Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Rüya: Cahid Zarifoğlu - İsmet Özel
MesajGönderilme zamanı: 25.09.10, 20:09 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Cahid Zarifoğlu - İsmet Özel
NE GÜZEL ANLAŞIYORLAR


Bir rüya tabircisi aranıyor!

Hayr olur inşallah; Nurettin Durman'ın rüyası…


Cıvıl cıvıl çocuk seslerinin geldiği tarafa baktım ki yaşları altı ile sekiz civarında iki çocuk annelerine bir şeyler soruyor, anneleri ise sevecen ve bir o kadar iştiyakla ancak bir annenin çocuklarına seslenebileceği bir ses tonuyla anlatıyor. İnce narin elleriyle işaret ediyor, gösteriyor. Sağ taraftaydılar. Çocuklar o çocukça boylarıyla küçük oldukları için mi yoksa o sevimli boylarına rağmen mi annelerinin ağzının içine, gözlerine, yüzüne bakar gibi yukarı doğru bakıyorlar?

Cıvıl cıvıl sesler geliyor etraftan… Mülayim, muhabbet kokan kadın ve erkek sesleri kaplıyor etrafı. Yüksek ses tonları değil, yavaşça ve bağırmadan ama gene de ses yayılıyor yukarılardan aşağılara doğru. Akustik bir donanım olmalı herhalde.

Daha ötede, onların, anne ile çocukların durduğu yerin yan taraflarında, arka taraflarında ikişerli, üçerli ve daha kalabalık bir şekilde kadınlar, çocuklar, erkekler bir araya gelmişler konuşuyor, hareket ediyor, sağa sola dağılıyor ve oldukları yerde birbirleriyle konuşuyor, sohbet ediyorlar. Geniş, oldukça geniş bir alana serili kırmızı halıların üzerinde adeta görülmemiş bir kavuşmanın neticesinde kurulan muhabbet halkası, sanki ancak burada, bu mekânda bir araya gelebilmiş tek tek insanlardan müteşekkil bir hasretlik meclisidir. Ama etrafa dağılmış öbek öbek olmuş bir meclis…

Burası neresi?

Bu dediklerim mekânın bana göre sağ cenahındaki görünenlerdi. Geniş bir alan ama ne kadar geniş… Biraz da bu genişliğe, bu kadar ferahlığa şaşmış bir vaziyette sanki ortada gibi bir yerde duruyorum ama sağ tarafın bitiş duvarını göremiyorum bir türlü. Aslında ona şaşıyorum ya, “burası neresi” diye. Sanki bildiğim bir yer ama değil. Gördüğüm alabildiğine bir genişlikten ibaret. Gerçi dönüp arkaya bakmıyorum ama o taraftan mekâna girdiğime göre hayretimi celbeden bir genişliğin içindeyim. Bu hep sağ taraf görüntüleri bana tabii ki hoş ve sevindirici dakikalar yaşatıyor. Manzaranın ilginçliği karşısında biraz da sanki bir şenlik havası esiyormuş gibi geliyor bana...

Sesler geldi ve dağıldı cemaat

Biz ise ortada durmuş onbeş yirmi kişiyiz ve ayakta bekliyoruz. Sonra geliyor, evet geliyor. Başında düzgün şekilde sarılmış beyaz sarığı ve giydiği siyah cübbesiyle geliyor hocaefendi.

“Namaz kılacağız” diyor. Mihraba geçiyor. Bize dönüyor. Biz onbeş yirmi kadar kişi saf tutmaya bakıyoruz. Tam ortada, benim yanıma düşen yerde ve imamın hizasında bir komodin duruyor. Sabitlenmiş gibi duruyor. Arada bir insan boşluğu gibi duruyor. Solunda ben varım. Hocaefendi beni ikaz ediyor ve “bu çıkıntı aranızda kalmasın, önüne geçip, orada saf tutun” diyor bana. Komodinin önüne geçip safı düzeltmiş oluyorum. Sağımda kim var? Sahi kim? Tanımıyorum, tanıdık bir şahsiyet değil yani. Böylece düzgün bir saf tutmuş oluyoruz.

Hocaefendi safı kontrol ediyor. Kıbleye dönüyor, parmaklarını kulak memelerine değdirip tam Allahuekber diyeceği anda, tam o anda arka taraflardan, uzaktan bir yerlerden sesler geliyor. Karışık sesler. Sanki parçalanan ses tonlarından oluşan bir kolaj gibi. Dikkati dağıtan, biraz da merak uyandıran sesler. Ne olduğu belli olmayan, ne olmadığı da anlaşılmayan sesler geliyor. Namaz için birlikte saf tuttuklarımızdan, sağımızdan ve solumuzdan kopmalar oluyor. Safımız bozuluyor. Safı bozanlar seslerin geldiği tarafa doğru acele bir şekilde gidiyorlar. Hocaefendi bize dönüyor. Öfkeleniyor, “olur mu böyle” diye söyleniyor ve o kızgınlıkla o da ortadan yok oluyor. Ayakta dikilen beş altı kişi kadar kişiyiz. Şaşkınız… Ve bekliyoruz…

Süleymaniye de değil, Sultanahmet de

Çocuk denecek yaşta, onbeş-onaltı yaş civarında biri önümüze geçiyor. Başında koyu renkli bir takkesi var. Biz öyle şaşkın halde beklerken yan taraftan geliveriyor çocuk ve aniden mihraba geçmiş oluyor kendiliğinden. Allahuekber deyip namaza başlıyor… Uymuş oluyoruz tabii. Elhamı sesli okumuyor çocuk. “Fatiha’yı içinden okudu, sesli okumalıydı” diyorum içimden ve “bu namaz da olmadı” deyip ben de çıkıyorum saftan. Bir huzursuzluk kaplıyor içimi. “Namaz kılmalıyım” diyorum. Sağ taraflara doğru gidiyorum, mekânı dolaşıyorum. Kadınların, çocukların, erkeklerin arasında dolaşıyorum. Olmuyor. Bir yeri kendime beğendirip orada duramıyorum. Bu defa sol tarafa doğru yürüyorum. Aman Allahım, burası ne kadar geniş. Süleymaniye değil burası. Evet, evet değil. Sultanahmet de değil. Sanki o kalın sütunlar yok burada. Ama alan ferah ve uzayan ve genişleyen bir muamma sanki… Ama yabancı değil. Ama bizim. Ama ecdadın mirasından bize kalan bir ulvi mekân… Burası büyük bir cami ama neresi? Ama bu namazı mutlaka kılmalıyım. Bir yer bulmalıyım kendime. Bu kadar büyük bir mekânda kendime bir yer bulup namaza durmalıyım mutlaka. Bu namazı kılmalıyım. Sıkıntı basıyor. Tedirginlik son safhada dolaştırıyor beni…

Zarifoğlu ile Özel ne de iyi anlaşıyorlar

Sol tarafa doğru yürüyorum. Tamam diyorum burası iyi. Soluma dönüp bakmıyorum ama ayaklarını uzatmış bir adamın uzatılmış ayaklarını görüyorum. Kıyamdayım. “Kaç rekât kılayım” diye kendi kendime soruyorum. İki mi dört mü? “Dört kılayım” diyorum içimden. Allahuekber diyor ve ellerimi bağlıyorum.

İkinci rekâta kalktığımda sol cenahtan gelip karşımda oturuyor. Evet, yere oturuyor ve bana bakıyor. Ben de ister istemez ona bakıyorum. Önümde duruyor çünkü. İçime de bir sevinç doluyor. Gri mi desem, yoksa gri ile beyaz karışımı mı desem giysiler giymiş. Ceketi var üzerinde, yüzü traşlı, saçları her zamanki gibi kesilmiş, yüzünde tebessüme yakın bir fotoğraf duruyor. Öyle görünce karşımda onu, ikinci rekâtta selam veriyorum. Sola selam verdiğimde yanında namaza durduğum şahsın Ahmet Demirel olduğunu görüyorum. Kumral saçları ve beyaz yüzüyle bana bakıyor. Sırtını dayamış olduğu bir sütun sanki. Dayanmış ve ayaklarını uzatmış bir şekilde bakıyor. Göz göze geliyoruz.

Bense oturduğum yerden elimi uzatıyor ve “nasılsın ağabey” diyorum sol taraftan gelip önde oturan İsmet Özel’e. Hafifçe tebessüm ediyor, elimi tutuyor. Ben gayet sessiz ve tabii ki hürmeten yüzüne bakıyorum. Konuşmasını bekler gibiyim, derken o kısa arada sağ taraflardan bir yerden Cahit Zarifoğlu çıkageliyor ve doğruca İsmet Özel’e elini uzatıyor. Çok samimi bir şekilde el sıkışıyorlar. Cahit Zarifoğlu biraz daha koyu renkli elbise içinde görünüyor gibi. “Nasılsın ağabey” diyor ve elimi uzatıyorum. Yüzüme bakıyor. El sıkışıyoruz. Cahit Zarifoğlu ile İsmet Özel bizim önümüzde koyu bir sohbete dalıyorlar. Orada kırmızı halıların üzerinde yere oturmuş konuşuyorlar. Ve bir müddet sonra ikisi kalkıyor ve öne doğru yürüyorlar. Bir türlü mekânın bitiş duvarlarını göremiyorum. Ahmet Demirel’e dönüyorum. “Maşallah iyi anlaşıyorlar” diyorum. “Evet, iyi anlaşıyorlar” diyor Ahmet. İkisinin birlikte yan yana yürüyerek uzaklaşmalarını seyre dalıyorum.

Aniden bir ses doluyor kulaklarıma. Harika bir ses: “Es-salâtü hayrün mine’n-nevm”


Nurettin Durman aşağıdaki tarihte böyle bir rüya gördü

30 Nisan 2010–13.00 Cuma – Beylerbeyi


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye