Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Kategorik çizgi, zıtlar çizgisidir
MesajGönderilme zamanı: 03.09.09, 08:44 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Kategorik çizgi, zıtlar çizgisidir

Mustafa Özcan

13.08.2009

Hikmete tabi olduklarından dolayı mücedditler kategorik değillerdir. Arılar gibi her çiçekten bal alırlar ve sentez yapma güçleri vardır. Misal veya model ile vakıa arasında müzavece yani eşleştirme yaparlar. Bu asla onların eklektik ve seçici oldukları anlamına gelmez. Sentez de bir olgunluk ve kıvam meselesidir. Seçicilik ve eklektizm ise kıvamdan uzak bir karıştırma ve halitadır. Olgun olmayan terkipler eklektik terkiplerdir. Sözgelimi, İslam tarihinde muhafazakar ve teceddüt akımlarının tam ortasında kıvamını bulmuş bir sentez akımı vardır. Bu bağlamda, İmam-ı Gazali ne muhafazakardı ne de teceddüt mesleğinin karakteri ve siması olan eklektikti. O ehli tahkikti. Ehl-i sünneti ve Eş’arilik akımını temsil etmesine rağmen sıfatlar meselesinde Bakillani’yi şiddetli bir şekilde eleştirmekten kaçınmamıştı. Kimileri bu açıdan onu, felsefe ve tasavvuf vadilerinde kaybolmuş birisi olarak görür. Gazali hakikatperest bir insandır. Bundan dolayı filozoflar ve tasavvuf karşıtları tarafından eleştirildiği gibi bizzat muhafazakar kesimler ve kitleler tarafından da eleştirilmiştir. Zira o kategorik değil, hakikatperesttir. O ismin peşinde değil, anlamın peşindedir. Bundan dolayı akait alanında Gazali genel anlamda Eş’arilik çizgisi içine kalmakla birlikte ehli tercih ve içtihaddır. Her ne kadar Eş’ari çizgisini temsil ediyorsa da aynen fıkıhta nasıl İmamu’l Haremeyn’den ayrılmışsa keza akait alanında da Bakillani vesaireden ayrılmış ve zaman zaman sıfatlar ve zat bahsinde Mutezileyi haklı çıkaran görüşler serdetmiştir. Dolayısıyla onun bu yaklaşımı tamamen kategorizmi reddeden ve hakkaniyeti esas alan bir çizgi ve yaklaşımdır. Keza Şah Veliyullah Dehlevi ve Bediüzzaman da aynı şekilde kategorik değildir. Bu bidata cevaz vermeleri, taraftar olmaları anlamında değil. Ehl-i tahkik olarak hakikate dayanmaları anlamındadır. Onlar Ehli sünneti kategorik bir çizgiden ziyade gevşek olmayan esnek ve dinamik olan hakikat mesleği olarak anlamışlardır. Gazali’nin akait ve kelam sahasında yaptığını bir şekilde İbni Teymiyye de fıkıh alanında yapmıştır. Ehl-i tercih ve ehli içtihad gibi davranmıştır. Elbetteki isabeti veya isabetsizliği tartışmalıdır.
¥
İbni Arabi eleştirisinde ve bidata karşı olmakta İmam Rabbani ile İbni Teymiyye arasında ortak yönler bulunmaktadır. Muhammed Abdul Hak Ensari, ‘Sufism and Shair’ah’ adlı eserinde birbirlerini tanımamalarına rağmen ikilinin birbirlerine benzer fikirleri olduğunu ifade etmiştir. Sünni ve sufi ekol içinde bidata karşı olmakta İmam-ı Rabbani’den daha ileri bir zat tasavvur edilemez.

Buna mukabil, bazı mutasavvıflara karşı mesafeli olan İbni Teymiyye’nin de hem İbni Arabi hem de umumi bidat konusunda kimilerine göre tavizsiz kimilerine göre ise müfrit bir yaklaşımı olmuştur. İbni Teymiyye tasavvuf konusunda kategorik değildir. Tasavvufu toptan benimsemediği gibi toptan da reddetmez. Özellikle Abdulkadir Geylani gibi zevatı tebcil eder. Selef sufileri kabul eder ama halef sufiler ve nazari ve felsefi tasavvuf konusunda çekinceleri açık ve zahirdir. Gazali de eleştirdikleri arasındadır. Peygamberi (Sünni) dini anlayış ve yaşayış ile tasavvufi dini anlayış ve yaşayışı birbirinden ayırır.

Bu ayrım aslında Gazali’nin felsefe noktasındaki ayrımı gibidir. Gazali de sanılanın aksine felsefeye toptan karşı çıkmaz. Belki sahası olmadığı ilahiyat ve gaybiyat konularına girmesine ve bu alanda kendisini söz sahibi addetmesine karşı çıkar. Esasında ikisi de ne akla ne de tasavvufa karşıdır. Semerelerine göre meşru olup olmadığını beyan etmektedir. Yani aklı kullanmak kesinlikle dinin karşı olduğu bir husus değildir. Lakin aklı kullanma ve çıkarımları ve gaybi alanda kılavuzluğu noktasında elbette ki Gazali’nin bazı çekinceleri vardır. Aklı kullanmaya değil her alanda aklı tek kıstas ve ölçü almaya karşıdır. Keza İbni Teymiyye de tasavvufa karşı olmayıp bilakis şer’i ölçülerden bağımsız ve tek merci olarak ruhani tecrübeyi esas almaya karşıdır. Bu hususta şer’i şerifin sınırlandırıcı ve tayin edici olduğunu beyan etmektedir. Yani referans noktası ucu açık olmayıp belki Kur’an ve Sünnettir. Bu Cüneyt-i Bağdadi’nin mesleğidir. Lakin bu prensibe sadakatta İbni Teymiyye’nin ne kadar isabetli olduğu tartışılabilir.
¥
Esasında Gazali ile İbni Rüşd iki karşı kutbun lideri olarak tanımlanmıştır. Hakikat noktasında İbni Rüşd aklı ve nassı veya vahyi iki mustakil kaynak olarak ele alır. Gazali ise aklı mustakil bir merci değil daha ziyade bir mekanizma olarak kabul eder. Bu demokrasi ile laiklik arasındaki cedeli ilişkiye benzer. Gazali anlayışına göre, demokrasi bu noktada aklı, muhtevası veya mahiyeti ise nassı ve vahyi temsil etmektedir. İbni Rüşd’e göre akıl bir mekanizmanın veya aracın ötesinde bir veridir de. Gazali aklın tek başına bir veri olduğunu kabul etmez. O özellikle nakliyatta bir veri çözücüdür. Dolayısıyla akıl ile nakil birbirine muhtaçtır; her birinin kendi alanında sadareti vardır. Lakin akıl, İbni Rüşd’ün savunduğu gibi mustakil değildir. İbni Rüşd aklı mustakil olarak kabul ettiğinden dolayı Batı’da doğan laikliğin piri ve imamı kabul edilmiştir.
Gazali ve İbni Teymiyye’ye göre akıl ile vahiy birbirine bağlıdır ve akıl veri alanında daha ziyade tebeidir. Akıl, vahiy veya veri çözücüdür. Lakin heva ve hevesine tapınanlar için aklın makamı mutlaktır ve hiçbir veri ile mukayyet değildir ve kayıt altına alınamaz. İşte bu noktada müteşerri çizgi ile akıl alanındaki kategorik, mutlak ve bağımsız çizgi birbirinden ayrılmakta ve çatışmacı ve tezat bir alana taşırmaktadır. Halbuki İmam Gazali’nin tasvirindeki akıl ve nakil tezat alanı değil tekamül yani birbirini tamamlayan alanı temsil eder.. Maalesef İbni Rüşd de çatışmacı alana teşne olmuş ve çanak tutmuştur ve bu alanda mehhus bir alan açmıştır.

***

Alıntı:
Sünni düşmanlığı

Mustafa Özcan


Yeni Akit

2011-05-23

Sünniliğin ve Türklerin merkezde olmadığı bir yapı Ortadoğu sorunlarını çözemez. Çözmek yerine daha da düğümler ve karmaşık hale getirir. Zira İslam’ın Serüveni adlı kitabın yazarı Amerikalı Marshal G. S. Hodgson’ın da belirttiği gibi, İslam dünyasının merkezi anlayışı ve küresel duruşu Sünniliktir. Küresel siyasi aktörü ise Türklerdir. Bu ikisi birleşmedikçe ve terkip haline gelmedikçe Ortadoğu’nun sorunları çözülemez. Arap dünyasında rejimleri yıkan ve partileri aşan bir halk hareketi var. Bu halk hareketi kesinlikle bir cereyandır ve akımdır. Bu akımın içinde her türlü eğilim barınmaktadır. İleride siyasi olarak bu değişimin merkezinde değişen ve gelişen Türkiye olmalıdır. ABD’nin vuruşarak çekildiği bölgedeki boşluğu bu terkip doldurmalıdır. Sünni düşmanlığı ile Türk düşmanlığı sonuçta aynı istikamete dökülmekte ve aynı mecraya akmaktadır. Zira, Fatimileri yıkan ve Safevileri gerileten ve İslam birliğini siyasi ve fikri olarak büyük çapta temin eden Türk-Sünni (elbette Arap ve Kürtler de dahil olmak üzere) terkibi ve damarı olmuştur. Türklerin ve Sünniliğin merkezde olmadığı yani çoğunluğu temsil etmeyen yapılar ancak bölünmeyi ve dolayısıyla çekişmeyi artırır ve çileyi ve süreci uzatırlar. Tarih bunun en önemli tanığıdır.

Bir müddet önce Lübnan’la alakalı bir kamuoyu yoklaması okumuştum. Buna göre Sünni kesimler arasında Hizbullah’ı tasvip edenlerin oranı yüzde 8’de kalırken Maruniler arasında bu oranın yüzde 20’ye çıktığını gördüm. Yani Hizbullah’ın en az popüler olduğu kesim Sünnilerdi. Doğrusu bu sonucu yorumlamakta zorlandım. Ama zamanla bunun nedenini anladım. Türkiye’de ve dışında bunu Sünnilerin Amerikan muhibbanlığına veya sempatizanlığına bağlayanlar olabilir. Lakin böyle olmadığı güneş kadar aşikar. Zira, Lübnan Sünnileri arasında yapılacak bir kamuoyu yoklaması ile Amerikan düşmanlığının diğer Sünni ülkelerdeki gibi yüksek olduğu ve tavan yaptığı görülecektir. Öyle ise Lübnanlı Sünniler hem ABD hem de Hizbullah’ı eşit şekilde karşılar. Neden acaba?

***

Bunun nedeni karşı cephenin derin Sünni düşmanlığında yatmaktadır. Son Wikileaks belgeleri de bunu açıkça ortaya koymuştur. Lübnan’daki Amerikan Elçisi Jeffrey D. Feltman, Washington’a bir rapor yolluyor. 2007 yılına ait olan rapor bugünlerde Wikileaks belgeleri arasında yayınlanıyor. Raporun konusu Hizbullah’ın müttefiklerinden Michael Aoun’un Sünnilere karşı bakışı ve yaklaşımı. Sünnilere olan kin ve nefretinin Michael Aoun’u nasıl Hizbullah ile ittifaka yönlendirdiği ve ortak hale getirdiği belgede açıkça görülüyor. 6 Şubat 2006 tarihinde taraflar ortaklık zaptı imzalıyor. Böylece ortak Sünni düşmanlığı marjinal alandaki rakipleri bir araya getiriyor. Amerikan Elçisi Feltman’a, Michael Aoun’un bakışını aktaran ve hikaye eden Maruni bakanlardan Şarl Rızk oluyor. Michael Aoun’un Paris dönüşünden sonra Hizbullah ile siyasi ortaklığa gitmesinin hikayesi aynı zamanda Kerim Bakradoni’nin “Şok ve Devrim” kitabında da tafsilatlı bir şekilde anlatılıyor. ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ zemininden hareket eden Michael Aoun, Wikileaks raporuna göre Sünnileri ‘hayvanlar’ olarak nitelendiriyor. Aoun, ittifaka girdiği Şiileri ve Hizbullah’ı ‘Lübnan’ı (toprağı) seven Lübnanlılar’ olarak tanımlıyor. Aoun Hizbullah üzerinden Suriye rejimiyle ittifakını da şöyle gerekçelendiriyor: Çok hazzetmesem de Lübnan’ı Sünnilerden korumak ve onlara bırakmamak için Nuseyrilerle ittifaka gitmekten başka çarem yok.

***

Michael Aoun, Nasrallah ve kendisinin Suriye’nin ötesinde İran’ı yeğlediklerini söylüyor. Bunun üç nedeni var: Birincisi İranlılar Sünni değil. İkincisi Arapça bilmiyorlar. Üçüncüsü de, Lübnan sınırından çok uzaklar. Raporda en dikkat çekici husus, Beyrut’taki İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Şeybani ile Amerikan Büyükelçisi Jeffrey D. Feltman arasında zımni anlayış iklimidir. Aoun, Şeybani’den bizzat Amerikan-İran diyalogunun önemini duymuş ve bu ittifakın bir gün kendisini cumhurbaşkanlığı koltuğuna taşıyacağına da inanmıştır. Aoun’a göre, Amerikan Elçisi Feltman da Sünni tehlikesinin farkındadır ve bu hususta Sünni kesimin düşmanlarını anlayışla karşılamaktadır (Lübnan’da yayınlanan En Nahar gazetesi, Ahmet Ayyaş: Hulefau İran ve suku’t en nizam es Suri, 21 Mart, 2001/ http://www.elaph.com/ Web/NewsPapers/2011/5/656512.html?entry=homepagenewspapers).

Ulusalcılar, Amerikancılar ve siyasi teşeyyü ve taraftarları hepsi Sünniliğin siyasi rolünden ürkmektedir. Zira hepsinin hesaplarını bozacak İslam dünyasının en büyük denklemi Sünniliktir. Bu mezhepçilik değil aksine uçların mezhepçiliğine karşı bir savunma düzeni ve halidir. Zira Sünnilik İslam dünyasının küresel gücü ve ortak bölenidir. Sünnilik çoğunluk olmasına rağmen her cephede savunmadadır. Bazı hesap kitap bilmez Sünniler ise kiminle aynı hendekte olduğunu bilmeyecek kadar habu gaflet içinde gözüküyorlar


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye