Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: “Milliyetçiler” sığlaştı, “ulusalcı” oldu!
MesajGönderilme zamanı: 18.09.09, 04:54 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
“Milliyetçiler” sığlaştı, “ulusalcı” oldu!

D.Mehmet Doğan


Vakit

2009-09-18




Eskiden “milliyetçi parti”nin yöneticilerinin tarih bilgisi hayli iyiydi. Osmanlı nedir, Cumhuriyet nedir, Abdülhamid kimdir, İsmet Paşa ne yapmıştır bunlar hakkında sağlam fikirleri vardı. Cumhuriyet ideolojisinin kesintili tarih anlayışına karşılık tarihin Türkistan’dan Türkiye’ye, Türkiye’de Selçuklu’dan Osmanlıya ve Cumhuriyet’e geçişini yorumlama konusunda sıkıntı çekilmezdi. Milliyetçi partinin başkanı Devlet Bey’in “Mondros”lu çıkışı ve bir parti öndegeleninin “Bizans Tekfuru” vurgulu lâf salataları derin bir tereddüt doğurdu. Yakın tarih bilgisi ve yorumu konusunda düşülen sıkıntı kabul edilebilir ölçülerde değildi.
Milliyetçiler kimi okuyor? Veya okuyor mu?

Eskiden en azından Yılmaz Öztuna okunurdu. Şimdilerde Öztuna’nın dahi okunmadığı anlaşılıyor. 1960 darbesinden sonra milliyetçi partiye vücut verenler arasında bulunan Dündar Taşer, aynı fikir çevresinde yer alan ve güçlü bir düşünür olarak iz bırakan ve maalesef genç yaşta vefat eden ilim adamı Erol Güngör bu partinin düşünce çerçevesini ciddi biçimde etkilemişti. Şimdi bu isimleri bilenlerin oranını parti teşkilatında araştırmak lâzım. Muhtemelen sıfıra yakındır!
Parti’yi destekleyen (veya eleştiren fakat aynı zeminde bulunan) yayın organlarında yayınlanan yazılarda tarih bilgisinin o eskilerin tarih şuurunu besleyecek kıratta olmadığını görüyoruz. Basit ilk mektep inkılâp tarihi motifleri belli bir unutma sürecinden geçtikten sonra hatırlanmaya başlanmışa benziyor.

Çok değer verdiğim yazarlardan Hasan Demir’in yazısını bu yüzden dikkatle okudum. Onun daha kapsayıcı bir yaklaşımla meseleyi ortaya koyacağını düşünüyordum. Elbette iyi niyetle, halisane hareket ettiğinden şüphem yok. Çevrenin dar tarih havuzundan çıkamamış maalesef. Bu havuzda kulaç atmanın zorluğu Demir yazısında hemen fark ediliyor.

Osmanlı ne devletiydi? İslâm devletiydi! “Şeriat devleti” modern dönemde icat edilmiş ve kötü anlamlar yüklenmiş bir kavramdır. Osmanlı şer’i hukuku esas almış, fakat örfî hukuk da oluşturmuş bir devletti. Tanzimat’tan sonra batı menşeli hukuktan da faydalandı. Her zamanki kaygı, İslâm prensiplerine aykırı olmamaktı. Ankara’da toplanan ilk Büyük Millet Meclisi de aynı kaygıyla mevzuat oluşturmuştur.

Padişahların (şimdi de cumhurbaşkanlarının) bazı tasarruflarına bakarak hüküm vermek doğru olmaz. İsmet Paşa’nın uygulamaları Türkiye devletinin nasıl bir cumhuriyet olduğunu bize tam mânasıyla anlatamaz.

Tarih bilgisizliğinin Hürriyet yazarı Özdemir İnce’de tezahürü ile eski bir komutanın dilinde ifadesi tuhaf sonuçlar veriyor. “Millî Mücadele’de Kürtler yer almadı” anlamına gelecek hamakat mutlaka yüzlerine çarpılmalı. Şunu araştırmalı: Türkiye’nin işgal altında bulunan batı Anadolu vilayetleri ahalisi Sakarya Muharebesine, Büyük Taarruza ne ölçüde katılabildi? Güneydoğu halkı da, Maraş halkı da, Antep halkı da o ölçüde katıldı. Sonra katılanların Kürt olup olmadığını nasıl tesbit etmişler? Ankaralı Kürt olabileceği gibi, Diyarbekirli Türk de olabilir!

Böylesi saçma iddialarla bir yere varılmaz. Mondros’u Osmanlı Padişahı mı imzaladı? Sadrazam Damat Ferit mi?

Mondros Mütarekesi, ittihatçıların hükümeti bırakmasından sonra ilk kurulan kabine tarafından imzalanmıştır. Sadrazam İzzet Paşa’dır. İzzet Paşa’nın hükümeti kurmasını Padişaha teklif eden M. Kemal Paşa’dır. Rauf Bey’in Bahriye Nazırı olmasını isteyen de odur. Şevket Süreyya Aydemir’e göre “Rauf Bey ve arkadaşları Mondros’a Padişah’ın bütün muhalefetine rağmen ve biraz da olup bittiye getirilerek gönderilirler.” (Tek Adam, C.1, sf. 304) Vahidetdin Mütareke’yi imzalayan heyeti kabul etmek istememiştir! Kabul ettiğinde ise onlarla konuşmamıştır!
M. Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığı günlerde Rauf Bey de Bandırma’ya çıkmış, Batı Anadolu’yu dolaşmış ve iki öncü isim Amasya’da buluşmuş, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde beraber olmuşlardır. Rauf Bey İstanbul’a dönerek Meclis-i Mebusan’a katılmış, İngilizler tarafından Malta’ya sürülmüş, kurtulunca Millî Mücadele’ye kaldığı yerden devam etmiştir. M. Kemal Paşa’nın ilk başbakanı Rauf Bey’dir. Yani Mondros’u imzalayan Rauf Bey asla hain olarak görülmemiştir!

Tarih bilgisi ve şuuru yoksa, milliyetçilik de yoktur! Olsa olsa kuru bir ulusalcılıktır. Bu ilkel kabileciliğe dönüşür, etnik çatışmayı körükler. Türklerde olduğu gibi Kürtlerde de böyle milliyetçiler vardır. Eğer bu unsurlar gerçek tarih bilgisine sahip olurlarsa, Türklerin Kürtlerle, Kürtlerin Türklerle çatışması ihtimali ortadan kalkar.

Tarih bilgisini doğru yorumla taçlandıran, tarihi şuuru çerçevesi kazandıran isimler, eskiden milliyetçi partide milletvekili oluyorlardı. Şimdi kapı dışına çıkarıldılar! Nevzat Kösoğlu’nun söylediklerini okuyunca bu kanaatim pekişti.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: “Milliyetçiler” sığlaştı, “ulusalcı” oldu!
MesajGönderilme zamanı: 01.10.09, 12:00 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 14.06.09, 18:48
Mesajlar: 63
Mülayimin sert mesajları

D.Mehmet Doğan


Vakit

2009-10-01

Şimdinin genel başkanı Devlet Bahçeli’yi tanıyanlar, nasıl mülayim bir adam olduğunu bilir. Eski tanıdıklarına sorarsanız, adından önce mülayemetinden bahsederler.
Son zamanlarda çok sert mesajlar vermeye başladı. Böylece herkesi şaşırttı.
Siyasette sert mesaj ne zamanlar verilir? Kitlelerin kaçışı önlenmek istendiği zaman ve koltuk tehlikeye girdiği zaman.
Devlet Bey hangi sebeple bu mesajları veriyor? Muhtemelen birinci sebeple. Çünkü ikinci sebebi izale ettiğini, teşkilatı avucunun içine aldığını düşünüyor. Alparslan Türkeş’in geniş manevra alanına bakıp onun koltuğunda oturan zâtın dar ufkundan ufunete kapılan kitlenin şiddetli korku ile elde tutulması mümkün mü? Göreceğiz.
Başbakan Erdoğan’ın 23 Temmuzda Kürt açılımı için çalışma başlattıklarını açıkladığı tarihin üzerinden altmış sekiz gün geçtiğini ifade eden Bahçeli, bu süre içinde yaşanan bölünme modelleri tartışmaları, sınır tanımayan tehdit ve tahrikler, bölücülük manifestoları ve meydan okumaların siyasî tansiyonu yükselttiğini, toplumda çok tehlikeli bir gerilim ortamı oluşturduğunu iddia etmiş. Türk milleti bu gelişmelerden son derece huzursuz, tedirgin ve endişeli imiş...
Başbakan, Türkiye’nin millî birliğinin temellerine uzaktan kumandalı saatli bir bomba yerleştirmiş! Başbakan’ın ne pahasına olursa olsun dönüşü olmadığını söylediği yol, Türkiye’yi topyekün kaos ve karmaşa ortamına sürükleyecek kör bir çıkmazın adresi imiş! Bunun Türkiye’ye bedeli ve faturasının çok ağır olmasından korkuyormuş. Başbakan’ın hırs ve ihtiraslarına set çekilerek bu gidişatın durdurulması, Türkiye için bir beka meselesi haline gelmiş!..
Projenin amacı, terör örgütünün bölücü taleplerinin AKP hükümeti eliyle hayata geçirilmesi imiş. Terör, Başbakan ve hükümetin eliyle siyasallaşmakta, etnik bölücülük AKP’nin himayesinde meşrulaştırılmakta imiş!
Kamuoyunu aldatmak için “demokratik açılım, millî birlik ve kardeşlik projesi” gibi sahte veya takma adlar kullanılması bu gerçeği değiştirmeyecekmiş.
Bahçeli, bu minval üzere esip savuruyor. İktidarın gizli gündeminden, türkçeyi resmi dil olmaktan çıkaracağından, Anayasa’yı değiştirip Türkiye’yi etniklik ekseninde böleceğinden bahsediyor. Vere vere iki somut örnek veriyor. “İlk planda ‘günah keçisi’ olarak ilân edilen, büyük Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm Diyene” vecizesinin hedef alınacağı anlaşılmıştır” diyor.
“Ne mutlu Türküm diyene” vecizesi, Türkiye’nin hangi etnik temelden gelirse gelsin, Milli Mücadeleyi yürüten müslüman halkının temel şiarının alanına yerleştirilmek istenmiştir. Nedir bu temel şiar? “Elhamdülillah müslümanım.” Bahçeli, Türkiye’de millî birliğin, kaynaşmanın esas olarak dinî atıflar üzerinde olduğunu görmezden gelerek, diğer muhalefet partisi CHP ile paralel zihniyette olduğunu ortaya koyuyor. Böylece dini milleti yapan esaslı unsur olarak görmeyen, hatta zaman zaman dinî değerlerle mücadeleyi beka meselesi olarak kabul eden CHP ile aynı zemine düşüyor. O zaman çocuklarımıza sabah duası yerine okutulan ve ancak faşist ve komünist sistemlerde normal karşılanabilecek olan totaliter “and”ı da korumaya almak istiyor.
“Türküm, doğruyum, çalışkanım...”
Türk olmak doğru olmayı, çalışkan olmayı zorunlu kılar mı?
Bütün sahtekârlar, tembeller Türk olmayanlardan mı çıkıyor?
Türk olmak kendiliğinden bir ahlâk kazandırmaz. İnsanı iyi ve doğru yapmaz. Ona bu muhtevayı, inanç verir. İnançsız bir Türk, Allah korkusu tanımayan bir Türk her şeyi yapabilir, yapmaktadır.
Bu andın bir diğer tarafı da, Yaratıcıya ve Peygamberine ait olan kurtarıcılık vasfını Atatürk’e tanımasıdır.
Geniş bir MHP kitlesi, partinin Bahçeli eliyle adım adım CHP zihniyetine yaklaştırıldığını görerek tedirgin oluyor.
Türkiye’de son zamanlarda üç parti başkanının sesi çok yüksek çıkıyor. Bu üç parti de etnik siyasete oynuyor: CHP, MHP ve DTP.
Üç sert liderden mülayim bilinen zata söylenecek şu: Sert olsan ne yazar!


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye