Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 8 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: İskender Pala'nın Yeni Kitabı:‘İki Darbe Arasında’
MesajGönderilme zamanı: 31.01.10, 21:47 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
Askerden atıldıktan sonra

İskender Pala
i.pala@zaman.com.tr

2010-02-28
Zaman

Ömrümün "İki Darbe Arasında" kalan hüzünlerinden birkaç satırı sizlerle paylaşmak geçti içimden. 28 Şubat'ın yıldönümünde esen rüzgârların şiddetini hatırladım yeniden.

Çok şey olmuştu. Bunları size yeniden hatırlatacak değilim. Hayır, olanları hatırlatıp içinize yeniden kor bırakmak değil niyetim. Bunun için o zaman başıma neler geldiğini, neler yaşadığımı anlatmayacağım size. On beş yıl boyunca giydiğim beyaz üniformayı hiçbir leke sürmeden çıkardıktan sonraki hissiyatımı paylaşacağım yalnızca. Belki askerden atılmış olan insanların bugünkü hissiyatlarına tercüman olabilirim diye... Belki sona ermesi gereken bir sızıya dikkat çekebilirim diye... Belki gözlerden boşalıp gelen yaşlardan bir damlasını olsun dindirebilirim diye... İlginç zamanlardı ve savrulan insanlar vardı. Olanları anlatmak zordan da zor...

"Ne diyeyim bilmem ki...

Bazen bir haber dinliyorum ve eski komutanlarımdan birinin öldüğünü duyuyorum. Cenazesine gidip onu bir de musalla taşında görmek ve helalleşme faslında imam "Merhumu nasıl bilirdiniz?!" diye sorduğunda tek başıma "Kötü bilirdim!" diye bağırmak geçiyor içimden. İyi niyetimi bozmuyorum, varsın o da affedilenlerden olsun diyorum. Ama yine de vicdanım onu affetmekte zorlanıyor.

Bazen bir emekli komutan, hani ordudan ihracıma sebep olduktan veya en azından onay verdikten sonra kendisi de emekli olunca günah çıkartır eda ile benimle görüşme talep ettiğinde gidip gitmemekte, yüzüne bakıp bakmamakta tereddüt ediyorum ve çok kötü bir hastalığın pençesinde ıstıraplar çektiğini düşünüp merhameten görüşmeyi kabul ediyorum ama yanına giderken içimden kendisiyle yine kendisi gibileri bu ülke çocuklarına yaşattıkları acılardan dolayı ötelerden de öteye, gerçek mahkemeye havale ediyor, hüzünleniyorum ama yüz yüze gelince asla "Beter ol!.." diyerek kendimce teselli aramıyorum.

Bazen telefonum çalıyor ve çoook eskiden TSK'da beraber çalıştığımız birisi bana selam verip kendisini hatırlayıp hatırlamadığımı soruyor. Anlıyorum ki emekli olmuş!.. Vaktiyle ben askerden atılınca hemen sırtını dönüverenlerden biri... Nezaketimi bozmuyorum, güler yüz gösteriyorum. Ama içimdeki kırgınlık kaybolmuyor.

Bazen bahriye için yayınladığım kitaplardan biri elime geçiyor, aralarına hatıralarımın sıkışıp kaldığı sayfalarını hüzünle karıştırıyorum ve bu kitapları hazırladığım sıralarda masamda, eski Türkçe yazı ile orijinal nüshalarını gören bazı yobaz amirlerimin "Herif odasında Kur'an okuyor!" diye şikâyete başladıklarını hatırlıyor, üzülüyor, "Hey gidi günler hey!" diyorum. Dudağımda bir küçük tebessüm kalıyor, ama bir ucunda mutlaka acıtan bir hüzün yaşıyor.

Bazen benimle aynı kaderi paylaşan birilerinin aç kaldığını, ailelerinin dağıldığını, çocuklarının okula bile gidemediğini, buldukları işlerden sırayla ve tekrar tekrar atıldıklarını, hatta belki birilerinin de artık dayanamayarak intihar ettiklerini duyuyorum. İçimden, varıp sebep olanların yakasından yapışmak geliyor, tıpkı onlar gibi gücün kanunu ile bunu bir de onlar hissetsin istiyorum, ama öfkem çabuk geçiyor, kendimi toparlıyorum ve hatta dilim varıp bir beddua bile edemiyorum.

Bazen benim veya çocuklarımın bir sağlık sorunu yüzünden bir hastaneye başvuruyoruz ve sağlık fişimizi kontrol eden hemşire şaşkın şaşkın yüzümüze bakıp "Sandık Emeklisi ne demek?" diye soruyor. İzahta zorlanıyoruz. Çünkü sağlık karnelerimizde ve benim emekli cüzdanımda ne anlama geldiğini bizim de çözemediğimiz "Sandık Emeklisi ibaresi yer alıyor. Kaçak veya sahte bir cüzdan taşıyormuş gibi algılanmanın mahcubiyetiyle bunu soran hemşireye veya hekime yorumlar yapıyor, bazen de açıkça TSK'dan atıldığımızı söylüyoruz. Ama eski günleri hatırlatan bu karttan için için nefret ettiğimizi birbirimize hiç itiraf etmiyoruz.

Bazen, düşünce ve dünya görüşü benimkiyle çatışanlar, sırf bana üstünlük sağlamak veya bana ideolojik güvensizliklerini göstermek için, tıpkı medya mensuplarının hedefteki adam hakkında haber yakalama heyecanıyla mikrofon uzatışları gibi soruyorlar; "Ordudan atılmış biri olarak..." Ve gariptir, bu cümleyi söylerken sanki ben devlete ve millete karşı ihanet içindeymişim gibi küçümseyici ve suçlayıcı bir tavır da takınıyorlar. Böyle başlayan bir cümle benim yüreğimi her defasında yeniden kanatmaya yetiyor ama ben o kanamayı hiç kimseciklere göstermiyorum!..

Bazen, devlete ve millete küsmem gerekirken bilakis onlar için gece ve gündüz demeden çalışarak ve bu sözleri söyleyenlerden daha fazla gayret ve çaba sarf ederek vatana ve millete olan sevgimi gösterirken yüreğimi yokluyorum ve hani birisini seversiniz... Onun için yanar yakılırsınız... Öyle işte... Sonra vatana küsmem gerektiğini söyleyenlere, "Sevgilinin lûtfunu gördüğünüz zaman onu sevmek kolaydır, peki ya kahrını görünce de sevebilir misiniz?!.." diye sormak geçiyor içimden, ama bu aşk yüreğimi çizik çizik ediyor, sözler boğazıma düğümleniyor, söyleyemiyorum!.. Bazen bıçağın kemiğe dayandığı anlar oluyor, sonucunu alamayacak olsam bile mahkemelere verip içimdeki öfkeyi kusmayı düşünüyorum. Ta ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne kadar gideyim istiyorum. Sonra kendi ülkemi kendimden olmayan birine şikâyet etmeyi nefsime yediremiyorum...

Bazen bana kötülüğü dokunanlardan bir yolla da olsun intikam almayı istediğim oluyor; ama "Değmez..." diyorum, "Enerjini boşa harcama, üretmeye bak, madem bir gün gelip tarih, o acımasız hükmünü verecek, o vakit onlar kötü bellenip unutulurken senin adın iyiler arasında anılsın ve senden bu dünyaya bir şeyler kalsın!" Onların unutulma sürecine inat ben durmadan çalışıyorum, çalışıyorum ve her çalışmadan bir parça elem, içimde yeniden yer ediniyor, ama yine de bunu kimseyle paylaşamıyorum.

Bazen kaybolmuş on beş yıl gibi on beş yıllık hatıralarımı unutmak, ömrümün on beş yılını kayıtlardan silmek, hafızamı temizlemek ve bir daha askerliğin adını anmamak istiyorum. Ama hayır, böyle bir anlayış benim seciyeme uymaz, diyorum, askerlik anılarımın da hayatıma yeniden dönmesini bekliyorum ve "Mehmetçik, adıyla, ruhuyla, anlayış ve şecaatiyle benimdir!" deyip bayrağım kadar, vatanım kadar onu da yeniden seviyor, bağrıma basıyor ve huzurunda yeniden topuk selamı veriyorum.

Bazen bir düşünce alıp götürüyor beni;...

Bazen bir hayalin peşinde...

Bazen bir olay...

Bazen bir...

Bazen...

Bazen neler olmuyor ki!...

Konfüçyüs, "Artık karanlığa sövmeyi bırak! Kalk, Allah aşkına bir mum da sen yak!" der. Galiba YAŞ kararlarına yargı yolu açılıp da aklandığım güne kadar bu böyle sürüp gidecek diye bu satırları yazdım... Işığı görmek isteyenler için bir mum niyetine... Merak ediyorum; acaba bencileyin 1665 kişinin "bazen"lerle bekletilen trajedisi bu defa sona erecek mi; birileri bunun için bir şeyler yapacak mı?!.."

***

Yıl 2010. Türkiye'deyiz. İnanıyorum ki YAŞ mağdurlarına yargılanma hakkının verilmesi topluma karşı 28 Şubat ayıbından kurtulmanın da bir göstergesi olacak. Ve yine inanıyorum ki YAŞ kararları yargıya açılmadan 28 Şubat sendromu semalarımızı terk edip gitmeyecek. 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinin yargıdan geçirilen sanıklarına bile itibarları iade edilen, demokratik açılım ile herkesi kucaklamayı hedef alan, faili meçhul cinayetlerin diyetini ödemeye azmeden bu güzel ülkede, mağduriyetleri gün kadar âşikar olan bu insanlara da yargılanma hakkı verilmesini istemek çok mudur sizce? İstemek benden!.. İcraatı yapacak olan ise ya sizsiniz, yahut sözünüzün ulaştığı kişidir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İskender Pala'nın Yeni Kitabı:‘İki Darbe Arasında’
MesajGönderilme zamanı: 06.02.10, 17:49 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
'Üç Hilal' gizliliğinde raporlar

Prof. Dr. İskender Pala'nın Osmanlı arşivlerinde rastladığı bazı belgeler, tarih yazımını değiştirecek.
28 Şubat'ta TSK'dan atılan Pala elde ettiği bilgileri kitaplaştırdı.


Murat Palavar

Divan Edebiyatı'na ilişkin araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. İskender Pala, TSK ile ilişiğinin kesildiği 28 Şubat sürecine ilişkin anılarını kaleme aldığı İki Darbe Arasında kitabında şok açıklamalarda bulundu. 12 Eylül ihtilali döneminde askere giren ve 28 Şubat krizi sonrasında YAŞ kararları ile ordudan tasfiye edilen Pala, Kardak krizinde de görev aldığını anlattı. Prof. Pala, o dönemde eski yazıyı bildiği için Kardak'a ilişkin arşiv araştırması yaptırıldığını ve elde ettiği bilgilerin Deniz Kuvvet Komutanı Güven Erkaya tarafından dönemin Başbakanı Tansu Çiller'e aktarıldığını söyledi. Kardak krizinde Erdil Paşa tarafından Ankara'ya çağrıldığını anlatan İskender Pala, "Beni o gece Ankara'ya çağırmalarını emrettiği gece ilgililere 'O şimdi korkacak ve kendisini kodese yollayıp ihraç etmek için çağırdığımızı zannedecek. Titreye titreye gelecek diyerek kahkalarla güldüğünü duydum" dedi. Kardak'ı ararken 'Üç Hilal' gizliliğinde raporlarla karşılaştığını anlatan Pala "Kardak'ı ararken, üç hilal gizliliğinde raporlarla karşılaştım ki benim bildiğim yakın tarih böyle değildi. Öğrendiklerime hayret ettim"dedi.

"BİZİM İSKENDER" DEYİNCE...

Prof. Dr. Pala, kitabında Başbakan Tayyip Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde Kuzey Deniz Saha Komutanı İlhami Erdil ile arasında geçen bir konuşmanın YAŞ kararlarını etkilediğini de anlattı. 28 Şubat sonrasından ordudan atılan Pala, kendisinin ordudan atılması sürecini başlatan Erdoğan-Erdil görüşmesini de kitabında açıkladı. Preveze Deniz Zaferi kapsamında anma törenlerinde Erdoğan ile Erdil'in bir araya geldiğini anlatan Pala ikili arasında geçen ayaküstü konuşmaları yazdı. Erdil, Barbaros türbesinin bazı açmazlarıyla ilgili yardım istediğini Erdoğan'ın da buna karşılık "Elbette sayın komutan, Belediye olarak biz ne gerekiyorsa yapalım, Barbaros gibi bir Türk büyüğüne her türlü yardımı hak eder" şeklinde konuştuğunu anlattı. Erdil'in "Bizde araştırmacı bir binbaşı var. Barbaros'un vasiyetini bulup getirdi. Eski yazıyı bilen bir binbaşı İskender Pala" dediğini anlatan Pala, Erdoğan'ın buna karşılık "Ha.. Bizim İskender'den bahsediyorsunuz" dediğini ve ordudan atılma sürecin bu diyalogdan sonra geliştiğini anlattı.

'NEREDEN ONLARIN OLUYOR'

Erdoğan'ın "Bizim İskender" sözünden sonra İlhami Erdil'in 1-2 dakika düşündükten sonra Erdoğan'a hissettirmeden kurmay başkanına dönerek "nereden onların İskender'i olduğu araştırılsın!" talimatını verdiğini kitabında yazan İskender Pala, "O anda orda olan fotoğrafçı arkadaşımın söylediğine göre bu talimatı verirken suratında bir hiddet, bir boğayı bile zehirleyecek cinstenmiş" şeklinde konuştu. Pala'ya göre irtica söylemlerinin had safhaya ulaştığı bir dönemde yaşanan diyalog Erdil'in kendisini ordudan attırmak için elinden geleni yapmaya çalıştığı süreci başlattı. 27 Eylül Preveze Deniz Zaferi'ni anma günü dolayısıyla Barbaros'un ruhuna mevlit okutulmasını teklif ettiğini anlatan Pala bu tekliflerim üst makamlara irtica faaliyeti olarak yansıdığını söyledi. Pala kitabında o diyalogları şöyle anlatıyor:

"Müzede İlhami Erdil'i gülümseyerek karşıladım. Hiç yüzüme bakmadı ve bana türbeyle ilgili aydınlatma çalışmaları ne aşamada diye konuştu. Ben de türbelerin iç aydınlatması için mum görüntülü lambanın konulduğunu dış aydınlatma için kendilerinin emirlerini beklediğini söyledim. Bana 'tabi sen söylersin komutanlar olarak bizler yaparız' diye iğneli bir cümle söyledi ve çekip gitti. Donup kaldım ne demek istediğini anlamadım. Durumu arkadaşımdan öğrendim. Sonraki günlerde yavaş yavaş dışlandım. 27 Eylül'de Tayyip Bey'le İlhami Paşa arasında geçen konuşma herşeyi değiştirmeye yetmiş gibiydi. Erdil ordudan atılmam için ne gerekiyorsa yapılması talimatını ekimin başlarında verdiğini düşünüyorum."

EŞİ ORDUEVİ'NDEN ÇIKARTILDI

İskender Pala kendisinden önce Kürtlerin, Alevilerin ve Çingenelerin orduya alınmadığını bu etnik ayrımcılığa kendisinden sonra inançlı, namaz kılan insanların da dahil edildiğine dikkat çekiyor. İskender Pala eşi ve çocuklarıyla askeri lokalden eşinin başörtülü oluşu nedeniyle çıkartıldığını kitabında anlatıyor.
Eşi ve çocukları önünde rencide edilen Prof. Dr. İskender Pala hukuk mücadelesini kazanamadığını belirtiyor.

Kütüphanedeki kitapları sakıncalı diye yaktılar

Pala kitabında bazı komutanların Atatürk'ün kurduğu Türk Dil Kurumu ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından çıkartılan yayınların orduya gerici iddiasıyla sokulmadığını ve gelen kitapların yakıldığını kitabında anlattı. Pala "Astsubay Hazırlama Okulu Kütüphanesi için kitap isteğinde bulunduk. TDK, TTK, Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Atatürk Araştırma Merkezi gibi kuruluşlardan talep ettik. Bu kuruluşlardan kolilerle kitap geldi. Ne var ki komuta kademesinden birileri içlerinden gelen bazılarının kütüphaneye girmesinin sakıncalı olacağına karar vermiş. Türk Dil Kurumu ve Milli Eğitim Bakanlığı gibi kurumların yayınlarından bazıları konuları yönünden gerici bulunmuş kitapların yakılması istendi" dedi.

Barbaros'un ortaya çıkan Kur'an'lı vasiyeti

Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa'nın vasiyetini ortaya çıkarttığını kitabında yazan İskender Pala "Araştırmalarım sırasında Barbaros'un vaktiyle yayımlanmış bir vakfiye ve vasiyetnamesine rastlamıştım" dedi. Vasiyetnamesine göre ünlü Kaptan-ı Derya'nın Mimar Sinan eseri olan türbesinin aydınlatılmasını istediğini belirten Pala vasiyetin gerçekleştirdiğini söyledi.Pala şu bilgilere yer verdi: "Bir türbedar tayini ile türbesinde Kur'an okunmasını vasiyet ediyordu. Bunu Müze komutanına ilettim. O Kuzey Saha Komutanı'na bildirdi, oradan da Ankara'ya yazıldı. Bana yapılması gerekenleri sordular. Ben tenvir konusunun eskiden mumla yapıldığını ama artık elektrik olduğuna göre içten ve dıştan aydınlatılmasının yapılarak bu vasiyetin yerine getirileceğini anlatan bir etüt hazırladım. İşlemler başlatıldı."

Kaynak: Yenişafak

6.2.2010


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İskender Pala'nın Yeni Kitabı:‘İki Darbe Arasında’
MesajGönderilme zamanı: 08.02.10, 11:32 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
Merak edilen söz....

28 Şubat'ın YAŞ mağduru bir subay olan Prof. Pala, ordudaki üniformalı 15 yılını ve ihracını yazdı. Erdoğan'ın hangi sözünün Pala'nın ordudan ihracında etkili oldu?

07.02.2010


İskender Pala bir edebiyat profesörü, yazar... Divan edebiyatının halk kitlelerince yeniden sevilip anlaşılabilmesi için klasik şiirden ilham alan makaleler, denemeler, gazete yazıları yazdı. Seminerler, konferanslar tertip etti. Bugün geniş kitleler onu "Divan edebiyatını sevdiren adam" olarak tanıyor. Baskıları yüz binlere ulaşan iki romanın da yazıcısı o.

İskender Pala aynı zamanda YAŞ mağduru bir subay. Usta yazar yeni kitabı "İki Darbe Arasında" da pek bilinmeyen "asker kimliği"yle okur karşısına çıkıyor. 12 Eylül'ün hemen ardından başlayıp 28 Şubat sürecinde YAŞ kararıyla son bulan Deniz Kuvvetleri'ndeki 15 yılın hikayesini içeriden anlatıyor.

Kitap 15 bölümden oluşuyor. Hikâye, yazarın İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni (1979) bitirmesinden sonra askerî okullarda açılan öğretmen kontenjanına başvurmasıyla başlıyor. Sınavları geçip teğmen olarak göreve başladığındaysa sivil yaşamın rahatlığından askerî hayatın katılığına uyum sürecini okuyoruz.

Yazarı asıl zorlayanın disiplin ve kurallar değil kurumun üst kademelerinde karşılaştığı bağnaz tutum olduğunu görüyoruz. Meslekte ilk aylarındayken askerî hayatın kendine göre olmadığını fark edip istifa etmek istediğinde üstlerinden aldığı cevap, önündeki sancılı sürecin girizgâhı niteliğindedir: Bu meslek 15 günde değil, 15 yılda biter! Ama mecburi hizmetinin dolmasına birkaç ay kala "irticacı" olduğu gerekçesiyle ordudan atılıyor. İskender Pala, kitabını araştırmacı ya da romancı kimliğiyle değil, ordudan ihraç edilen mağdurlardan biri olarak, onlar adına yazdığnı belirtiyor. Yazar kitabın gelirini de YAŞ mağdurlarının kurduğu Adaleti Savunanlar Derneği'ne ve Divan Edebiyatı Vakfı'na vakfetmiş. Kitapta Güven Erkaya, İlhami Erdil, Vural Bayazıt paşalarla ilgili hatıralar da yer alıyor.

Basına yansıyan darbe planları anılarımla örtüşüyor

Hocam kitap nasıl ortaya çıktı? Kitabın önsözündeki iki cümle, "Işığı görmek isteyenler için bir mum niyetine..." ve "Umarım bu satırlar işe yarar ve filmi başa sarmayız." cümlesi dikkatimi çekti. Bu cümlelerinizi biraz açar mısınız?

Bu kitabı yazma kararımı kolay aldığımı söyleyemem. "Bir kitabım daha olsun" gibi sığ bir düşüncenin ürünü değildir bu yüzden. Bazı insanların anılarını yazması sırf kendi tercihleri olmayabilir. Yaşadıklarınız bir tarihi sorumluluğu veya toplumsal dönüşümü etkileyen şeyler olursa bunları yazma kararı vicdanınızdan gelir. Bu yüzden İki Darbe Arasında benim yazmaktan kaçamayacağım bir kitaptı. Çünkü toz duman bir dönemin aydınlatılması ve oradaki ışığın görülmesi bazı gerçeklerin de ortaya çıkmasına yarayacaktır. 28 Şubat dönemindeki bazı gri alanları daha yakından görürsek belki bugünü anlamak ve geleceğimizi kurmak kolaylaşır ve hakikatin rehberliği yaygınlaşır. Bu bakımdan yazdıklarım kendimden ziyade benimle aynı kaderi paylaşan binlerce insanın yüreklerindeki kederlere atıfta bulunur. Filmi başa sarmaktan kastım odur ki, bir zamanlar askeriyeden atıldığımda yaşadıklarım beni içeriden vururken dışarıdan da insanların konjonktüre uyarak çil yavrusu gibi çevremden dağılıp gittiklerini görmüştüm. Şimdi tamamen iyi niyetle ve belli bir amaç için yazdığım bu satırlardan dolayı ne içeriden ne de dışarıdan aynı acıları yaşamak istemediğim için filmin başa sarılmasını temenni etmiyorum.

Kitabı belli bir amaç için yazdığınızı söylediniz. Nedir amacınız ve neden bugün? Çünkü asker ya da askerlikle ilgili yeni bir şey söylendiğinde insanlar hemen "zamanlamaya" dikkat çekerler.

28 Şubat ile sonlanan süreçte, TSK bünyesinden "disiplinsizlik" ithamıyla ve sivil veya askeri mahkemede yargılanma hakları ellerinden alınarak ihraç edilmiş üç bini aşkın subay veya astsubay mevcut. Bu insanlar halen ordudan ihraç edilmişliğin olumsuz etkileriyle yaşamaya çalışıyorlar. Maddi ve manevi pek çok kayıpları mevcut. Onca birikimlerine rağmen pek çoğu halâ iş bulmakta zorlanıyorlar. Benim bu kitabı yazmaktaki amacım, yetkili makamlar tarafından kaderdaşlarımın acılarına artık son verilmesi, ışığı görmek isteyenler tarafından iade-i itibarlarının sağlanmasıdır.

Bunu neden bugün yapıyorsunuz?

Samimi olarak söyleyebilirim ki ben anılarımı 2003 yılında yazmıştım. Unutulmasın, kaybolmasın diye. Sonraki yıllarda her şubat ayına girerken kendime "Acaba bu sene yayınlamalı mıyım?" diye sordum. Bu yıla gelesiye kadar böyle bir kitabı yayınlamanın TSK'ya zarar verebileceğini düşünerek hep erteledim. Çünkü benim TSK ile bir derdim yok; olamaz da. O benim için kutsal bir kurum; bir peygamber ocağı. Lakin o kurumun içinde bazı yanlış kişi ve uygulamalar var ise onlara da dikkat çekilmesi gerekir. Bu yıl yayınlama sebebim, artık bu üç bin insanın tahammül sınırını uzatmamak idi. Ve ben kitabı yayınlanmak üzere yayınevine gönderdiğimde, yani yayın işlemleri başlatıldığında daha ortada Balyoz adı yoktu; darbeciler ve darbe hakkında bu derece yoğun bir gündem bulunmuyordu. Dolayısıyla kitabın yayınlanmasında özel bir zamanlama kastı yoktur.

Yaklaşık 15 yılınız üniforma içinde geçti. O yılları daha çok hangi duygularla anımsarsınız? Hüzün, özlem, nefret?

Askerlik mesleği bana pek çok özellik kazandırdı, yetenek verdi, disiplin verdi, şükranla anarım; ancak anılarımın hüzün ve burukluk içinde olması, ömrümden on beş yılın, hem de 25 ila 40 yaş arasındaki en verimli, en güzel on beş yılın avuçlarımdan kayıp gittiğini düşünmek beni üzüyor. Özlem duymuyorum; nefret asla duymuyorum. Ama kalbim kırık ve kaybettiğim arkadaşlar, arkadaşlıklar, hatıralar her düşündüğümde yeniden içimi acıtıyor.

Kitaptan öğreniyoruz ki dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan'ın İlhami Erdil Paşa'yla sohbetinde sizden "Bizim İskender" diye söz etmesi TSK'dan uzaklaştırılmanızda dönüm noktası olmuş. Erdoğan bugün Başbakan, Erdil Paşa ise tutuklandı, rütbesi söküldü? Bu tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Benim askerden ihraç sebebim, elbette Sayın Başbakan'ın iyi niyetle telaffuz ettiği o iki kelime değildir. Hayır, benim atılmam 28 Şubat öncesinde ülkeye hakim olan kaos zemini ve benim de o zeminde belirgin gösterge olarak yer almamdır. O söz yalnızca bardağı taşıran damla olmuştur, o kadar. Kaderin cilvesine gelince; Sayın Erdoğan bugün başbakan olmasaydı da bu kitabı elbette yazardım. Sayın Erdil için ne diyeyim, bizim seciyemizde düşmüşe vurulmaz.

Bugünlerde sıkça basına yansıyan TSK içindeki cunta faaliyetleri, darbe planları.. sizi şaşırtıyor mu?

Bu konulara zaman harcama gibi bir eğilimim olmamakla birlikte son günlerde ortaya dökülen bilgilerin benim anılarımla örtüştüğünü görüyor ve keşke yaşanmamış olsaydı diyorum.

Kitabınız bir otobiyografi, ama roman gibi ve çok akıcı yazılmış. Ne diyorsunuz, sizin beklentiniz ne?

Çok okunursa bundan elbette bahtiyarlık duyarım, ama ben çok okunması amacıyla değil, bir meseleye çözüm getirsin diye bu kitabı yazdım. Zaten gelirini de ilgili vakıflara devrettim. Tek maksadım, YAŞ mağduru insanların mağduriyetlerinin artık giderilmesidir.

İlhami Erdil'in hiddetlendiği an

Taksim'de anıta çelenk koyarken Kuzey Deniz Saha Komutanı ile Belediye Başkanı (Tayyip Erdoğan) ayaküstü konuşurlarken konu Preveze ve Barbaros olduğu için söz dönmüş dolaşmış türbeye gelmiş. Aralarında aşağı yukarı şu mealde cümleler sarf edilmiş.

İlhami Erdil: "Bizde araştırmacı bir binbaşı var. Barbaros'un vasiyetini bulup getirdi. Orada türbenin aydınlatılmasına dair de bir cümle var. Biz içeriden aydınlatmasını zaten yaptık. Dış aydınlatma için ilgili kurumlarla temas halindeyiz ve sizden de bu konuda yardım istiyoruz. Vasiyetnamede yalnızca 'aydınlatma' olarak geçiyormuş."

"Barbaros'un vasiyetnamesi ha, çok ilginç. Eski yazı değil mi bu?"

"Evet bizim Arşiv Müdürü bir binbaşımız var, İskender Pala adında, eski yazıyı iyi bilir."

"Ha!.. Siz bizim İskender'den bahsediyorsunuz!.."

"?!.."

Bu "Bizim İskender" sözünden sonra İlhami Erdil Paşa birkaç dakika düşünmüş ve Tayyip Bey'e hissettirmeden kurmay başkanına dönüp şu talimatı vermiş.

"Nereden onların İskender'i olduğu derhal araştırılsın!"

...

27 Eylül'de Tayyip Bey ile İlhami Paşa arasında geçen konuşma her şeyi değiştirmeye yetmiş gibiydi. Herkesin diken üstünde olduğu, duyarlılıkların had safhalara vardığı bir dönem idi. İlhami Erdil'in atılmam için ne gerekiyorsa yapılması talimatını ekimin başlarında verdiğini düşünüyorum.

Kitaptan satır başları...

"İskender Pala! Neden asker olmak istiyorsun?" diye sormuştu ortadaki güzel yüzlü beyefendi. ...Günün şartları beni asker olmaya, hiç bilmediğim bir mesleğe gözü kapalı girmeye zorlamıştı. İçimden geldiği biçimde anlattım: "Üç sebepten! İlki maddi olanaklarının bolluğu; ikincisi, mesleğimi saygı duyarak yapabileceğim öğrencileri bulmak; üçüncüsü de silah taşıyıp hayatımı garanti altına almak!"

O yıl ilk defa mülakat heyetine alınmıştım.(1984).. O yıl Çingene, gayrimüslim, Alevi ve Kürt olduğu kanaati uyanan öğrenci adayları mülakatlarda elenirken, daha sonraki yıllarda Alevi olanların yerini küçükken Kur'an kursuna gitmiş olan öğrenciler aldı. Daha sonraki yıllarda bu eleme işinde o derece uç fikirler üretilir oldu ki gün geldi, "Bir elinde Kur'an var, diğer elinde Atatürk'ün Nutuk'u. Denize düştün ve tek elle yüzebileceksin, hangisini atarsın?" gibi akla mantığa ziyan sorular ortaya çıkmaya başladı.

Levent semtindeki Deniz Subay Lojmanları'nda iki başörtülü hanım vardı. Birisi benim eşim idi. ... Evimize hiç olmayacak zamanda uzak bir arkadaş konuk gelmişse biliyorduk ki bizi teftiş etmekte ve ertesi gün evimizin duvarlarındaki tablolar, kütüphanemizdeki kitaplar, yerdeki halıların desenleri hakkında birilerine rapor verilecektir.

Astsubay Okulu'nda eğitim-öğretim sona erdiği günlerde deniz okulları sınav soru kitapçıklarının basımı için Karamürsel'e gittik... Bir akşam vakti matbaada günlük işler bitmiş, ben de duşa girerek abdest alıp çıkmıştım. ...Yatakhane olarak kullanılan çadıra gidip ranzanın üzerinde oturarak zaten kısa olan akşam namazını kılmaya durdum. Birkaç dakika sonra binbaşılardan birisi üstünü değiştirmeye gelmiş ve ben de duymamışım. Selam verdiğim sırada göz göze geldik. Çok şaşırdı. Nasihatler etti. Ben de ona sırrımı saklaması ricasında bulundum... Namazda suçüstü(!) yakalanma tecrübesini bir daha yaşamadım; ama benim gittiğim her yere, daima adım benden önce gitti.

Levent Camii'ne gittim. O günkü şehit, karacı bir teğmen idi ve pek çok askerî birlikten izdiham derecesinde katılım olmuştu. Tabii ben yine her zamanki gibi aziz şehidimizin namazı için saf tuttum ve cenaze namazı kıldım. Meğer ne büyük bir gaf yapmışım(!). Bahçede biriken yüzlerce üniformalı çehrenin bana çevrildiğini gördüğümde anladım bunu. Hepsinin gözünde "Sen bittin!.." ifadesini taşıyan ateşli bakışlar vardı. Müzeye döner dönmez aynı gün, mesai bitmeden komutan elime sarı bir zarf tutuşturdu.

27 Eylül Preveze Deniz Zaferi'ni Anma Günü dolayısıyla Barbaros'un ruhuna bir mevlit okutulmasını teklif ettim. Tabii benim bu tekliflerim üst makamlara irticaî faaliyet olarak yansıdı.

On beş yıla varan tecrübem bana göstermiştir ki TSK, hiç kimseyi namaz kıldığı yahut eşi başörtülü olduğu için kapı dışarı etmez. Bu konuda iki bakış açısı geliştirir. Eğer namaz kılan subay veya astsubayı başkalarına gösterdiği zaman dudağında bir alaycı gülümseme ile "İşte bakınız, namaz kılan adam böyle olur." diyebiliyorsa o kişiyi ihraç etmez. Ama eğer aynı kişiye baktığı zaman suratında bir hayret ifadesiyle "Akıl alır şey değil, bu adam da namaz kılıyor" dediği an, bilinsin ki onun ihraç kararı yazılmıştır.

28 Şubat'a birkaç gün kalmıştı. Hassas ve yaftalamacı saatleri yaşıyorduk. Bir gün tanıdıklarımdan biri "İskender Bey telefon rehberinden benim numaramı siler misin?" demez mi, o günü hiç unutamam.

Kaynak: Zaman


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İskender Pala'nın Yeni Kitabı:‘İki Darbe Arasında’
MesajGönderilme zamanı: 09.02.10, 00:13 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
'Bu darbenin acısı unutulmaz'

T24 - İskender Pala’nın, 15 yıllık askerlik sürecini anlattığı İki Darbe Arasında adlı kitabı yayımlandı.

Pala, dindar bir subay olarak orduda yaşadığı haksızlıklardan söz ediyor.

Taraf gazetesi yazarı Özlem Ertan, "Bu Darbenin Acısı Unutulmaz" başlığıyla yayımladığı (8 Şubat 2010) yazısında Prof. Dr. İskender Pala ile görüştü. Ertan'ın yazısı şöyle:



Yazar ve edebiyat araştırmacısı İskender Pala’nın İki Darbe Arasında adlı anı kitabı Kapı Yayınları tarafından yayımlandı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra askeriyenin sınavına giren ve 1982 yılında edebiyat öğretmeni olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nde istihdam edilen İskender Pala, 12 Eylül darbesinden sonra başlayan ve 28 Şubat sürecine kadar süren 15 yıllık askerlik yaşamını İki Darbe Arasında’da özetlemiş. Dindar bir subay olarak meslek yaşamı boyunca çeşitli haksızlıklara uğrayan ve 1996’da Yüksek Askeri Şûra kararıyla ordudan ihraç edilen İskender Pala’yla, kitabı ve Türkiye’yi 28 Şubat müdahalesine götüren sürece ilişkin tanıklıkları hakkında konuştuk.


Askerlik yaptığınız 15 yılın anılarını kaleme almaya nasıl karar verdiniz? Amacınız neydi?

Hakikatlerin bilinmesini, görülmesini istedim. Benimle aynı kaderi paylaşan 3 bin civarında insan var Türkiye’de. Bu insanlar benim kadar şanslı değillerdi. Benim elimde başka bir mesleğim ve akademik kimliğim olduğu için kendime başka bir hayat kurabildim. Ama onlar benim gibi hayatlarının ikinci kısmını anlamlandıramadılar. Kimi, çocuğunu okutamadı, evine ekmek götüremedi. Bu kitabı yazmamın amaçlarından biri de ordudan uzaklaştırılan bu insanların hakkını aramaktı. Çünkü onların itibarlarının iade edilmesi gerekiyor.

Ayrıca askerlik mesleğine halel getirebilecek uygulamalar varsa bunlar görülsün ve ortadan kaldırılsın istedim. Kitabın buna da vesile olmasını umdum.


Orduda, inancınız ve eşinizin kıyafet tercihi yüzünden diğer subaylardan farklı görüldüğünüzü ne zaman hissettiniz?

1982 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nde göreve başladım ve ilk görev yerim Heybeliada Deniz Lisesi’ydi. O yıllarda, TSK’de, başörtüsü konusunda hassasiyet oluşmaya başlamıştı. Bir süre sonra, doktorasını tamamlamış bir edebiyat öğretmeni olmama rağmen bahriyenin en gözde okullarından biri olan Heybeliada Deniz Lisesi’nden alınıp Astsubay Hazırlama Okulu’na tayin edildim. Bu şekilde bana, “Seni bu halinle istemiyoruz” mesajı verdiler. İlk o zaman hissettim farklı görüldüğümü. Maddi sıkıntı çektiğimiz için lojmana taşındık. Komşularım ve meslektaşlarım, eşimin başörtülü olduğunu görünce birden değişiverdiler.


Ordudayken herhangi bir cemaat ya da tarikatla ilişkiniz var mıydı?

Hayır, yoktu. Askerlik yaptığım dönemde benim namaz kıldığımı gören sadece tek kişi olmuştu. O da tesadüfen gördü. Namaz kıldığımı kimse görmese de bu biliniyordu ve bilinmesi yeterliydi.

Üniformalıyken eşimi koluma takıp “Bakın işte benim eşim başörtülü” demiyordum. Hatta TSK’nin bu konuda hassasiyeti olduğunu bildiğimden eşimle birlikte bir yere gideceğim zaman sivil kıyafet giymeye gayret ederdim. Ancak namaz kıldığınız, oruç tuttuğunuz ya da eşinizin başörtülü olduğu bilinince, size karşı bakış açıları da değişiyor. Sizi dindar değil de “irticacı” olarak değerlendiriyorlar.


Heybeliada’daki Subay Gazinosu’na eşinizle birlikte gittiğinizde size yemek servisi yapılmamış ve restoranı terk etmeniz gerektiği söylenmiş. Bu olaydan sonra eşinizle birlikte hiçbir askeri tesise, orduevine gitmediniz mi?

Hayır gitmedik. O olaydan sonra ne eşim ne de ben bunu göze alabildik. Askeriye’ye ait hiçbir gazinoya gidip çay içemedim eşimle birlikte. Heybeliada’daki olay tam bir travmaydı bizim için. Düşünün herkesin yemek yediği bir askeri gazinoda size servis yapılmıyor, üstelik önünüzdeki tabaklar toplanıyor. Tüm gözlerin size çevrildiğini hissettiğiniz anda şöyle bir teklifle karşılaşıyorsunuz: “Ya eşinin başörtüsünü çıkar ya da burada yemek yiyemezsin.”

Doktoralı bir edebiyatçı olmanıza rağmen, Astsubay Hazırlama Okulu’ndaki edebiyat öğretmenliği görevinizden de alınmış ve askerlik hayatınız boyunca mesleğinizle ilgisiz işlerde istihdam edilmişsiniz. Bunun nedeni neydi sizce?

Okullarda okutulan Türk Dili Edebiyatı kitaplarını yazmış birini ilgisiz işlerde görevlendirmenin bir mesai israfı olduğunu düşündüm hep. Bu, bana verilen bir cezaydı. Ancak sicile işlenen bir ceza değil, örtülü bir ceza. Askeri liselerin tüm sınıflarında bir kamera vardır, tüm dersler izlenir. Böyle bir ortamda öğretmenin inancının bir önemi var mı?

1996 yılında, YAŞ kararıyla, Milli Görüş’e mensup olduğunuz gerekçesiyle ordudan atılmanızda o dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın sizden “Bizim İskender” diye söz etmesinin de payı olduğunu yazmışsınız kitabınızda.

Tabii, Tayyip Bey o sözü söyledi diye atılmadım TSK’den. Sonuçta süreç işlemiş ve Tayyip Bey’in o sözü bardağı taşıran son damla olmuş. Ben o sırada Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’nde çalışıyordum. Taksim’deki Preveze Deniz Zaferi kutlamalarında Kuzey Deniz Saha Komutanı İlhami Erdil’le Tayyip Bey sohbet ediyor. O günlerde de Barbaros Türbesi’nin aydınlatılması ve onarımı gündemde. Komutan, Belediye’nin de bilgisi olsun diye konuyu Tayyip Bey’e açıyor ve “Bizde İskender Pala adlı bir binbaşı var. Barbaros’un vasiyetini okumuş. Dediğine göre Barbaros, türbesinin aydınlatılmasını vasiyet etmiş” diyor. Tayyip Bey de,” Siz, bizim İskender’den söz ediyorsunuz” diyor. Sonra Kuzey Deniz Saha Komutanı İlhami Erdil dönüyor yanındaki subaya ve “Nereden onların İskender’i oluyor araştırın, icabına bakın” şeklinde talimat veriyor. Bu olayı bana törende fotoğraf çeken bir arkadaşım anlattı. Bundan sonra süreç işledi aralık şûrasında ordudan ihraç edildim.

Tayyip Erdoğan sizden neden “Bizim İskender” diye söz etmiş peki?

Belediye’nin düzenlediği kültürel etkinlikler kapsamında konferanslar veriyor ve belediyenin çıkardığı dergilerde yazıyordum. Tayyip Bey beni o vesileyle tanıyordu. Yoksa ben, hiçbir zaman bir partinin üyesi olmadım. TSK’de üniforma giydiğim 15 yıl boyunca asla politikayla uğraşmadım.

Kitabınızda, YAŞ’a ihraç edilmesi istemiyle gönderilen askerlerin dosyalarının 1/3 oranında arttırıldığı yönünde ilginç bir ayrıntı da var.

Evet, daha sonra içerden edindiğim bir bilgiye göre YAŞ’ın asker kanadı, ihraç dosyalarının sayısını 1/3 oranında arttırmış. Başbakan itiraz ettikçe bu dosyaları elemeyi böylece ihraç edilmesi gereken kişileri ihraç etmeyi planlamışlar. Yani şüpheli personel dosyalarını da sakıncalı personel gibi göstermişler. Ama Erbakan direnmedi ve şûraya katılan hiç kimse “163 çok büyük bir rakam” demedi. Dolayısıyla 163 kişi ordudan ihraç edildi.

Sohbetimizin başında ihraç edilen bu 163 kişinin itibarlarının iade edilmesi gerektiğini ve bu kitabı yazma nedenlerinizden birinin de bu olduğunu söylediniz. Bundan YAŞ kararlarının yargı yoluyla kaldırılmasını mı kast ediyorsunuz?

YAŞ kararları yargıya açılabilir. Olmadı, insanların itibarları iade edilir. Çünkü o insanların sicilleri bozuldu. Mesela ben oğlumun ileride üst düzey bir devlet yetkilisi olabileceğini sanmıyorum.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İskender Pala'nın Yeni Kitabı:‘İki Darbe Arasında’
MesajGönderilme zamanı: 09.02.10, 02:16 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
asrî (çağdaş) Türk ordusunun durumu dumur merkezinde: 'Maykılcık'lar 'Mehmedcik'leri komuta (sindirme.. balanslama..) ediyor.. by cunta ne der: "tepeleme var depme var topaklama var başka bi şey yok.."... biz "Allah Allah Allah.." çağından "hurra hurrraaa .." çâhına (kuyusuna) düşmüşüz.. düştüğümüz yerden kalkmak için topyekün aslımıza rücu etmeliyiz: " Allah Allah Allah...."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İskender Pala'nın Yeni Kitabı:‘İki Darbe Arasında’
MesajGönderilme zamanı: 12.02.10, 21:37 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
'Ortalıkta abdest almayayım diye 15 yıl aç susuz dolaştım'

T24- Yazar ve edebiyat araştırmacısı Prof. Dr. İskender Pala, 12 Eylül darbesinin hemen ardından girdiği Türk Silahlı Kuvvetleri'nden 28 Şubat sürecine gidilirken 1996'da ihraç edilene dek yaşadıklarını anlatırken, “Ben 15 yıl boyunca, eve abdestli dönmek için, ortalıklarda abdest almayayım diye öğlenleri yemek yemedim, fazla bir şey içmedim” dedi.

Prof. Pala “Keşke yaşanmasaydı” dediği anılarını “İki Darbe Arasında / İlginç Zamanlarda” isimli kitabında topladı.
Deniz Kuvvetleri'nde deniz subay edebiyat öğretmeni olarak göreve başlayan, ardından çeşitli görevlere atanan Pala, Anadolu Ajansı'na üniformalı yıllarını kaleme aldığı ''İki Darbe Arasında/İlginç Zamanlarda'' adlı kitabını anlattı.


'Elemin zikri de başka elemdir'

''Bir darbenin hemen arkasından girdiği TSK'dan, bir darbenin hemen öncesinde atıldığını'' söyleyen Pala, anılarını yazıp yazmamak konusunda çok tereddüt ettiğini belirtti. ''Elemin zikri de başka elemdir'' sözüne işaret eden Prof. Dr. Pala, ''Yazmalı mıyım, sorusunu defalarca erteledim, sonunda yazmam gerektiğine karar verdim. Tarih bunları bilmeliydi. Biz bir süreçten geçtik, ağır bir süreçti, ilginç zamanlardı ve ilginç zamanlar insanı savuruyor. Benim gibi o süreçte TSK'dan ihraç edilmiş 1665 insan var ve onların içerisinde kalemle ilişkisi olan benim. Dolayısıyla bunu yazmam sadece kendi hikayemi değil, 1665 hikayeyi de yazmam demekti'' diye konuştu.

'Orası peygamber ocağı ise böyle işler olmamalı'

TSK gibi müstesna bir kurum içindeki birtakım kötülüklerin ayıklanmasına kapı aralayabilmek için anılarını kaleme almayı düşündüğünü dile getiren Prof. Pala, ordudan atıldığı 28 Şubat sürecini değerlendirirken şunları söyledi:

''Birtakım vicdan sahibi insanlar, 'Orası peygamber ocağı ise öyle bir kurumda böyle işler olmamalıdır' diyebilmeli. Benimle aynı kaderi paylaşan insanların pek çoğu benim kadar şanslı olmadı. Benim ikinci bir mesleğim vardı ve başka şeyler yaparak hayatımı devam ettirdim ama onların tek meslekleri vardı, meslekleri ellerinden alınınca hiçbir şey yapamaz duruma geldiler. Buldukları işlerden de çıkartıldılar. Çoğu çocuğunu okutamadı, geçim sıkıntısı çeker duruma düştü. İçlerinden bu yüke dayanamadığı için intihar edenler oldu.''


'TSK'dan atılınca sanki şerefin elinden gitmiş gibi görülüyor'


TSK'dan atılmanın herhangi bir işten atılmaya benzemediğini, TSK'dan atılan insanın, toplum gözünde sanki ''şerefinin'' de elinden gitmiş gibi göründüğünü ifade eden Pala, şöyle devam etti:

''Onun için o 1665 insanın derdine bir çözüm bulunsun. İade-i itibar mı edilecek? Emeklilik hakları mı iade edilecek? Yargılanma hakları mı verilecek? Hepsi adil mahkemelerde yargılansınlar. Mesela beni yargılasınlar, suçumu bir hakim bana 'Bunu böyle mi işledin?' diye sorsun, ben de ona cevap vereyim. O zaman beni atarsa, ben de bunun neye göre 'şerefsizlik olduğunu' bileyim ve toplum içerisinde öyle yaşayayım. Birilerinin beni mağdur edecek şekilde birtakım iftiralar veya sıfatlar yakıştırarak toplumda karalaması reva değil.''

'Namaz kılmamız gözümüzün üstündeki kaş oldu'

Pala, TSK'da insanların mücadelesinin, içinden geçilen sürecin fikrine göre evrildiğini söyledi. Rütbe esaslı bir kurum olduğu için rütbe ve kıdem olarak büyük olanın emrettiğini anımsatan Prof. Dr. Pala, ''Dolayısıyla size emreden insandan daha çok şey bilmeniz, daha çok başarılı olmanız, daha iyi bir şey yapmanız, bunların hepsi 'gözün üstünde kaşın var' denilebilecek kapılar açar. Bizim gözümüzün üzerindeki kaşımız, namaz kılmamızdı, eşimizin başörtülü olmasıydı. 28 Şubat sürecinde namaz kılan ve eşi başörtülü olan insanların bu göz üstündeki kaşı sanki lekeliymiş gibi görüldü'' dedi.

'Abdestim bozulmasın diye aç susuz dolaştım'

Anılarında, namaz kılarken "yakalandığını" anlatan Prof. Dr. Pala, şöyle devam etti:

''Zaten kimseye göstermeme gerek yok. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde hiç kimseye 'Bakın ben namaz kılıyorum' diye gösteriş için, alelade ortamlarda namaz kılmadım. Namazımı kılmam gerekiyor. Falanca komutanımın isteği doğrultusunda Allah'ın istediğinden vazgeçemem. Dolayısıyla namaz kılarken, kapımı içeriden kilitliyordum. Siz buna gizli gizli diyorsanız, gizli gizli. Öğle vakti mesaimi namaz için harcamadım asla.

Bir şeyi itiraf edeyim: Ben 15 yıl boyunca sabah evimden çıkarken aldığım abdestle evime geri döndüm. Sırf ortalıklarda abdest almayayım, herkesin gözüne batmasın bu diye. Sırf bunun için öğlenleri yemek yemedim, fazla bir şey içmedim. Sabah aldığım abdestle akşam eve döneyim diye. Ben 15 yıl boyunca aç ve susuz kalmaya razı oldum. Dengesiz beslenmeden dolayı kemik erimesi başladı. Peki ben bunu, falancanın hatırı için değiştirir miyim? Öğlenleri herkes öğle mesai arasında gezmeye gider, istediğini yapar. Ben kapımı içeriden kilitledim, farz edin ki istirahat ediyorum, uyuyorum.''


'Emine Hanım'ın başına gelen benim eşimin başına geldi'

TSK mensuplarının eşleri ve çocukları için de hayatın bir cendere haline gelebildiğine işaret eden Prof. Dr. Pala, şöyle devam etti:

''Sayın Emine Erdoğan'ın GATA'ya alınmaması ülke gündemini teşkil etti ve Genelkurmay Başkanı 'Keşke yaşanmasaydı, insani bir tavır değil' dedi. Sayın Emine Erdoğan'ın başına gelenin aynısı benim eşimin başına geldi. Bizi bir yerden, başörtüsü olduğu için kovdular. Bu, 1665 kişinin eşinin de başına geldi. Onlar da bu yüzden aşağılandılar. Başbakan'ın eşi diye Emine Erdoğan için insani olan bir şey, herhangi bir binbaşının, bir astsubayın, bir üsteğmenin eşinde insani olmaktan çıkıyor mu? 'Keşke yaşanmasaydı insani bir şey değil' diyen insanın gereğini de şöyle yapması lazım: Evet o zaman size bunu yaşatmışız şimdi bu hatamızı giderelim.''

'Hakkınızda dosyalar tutan birisi mutlaka bulunur'

1982 yılında TSK'ya girdiğinde de eşinin başörtülü olduğuna dikkati çeken Pala, ''İlk yıllarda başörtüsü sorunu yoktu. Başörtüsü kelimesinin yerini türban kelimesi 10 yıl sonra aldı. O zaman literatürde 'bir siyasi simge' gibi tanımlamalar yoktu'' dedi.

Prof. Dr Pala, eşinin başörtülü olmasının TSK'da gittikçe artan bir duyarlılıkla karşılandığını ifade ederek, ''28 Şubat süreci böylece bizim üzerimizden silindir gibi geçmiş oldu. Çünkü göz önünde biz vardık. Göz önünde olduğumuz için eşimizin başörtülü olmasına da gerek yok. TSK'dan bir insanı atmak istediklerinde ona bir şeyleri yakıştıran biri bulunur. Hakkınızda dosyalar tutan birisi mutlaka bulunur. Çünkü onun menfaati sizin menfaatinizle çelişiyordur, sizi ileride rakip görüyordu veya sizin ilerlemeniz onun ilerlemesine mani olacaktır vesaire'' diye konuştu.

'Bizim İskender' sözü ihraç sürecini hızlandırdı

Prof. Dr. İskender Pala, kendisi ile ilgili, dönemin komutanlarından İlhami Erdil'in, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan ile bir konuşmasının da ihraç sürecini hızlandırdığını söyledi. Pala, buna ilişkin görüşlerini şöyle anlattı:

''Erdil ile Tayyip Bey Taksim Cumhuriyet Anıtı'nda beraberken konu Barbaros'tan açılıyor. İlhami Erdil Paşa ise 'Şimdi er, o da ilahi bir tecelli' diyor ki 'Bizde bir binbaşı var İskender Pala diye Barbaros'un vasiyetinde şunlar şunlar varmış' diyor. Tayyip Bey de o zaman 'Siz bizim İskender'den bahsediyorsunuz' diyor. Konuşma devam ediyor. İlhami Erdil yanındakine dönüyor 'Nereden onların İskender'i oluyormuş araştırılsın ve gereği yapılsın' talimatını veriyor. Bu hadise yaşandığında 27 Eylül, Preveze Deniz Zaferi'nin yıl dönümüydü, yıllardan 1996 idi. Ben 1996 yılının Aralık ayındaki Yüksek Askeri Şura'da atıldım. Arada iki ay var. Ekim-Kasımda benim gönderilme işlemlerim hızlandırılmış oldu. Süreç zaten işliyordu, işleyecekti. Tayyip Bey'in o sözü ivme kazandırdı, hepsi bu.''

'TSK'dan kimse aramadı, kimseyle derdim yok'

Prof. Dr Pala, kitabının ideolojik farklılıklara rağmen toplumun her kesimi tarafından çok beğenildiğini, ancak TSK'dan resmi bir yetkilinin kendisini aramadığını söyledi. Pala, ''Kitap çıkalı bugün 10 gün oldu, ikinci baskıyı yaptı. Mutlaka Genelkurmay'dan birileri kitabı okudu. Eğer içinde bir şey olsaydı, bir husumet olsaydı, resmi bir yetkili de arardı beni. Benim kimseyle derdim yok çünkü'' dedi.

'Darbe planları, yaşadıklarımla örtüşüyor'

TSK içindeki birtakım kişilerin yaptığı iddia edilen darbe planlarıyla ilgili basında yer alan haberleri izlerken, bilgilerin, yaşadıklarıyla örtüştüğünü gördüğünü söyleyen Pala, kitabı 2003 yılında tamamladığında darbe planlarının gündemde olmadığını belirtti. Pala, basına yansıyan darbe planı iddialarıyla ilgili şunları kaydetti:

''Bugünkü darbe, cunta, balyoz vesairenin içeriğini basından öğrendikçe çok tanıdık şeyler görüyorum. 'Evet' diyorum 'Bu böyle olmuştu.' Benim yaşadıklarımla pek çok konuda örtüşüyor. Tabii üzüntü verici bir şey, 2010 yılında Türkiye'de darbe konuşuyoruz. Dünyanın demokrasiye bu kadar muhtaç olduğu bir çağda biz hala askeri vesayetten, silahların gölgesinde bir hayattan dem vuruyoruz ve bunu da yapabilen, buna da inanan insanlarımız var. Bu tür düşünen ve bunu yapan insanlar da bunları vatan uğruna yaptıklarını düşünüyorlar."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İskender Pala'nın Yeni Kitabı:‘İki Darbe Arasında’
MesajGönderilme zamanı: 28.02.10, 16:47 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
İlginç zamanlarda yaşamak

AKİF BEKİ
akif.beki@radikal.com.tr

31/01/2010

Elimde, henüz piyasaya çıkmamış bir kitabın özel okuma kopyası var.
Adı, ‘İki Darbe Arasında’.
İddia ediyorum, bu kitabı okuyan hiç kimse ilginç zamanlarda
yaşamayı dilemez.
Ama kadere bakın ki, yalnızca ilginç olanların hikayesi yazılır.
İlginç hikâyelerse, yalnız ve yalnızca ilginç zamanlarda yaşanır.
Ve o ilginç zamanlar, çoğu kez lanetlidir.

***

Anlatmaya değer bir hikâyeniz olsun ister misiniz?
O halde, maceralarını gıpta ile dinlediğiniz bir kahraman gibi yaşamanın diyetini ödemeye hazır olmalısınız.
Meslek cemaatlerinin, sabit fikirli muhitlerin, avam mahallelerinin lanetine uğrayıp linç edilmeyi göze almalısınız.
‘Umumi ahlak’, ‘genel kabul’, ‘yerleşik teamül’ dedikleri engizisyon mahkemelerinde, şahsi hürriyetiniz aforoz edilecek önce.
İçeriği müphem, kullanımı serbest kavramların önüne atılacaksınız.
Sonra da, ‘sosyal disiplinci’ kalabalıkların şuursuz çığlıkları eşliğinde linç ameliyeniz başlayacak.
Lanetlilerin akıbeti bekliyor olacak sizi; haset, kıskançlık taşlarıyla recmedileceksiniz.
‘Acı var mı, acı?’ diye sorulmayacak bile size.
Yargısız infaza tabi tutulmadıkça, seçilmiş bir kurban olamadıkça, hikayeniz ilginçlik kazanamaz çünkü.

***

“Eski bir Çin bedduasına göre, kötülüğü istenen kişiye, ‘İnşaallah ilginç zamanlarda yaşayasın!’ denilirmiş.”
İskender Pala, son kitabının önsözüne bu cümleyle giriyor.
‘İki Darbe Arasında’ ve kışlada geçen 15 yıl, yeterince ‘ilginç bir zaman’ dilimi sayılabilir.
İskender Pala askerlik hayatını yazınca, onun için sürükleyici bir roman oluvermiş.

***

‘Ahir zaman’ neyse, ilginç zamanlardan kasıt da o işte.
Kıyamete ramak kala fitne, fesat ve fücurun alıp yürüdüğü günler.
Keşmekeş, curcuna vakti...
‘Askerde 15 yıl’ kıyamete benzer bir sonla biterse, ‘ahir zaman’ kadar ilginçleşir.
12 Eylül darbesinin sıcaklığında subay öğretmen olarak girip, 28 Şubat’ın ayazında disiplinsizlikten ihraç edilirseniz ordudan...O zaman evet, anlatacak hayli ilginç bir hikayeniz olur.
Sicilinize ‘Hem Milli görüş ideolojisine mensup, hem Nurcu, hem de Işıkçı’ olmak gibi birarada bulunması imkânsız büyük günahların üçü birden işlenmişse....
Askerlik safahatınıza ‘disiplinsizlik’ kaydı düşen belgenin altına Başbakan Erbakan imza koymuşsa...
“Yüzlerce benzer öykü içinden bir öykü bu... Keşke yaşanmamış olsaydı. Yaşandı işte...” dersiniz siz de.

***

Denizci beyazları içinde sokağa çıkılan ilk sabahın heyecanı, yanaşık tertip eğitiminden kalma ‘Ay akşamdan ışıktır’ coşkusu, kahreden bir pişmanlığa dönüşür.

28 Şubat’ın kış şurasında, 163 subay ve astsubayla aynı kaderi paylaşır, ordunuzdan ihraç edilirsiniz.
Kıyametiniz kopar, yıkılır dünyanız.

Edebiyat dersleri veren bir subay olarak, tenzil-i rütbeyi de görürsünüz, ideallerinizin nasıl tarumar edildiğini de, hayallerinizin nasıl kırıldığını da...

Daha fazlasını merak ediyorsanız, bizzat hikâyenin kahramanından dinleyin.


...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: İskender Pala'nın 'darbeler' kitabı
MesajGönderilme zamanı: 02.03.10, 09:23 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
İskender Pala'nın 'darbeler' kitabı

Taha Kıvanç
tahakivanc@hotmail.com

Pazartesi, 01.03.2010

Bu yıl pazar gününe rastladı 28 Şubat... Sizi bilmem, ama bu yıl daha farklı bir ruh haliyle geçirdim bu özel anlamlı günü. Bana o hali İskender Pala'nın askerlik anılarını anlattığı 'İki Darbe Arasında' kitabı (Kapı Yayınları) yaşattı.

Darbelerin birincisi, öğretmenlik aşkıyla yanan Edebiyat Fakültesi mezunu bir gencin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı emrinde görevlendirildiği 12 Eylül (1980) oluyor. Sınavlar geçirerek girdiği askerlikte emeklilik hakkı kazanacağı 15 yılın dolmasına birkaç ay kala YAŞ kararıyla askerlikten ihraç ediliyor o genç, 28 Şubat'ın (1997) buğulu günlerinde...

İnançlı, ama inancını başkalarının gözüne sokmaktan kaçınan, eşi başörtülü bir askerin yaşadıkları aynı kaderi paylaşmış üçbin kadar re'sen emekli subayın çoğunun da başına gelendir. "Çoğunun" dememin sebebini yine İskender Pala'nın anlatımından biliyoruz: Askerlik mesleğinin kendisine göre olmadığını anlayanlar için tek çıkış yolu uzun yıllar yabancı biriyle evlilik yapmak iken, 28 Şubat süreci sonrasında, kendini dışarı atmak isteyen, yalan ihbarlar ve uydurma belgelerle kendini 'irticacı' gösterme yoluna başvurmuş...

"TSK hiç kimseyi namaz kıldığı yahut eşi başörtülü olduğu için kapı dışarı etmez; asla bunu yapmamıştır, yapmaz da" diyor İskender Pala şaşırtıcı bir biçimde. Eeee? Eğer namaz kılan TSK mensubu, "İşte namaz kılan biri" dendiğinde dudaklarda küçümseme meydana geliyorsa, ihraç edilmezmiş...

Peki kimler edilir? "Namaz kılan biri başarılıysa, geçimliyse, herkes tarafından seviliyorsa, gittiği yerde herkes onu iyi tanıyorsa, elbette onun başarılarını örnek alacak astlarının namazını da örnek alma ihtimali vardır ve işte bu ihtimal, birilerine göre, askerlik mesleğiyle bağdaşmaz, onun ordudan ihracı gerekir..."

Çok keskin ve üzücü bir tespit, değil mi?

Bu keskin tespiti yapan insan biraz gönülsüz içine girmiş olsa da TSK'yı seviyor... Yol boyunca karşısına çıkan komutanların hep iyi yönlerini görmeye çalışıyor, eleştirirken övgülerini de esirgemiyor... Kendisine önyargıyla yanaşanların bazısını birlikte geçirdikleri süre içerisinde yumuşattığını öğreniyoruz... Güven Erkaya'dan önceki Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Orhan Karabulut için beslediği olumlu izlenimlerini okurlarıyla paylaşmaktan da kaçınmıyor...

En acımasız eleştirileri kendisine ve çevresine yöneltiyor İskender Pala... 28 Şubat'ın malzeme olarak kullandığı görüntülere inançlı insanların bilinçsiz örneklerle katkıda bulunduğunu anlatırken eleştirilerinden kendisini de esirgemiyor... Çizdiği 'sağcı' tiplemesi de gerçeğe çok ters değil: TSK içinde 'binbaşı' rütbesiyle bulunurken kendisini üniversitelerine öğretim üyesi olarak davet eden, akıl çelici teklifler yöneltenlerin, ordudan atılması sonrasında sergiledikleri 'tanımama' tavrı, eski tanıdıklarının kapısını çalmamaları, açlığa terk edilme...

Biri, işi, "Hocam, ismimi cep telefonunun hafızasından siler misin?" teklifinde bulunmaya kadar vardırmış...

Yakını olduğu çevreye ve 28 Şubat'a giden yolda dindarların olumsuz ve bilinçsiz tavırlarına yönelik eleştirilerini "Bak, sizden biri neler yazmış" dalgacılığıyla 28 Şubat'a mazeret olarak kullanma açıkgözlülüğü gösteren çıktı. Umarım gözü sadece o bölümlere takılmamış, şu satırları da okumuştur:

"1997 yılı başlarında şapkamı çıkardığım günlerde TSK'dan disiplinsizlik gerekçesiyle ihraç edilen yaklaşık üçbin subay/astsubay mevcut idi. Hepsi askerlik meslekleri boyunca çeşitli ödüller, madalyalar, üstün hizmet bröveleri almış insanlar. Kısaca kendi mesleğini en iyi yapan, iyi yetişmiş bireyler..."

O bireylerin İslâmî duyguları olmasaydı?... "Eğer onların vicdan duyguları ve vatan sevgileri İslâm ahlâkına göre şekillenmemiş olsaydı, bu üçbin kişi biraraya gelip örgütlenerek pekâlâ yasa-dışı gizli bir güç oluşturabilir, bunca sıkıntı çekmek yerine paşalar gibi yaşar, hatta derin devletler kurup ülke yönetimini bile ele geçirebilirlerdi..."

Derin devlet kurmak? Ülke yönetimini ele geçirmek? Ne demek bunlar? Şu demek: "Her bakımdan mükemmel ve silâh kullanmayı bilen üçbin kişi sizce de müthiş bir güç değil midir?!.. Ama hayır!.. Demokratikleşememiş bir ülkede, düşünceleri hoşa gitmediği için, disiplinsizlik (!) gibi uydurma bir sebeple ve asla hakkını arayamayacak konumda ordudan ihraç edilen bu insanların sayısı, aileleri ve yakınları da hesaba katıldığında, en az 100 bin kişidir. Buna rağmen YAŞ dolayısıyla gözünde yaş olan, iç içe yaşadığımız bu 100 bin kişiden hiçbirisi, evet hiçbirisi, kanunsuz bir şey yapmayı akıllarından bile geçirmez."

"28 Şubat bitti mi?" sorusuna "Evet, bitti" cevabını ancak YAŞ ihraçları sona erince verebileceğiz...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 8 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 4 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye