Kim Allah’a yaşarken kavuşmak ister
Nereye dönsek göremediğimiz ve nereye baksak hep konuşulan yaratıcımız var. Biz ona Allah diyoruz. Bize rahmet eden, bizi bu dünyada yaşatan, bize kimlik veren, aczimizde fakrımızda bizi unutmayan; ne yaparsak yapalım bizden ölene kadar bir kırık sevgi bile olsa umutla bekleyen, sonsuz sabırlı sevenimizdir o. Sabrı son bulduğunda ve kulun kendisine dönmeyeceği kesinleştiği anda hesap için öylesi celallenerek kendisine döndürende o…
Bu dünyadaki gerçek mutluluk bitmeyen aşktır. Bu aşkı kimde ararsak arayalım, tıpkı bizim gibi ölümlü ve emanet yaşayan birinde bulmamız mümkün değil. Kalıcı ve sonsuz aşk, sonsuz vasıflara sahip biri olursa sahip olunabilir ancak. O vasıflara ise sadece Allah sahiptir. Fakat biz aşk denildi mi, dünya normlarında görebileceğimiz bir model aradığımızdan ve Allah’ı göremediğimizden onun yarattığı kendimiz gibi gölgelerde aşkı arıyoruz. O gölgelerin güneşi görünce kaybolmasıyla, gecenin gündüze karıştığı aydınlık gibi kısa sürede aşkta bitiyor.
Ne yapıp edip, Allah’ı tanımamız ve onun aşkını bulmamız gerekiyor. Kulluğun temeli bu esasa dayanıyor. Zaten kişi, cennet ve cehennem için ibadet etmemeli, kişi, Allah’ın rızası ve sevgiliyi kaybetme korkusunu hissederek bu dünya hayatını yaşamalıdır. Yani, ölümden sonra Allah’a-sevgiliye kavuşmaktır tek hedefi kulun.
Biz bu dünyaya yemek, içmek, eğlenmek-tıpkı otlağa bırakılan eşek gibi ki, o kurt onu öldürene kadar ne kadar daha dünyadan bir şeyler yerim hesabı içindedir öleceğini bile bile, için gelmedik.
Allah’ı nasıl tanıyacağız, bulacağız, sonra aşk şarabını içeceğiz sorusu, hep sorulmuştur. Allah bana bir yaklaşana, ben on adım yaklaşırım diyor. Mesele, biz Allah’ı merak etmiyor, onun yasakladığını veya yasaklamadığını takip etmiyor, başka bir yaşam içinde gezinip duruyoruz. Yaptığımız ibadetlerde samimiyet yok, her şey bir gölge ve alışkanlık içinde sadece vicdansal bir eksende aktivite oluyor. Biz, eğer yapmazsak cenneti kaybedeceğiz korkusuyla, adeta cennet için-bir karşılık olarak ruhsuz bir âlemde alışkanlıklarımızı sergiliyoruz.
Öğretiler yokluk değil varlık üzerine tesis edilmiş. Hep almak gayedir. Oysaki sevgili-Allah ölene kadar hep vermekte, biz ise hep almaktayız. Eğer biz onu taklit edip vermeyi-yokluğu bilmezsek nasıl sevgiliyi bulacağız veya onu hissedebileceğiz ki… Sevgiliyi keşfetmek ancak, onu kaybetme korkusuyla ve tamamen ona-sevgiliye teslim olmaktan geçer. İlk önce Onun aşkını istemeliyiz. Kalbimizde tamamen onun aşkı olmalı, ne eş, ne evlat ne akraba ne dost, nede dünya…
Haydi, makamdan, şöhretten, servetten, nefisten, “ben” den vazgeç, vazgeçebilir misin? Size kimse neymişsin be kardeşim demesin, ne kazanacaksınız ki bundan? Her edindiğimiz böyle geçici şeyler bizi mutluluk getirdi diyen var mı, hayır! Hepsinin edindiğimizde ayrı bir sıkıntısı, can alıcı işkencesi var. Güvenilecek gibi değil aslında ama acısına razı sahiplenmek için savaşıyoruz, hatta birbirimizi öldürüyoruz da…
Allah’ı görmek istiyorsak, Âlemlere rahmet yaratılan Hz Muhammed’i(sav) örnek alacağız. O kimdir, nasıl yaşadı, ne istedi, neye önem verdi. Yüzündeki nur mührünü gören aşkından erirdi. O nur ki, aşkına karşılık Allah hediye etmiştir. İşkence görmüştür, eziyet çekmiştir, etrafında acıdan başka bir şey yoktu. En önemlisi affediciydi, asla bencil değildi. Asla kin tutmazdı. Asla yalan söylemezdi. Emindi. Dünya peşinde değildi. Hatta Allah c.c. Cebrail A.S. ile dünyada kıyamete kadar yaşaması konusunda serbest bırakıldığını söylendiğinde, Aşkına kavuşmayı ve ölümü istemişti. Oda bizim gibi ecel şerbetini içti. Elbette Allah’ı tanıyan için bizim hissetmediğimiz bambaşka hazda ve öylesi tatlı bir yaşam var. Tıpkı şehit olanların tekrar Allah için ölümü tatmak istemeleri gibi. Allah için ölmek, bilirler ki Allah’a kavuşmaktır. O kavuşmanın heyecanını yaşamaktır tekrar tekrar ölmek.
Şimdi desem ki, Allah sizi bekliyor ölmek ister misiniz? Asla! “Hayır” diyenlerin nerdeyse ve ne olursa olsun her türlü kahpeliği ve acısına rağmen dünyada yaşamaya razı olanlar sayısı %99,99 olacaktır. Ölmek istemeyecektir. Allah’a ibadet edenlerde bunun içindedir ne yazık ki... Çünkü biz Allah’ı tanımıyoruz ve ölünce nereye gideceğimizi bilmiyoruz. Öğrenmemişiz. Bize yabancı olunca, cevapta olumsuz oluyor ve ölüm acı gibi geliyor. Oysa ölüm, başka bir dünyada yeniden doğmaktır, tıpkı ana rahminden dünyaya adım atmak gibi. Elbette her başka dünyanın edep ve kuralları, görünümleri de değişmektedir. Değişmeyen sadece aşktır ve ilahidir… Dünyada yaşarken Allah'a kavuşmak isteyenlerse onu sonsuz yaşayacaklardır, nimetler içinde.
Saffet Kuramaz
|