Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Mustafa Özcan: Gönül kırığı, çizgi kırığı
MesajGönderilme zamanı: 13.01.11, 21:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Gönül kırığı, çizgi kırığı

Mustafa Özcan


07/01/2011

Çizgi kırığını tamir edelim derken gönül yarası açmışız veya gönül kırığına neden olmuşuz da haberimiz yok. Bu itibarla bazı dostlarım ‘Kul Adam’ yazımda yer alan ‘kompleksli bazı nurcular’ ifadesinden ve ibaresinden dolayı alınmışlar ve özür dilemem hususunda beni dolaylı olarak telkin altında tuttular. Gerçekten de şayet özrüm gönülleri fethedecek ve inşirah verecek ve kırıkları izale edecekse benim namıma en kolay yol ve seçenek binlerce defa özür dilemek olur. Hatadan dönmek fazilettir, neden olmasın? Lakin benim özür dilemem işin özünü değiştiriyor mu? Bahsettiğim ve şikayet ettiğim çizgi kırıklarını tamir edecek mi? Maksadım, kimi Nurcuların gönlünü kırmak değil çizgi kırıklığını tamir etmekti. Eğer çizgi tamiri gönül kırıyorsa bu da işin yan tesiri olmalıdır.

Gerçekten de yanlış gördüğüm hususlardan birisi ihlas yerine gücün ve kemiyetin öne çıkartılmasıdır. Kul Adam yazım bu yönde benim ne ilk ne de son mülahazalarımdır. Daha önce de ‘Organik Nurcular’ yazımda aynısından bahsetmiştim.

Benden dolaylı olarak özür beklediklerini ihsas eden kimi arkadaşlar filmi sabote ettiğimi de söylediler. Ben ne filmle ne de sabotajıyla ilgiliyim. Ben olsa olsa duruşu sabote etmiş olabilirim. Benim zaten kastım da buydu. Bununla birlikte, Kul Adam yazımın çıktığı gün beni tek kişi aradı. O da mahzun ve gönlü kırık organik Nurculardan birisiydi ve yazımdan teselli bulmuş ve duygularına tercüman olduğum için de tebrik etmişti. Çizgi kırığı olarak işaret ettiğim anlayıştan o da aynı şekilde muzdaripti.

***

Kanaatime göre, meselenin özü, gönül tamirinden ziyade çizgi tamirine ihtiyaç olduğudur. Elbette kalabalığın da kemiyetin de bir hükmü var. Lakin bu hüküm ceset mesabesindedir. Meselenin ruhu keyfiyet ve muhtevadır. Muhtevayı da bahsettiğim çizgi temsil ediyor. Dolayısıyla Nurcuların alınması değil bilakis bana teşekkür etmeleri gerekir. Zira, algıda bir donukluk ve onun ötesinde bir buzlanma ve kemikleşme yaşanıyor. Lakin pohpohlanmaya alışmış kimi kolektif nefisler muhasebe yerine benden özür bekliyor.

Bugün zannediyorum ki, Bediüzzaman bütün bu kemiyete rağmen Himalayalar kadar yalnız ve Ayasofya kadar sahipsiz ve mahzundur. Onu temsil eden çizgi ne kadar bizleri ona götürüyor? Bediüzzaman’ın yalnızlığı, filme gidenler ve gişe rekorlarına hizmet edenlerin yanında benim durumuma benziyor. Bu hususta yapayalnız olmama rağmen yine de rahatsızlık duyuyorlar, neden acaba? Bu hakikatin gücünden olmasın? Reklamın iyisi kötüsü olmaz babından belki kastetmeden filme yakıt ve katkı sağlamış da olabiliriz. Lakin yine de kimileri gönül kırıklığından dolayı serzenişte bulunuyorlar. Halbuki, kemiyetin sıhhati muhasebe ile kaimdir.

Bu açıdan zaman zaman varsa çizgi kırıklıklarını muhasebeye tutabiliyor muyuz yoksa bilmeden kemikleştirdiğimiz kamuoyu algısının ve konformizmin ve populizmin esiri durumunda mıyız? Bu konuda en kırılgan ve zaaf noktalarından birisi, ahlaki zeminini tetkike tabi tutmadan Avrupa Birliği meselesindeki mutlak onaylayıcı tutumdur. Hiçbir kayd-ı ihtiraza mahal vermeden mutlak onay vermektir. Bediüzzaman Asya’dan bahsederken kimi Nurcuların ısrarla Avrupa’dan bahsetmelerini de anlamak kabil değildir. Eksen kayması dediğim şey bu olsa gerektir.

Keza, Bediüzzaman İttihad-ı İslam’dan bahsederken onun muakkipleri olduğunu söyleyen çevrelerin bunun yerine tamamen bütün emellerini ve umutlarını İslam adına Avrupa Birliğine hasretmeleridir. Veya nazarlarında ve fiiliyatta AB karşısında İtihad-ı İslam’ın ya hiç ya da ikinci mesele hükmünde kalmasıdır. Onları tekzip eden hususlardan birisi, 50 yıldır mesafe alamadığımız AB kapısı yerine birkaç yılda şarkta talihimizin dönmesi ve kat ettiğimiz mesafedir. AB daha toparlanmadan dağılma sürecine girse de söz konusu anlayışta herhangi bir tadilata gidildiği görülmüyor.

***

Bu, yaşadığımız hastalığın diğer yüzü veya madalyonun tersidir. Bir yüzünde ulusalcılık diğer yüzünde ise küreselcilik vardır. Kimi Nurcular, İttihadı-ı İslam yönünde küreselleşmeye gidecekleri ve fikri altyapısını hazırlayacakları yerde bilmeden amiyane tabirle başka fikirlerin taşeronluğunu yapıyorlar. Başkalarına ait seküler küreselleşme projelerine alet ve bir nevi manevi dayanağı oluyorlar. Dolayısıyla bu durumda İslam’ın sıcaklığı kayboluyor yerini kuru bir tarafgirlik hissi alıyor. Bu tarafgirlik hissini zedelediğimden dolayı da söylediklerimden alınıyorlar. Varsın gocunsunlar.

Önemli olan, alınma nedeninin benim yanlışımdan kaynaklanıp kaynaklanmadığıdır. Öyle bir şey varsa; kendilerinden binlerce defa özür diliyorum. Ama bu onların çizgi kırıklıklarını tamir etmeyecekse bir yararı yok. Belki hakikatlerine hakikat değil güçlerine güç katacak ve biz de özrümüzle çizgi kırıklarına hizmet etmiş olacağız. Bediüzzaman da bazı yazılarında ihlas, sadakat ve tesanüt sıfatlarına haiz şakirtlerin ‘sülletü’m mine’l ahirin/ ahirdekilerden az bir bölük’ sırrıyla azın azı olacaklarına temas etmektedir. Azların çoğa kalp olması temennisiyle sizleri Bediüzzaman’ın aşağıdaki paragrafıyla baş başa bırakıyorum: “

Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdi'nin o vazifesini bizzât kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tedkikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinat ettiği kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüt sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar......”

Bu azınlığın gücü temsil ettikleri hakikatten ve keyfiyetten ileri gelmektedir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye