Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: İran İzlenimleri - 2010 / D.Mehmet Doğan
MesajGönderilme zamanı: 24.06.10, 21:47 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
İran ve Türkiye, yeniden!

D.Mehmet Doğan


Vakit
2010-06-24


“Hamaney'in gazeteci torunu: ‘Türkiye şimdi dostumuz ama yarın en büyük rakibimiz olacak'. İran dini lideri Hamaney’in gazeteci torunu, Türkiye’nin yıldızının bu şekilde parlamasının İran’ın aleyhinde olduğunu kaydetti. Feridüddin Haddad, dedesi Hamaney ve eski parlamento başkanı babası sayesinde istihbarat ve İran elitleri ile sıkı ilişkilere sahip.”

Bu satırları internetten okurken, kaldığım oteldeki odanın penceresinden zirvesi hâlâ karlı Elbruz dağı görünüyordu. Dağın eteklerine doğru tırmanan Tahran’ın, gittikçe daha yüksek ve biçimsiz binalarla dolduğu fark ediliyordu.
“İslâm Dünyası Yayıncılar Konferansı” münasebetiyle Tahran’daydım. 32 ülkeden katılımcının olduğu konferans “Milletlerarası İslâmî Konferans Salonu”nda başladı. Daha önce İran’da İslâm Konferansı’nın toplanması münasebetiyle yapılan binanın ihtişamlı görünmesi için hiç bir şeyden kaçınılmadığı anlaşılıyordu.
Büyük kapıdan girdikten sonra, salonun girişine yerleştirilmiş olan Taht-ı Cemşid yani Persepolis maketi çok dikkat çekici idi. Uluslararası islâmi bir toplantı için tasarlanan salonun girişine –muhtemelen tabiî büyüklüğüne yakın- böyle bir maket konulması, İslâmî İran’ın İslâm öncesi geçmişini öne çıkarmasının açık bir belirtisi olarak okunabilir.

Devrik Şah Rıza Pehlevî, bu harabelerin bulunduğu yerde Pers saltanatının 2.500. yıldönümünü büyük tantanalarla kutlamıştı. Dindarların zihninde kötü tesirler bırakan bu kutlamalar, inkılâptan sonra İslâm öncesi tarihin arkaplana itilmesinin sebeplerinden biriydi.

İnkılaptan sonra ilk defa 1990’larda iki önceki cumhurbaşkanı Rafsancani Taht-ı Cemşid’i ziyaret etmiş ve İran halkının geçmişte büyük medeniyetler ortaya koyduğunu, bunları tanıyarak gelecekte de büyük başarılar elde edeceğini söylemişti. O zaman tepki toplayan bu konuşmada ifade edilenlerin şimdi devlet siyasetine dönüştüğü anlaşılıyor.
İran siyasetinin, inkılâptan bu yana, İslâm dünyasında ciddi etkiler uyandırdığı şüphesizdir. İnkılâbın İslâm dünyasında uyandırdığı tesir giderek zayıflamakla beraber, bu dünyaya yönelik olarak açık siyaset takib eden tek ülke olarak İran rakipsizliğini koruyor.

Türkiye gerçekten İran’a karşı bir rakip olarak devreye giriyor olabilir mi?
Sanıyorum, Feridüddin Haddad’ın yorumu böyle bir kuşkuyu esas alıyor. Haddad’ın görüşleri özetle şöyle: Türkiye şimdi dost ama, gelecekte İslâm Cumhuriyeti’nin en büyük rakibi olacak. İran Hamas için büyük paralar harcamasına rağmen şu sıralarda Gazze’de en popüler bayrak Türkiye’nin bayrağı. Filistinliler çocuklarına Ahmedinecat değil, Erdoğan adını veriyorlar. Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri düzeltmesi de aleyhimize oldu. İran 32 yıldır Müslüman aleminin lideri olmaya çalışıyor. Erdoğan şimdi buna göz koydu. Türkiye İran’dan daha büyük ve dinamik bir ekonomiye sahip. AB ve ABD ile ilişkileri var. Arap ülkeleriyle ilişkisi gelişiyor. Türkiye’nin bölgedeki etkisinin bedelini Tahran ağır ödeyecek. Tek yol iyice izole olmadan nükleer silaha sahip olmamız...

Aslında bu analiz, hayli gerçekçi temellere dayanıyor. Ancak İran’ın dünyadan tecrid olmadan nükleer silaha sahip olma yolunu bulması pek kolay olacağa benzemiyor. Türkiye’nin, Güvenlik Konseyi’ndeki hayır oyu İran’ın dünya sisteminden tecrit edilmemesi için büyük risk alınarak kullanılmıştır. Türkiye bu reyden ötürü bedel ödemeye başladı. Bunu görmezden gelerek, Türkiye ile rekabet üzerine siyaset tayin etmek, İran için ne kadar doğru olabilir?

İran’a Yayın Kongresi için davet edilmiştik. Ankara’da İran Elçiliği Kültür müsteşarlığı, ısrarla bir de konuşma yapmamız gerektiğini belirtmişti. Geldiğimizde de konuşmadan söz edildi. Fakat, bir süre sonra, benim türkçe konuşacağım anlaşıldığı için, bir rahatsızlık oluştuğunu hissettim. Bu tedirginliği ortadan kaldırmak için Türkiye’den katılan üç kişi içinde bulunan ve Farsça bilen Musa Güneş’e ülkemizden katılanlar adına kendisinin konuşmasının doğru olacağını söyledim. Buna rağmen, o da konuşturulmadı ve heyetimizden hiç kimseye komisyonlarda da yer verilmedi.

İran siyasetinin Türkiye’yi etkisizleştirmek çerçevesinde sürdürülmesi doğrusu yadırgatıcı. Fakat, gerçek ortada, Türkiye Başbakanı, bütün İslâm dünyasında olduğu gibi, İran’da da halk tarafından büyük ilgiyle karşılanıyor. Türkiye’nin uluslararası toplantıda görünür olması, Türkiye adına yapılacak konuşma, öyle anlaşılıyor ki, toplantıya katılanlarda büyük ilgi uyandıracak. Diğer ülkelerden katılanların Türkiye’ye, Başbakan Erdoğan’a ilgisi açıkca ortaya konuluyordu. Bazı katılımcıların Başbakan Erdoğan’ın uluslararası arenada yankı bırakan konuşmalarını cümle cümle ezberledikleri, bizimle konuşurken büyük bir heyecanla tekrarlamalarından anlaşılıyordu.

İran ve Türkiye, çatışmalı siyasete mi dönüyor? Doğrusu Türkiye açısından bunun cevabı “hayır”dır. Türkiye bir İslâm siyaseti takip etmiyor. Belki bölge ile ilgili yakınlıktan ötürü daha öne çıkan siyasî tutum alışlar var. Bu yüzden Türkiye İran’a açıkça rakip değil. Fakat İran’ın İslâm siyasetinin problemli yapısı, etkisini kırıyor. Bu etki kırılmasını Türkiye’ye karşı tavır geliştirerek ortadan kaldırmaları ise mümkün değildir.

(Yarın devam edeceğiz)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Tahran’da “yayıncılık konferansı”!
MesajGönderilme zamanı: 25.06.10, 08:18 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Tahran’da “yayıncılık konferansı”!

D.Mehmet Doğan

Vakit
2010-06-25


Dün İran’da Türkiye’nin son yıllarda sürdürdüğü dış siyasetten ötürü ortaya çıkan tedirginlikten söz etmiştim. Bu tedirginliğin uygulamaya dönüşmesinin emarelerini de hissettik.
“İslâm Dünyası Yayıncılar Konferansı”nın görkemli açılışı, yapılmak isteneni ortaya koyuyordu. Kültür Bakanı, toplantının İslâmî yayınlar arasındaki kopukluğu ortadan kaldırmak, müslüman yayıncılar arasında birlik oluşumuna zemin hazırlamak, baskı sayısını yükseltmek için ortak kitaplar yayınlamak, yayın ve basında çağa ayak uydurmak, İslâmî öğreti ve düşünceleri güçlü şekilde dünyaya sunmak… gibi maksatlarla düzenlendiğini belirtti. Asıl amacın, yayıncılık alanında İran’ın etkisini hissettirmek olduğu anlaşılıyordu.
Açılışda İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad da konuştu. Onun söyledikleri umumi mahiyetteydi. İnsanın yaratılışın amacı olduğunu söyledi ve “Asıl hedef insanı doğru şekilde tanımak ve tanımlamaktır” dedi. İnsanla gökyüzü ilişkisini koparmanın, insana yapılan en büyük zulüm olduğunu belirten Ahmedinejad zulmedenin de zulme razı olanın da suçlu olduğunu söyledi.
İran Cumhurbaşkanı, batı dünyasının insanı her türlü eğilim, heves ve istekleri tatmin edilmesi gereken bir varlık olarak tanımlamasını eleştirdi. “Onlara göre en değerli insan, en çok lezzet alandır. Bize göre ise insan, âlemin insan için yaratıldığı, insanın da Allah için yaratıldığı gerçeğinden ibarettir. İnsan Allah’ın halifesidir ve insan yeryüzünde, Allah’ın ve rahmetin tecellisi olmalıdır” dedi. Ahmedinejad, konferansın “neyi yayınlayalım ve nasıl yayınlayalım” sorusunu cevaplaması gerektiğini söyleyerek uzun konuşmasını tamamladı.
Toplantıda, birkaç konuşmacı dışında yayıncılıkla ilgili dişe dokunur bir söz söylenmedi. Hamaset, İran ve İslâm inkılâbı övgüsü ağır basıyordu. Toplantıya, yayıncılıkla ilgili bir gösteri olarak yeni yapılan İran Millî Kütüphanesi gezisi konulmuştu. Şehrin hayli dışına geniş bir arazi üzerine yapılmış olan Millî Kütüphane çok para harcanmış olmasına rağmen mimarî itibariyla cazib bir görünüme sahip değil. Yeni teknolojilerle donatılan Millî Kütüphane’nin geniş salonları ve çok amaçlı bölümleriyle fonksiyonel olduğu anlaşılıyor.
Bize gösterilen yerlerden biri de, el yazmaları bölümü idi. Değerli yazmaların müze malzemesi olarak saklandığı odanın kapısı abartılı bir şekilde bankaların kıymetli varlıkları sakladığı kısımların kapısına benzetilmişti. Rehber hanıma, el yazmaları arasında türkçe eser olup olmadığını sordum. Türkçe konuşmamaya itina eden rehberimiz kütüphanede bir tane bile türkçe yazma bulunmadığını söyledi!
İran Millî Kütüphanesi’nde bir tane bile türkçe yazma eserin bulunmaması hayret verici. İran’da çok sayıda türkçe el yazması kitab telif edildiğinden veya istinsah edildiğinden şüphe yok. Buna rağmen bir tanesinin bile, mesela Fuzulî’nin türkçe divanının Millî Kütüphane kolleksiyonuna dahil edilmemesi ise esef verici.
İran’ın türkçe korkusunun bu raddelere gelmesi gerçekten üzücü. Bunun Türkiye karşıtı bir siyasetle desteklenmesinin işaretleri üzerinde de dünkü yazımızda durmuştuk.
İslâmiyetten sonra farsça arapça karşısında gücünü kaybetti. Ancak Türkistan’da ve Horasan’da türklerin hâkimiyet sahasında varlığını koruyabildi. İlk büyük farsça yazan şairler bu sahada yetişti ve bu şairlerin üslubuna “sebk-i türkistanî” denildi. İran’ı bin yıl yöneten Türk hanedanlar farsçayı resmî dil olarak yaşattılar. Saraylarında türkçe konuştular, askeri lisan da türkçe idi. Isfahan sarayında Şah Abbas zamanında bile çok sayıda türkçe şiir söyleyen âşık, saz şairi vardı. Bu yüzden şahlara türkçe eserler sunulmaması ihtimali yok. Ama İran Millî Kütüphanesi’nde tek türkçe eser yok!
Türkiye matbaacılık ve yayıncılık konusunda İslâm dünyasının öncüsüdür. Müslüman dünyada ilk matbaa İstanbul’da kuruldu. 1727 yılında faaliyete geçen Müteferrika’nın matbaası, türkçe eserler yanında arapca ve farsça eserler de yayınladı. Farsça neşriyat ve gazetecilik Türkiye’de ve İstanbul’da başladı. Daha sonra İran’da da matbaacılık ve yayıncılık faaliyetleri gelişti. Tebriz, bir zamanlar türkçe yayıncılığın merkezlerinden idi. 19. asırda Fuzulî divanı Tebriz’de defalarca basıldı.
Büyük devlet siyaseti takip etmek isteyen İran yöneticilerine söyleyeceğimiz şu: Osmanlı tarihini iyi okuyun! Osmanlılar, İslâm dünyasının arapça ve farsça birikimine büyük önem verdiler. 1930 yılına kadar Türkiye’de lise müfredatında arapça ve farsça mecburi idi.
19. yüzyılda, batı ilim ve fenninin aktarılması ve tercümesi dolayısıyla, türkçe arapca ve farscanın önüne geçti. Modern ilimler İslâm dünyasında önce türkçe olarak öğrenildi. Osmanlılar, bütün İslâm dünyasının kullanabileceği modern kavramlara karşılık terimler ürettiler.
İran, geleceğe yönelik bir tesir uyandırmak istiyorsa, türkçe ile barışmak zorunda ve Türkiye ile de çatışmamak mecburiyetinde!
İran’ın uluslararası toplantıları farsça dayatılamayacağı için ingilizce dayatmaya dönüşüyor. İnsanlar farsça konuşamıyorsa, ingilizce konuşmaya zorlanıyor.
İslâm dünyasına yönelik toplantıların en az üç dilli, arapça, farsça ve türkçe olması gerekir. Elbette ingilizce de uluslararası bir dil olarak bulunacaktır. Ama katılımcılara göre, gerektiğinde başka diller de eklenmelidir.
Son söz: Büyük emek ve masraflarla düzenlenen toplantı propaganda faaliyetine dönüştürülmese idi daha faydalı ve tesirli olurdu!


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye