta)


sizler şimdi değil 2 sayfa, 2000 sayfa da yazsanız bu tartışma devam edecektir. nihayetinde aynı hakikate giden 2 yoldan birini, diğer birine vurdurmak kasdıyla tartmak istersiniz.amma bu metod yanlıştır.

size kolay gelsin diyorum,

vesselam....


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 25.02.10, 12:08 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 19.09.09, 21:50
Mesajlar: 103
Meselenin özünü münazara ediyorsunuz...

lakin işin "usta" ları sustuğu sürece bir arpa boyu yol alınamayacaktır...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 26.02.10, 10:58 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.12.08, 14:54
Mesajlar: 409
tanhu yazdı:
Muhteremler,
En güzelini yapıyorsunuz, fikirleri mihenge vuruyorsunuz.

Amma şu varki, her meseleyi kendi kriterleri içinde mihenge vurmak lazım gelir, ör: hepsi fizik olmasına rağmen, kuantum fiziğini, klasik newton fiziği ile mihenge vuramazsınız, vursanız da zaten sonuç çıkmaz, tıkanırsınız. aynen öyle de,

sizin fikir yürüttüğünüz kriterler, zahirden hakikate geçmek için iki suretten 1. surettir.

Risaleler ise bu iki suretten 2. surette yoluna devam eder.

alıntı aşağıdır.

kaynak : http://www.erisale.com/#risaleContentId_1710064662 (bu 29.mektubun 4 noktası sizin burda konuştuğunuz konuyu ihtiva etmektedir, cevabı da aslında bu 4 noktanın 4'ünün içindedir.)

Sahabelerden ve Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînden en yüksek mertebeli velâyet-i kübrâ sahibi olan zâtlar, nefs-i Kur’ân’dan bütün letâiflerinin hisselerini aldıklarından ve Kur’ân onlar için hakikî ve kâfi bir mürşid olduğundan gösteriyor ki, her vakit Kur’ân-ı Hakîm, hakikatleri ifade ettiği gibi, velâyet-i kübrâ feyizlerini dahi ehil olanlara ifâza eder.

Evet, zâhirden hakikate geçmek iki suretledir:

Biri: Tarîkat berzahına girip, seyr ü sülûk ile kat-ı merâtip ederek hakikate geçmektir.

İkinci suret: Doğrudan doğruya, tarîkat berzahına uğramadan, lûtf-u İlâhî ile hakikate geçmektir ki, Sahabeye ve Tâbiîne has ve yüksek ve kısa tarik şudur. Demek, hakaik-i Kur’âniyeden tereşşuh eden nurlar ve o nurlara tercümanlık eden Sözler, o hassaya mâlik olabilirler ve mâliktirler. (Said Nursi- Mektubat - 28. Mektup, 3. Mesele, 4.Nokta)


sizler şimdi değil 2 sayfa, 2000 sayfa da yazsanız bu tartışma devam edecektir. nihayetinde aynı hakikate giden 2 yoldan birini, diğer birine vurdurmak kasdıyla tartmak istersiniz.amma bu metod yanlıştır.

size kolay gelsin diyorum,

vesselam....


Mübarek denileni anlamamışız gibi aynı şeyi nakledip duruyorsun. Sahabeler feyzi bizzat kaynağından alıyordu. Efendimiz kalbimde ne varsa, Ebubekir'e akıttım buyurmuşlar. Sen şimdi bizzat kaynaktan ne alabileceğini zannediyorsun? Bu feyiz ve bereketler mürşidi kamillerde kalpten kalbe akarak bugüne kadar gelmiştir. Şimdi usul, esas bir mürşidi kamilin gönlünden o feyiz ve bereketleri almaktır. Bugüne kadar tüm İslam büyükleri bu esas ile hareket etmişlerdir. Kimse kitap okuyun kafi dememiş. Mevlana Halidi Bağdadi hz.leri risalelerde yazanlardan çok daha fazlasına sahipti ama o mürşidi kamil aradı, buldu.

****

"Sahabelerden ve Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînden en yüksek mertebeli velâyet-i kübrâ sahibi olan zâtlar, nefs-i Kur’ân’dan bütün letâiflerinin hisselerini aldıklarından ve Kur’ân onlar için hakikî ve kâfi bir mürşid olduğundan gösteriyor ki, her vakit Kur’ân-ı Hakîm, hakikatleri ifade ettiği gibi, velâyet-i kübrâ feyizlerini dahi ehil olanlara ifâza eder."


Bir soru:

Sahabeler neden meşhur evliyalardan, müctehidlerden daha üstündür?

Feyzi bizzat hz. Peygamber'in kalbinden aldıklarından mı yoksa yukarıdaki nakil gibi Kur'an'dan tüm hisselerini aldıklarından mı?

Bu soru meseleyi halledecektir bize göre.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mürşid'in ve Tarikatin lüzumu beyanında açık mektup..
MesajGönderilme zamanı: 26.02.10, 11:22 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.12.08, 14:54
Mesajlar: 409
Tasavvufun özünü teşkîl eden bu salâhiyet ve iktidârın, Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ın hayatında, böyle kalbden kalbe, ferdden ferde intikâl keyfiyetini anlayabilmek için, O mübârek varlığın hayat ve faâliyetlerinin umûmuna toptan bir bakış atfetmek lâzımdır.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hayatın her sahasında üsve-i hasene olduğu gibi, insanları terbiye ve tezkiye etme konusunda da en güzel bir örnektir. O’nun, peygamber olarak pek çok vazîfe ve salâhiyeti bulunmaktadır. Ancak bunlar içerisinde Cenâb-ı Hakk’ın, O’na verdiği şu dört vazife temâyüz etmekte ve daha da ehemmiyet kazanmaktadır:

1. İlâhî vahyi almak. Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Allâh Teâlâ’nın, ekseriyetle Cebrâil -aleyhisselâm- vâsıtasıyla gönderdiği ilâhî kelâmına mazhar olmuştur. Cenâb-ı Hakk’ın dileyip lutfetmesiyle vâkî olan bu vahye muhâtab olma keyfiyeti, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in dâr-ı bekâya irtihâliyle nihâyete ermiştir.

2. Kur’ân-ı Kerîm’le nâzil olan ahkâm ve hakîkatleri, hadis-i şerîflerde ve Siyer-i Nebî’de vârid olduğu üzere şerh ve îzah etmek. Rasûlullâh’ın bu ilmî salâhiyeti (otoritesi) müctehidler tarafından devâm ettirilmiştir.

İlâhî ahkâmın şerh ve îzâhı, beşerî hayâtın yeni îcâp ve ihtiyaçları karşısında “ictihad” adı altında devâm edip gitmektedir. Ehli bulunmadığı durumlarda bu keyfiyet, bâzan rafa kalkmış gibi görünse de, ona âit lüzûm ve zarûret hep bâkî kalmıştır. Bu vazîfe, ictihad makâmına erişen âlimlere âittir.

3. Dînin emir ve nehiylerini müessese ve nizâm hâlinde tatbîk eden ve canlı tutan idârî otoriteye sâhip olmak. Bu da halîfeler (ulü’l-emr) tarafından devralınıp devâm ettirilmiştir.

4. Ruhlarda tasarruf etmek sûretiyle insanların iç âlemini tezkiye edip düzeltmek. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e âit olan vahyi nakletme dışındaki bütün vazifelerin O’nu tâkip edenler tarafından bir şekilde devam ettirilmesi nasıl matlûb ve mecbûrî ise, O’nun, insanların iç âlemini tezkiye edip düzeltme vazifesinin de nihâyete ermemesi ve bunun meşâyıh tarafından kıyâmete kadar devam ettirilmesi aynı şekilde matlûb ve mecburîdir. Çünkü müminlerin sâdece zâhirinin değil, bâtınının da temizlenmesi, ancak ve ancak bu sûretle mümkün olabilmektedir. İşte tasavvufî usûl ve esasların ana menşei, rûhu Kur’ân ve hadislerde mevcûd olan bu nebevî faâliyetin her zaman ve mekânda temâdîsinden ibârettir. Meşâyıh zümresi ve onların kesintisiz devâm etme gerçeğinin kaynağı, bu îcâb ve ihtiyaçtır.

Osman Nuri Topbaş Efendi


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 99 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5 ... 10  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye