Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Türk Ocakları'nda seçim öncesi hesaplaşma...
MesajGönderilme zamanı: 28.03.12, 10:48 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 28.09.10, 13:01
Mesajlar: 166
Türk Ocakları ve Kürt Açılımı

İçişleri Bakanı Beşir Atalay Demokratik Açılım projesi kapsamında, Türk Ocakları Genel Başkanı Nuri Gürgür'ü ziyaret etti.

Atalay: 'Siyasi polemikle açılım olmaz'


Türk Ocakları Genel Başkanı Nuri Gürgür'ü ziyaret eden İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Bahçeli'nin yorumları için tek bir cümle kurdu ve "polemikle açılım olmaz" dedi.

22 Ağustos 2009 Cumartesi - 16:33


İçişleri Bakanı Beşir Atalay Demokratik Açılım projesi kapsamında, Türk Ocakları Genel Başkanı Nuri Gürgür'ü ziyaret etti.

Bakan Atalay, ''demokratik açılım'' çalışmaları kapsamında Türk Ocakları Genel Merkezi'nde basına kapalı gerçekleşen ziyaret, yaklaşık 1,5 saat sürdü.

Ziyaretin ardından basına açıklama yapan Bakan Atalay, Türk Ocağı'nın, Türkiye'nin en eski, bağımsız sivil toplum kuruluşlarından birisi olduğunu belirterek, Türk Ocağı'nın sadece Türkiye için değil Türk dünyası için ünemli, Türk dünyasının medeniyet birliğinde çalışmalarıyla köşe taşı olan bir kuruluş olduğunu söyledi.

Türk Ocağı'nın, Türkiye'deki bütün sosyal meselelerle ilgili fikir üreten, kafa yoran, çaba sarfeden bir kuruluş olduğunu da ifade eden Atalay, Türk Ocakları Genel Başkanı Gürgür ile çalışmalarına katkı verecek bir görüşme yaptıklarını belirtti.

Gürüşmede genel olarak çalışmanın süreci, amacı ve hedefleriyle ilgili bilgi sunduğunu belirten Atalay, Gürgür'ün kendisine konuya ilişkin hazırladıkları dosyayı verdiğini, düşüncelerini ifade ettiğini söyledi.

''Bu sorun zaten hepimizin sorunu. Bütün bireylerin sorunu. Bırakın siyasi partileri, bütün kuruluşlarımızın sorunu'' diyen Atalay, şüyle devam etti:

''Toplum olarak biz başta terör ve onun ürettiği diğer sorunlardan ne kadar acı çektiğimizi, bize neye mal olduğunu biliyoruz. Onun için her kuruluşumuzun, sivil toplum kuruluşumuzun da zaten bu konuda çalışmaları var. Demokratik aüılım üerüevesinde, kendine güvenerek, kendi üabalarıyla ama büyük bir anlayış, mutabakat, büyük bir iyi niyetle konuya yaklaşarak üüzüm bulacağımıza inanıyoruz. Ben bu süreçte büyük bir mesafe alındığını da gürüyorum''


''TÜRKİYE DEVLETİ, BİR AŞİRET DEVLETİ DEĞİLDİR''

Türk Ocakları Genel Başkanı Gürgür de İüişleri Bakanı Atalay ile çok geniş bir görüşme yaptıklarını söyledi.

Konunun, toplumun ortak meselesi olduğunu ifade eden Gürgür, ''25 seneden beri kanayan bir yara var. Bu yaranın mutlaka telafi edilmesi, halledilmesi gerekiyor. Türkiye devleti büyük bir devlettir. Biz büyük bir kültür ve medeniyetin temsilcisiyiz. Bir aşiret devleti değiliz. Bu aüından bizim tarihimizden ve kültürümüzden gelme üzelliklerimizle biz bu olayın üzerinden geliriz'' diye konuştu.

Konunun ''toplumun ortak meselesi olduğunu, birliktelikler ve ortak paydalar üzerinden hareket edilmesi gerektiğini'' ifade eden Gürgür, şunları kaydetti:

''Terörün durması halinde halledilmeyecek hiçbir problem yoktur. Bölge insanının, terüristlerin ifade ettikleri anlamda ayrılıkçı bir temayül içerisinde bulunmadıklarını gürüyoruz. Terürün ortadan kalkmasıyla birlikte Türkiye normalleşen bir düzen içerisinde demokratik açılımlarını yapar, yapmalıdır da. Bireysel haklar anlamında Türkiye standartlarını yükseltmelidir.

Bireysel haklar anlamında Türkiye evrensel değerler içerisinde olmalıdır. Ancak bunların grup hakları şeklinde istismar edilerek siyasal bir hedef için istismara çalışılması kesinlikle kabul edilemez bir husustur. Üünkü Türkiye'nin kuruluş felsefesi, ilkeleri ve bunlarla birlikte yürüttüğü bir politika vardır. Bu politikanın bu üizgi içerisinde gelişerek devam etmesi gerekiyor. Demokratik hakların genişletilmesi sadece belli bir bölgeye ve belli insanlar için değil, tüm toplum için ihtiyaçtır.''

Gürgür, telafisi istenen hataların sadece bir bölgenin değil, bütün toplumla ilgili hatalar olduğunu savunarak, bu hataların zamanla telafi edileceğini, geleceğin Türkiye açısından parlak ve aydınlık olacağına inandığını söyledi.

BAHÇELİ'NİN AÇIKLAMASI

Bakan Atalay, bir gazetecinin, ''MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin yazılı açıklamasını hatırlatarak, bir değerlendirmede bulunup bulunmayacağını'' sorması üzerine, soru almayacağını belirtti. Atalay, ''Soru niye almıyorum? Bu, siyasi polemiklerle götürülecek bir iş değil. Onun için soru almıyorum'' dedi.

AA

http://www.moralhaber.net/siyaset/atala ... lim-olmaz/


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Türk Ocakları'nda seçim öncesi hesaplaşma...
MesajGönderilme zamanı: 05.04.12, 10:49 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 28.09.10, 13:01
Mesajlar: 166
Türk Ocakları’nın Tarihi Binası Neden Alınamadı, Nasıl Alınabilir?


Alıntı:
Tarihi Binamız Neden Alınamadı, Nasıl Alınabilir?

Türk Ocakları’nın 1931 yılında yapılan olağanüstü kurultayında, zorunlu olarak fesih kararı alınırken, taşınır ve taşınmaz bütün mal varlığımızın yeni kurulmakta olan ve Ocak’a varis yapılan Halkevleri’ne verilmesi kararlaştırıldı. Başta Genel Merkez binamız olmak üzere, 276 şubemizin pek çoğunun mülkiyeti bize ait olan malları kurultay kararıyla verildiğinden üzerlerindeki bütün hukuki haklarımızı kendi irademizle terk etmiş olduk. Bu nedenle 1951 yılında Demokrat Parti Hükümeti CHP ve Halkevleri’nin tasarrufunda bulunan bütün malların aslında Hazine’ye ait olduğu gerekçesiyle bunları Hazine’ye intikal ettirmek üzere kanun çıkarırken Türk Ocağı müdahil olamadı. Ancak Meclis’teki görüşmeler sırasında bazı milletvekillerinin girişimleriyle ve Maliye Bakanlığı’nın itirazlarına rağmen tarihi binamızın intifa (kullanma) hakkı bir jest olarak Türk Ocağı’na bırakıldı. Böylelikle Türk Ocakları, aslında kendisine ait binada 20 yıla yakın bir süre faaliyetlerini sürdürme imkânını buldu. Ancak yöneticilerimiz ne yazık ki intifa hakkını tapuya tescil ettirmeyi ihmal ettiler. Başka bir ifadeyle, tescil suretiyle kullanma hakkını sürekli kılma imkânımız varken, 1951 yılında bu hakkımızı kullanmadığımızdan inisiyatif Bakanlar Kurulu’nun oldu.

27 Mayıs ihtilâli döneminde, bazı Hükümet üyeleri intifa hakkının kaldırılması girişiminde bulundularsa da, Org.Cemal Gürsel’in müdahalesiyle amaçlarına ulaşamadılar.

1970 yılının son ayında, Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’nun ülkücü öğrencilerinden Dursun Önkuzu, solcular tarafından işkence yapıldıktan sonra binanın 4.ncü katından atılarak şehit edildi. Cenaze konvoyu naaşını memleketi Tokat’a götürmek üzere Türk Ocağı binasının önünden geçerken, Ocaklı gençler yol kenarında toplandılar, hükümeti protesto ederek Başbakan Demirel aleyhinde slogan attılar. Polis gençlerin üzerine yürüyüp dağıttıktan sonra, binaya girdi ve içeridekileri eşyalarını bile almalarına fırsat bırakmadan dışarı çıkartarak binaya fiilen el koydu. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra, 12 Mart muhtırası verildi; Demirel Hükümeti düşürüldü. Askerin vesayetinde kurulan Nihat Erim Hükümeti’nin ilk icraatlarından biri Türk Ocağı’nın intifa hakkını iptal ederek, binayı Hazine’ye iade etmek oldu.

Bunun üzerine Ocaklı hukukçular kararın iptali için dava açtılar. Ancak mahkeme bu talebi reddetti. Bir süre sonra Cumhurbaşkanı olan Fahri Korutürk’ün eşi Emel Korutürk’ün girişimleriyle binanın Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne tahsis kararı çıktı.

Türk Ocakları 1986’da yeniden faaliyete başladıktan sonra, başta Yönetim Kurulu olmak üzere, bütün Ocaklılar tarihi binamızın geri alınabilmesi için sürekli çaba harcadılar. Konu her vesileyle dönemin başbakanlarına, bakanlarına anlatılmaya çalışıldı. Özellikle 1991 seçimlerinden sonra TBMM’ne çeşitli partilerden çok sayıda Ocaklı-milliyetçi milletvekili girdi. Bunların öncülüğünde binanın iadesi için “Kanun Teklifleri” hazırlandı.

Soru: Peki neden bu teklifler kanunlaşamadı?

Çünkü Türk Ocağı’nın malları, kendi iradesiyle yani Genel Kurul kararıyla verildiğinden dolayı, ancak özel bir kanunla Türk Ocağı’na verilebilir.

Mevzuatımıza göre TBMM’nde kanun çıkması iki yolla olabiliyor.
Milletvekilleri (bir yahut çok sayıda) bir “Kanun Teklifi” hazırlayıp Meclis’e sunduğu zaman, bunun görüşülebilmesi için gündeme alınması gerekir. 1991-2002 arasındaki koalisyonlar döneminde, partilerin Grup Başkan Vekillerinin katılımlarıyla “Danışma Kurulu” oluşuyor, bu kurul gündeme alınma konusunu görüşüyor, mutabakat sağlanırsa Kanun Teklifi Genel Kurul gündemine alınıp görüşme süreci başlıyordu. Ancak iktidarla muhalefetin bu hususta mutabakatı çoğunlukla sağlanamadığından, gündeme alınıp alınmayacağı Genel Kurul’da oylamayla belirleniyor ve iktidar çoğunluğunun oylarıyla Kanun Teklifi dönem sonuna kadar beklemeye alınıyordu. Bu şekilde her dönemde TBMM’ne sunulup gündeme alınmayan ve dönem sonunda kadük olup geçersiz hale gelen birkaç yüz kanun teklifi olur. Kısacası hükümete rağmen milletvekillerinin inisiyatifiyle kanunlaşabilen teklif sayısı her dönemde yok denecek kadar az olmuştur. Bugün de durum değişmemiştir.
Hükümet bir kanunun çıkmasını isterse, bunu “Kanun Tasarısı” olarak hazırlar. Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılıp prosedür tamamlandıktan sonra TBMM’ne sevk edilir. Komisyonlarda görüşülmesini takiben Genel Kurul’a gelir; burada görüşmelerin tamamlanmasından sonra iktidar çoğunluğunun oylarıyla kabul edilerek onaylanmak üzere Cumhurbaşkanlığı’na gönderilir. Kanunların tamamına yakını Kanun Tasarısı olarak Hükümet kanalından gelenlerdir. Hükümetin destek vermediği bir teklifin kanunlaşması mümkün değildir.
Bu gerçeklerin farkında olarak 1998’den itibaren çoğu Türk Ocaklı milletvekili dostlarımız aracılığıyla koalisyonun büyük ortağı olarak iktidarda bulunan ANAP ve Başbakan Mesut Yılmaz üzerinde yoğun girişimlerimiz oldu. Diğer yandan DYP cenahında da bu partideki milletvekili arkadaşlarımız aracılığıyla destek aradık. Bunun sonucu olarak DYP Grup Başkan Vekili Saffet Arıkan Bedük hazırladıkları kanun teklifini gündeme alınması talebiyle Danışma Kurulu’na getirdi. Ancak burada anlaşma sağlanamadığından gündeme alınıp alınmayacağı hususu TBMM’nde görüşülüp oylama yapıldı. O sırada Meclis salonu onarımda olduğundan, görüşmeler eski senato salonunda yapılıyor ve TRT-3’den yayınlanıyordu. Genel Merkez’de oylamayı ekrandan heyecanla izliyorduk. ANAP’lı milletvekillerinin tamamı Genel Başkanları Mesut Yılmaz’ın isteği doğrultusunda aleyhte oy kullandılar ve böylece teklif gündeme alınmadı. Oylamadan sonra ANAP’lı milletvekili arkadaşlarımızı aradık ve sitemlerimizi ilettik. Büyük hayal kırıklığı yaşamıştık ve çok üzülmüştük. Zira gündeme alınıp görüşülseydi kanun kesinlikle çıkacak, binamıza kavuşacaktık. Cevapları şu oldu: “Biz böylesine tarihi bir kanunu çıkarma şerefini muhalefete bırakamazdık. Endişeniz olmasın biz en geç 15 gün içerisinde bu kanunu Meclis’e kendimiz getirip çıkaracağız.”

Ne yazık ki bu vaatleri gerçekleşmedi. Hatta rahmetli Mustafa Taşar ve Ali Doğan gibi Türk Ocağı camiasından olan partinin önde gelen isimlerini araya koyarak Başbakan Mesut Yılmaz’ı Genel Merkezimize davet edip, yüz yüze konuşup ikna etmek istedik. Ancak “binayı veremedik, şimdi gitmem uygun olmaz” diyerek gelmedi.

1999’dan sonra 57.Hükümet döneminde de girişimlerimiz devam etti. Koalisyonun büyük ortağı olan MHP kanalından sonuç alamadık. Çünkü bize Başbakan Ecevit’le konuşup O’nu ikna etmemiz isteniyordu. Ecevit ile görüşme fırsatı bulamadan koalisyon dağıldı.

2002’den sonra AK Parti iktidarı döneminde de doğrudan Hükümet ve Başbakan Erdoğan nezdinde girişimler yapıldı. Özellikle önceki dönemlerde Meclis’te hazırlanan Kanun tekliflerinde imzaları bulunan Ali Coşkun, Vecdi Gönül ve Cemil Çiçek’ten Başbakan nezdinde yardımcı olmalarını istedik. 2006 Kurultayı’na gelip konuşma yapan o zaman ki Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e konuyu Genel Kurulumuzun huzurunda sunduk. Sonuçta 2007 genel seçimlerine birkaç ay kala dönemin Kültür Bakanı Atilla Koç bizi aradı ve “Sayın Başbakan bina meselesinin çözümü konusunda gerekli çalışmaların yapılması için talimat verdi, bununla ilgili bir Kanun Tasarısı hazırlayıp Bakanlar Kurulu’nda imzaya açacağız. Ancak intikal şartlarını görüşüp bir protokol yapmak üzere sizinle görüşmek istiyorum” dedi.

Yönetim olarak bu konuda zaten önceki yıllardaki girişimlerimiz sırasında hazırlığımızı yapmıştık. Kültür Bakanlığı’nın Resim ve Heykel Müzesi olarak kullanmakta olduğu binayı terk etmek niyetinde olmadığını biliyorduk. Büyük masraflar yapılarak binanın iç düzenlemesi değiştirilmiş, yüzlerce eserin yerleştirildiği bir müzeye dönüştürülmüştü. Bu açıdan tekliflerimizin kabul edilebilir içerikte olması gerekiyordu. Ayrıca 1930’da inşaatı tamamlanan binanın tesisatlarının tümü eskimiş, başta çatısı olmak üzere, her tarafı büyük restorasyon gerektirecek derecede yıpranmıştı. 80 yıl öncesinin kalorifer sisteminin çalışması için büyük yakıt masrafı gerekiyordu. Kısaca binanın bakım, onarım ve genel giderleri için Devlet desteğine ihtiyaç vardı. Nitekim 2008-2010 arasında yapılan onarım çalışmalarında on iki milyon TL.sı harcandığı söyleniyor. Bunların Genel Merkez bütçesinden karşılanması imkânsızdı. Bu gerçekleri göz önüne alarak teklifimizi birkaç maddede topladık:
Binanın mülkiyetinin bize ait olduğunu belirtecek şekilde Türk Ocağı adı açık ve belirgin şekilde ön ve arka cephelere yazılacak.
Binada irtibat yerimiz olarak kullanabileceğimiz ve kendimizin seçtiği bir odamız bulunacak.
Toplantı salonundan dilediğimiz zaman ücretsiz yararlanacağız.
Kültür Bakanlığı kiracımız konumunda olacağından Türk Ocağı’na ilk yıl için ayda 15.000 TL’den başlayan bir kira ödeyecek.
Böylelikle rutin bir gelire sahip olmak suretiyle çok zor şartlar altında yürütebildiğimiz çalışmalarımızın daha rahat ve verimli yapılacağını, malî sorunumuzun ortadan kalkacağını hesaplıyorduk.

Kültür Bakanı Atilla Koç kira talebimizin dışındaki isteklerimizi kabul etti. Kira ödeyecek Bakanlık tahsisatının bulunmadığını, zaten Maliye Bakanlığı’nın da bu talebimize sıcak bakmayacağını öne sürerek isteğimizi kabule yanaşmadı. Bunun üzerine dönemin Maliye Bakanlığı Müsteşarı ve yakın dostum olan Hasan Basri Aktan’ı ziyaret edip konuyu anlattık. Sayın Aktan “siz haklısınız” diyerek Hukuk Baş Müşavirini çağırdı; Kültür Bakanlığı’na hitaben talebimizi destekleyen ve gerekirse tahsisatını artıracağını belirten olumlu bir yazı hazırlattı. Yazının suretini alarak Kültür Bakanı’na gittik ve artık engel kalmadığını ifade ettik. Bize bu defa CHP’nin ve sol çevrelerin şiddetle itiraz edeceklerini öne sürerek olumsuz tavrını sürdürdü. Kendisine bütün mesele bu ise, CHP Genel Başkanı ile görüşüp sorunu halledebileceğimizi söyledikse de tavrını değiştirmeye yanaşmadı. Bize “siz irat mı istiyorsunuz?” dedi. Biz de cevaben “elbette irat istiyoruz; çünkü Türk Ocağı malî imkânları çok sınırlıdır ve bu tarz bir desteğe ihtiyacımız vardır. Sizin bu binanın mülkiyetini verelim derken, bunun yaklaşan genel seçimlerde partinize prestij sağlayacağını ve siyasi bir yararı olacağını hesapladığınızı ikimiz de biliyoruz. Buna karşılık bize bu görkemli binanın kira bedeli olarak yılda 5.000,- TL gibi kabulü mümkün olmayan bir teklif yapıyorsunuz. Biz Türk Ocağı camiasına mülkiyeti aldık ama Kültür Bakanlığı kullanmayı sürdürecek diyebilmemiz için makul bir bedel ödeneceğini söyleyebilmeliyiz. Kanun kuru bir mülkiyet intikalinden öte bir anlam taşımadığı taktirde camiamızın bunu içine sindirmesi mümkün değildir. Gelin konuyu Başbakan’a iletelim, O’nu hakem yapalım” dedik. Fakat Atilla Koç bunu da uygun bulmadığından Kanun Tasarısı hazırlanamadı ve bu girişimde akim kaldı.

20 küsur yıldır sürüp gelen tarihi bina serencamımız bize şunu gösterdi: Binamızı alabilmek için öncelikle Başbakan’ı ikna etmemiz gerekiyor. Çünkü bizim problemimiz başka kuruluşların, sendikaların ve bilhassa azınlık vakıflarının durumlarından çok farklı. Onların sorunları devletin uygulamalarından yahut darbe dönemindeki işlemlerden kaynaklanıyor. Oysa biz mallarımızı kendi irademizle teslim ettiğimiz için, binamızı ancak bu konuda özel bir Kanun’un çıkarılmasıyla geri alabiliriz. Ayrıca tarihi binanın dışındaki menkul ve gayrimenkullerimiz için öne sürebileceğimiz hiçbir hukukî mesnede sahip değiliz. Bu gerçekleri bilerek hareket etmek mecburiyetindeyiz.

Taşradaki şube mensuplarımızın pek çoğunun bu süreçleri tam olarak bilmemeleri doğaldır. Bazı bölge toplantılarında konuyu geniş şekilde anlatmamıza rağmen herkese duyuramadığımızın farkındayız. Ancak Ankara’da, hatta Genel Merkez’de bulunmasına, bütün bu gelişmeleri birebir bilecek pozisyonda olmasına rağmen, mikrofonu eline alıp kimsenin düşünemediğini dile getiriyor gibi tavırlarla camiamızın bu konudaki duygularını, hassasiyetini kışkırtmaya çalışmak son derece yanlıştır. Bunun doğru ve etik bir tutum olmadığı ortadadır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Türk Ocakları'nda seçim öncesi hesaplaşma...
MesajGönderilme zamanı: 06.04.12, 11:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 28.09.10, 13:01
Mesajlar: 166
Efendi BARUTÇU'ya AÇIK MEKTUP

Alıntı:

Ankara, 03.04.2012

Sayın
Efendi BARUTÇU

Bazı şubelerimizin bildirdiği delege sayılarının, Tüzüğümüzün 12.maddesinde belirlenen hükümlere uymadığının görülerek, buna göre düzenleme yapılması için Genel Merkez’den yapılan ikazı mahiyetiyle alâkasız şekilde yorumlamanız ve şaibeli bir durum varmış intibaı oluşturmaya çalışmanız son derece yanlıştır.

Çünkü:

Şubelerimiz şimdiye kadar delege sayılarını kendileri belirleyerek gönderiyorlar, Genel Merkezimiz de buna itibar ederek ayrı bir inceleme yapma gereği duymuyordu. Bu yıl 100.yıl faaliyetleri kapsamında hazırladığımız bazı projelere Tanıtma Fonu vb. yerlerden destek alabilmemiz için toplam üye sayımızı belirleyip sunacağımız projelere eklemek ihtiyacı doğdu.

Bu nedenle şubelerden istenilen bilgiler elimize geçtiğinde, bazı şubelerin delege sayılarının üye sayılarına uygun olmadığı görüldü. Durumu Tüzük hükümlerine uygun hâle getirmek amacıyla gerekli ikazlar yapılırken, kesinlikle Kurultay hesabı yapılmamıştır.

Hiçbir şubeye yazınızda yer alan şekilde “Kurultaydaki delege sayınızı düşürdük, bu Kurultaya 3 delegeyle katılacaksınız” şeklinde bir ifade kullanılmamıştır, çünkü bazı şubelerin 1 delege fazlası varken bazılarında bu sayı 3’e hatta 4’e ulaşmıştır. Yani sadece Tüzüğün ilgili maddesi vurgulanmıştır. Ancak son iki ay içerisinde muttali olunan bir hususun şube kongrelerinden önce bildirilmesi tabiatıyla mümkün değildir.

Farklı bir nedenden dolayı olsa da bir “durum tespiti” yapılmışsa, tüzüğe uymayan bir hususun düzeltilmesini istemek Genel Merkez’in görevi değil midir?

Bunu Kurultay hesaplarına bağlamak, şubelerden gelecek delegelerin nasıl oy kullanacaklarını bilmek metafizik bir beceriyi, müneccim olmayı gerektirir, böyle bir özelliğin 11 kişiden oluşan Yönetim Kurulumuzun 10 üyesinde olmadığını kesinlikle ifade edebilirim.

Genel Merkez’in görevi cümlesinden yapılması doğal olan bu ikazın hiçbir art niyet ve Kurultay konusu olmadığı, Eskişehir şubesinin 4, İstanbul şubesinin 2 delegesini, yani toplam 2 şubeden 6 delegenin gelemeyecek olmasından açıkça anlaşılmıyor mu?

Hiçbir endişe ve tereddüdünüz olmasın; Genel Merkez Yönetim Kurulu, hem 100.Yıl faaliyetlerini ve Türk Yurdu neşriyatını, hem de önümüzdeki tarihi kurultayımızı Türk Ocakları’nın mefkûre ve ahlâk yapısına, gelenek ve töresine, sevgi, saygı ve dostluk ilkelerine uygun olarak yapmak, Ocak tarihine bir iz bırakmak için beynini, yüreğini, mesaisini ortaya koyarak, zamanının önemli kısmını bunlara tahsis ederek gerekenleri yapıyor.

54 yıldır Ocak üyesi, 16 yıldır Genel Başkan sıfatıyla içinde olmaktan şeref duyduğum bu camiada hiçbir zaman ülküdaşlarıma “bana oy verin” talebinde bulunmadım. Büyük bir özveriyle, çeşitli zorluklara göğüs gererek, büyük bir azim ve inançla Türk Ocağı faaliyetlerini sürdüren dava arkadaşlarımın nasıl hareket edeceklerini, neyi temsil edeceklerini en iyi kendilerinin bileceğini düşündüm; aklıselimlerine, ferasetlerine, tercihlerine her zaman saygı duydum.

Hiçbir şube başkanımızı bunca yıldır “gelip konuşma yapmak istiyorum” diyerek sıkıştırmadım. Bunu sağlamak üzere araya Ocağın kapısından bile girmeyen, faaliyetlerinden haberi bile olmayan ahbaplarımı koyarak tacize kalkışmadım. Hiçbir zaman sosyal paylaşım sitelerindeki fitne ve dedikodu hastalarına malzeme olmadım. Çünkü Türk Ocakları Genel Başkanlığı’na ne pahasına olursa olsun fethedilmesi gereken bir makam olarak bakmadım. İmkânımın ve gücümün el verdiği ölçüde şahsî, siyasî, maddî bir mülahaza düşünülmeden hizmet edilecek bir yer olarak gördüm. 54 yıldır üyesi olmaktan şeref duyduğum bu Ocak’ta Genel Başkanlıkla sıfatsız sade üyelik arasında hizmetin manası itibariyle hiçbir tefrik yapmadım.

Toplam 6 delegesini azaltmak durumunda kalan Eskişehir ve İstanbul şubeleri bile bu durumu normal bir hukukî prosedür olarak kabul ederken, diğer şubelerimiz de aynı anlayışı gösterirken sizin bu tepkinize anlam veremiyorum.

Kuşkulanıp tedirgin olduğunuz bir husus varsa, bunu tahkik edip gerekçesini öğrenmek son derece kolay iken, bana gönderdiğiniz mektubu aynı anda delegelere iletmeniz normal ve etik bir tavır sayılabilir mi? Yahut sık sık dem vurduğunuz nezaket ve nezahet kurullarına uyuyor mu?

Sayın Barutçu,

Hiçbir endişeniz olmasın; tarihi kurultayımız Türk Ocakları’na ve Türk Ocaklılara yakışacak bir vakar, ciddiyet ve olgunluk içerisinde yapılacaktır. Her şey hayatımız boyunca davranış kuralları olarak benimsediğimiz hukuk ve meşruiyet çerçevesinde yürütülüyor ve yürütülecektir.

Sağlık, mutluluk ve başarı dileklerimle,

Nuri GÜRGÜR
Genel Başkan



İnternet çağında, sosyal paylaşım sitelerinin kazandığı önemin farkında olmayan 72 yaşındaki bir Türk aydını için normal bir durum...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye