Mevlana Halid-i Bağdadi Sempozyumu
Prof. Dr. Süleyman Ateş
suleymanates@gazetevatan.com10 Haziran 2010 Perşembe sabahı saat 05.30’da Van’da düzenlenen Mevlana Halid-i Bağdadi Sempozyumu’na katılmak için Bodrum’dan Van’a gitmek üzere Ankara’ya, oradan da 09.20’de kalkan uçakla Van’a gittim. Sempozyum 11 Haziran’da başlayacaktı. Uçakta, Marmara İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Halil Çiçek de vardı. Prof. Dr. Abdulbaki Güneş ve Halil Çiçek’in damadı bizi karşıladı. Kahvaltıyı Halil Hoca’nın damadının evinde yaptık.
Akşamleyin de Prof. Abdulbaki Güneş’in evinde sohbet ettik. Van Yüzyıl Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Peyami Bey, Prof. Dr. Halil Çiçek vardı. Sohbetin ardından Abdulbaki Güneş beni üniversitenin konuk evine getirdi. Geceyi orada geçirdim.
Ertesi gün cumaydı. Sabahleyin bir yıl önce kurulmuş olan “Akademisyenler Derneği”nin açılışı varmış. Dernek üyeleri benim de katılmamı rica etmişler. Vali ile birlikte derneğin açılış kordelasını kestik. Önce vali kısa bir konuşma yaptı. Ardından da benim birkaç söz söylememi istediler. İlmin ve ilim adamlığının değerini anlattım. Bilim adamlarının sorunlarını çözmek üzere kurulmuş olan derneğe başarı dileklerimi belirttim.
1979’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde talebem olan ve şimdi Yüzyıl Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nde öğretim görevlisi olan Dr. Mustafa ile birlikte, merkezi bir camide cuma namazı kıldık. Dr. Mustafa Bey’in damadı olan İmam Yunus’un arabasıyla Van Deniz İskelesi’ne gittik. Van-Tatvan arası tren taşıyan gemiyi gördük. Biz vardığımızda gemi hareket etti. Oradan Van kalesine gittik. Kale, maalesef hayli harap ama manzarası son derece güzel. Kaleden Van çok güzel görünüyordu. Yeşil ve modern bir kent.
Zor tırmanılan kaleye çıkmak için bana yardım etmek istediler. “Siz kendinize bakın” dedim. İnişte, kalenin hemen eteğinde gürül gürül buz gibi akan iki lüleden su içtik. Oradan Mustafa bizi evine götürdü. Öğle yemeği yedirdi. Yemek lezzetliydi ama mantıya katılan acılı sos boğazımı yaktı, gözlerimi yaşarttı. İkindi namazını kıldık ve sempozyumun açılışında bulunmak üzere Kültür Merkezine gittik.
***
Sempozyumun yapılacağı Kültür Merkezi’nin salonu doluydu. İstiklal Marşı, Kur’ân okunuşu, valinin konuşması, İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Abdulbaki Güneş’in, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hamza Aktan’ın konuşması ve Van Müftüsü Nimetullah Arvas’ın edebi tonlu ve canlı hitabının ardından açılış konferansını vermek üzere kürsüye davet edildim.
“Tasavvuf ve Toplumsal Hayata Etkileri” konulu konuşmamda İslâm tasavvufunun temel kaynağını, Hz. Peygamber’in henüz peygamberlikle şereflendirilmeden önceki çeşitli aralıklar 5 yıl süren yalnızlık sevgisini, riyazet dönemini, Hira Mağarası’na çekilip günlerce orada Rabbi ile baş başa kalışını, nihayet bu Rabbine çekilme dönemlerinden birinde kendisine ilahi hitabın gelmeye başladığını, arkadaşlarının da Allah’a olan sevgi ve bağlılıklarını, ibadeti ihsan derecesinde yani Allah’ı görürmüşçesine yapmaya çalıştıklarını, Hz. Peygamber’den sonra özellikle 3. Halife döneminin ikinci yarısından itibaren önemli mevkilerin Emevi soyundan gelenlerin eline geçmesiyle hoşnutsuzlukların zulüm ve kargaşanın artması yüzünden bunalan halkın Hasan-ı Basri gibi kimi zahid insanların çevresinde kümelenip huzur aradıklarını, onların ibadetlerini ve yaşam tarzlarını taklit ettiklerini, zamanla onların dini yaşama tarzına tarikat dendiğini ve bu zahid kişilerin adlarına tarikatlar nispet edildiğini anlatmaya çalıştım.
Sonra Mevlana Halid-i Bağdadi’nin Medine ve Mekke’de karşılaştığı iki kişiden gördüğü kerametleri, Hindistan’dan gelen bir dervişin yönlendirmesiyle Hindistan’a gidip Şeyh Abdullah-i Dehlevi Hazretleri’nin hizmetine girdiğini, şeyhine olan sadakatle hizmetini ve ondan beş tarikten irşad icazetiyle Süleymaniye’ye döndüğünü anlattım.
Tasavvufun temel amacı insanı olgunluğa eriştirmek, ruhunun taşıdığı potansiyel güce ulaşmaktır. Çünkü Yüce Allah, insanı en güzel biçimde yaratmış (Tin: 5) ve insana çok değer vermiş, çok ikramda bulunmuştur (İsra: 70). O kadar ki insan, taşıdığı örtülü değer yüzünden meleklerin secdesine (kendisine hizmet etmesine) mazhar olmuştur (Sad: 73; Araf: 11; Taha: 116; İsra: 61; Hicr: 29; Kehf: 50; Bakara: 32)
Cenabı Hak, yüce sıfatlarıyla insanda tecelli etmiştir.
İnsan ne demek efdal-i mahluk-ı ilahi
İnsan ne demek ekrem-i mahluk-ı ilahi
İnsan ne demek eşref-i mahlukı ilahi
Hakk’ın bir acep fil-i keramatıdır insan.
(İnsan Tanrı yaratıklarının en üstünü, en değerlisi, en şereflisidir. İnsan, Allah’ın en özenli ve değerli yaratığıdır.)
Şeyh Galip, insanın bu potansiyel değerine dikkati çekmektedir:
Ey dil ey dil neye bu rütbede pür-gamsın sen
Gerçi virane isen genc-i mutalsamsın sen
Secde-ferma-yi melek zat-ı mükerremsin sen
Bildiğin gibi değil cümleden akdemsin sen
Ruhsun nefha-i Cibril ile tevemsin sen
Sırr-ı Hak’sın Mesel-i İsi-i Meryem’sin sen
Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan Ademsin sen.(Ey gönül, neden bu kadar gamla dolusun, dertlisin, tasalısın? Yıkık, döküksün ama tılsımlı bir defÓnesin -Eskiden parayı ve mücevherleri, dikkati çekmemek için harap yerlere gömerler, bulunmaması için de üfürükçülere tılsım yaptırırlar ve artık buna dokunmak isteyenin karşısına büyük bir yılanın çıkacağına inanırlardı. Ayrıca burada, “Ben kırık gönüllerin yanındayım” anlamındaki kudsi hadise de işaret vardır- Meleklerin secde etmeleri emredilen, değeri yüceltilmiş bir varlıksın, bildiğin gibi değil, sen her varlıktan daha olgun, daha ilerisin. Ruhsun, Cebrail’in üflemesiyle ikizsin (sen de tıpkı İsa gibi Cebrail’in üflemesiyle yaratıldın).
Tanrı’nın sırrısın, Meryem’in oğlu İsa gibisin. (Hz. İsa, melek Cebrail’in, bakire Meryem‘e üflemesiyle, annesinin karnında oluşmuş ve babasız olarak yaratılmıştır. Al-i İmran Suresi’nin 59’uncu ayetinde İsa’nın yaratılışının, yine babasız olarak topraktan yaratılan Adem’in yaratılışına benzediği belirtilmektedir ki beyitte bu ayete de işaret edilmektedir. Kendine bir güzelce bak, sen âlemin özüsün, varlıkların gözbebeği olan insansın.)
Takriben bir saat süren konuşmamı, Halid-i Bağdadi’nin hayatından bir kesit sunarak kapattım.
Ertesi gün yani 12 Haziran 2010’da asıl sempozyum oturumları başladı ve yoğun biçimde, akşam takriben 08.30’a kadar sürdü. O gün öğleden sonra saat 13.30’da başlayan ve Halid-i Bağdadi’nin edebi yönünün tartışıldığı oturumun başkanlığını yaptım.
Konuşmacılar Georgia (USA) Üniversitesi’nden Prof. Dr. Alan Godlas, Kuzey Irak’tan Prof. Dr. Muhammed Sabir Ubeyd, Abdulcebbar Kavak ve Abdülhadi Timurtaş’tı.
Oturumun değerlendirmesini Prof. Dr. Yakup Çiçek yaptı. A ve B salonlarının her birinde beşer oturum halinde sürdürülen toplantılarda değerli tebliğler sunuldu. Güzel değerlendirmeler yapıldı.