Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Tasavvuf Salgılamak…
MesajGönderilme zamanı: 28.09.10, 16:19 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 19.08.10, 04:41
Mesajlar: 69
Tükürük Bezinden Tasavvuf Salgılamak…

Emir ŞENEL


“Ey Muhammed! Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya 107)

Âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamber… Âlemin değişen rahmet algısı, yorumlama becerisi ve peygamberin yerine yol gösterici olarak atanan tükürük bezi üzerinedir bu yazı.

Peygamberin yatağa düşmesinden itibaren, henüz ölmeden, din üzerine o kadar çeşitli tartışmalar başladı ki. Asırlardır devam eden bu kavram karmaşasının merkezindeki konulardan biri de, peygambere atfedilen doğaüstü güçler.

Bana kalırsa bu konuda eleştiri yaparken, -her konuda olması gerektiği gibi- îtidâli muhafaza etmek gerekiyor. Bir başka yazının konusu olmasını düşündüğüm İslâmî usûl ve geleneğin tenkidinde üslûp hatasına yeri gelmişken değinmek gerekiyor.

Kimi gruplar tarafından ‘reformist’ addedilen başka gruplar da, onlar tarafından ‘gelenekçi’ addedilen diğerleri de aslında hep aynı hataya düşüyorlar. Maksadı kaybediyor, kantarın topuzunu kaçırıyorlar. Bir yerden sonra eleştiri; yerini hakarete, topyekûn inkâra veya karşılığı olarak kusurları görmezden gelmeye, yâni topyekûn kabule dönüşüyor. Bu noktaya dikkat etmek gerekli. Ancak bu şekilde hakikate yaklaşabiliriz.

Konu İslâm olunca, asırlardır büyüyen, genişleyen devâsa bir fıkıh dairesinde inananların her konuda mutabık olmasını bekleyemeyiz. O kadar fazla detay, o kadar girift meselelere dair görüşler var ki ortada, ümmetin her ferdinin ittifak halinde her mevzua aynı perspektiften bakmasını beklemek hem gereksiz hem de boşa olacaktır.

Yine de, mantık dediğimiz çok da muğlak bir kavram değil sanırım. Biraz vicdândan, biraz akıldan beslenen mantık, belli başlı konularda yakın düşünmemizi sağlamalı. Akl-ı selim dediğimiz mertebeye bu şekilde ulaşılır.

Dr. Dilaver Selvi‘nin Ateşin Yakmadığı Aşık adlı kitabının (Kıssaların Diliyle İman) Allah Nasıl Görülür adlı bölümünde,

Hz. Ali(r.a) birgün minbere çıkarak cemaate,

” Arş-ı ala’nın aşağısından yeryüzüne kadar ne varsa her şeyi bana sorabilirsiniz. Benim şu göğsümde (kalbimde) derya gibi ilimler var. Resulullah(s.a.v) benim ağzıma şerefli tükürüğünden tükürdü, o tükürük hala ağzımda duruyor (O’nun bereketi ile dilimden hikmetler akmaktadır). Canım kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, eğer bana izin verilseydi Tevrat ve İncil’deki bütün ilimleri insanlara anlatırdım ve herkes beni tasdik ederdi.”

Şeklinde bir hadis rivayeti yer almakta. Ancak kitapta ne râviden ne de hikmetinden bahsedilmekte. Esasında islâmî kaynaklarda tükürük ile alâkalı o kadar çok hadis yer alıyor ki. Ne mühim bir mevzu!

Kütüb-i Sitte’de 4407 numaralı hadis nakli aynen şu şekilde:

“Bana Ali (ra)`yi çağırın!” buyurdular. Ali getirildi ama gözlerinden rahatsız idi. Hemen gözlerine tükürdü ve sancağı ona verdi. Allah Teala Hazretleri onun eliyle fethi müyesser kıldı.”

Aynı kaynağın 4268 numaralı hadis rivâyetinde ise;

“Resulullah (sav) ile birlikte Hudeybiye`ye geldik. Biz, bindörtyüz kişi idik. (Kuyunun başında) elli koyun vardı. Suyu bunlara bile yetmiyordu. Resulullah (sav) kuyunun kenarına oturdu. (İyice hatırlayamıyorum) ya dua buyurdu, ya da kuyuya tükürdü. Derken kuyunun suyu coştu. Biz de hem kendimiz içtik, hem de hayvanlarımızı suladık.”

Cümleleri geçmekte.

Dr. Hatice Kelpetin Arpaguş’un “Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı ve Kaynakları” adlı kitabında örneklerini verdiği birkaç hadis rivâyeti de şu şekilde:

“Rasul-i Ekrem boğazını temizlemek amacıyla tükürmek istediğinde etrafında bulunan ashab avuçlarını açarak ağzından çıkanları toplamakta yarışır, avuçlarının içinde toplayabildiklerini de teberrüken yüzlerine sürerlerdi.”

Kitapta bu hadislerin kaynakları, Kara Davut, Muhammediyye, Kadı Iyaz, Eş-Şifâ olarak geçmekte.

Bunlarla ilgili de Buhari, Meğazi 29′da geçen “… Peygamber, hamurun içine tükürdü ve bereket duası yaptı, sonra etin pişmekte olduğu çömleğin içine tükürdü ve bereket duası yaptı…” rivayetini de örnek veriliyor.

Kitapta yer alan şekliyle, Kara Davut’a göre de Uhud Savaşı’nda iken başı yaralandığında Malik b. Sinan akan kanı içmiştir. Bu iki olayda da Hz. Peygamber’in onlara müdahale etmediği, bir rivâyette ise bu hareketinden ötürü Malik’e cehennem ateşinden korunacağını müjdelediği bildirilmiştir. Yine Kara Davut’a ve Muhammadiyye’ye göre Ümmü Eymen ise, yanlışlıkla Hz. Muhammed’in idrarının bulunduğu kaptan içtiğinde Rasulullah ona bundan böyle karın ağrısına tutulmayacağı müjdesini vermiştir.

İlginç değil mi? Şimdi bir peygamber tasavvur edin, hâşâ bombeli bir biçimde ortalığa tükürüyor ve bir sahabi tasavvur edin ki onlar da bir kaleci refleksiyle o tükürüğü havada yakalayıp cuk diye boğazlarına indirmeye uğraşıyor. Bu uğurda yarışıyorlar.

Bir peygamber tasavvur edin, hâşâ idrarını içen Ümmü Eymen’e bunun onun faydasına olacağını söylüyor.

Şimdi Kuran’daki peygamber tasvirini bir yana bırakalım, o zaten misliyle bu gibi rivâyetleri tekzib eder. Ama birçok rivayette de peygamber temizlik üzerine sayısız söz söylemiştir.

“İbn Abbas şöyle demiştir: Hz, Peygamber Medine’ deki (veya Mekke’deki) bahçelerden birine uğradı. Kabirlerinde azap gören iki insanın sesini duydu. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

“İkisi azap görüyorlar. (Kendilerince) büyük bir günah sebebiyle azap görmüyorlar. Oysa ki bu büyük bir günahtır. Birisi idrarından sakınmazdı. Diğeri ise insanlar arasında laf getirip götürürdü (koğuculuk yapardı)”

Peygamber hem idrardan sakındıran, hem de hâşâ kendi idrarının içilmesinden ötürü içen kişinin şifâ bulacağını söyleyen biri olabilir mi?

Basit bir örnek daha:

Ebu Zerr (r), Hz Peygamber (sav.)’ in şöyle dediğini rivayet etti: “Ümmetimin -iyi, kötü- bütün amelleri bana gösterildi. Ümmetimin güzel amelleri arasında (diken, taş, cam ve çöp gibi) eziyetleri yollardan söküp atmayı gördüm. Kötü amelleri arasında da mescidlerde temizlenmeyen tükrükleri gördüm”. (Müslim, Mesacid 57)

Aynı peygamber, hem Ali’nin boğazına tükürecek, bu vesileyle ona ilim nakledecek, başka yolu yokmuş gibi, hem ortalığa tükürecek ve sahabe o tükrüğü kapmak için yarışacak, aynı zamanda da mescide tüküreni ayıplayacak.

İşte mantık dediğimiz, akıl ve vicdân işi buna müsaade etmiyor. Vicdânımız peygamberi bu şekilde iptidai hâllerde resmetmeyi kabullenemezken, aklımız da Kur’an ayetlerinde yer alan peygamber ile bu rivayetlerde bahsedilenin birbirinden çok farklı olduğunu gösteriyor.

***

Günümüz tarikat pratiklerinin ekseriyetinin vazgeçilemez unsuru keramet/mucizedir. Ne acı ki, bu hadis rivayetleri tarikatlar içerisinde oldukça yaygın biçimde işlenmekte. Ancak kimse Allah’ın peygamberi ayetinde azarlamasını, peygamberin, içinde bulunduğu bir topluluğa su dağıtmasını, dışarıdan gelen birinin peygamberi (giyimi,davranışları itibariyle) diğer insanlardan ayırt edemeyerek bu kavmin efendisi kimdir diye sormasını,ya da ölmeden önce Hz.Aişe’ye “On dirhem de olsa kalan son malımı infâk et, ben üstümde bir mal ile irtihal etmek istemiyorum” demesini anlatmıyor.

Bunlar cazip gelmiyor demek ki. Ama hakikat budur. Peygamber böyledir.

Geçmişte büyük mutasavvıflar yaşamış, büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Bugün de tasavvuf erbabından kaliteli, güzel insanlar vardır. Ancak popülariteleri bu rivayetler ekseninde bir din algısı kuran tarikat pirleri kadar değildir.

Çünkü peygamberin tükrüğünü yalayan, onu mübarek sayan bir anlayış, peygamberin varisi için de her şeyini ortaya koyacaktır. Tasavvuf bu değildir.

Somuncu Baba’dır tasavvuf. Şöhreti görünce orayı terk etmektir.

Allah vahyi kendi himâyesine almış ve fakat aynı korumayı hadisler için vadetmemiştir. Çocukken kulaktan kulağa oynar, beş kişiyi bile bulmayan zincirin sonunda cümleyi doğru olarak aktaramazdık. Kaldı ki on beş asra yakın bir süredir aktarılan cümleler iman derecesinde makbul görülebilsin. Peygamber hiç Allah’ın sözüne münâfi bir şey söyleyebilir mi? Öyleyse bir rivayeti okuduğumuzda önce bunu vahye dayandırıp dayandıramayacağımıza bakmak gerek.

Bir büyük mutasavvıfın, tüm hadisler uydurma dâhi olsa şu hakikattir diyerek altını çizdiği hadis rivâyeti, bu konuda mihenk taşı olmalıdır.

Rib’î İbn Hiraş, Hz. Ali’nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

“Benim ağzımdan yalan uydurmayınız. Kim benim ağzımdan yalan uydurursa cehenneme girsin“

http://www.nizamialem.org/


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye