Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Kürt Meselesi / D.Mehmet Doğan
MesajGönderilme zamanı: 26.08.09, 09:08 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 275
D.Mehmet Doğan

Vakit
2009-08-19

Sentetik Türk Sentetik Kürt


Türkler ve Kürtler, yüzyıllarca bir arada, iç içe yaşadılar. Ortak değerleri vardı, kendi farklı değerlerini de ortaklaştırdılar. Bu yüzyılların son beş asrı, Osmanlı Devlet düzeni içinde geçti. 20. yüzyılın devletçi veya milliyetçi zorlamaları bu iki kavmin tabiî / organik yapısına müdahaleye yol açtı. Bu müdahaleler müşterek yapıları, zeminleri tahrip etti.
Tabiî olarak yaşanan, öğrenilen ve sürdürülen hayat, Türklerle Kürtlerde çok faklı değildi. Medreseler, tekkeler yüzyıllar boyunca etnik aidiyet gözetmeden insanları yetiştirdiler. Organik, ideolojik müdahaleye maruz kalmamış Türkle organik Kürt, bu yüzden aynı milliyettir. Hayat tarzı farkı, şehir, köy veya göçebeliğe göredir. Böyle bir yapı içinde dil farkı çok da önemli değildir.
Türkler asırlarca Kürtçe’den gocunmadılar, bugün gerektiğinde sözü edilen az sayıda Kürtçe edebî metin, Türkiye sahasında ortaya çıktı. Bu Kürtçe eserlerin sahipleri, ekseriya Türkçe eserler de verdiler. Ayrıca “Osmanlıca” denilen zengin dil, her iki topluluğun neredeyse bütün kelimelerini ihtiva eden geniş bir sözlüğe sahipti.
Din, tarih, kültür müşterekti; böylece aynı medeniyetin mensupları olarak aynı coğrafyada yüzyıllarca yaşandı.
Kimlik sorusunun ortak cevabı “Elhamdülillah Müslümanım”dı.
20. yüzyılda devleti yönetenlerin “sentetik Türk” modelini esas almasıyla tabiî / organik yapıya ciddi müdahaleler başladı. Bu sentetik Türklük, yalnızca Kürtlere değil, Türklere de dayatıldı. Çünkü bu Türklük yaşanan, tarihten gelen, sürmekte olan bir şey değildi. Öğrenilmiş bir etniklikti. Oryantalizmin 19. yüzyılda İslâm öncesi dönemden malzemeler devşirerek oluşturduğu Türklük, Türkiye’nin yöneticileri tarafından benimsendi. Din, dil, tarih, kültür... Gelenekten gelen her şey yeniden yapılandırılmak istendi. Bu yönde sert ve baskıcı adımlar atıldı.
20. yüzyılda sadece Türklerin alfabesi değiştirildi. Yalnız Türkiye Türklerinin değil, Sovyet sistemi içinde bulunan Türklerin de alfabeleri değiştirildi.
Türklerin tabiî olarak dinleri İslâm’dı. Büyük çoğunluğu Sünnî İslâm dairesinde idi. Bu inancın gerektirdiği hayat tarzı içinde var oldular, modern dönemde de böylece var olmaya çalıştılar. Değerleri koruyarak asrın ilim ve tekniğini edinmek... Mehmed Âkif gibi, Yahya Kemal gibi şair düşünürler, bu tabiî yapı sürdürülerek modernleşme tezini savundular. Ama modernliği değil, batıcılığı esas alan pozitivist aydınlar, halkı Avrupalılara benzetmek, batılılaştırmak için normal dışı yollara başvurdular, baskıcı toplum mühendisliği projeleri yürüttüler.
Sentetik Türk’ün dini İslâm değildir; lâik bir ideoloji dinin yerine konulmuştur. Öğretim, iletişim, yönetim ona göre oluşturulmuştur. Batıda lâiklik, dine karşı tarafsız kalırken, Türkiye’de dine müdahale eden bir ideoloji haline getirilmiştir.
Kimlik sorusunun cevabı “Ne mutlu Türküm diyene!” olmuştur.
Bu dönemde ancak dindarlar, Kürtlerin duygudaşı olabilmiştir. Öz yurduna garip olmanın, parya muamelesi görmenin ne demek olduğunu en iyi onlar hissetmişlerdir. Irkın, kanın üstünlük sebebi sayılamayacağını dile getirenler de onlar olmuştur.
Kürtler, bu sentetik etnikliğe karşı çıkarken, başka bir sentetik etniklikle karşı karşıya kaldılar. Batılı merkezler, Kürtler için de yeni bir milliyet oluşturmak için gerekeni yaptı. Türk tarih tezinin muadili Kürt tarih tezi ortaya atıldı. “Öztürkçe”nin muadili “özkürtçe” icad edildi. Birincisi müşterek tarihin, ikincisi de müşterek kelimelerin düşmanı idi.
Sentetik Kürt’ün de din alâkası yoktur, o da lâiktir. Sentetik Kürt fazladan, dinin Türklerle yakınlaşmaya sebep olmasından ötürü de düşmanıdır.
Demokratik açılım bu konuların muhasebesini yapmak için de bir fırsat olmalı. Tahrib edilmiş olan tabiî müştereklik zeminlerini onaracak sağlam adımlar atılmalı. Din ve kültür üzerindeki baskılar kaldırılmalı. Ağır hasarlı durumdaki müşterek zihin kodlarının onarılması için çaba sarfedilmeli. Tahakküm üstünlüğünden vazgeçilip tahakkümsüz güçlülük yolu seçilmeli.
Yeni bir etnikliğe yol vererek iki sentetik etnikliğin karşı karşıya getirilmesi ne kısa, ne de uzun vadede çözüm sağlamaz.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Kürt Meselesi / D.Mehmet Doğan
MesajGönderilme zamanı: 26.08.09, 09:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 275
D.Mehmet Doğan

Vakit
2009-08-20

Türkler Kürt soyundan mı?


Bir dostum, “Kürt Türk’ün tersidir” dedi. Meğer, her iki ismin de aynı harflerden oluştuğunu, sadece baştaki ve sondaki harflerin yer değiştirmesiyle birbirine dönüştüğünü söylemek istiyormuş!
Bu bir nevi “etnik hurufilik” doğrusu beni pek sarmadı! Türkiye’de resmî tez mahiyetinde sayılabilecek görüşlerden biri, Kürtlerin Türk soylu bir kavim olduğudur. Bu konuda hayli zengin bir kitabiyat teşekkül ettiğini söyleyebiliriz.
Türkler, hatta “türkçüler” Kürtlerin kendi soylarından geldiğini, kardeşleri olduğunu söyleyerek bir kabulde bulunuyorlar. Acaba Kürtler de böyle bir kabul içinde olmuşlar mıdır? Yani, kürtçü olup da “Türkler Kürt soyundandır” diye fikir öne süren, kitap yazan var mıdır?
Sanmıyorum. Böyle bir şey gecikmiş milliyetçilikler için sözkonusu olmaz...
Yalnız, bir zamanlar “kürtçü” olan bazı kalem sahiplerinin sonra tamamen zıt kutba kayıp, Kürtlerin Türklüğü konusunda kalem oynattıklarını, kitaplar yazdıklarını biliyoruz.
Başta sözünü ettiğim egzantrik dostum, “bir kürtçü intihara kalkışırsa ne olur?” diye bir soru yöneltmez mi?
“Biz burada ciddi mevzularla meşgulüz!” der gibi bakmış olmalıyım ki, hemen ne demek istediğini örnekleriyle açıkladı.
“Diyarbekirli Mehmet Ziya Bey, gençliğinde kürtçü görüşlere sahip olmuştu. Hatta Kürt grameri filan yazmıştı. Bir bunalım geçirdi ve intihar etti. Ne oldu? Ölmedi tabiî, ölmedi ama türkçü oldu! Hatta ‘Türkçülüğün Esasları’nı yazdı.”
Mehmet Ziya Bey, tahmin edileceği üzere, bizim “Ziya Gökalp” diye tanıdığımız meşhur düşünür, sosyolog ve ideolog.
Dostum, galiba “bir çiçekle yaz olmaz” diyeceğimi tahmin ettiği için başka örneklerden bahsetmeye başladı. “Bir diğeri Mehmet Şükrü Sekban. Ergani doğumlu, Askerî Tıbbiye’de okudu. Kürt Terakki ve Teavün Cemiyeti’nin kurucularından. Bağdat’ta meşhur Kürt-Ermeni teşkilatı Hoybun Cemiyeti’nin başkanlığını da yapmış. Şükrü Bey’in intiharı farklı biraz. 1923’te Beyrut’da bir bildiri yayınlayarak Kürtlere muhtariyet (özerklik) verilmesini istemiş ve bunu Cemiyet-i Akvam’a (O zamanın Birleşmiş Milletler’i) da göndermiş. İşte Sekban’ın intiharı böyle! Ondan sonra kendini Kürtlerin tarihini araştırmaya adamış ve 1933 yılında yayınladığı kitapta, 37 yılını uğruna harcadığı Kürtlük hakkında araştırmalarının sonucunu şöyle özetlemiş: “Kürtler asla Ârî değildir, Samî de değildirler. Bazı Alman bilginlerinin iddialarına göre Kürtler Turanîdir... Hakikatde Türk, Kürt birer isimden başka bir şey ifade etmezler; bizim aile adımız Turanîdir.”
Üçüncü bir örnek beklemiyordum. Fakat o da geldi: “Mes’ut Fânî. Hukukçu. İşgal sırasında Fransızlar, Cebeli Bereket (Osmaniye) valiliğine Mesut Fani’yi tayin etmişler. Milli Mücadele’den sonra 150’likler listesinde yer almış. Suriye’ye kaçmış. Oradan Fransa’ya gitmiş. Paris’te Kürtler üzerine doktora tezi hazırlamış. Onun intiharı da bu galiba! Bu doktora çalışması onu Kürtlerin Türk soylu olduğu düşüncesine götürmüş. Yüzellilikler affedilince, Türkiye’ye dönmüş...”
“Bir kitap okudum, bu yazıyı yazdım”! Prof. Dr. Mehmet Bayraktar Hoca, “Kürtler Türklerin Nesi oluyor” diye bir kitap yazmış. Türkçe dışında, fransızca, arapça, farsça kaynaklara da başvurmuş. Batılı oryantalistlerin, Türk ve Kürt ilim adamlarının ve yazarların eserlerini elden geçirmiş. Onun kanaati şu: Kürtler kesinlikle Türk soylu. Konuyu saptırmak isteyen yabancı araştırmacılar, Kürtleri Medlere, Sümerlere, Sakalara, Gurlara vs. bağlıyorlar. Fakat, bütün bu kavimler Turanî’dir, Türktür, diyor.
“Araştırmak, bilmek, öğrenmek kürtçülerin intiharı” gibi bir fikre varıyoruz sonunda! Hadi hayırlısı!
Kürt İlhanı Alp-Urungu adına 7. yüzyılda Elegeş yazıtı dikilmiş. Elegeş Yenisey ırmağının bir kolu imiş... Kitap, başka örneklerle Kürt coğrafyasının Türkiye ve civarı ile sınırlı olmadığını gösteriyor. Sibirya’dan, Türkistan’dan ta nerelere kadar Kürtlerin yaşadığı topraklar var. Bir bakıma nerede Türkler var, orada Kürtler de mevcut...
Hüseyin Namık Orkun’un “kürt” okuduğu kelimeyi Talat Tekin “körte” diye okumuş, “güzel” demekmiş “güzel il Han?” Biraz tuhaf ama. Bu mevzu ile ilgili bir yazıyı kürtçü olduğu anlaşılan bir sitede buldum, elbette Talat Tekin’e dört elle sarılmışlar. Yazı şöyle bitiyor:
“Kürtlerin dil, tarih veya soy olarak Türklerle hiçbir ilgisi yoktur. Kürtler Türklükten uzaklaşmış bir Türk boyu da değildir.
NOT: Kürdleri Türklerle birleştirmek isteyen forumlara bu yazıyı kopyalayınız. Çünkü bu kanıtlardan sonra Kürdlerin Türklerle hiçbir ama hiçbir ilgisinin olmadığı daha net anlaşılmaktadır.”
Aman ha! Siz siz olun, Türklerle Kürtler arasında bir irtibat kurmaya çalışmayın! Hatta yüzlerce yıllık beraberliklerini de yok sayın!
Bu yazıtlar malum, Yenisey havzasındaki Orkun, Selenga nehirleri etrafındadır. Selenga nehrinin nerede olduğunu anlamak için ansiklopediyi karıştırdım. Türk Ansiklopedisi’nde Selenga-Orhun tek madde halinde verilmişti. Her halde her ikisi tek nehir veya Selenga daha sonra Orhun ismini alıyor. Moğolistan’ın Hangay dağlarından doğar, kuzey doğuya doğru akar bu iki kol Moğolistan’la Rusya’nın Buryat sınırında, Kâhta’da birleşirmiş... Fesüphanallah! Bu işe Kâhtalı Mıço ne diyecek bakalım!


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Kürt Meselesi / D.Mehmet Doğan
MesajGönderilme zamanı: 26.08.09, 09:13 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 275
D.Mehmet Doğan

Vakit
2009-08-22

Selahaddin Eyyübî ve kardeşleri!


Bir kaç yazımızı Türkler ve Kürtlere, bilhassa modern dönemde her iki topluluğu etnik temelli tanımlama ve yönlendirme çalışmaları konusuna ayırdık. Yüzyıllarca bir arada yaşamış olan kardeşlerin (insan kardeşliği, İslâm kardeşliği, tarih kardeşliği, vatan kardeşliği) tabiî beraberliğinin 20. Yüzyılda sentetik Türk ve sentetik Kürt tanımlamaları ile zedelendiğini anlatmaya çalıştık.

Yazılarımıza olumlu veya olumsuz bir hayli yorum geldi. Destekleyenlere teşekkürümüz tabiîdir. Fikirlerimize katılmadıkları halde yorum yapanlara da teşekkür ediyorum. Çünkü böylece bir konuşma zemini, anlama zemini oluşmasına yol açtılar. Bugünlerde bu zeminlere de şiddetle ihtiyaç var.

Kürt milliyetçiliği, Türk milliyetçiliğinden sonra gelişti. Türkler milliyetçiliği artık eskisi kadar ön plana almıyorlar. Milliyetçi partinin oylarına bakarak bir Türk sayımı yapmak asla mümkün değil. Hatta en aşırı milliyetçiler, türkçüler bile, Kürtlerle beraberliği savunuyorlar. Bu uğurda işi gerçek veya sanal soy beraberliğine kadar götürüyorlar. Elbette bir toplumun bir arada bulunması sadece soy birliği ile açıklanamaz. Bunun en açık ve modern örneği ABD’dir. Yetmişikibuçuk millet ABD’yi meydana getiriyor. Irkçılık siyah beyaz temelli sürdürülebilirken, bunun dahi artık önemini kaybettiği görülüyor. Zenciler ABD’de çoğunlukta değiller ama, şimdi bu devletin başında bir zenci var!

Tepkilerden anladığım, Kürtlerin geleneksel değerleri yaşatanları, birkaç nesildir şehirli olanları Türklerle beraber olmaktan şikâyetçi değiller. İşte bu Türkiye’nin tabiî zeminini oluşturuyor. Milliyetçi Kürtler, kürtçüler ise, milliyetçiliğin ergenlik döneminde oldukları için sivilcelerini patlatmayı sürdürüyorlar. Böyle giderse yüzleri çiçek bozuğuna dönüşecek!

Türklerle Kürtlerin soy beraberliği tezi, iddiası, hatta ihtimali bile onları çok rahatsız ediyor, nedense. Çok şiddetli itirazlarda bulunuyorlar. İşi bin yıllık beraberliği inkâra kadar götürüyorlar.
Bundan on sene kadar önce, Türkmenistan’da bir şiir şöleni yapmıştık. Orada Türkmenlerin aklı başında aydınları, şairleri, yazarları ile de beraber olmuştuk. Türkmenler Orta Asya’nın son asra kadar göçebeliği sürdüren topluluklarındandı. Sovyet döneminde mecburen yerleşik hayata geçtiler. Şehir hayatını tanıdılar. Türkmen aydınları şöyle yakınıyorlardı: Bir Türkmen, Kazak, Kırgız veya bir başkası Özbekistan’da her hangi bir şehirde rahatlıkla yaşayabilir! Özbekler bu harici unsurları kabulde zorlanmazlar. Onlar da bu şehir muhitinde sıkıntı çekmeksizin var olurlar. Ama Türkmenlerin arasına katılmak isteyenler, böyle bir rahatlık içinde olamazlar. Biz hâlâ kimin kimden geldiğini, soyunu, boyunu, kiminle evlendiğini vs. araştırır ve ona göre ölçüler tayin ederiz...

Özbekistan, Türkistan’da medeniyetin kalbi diyebileceğimiz en meşhurları Semerkand ve Buhara olan tarihi şehirleri bünyesinde barındırıyor. Özbekler yüzyıllardır yerleşik hayata alışkın bir toplum.

Türkiye’nin bütün şehirlerinde etnik aidiyet asla mesele teşkil etmiyor. Her türlü insan rahatlıkla şehirlerimizde yaşayabiliyor. Bundan ötürüdür ki, Osmanlının payıtahtı İstanbul’da ve yeni Türkiye’nin başkenti Ankara’da çok sayıda Kürt hiç bir ayrımla karşılaşmadan hayatını sürdürüyor. Hatta, deniliyor ki, yer yüzünde Kürt nüfusun en fazla olduğu şehri ne Türkiye’nin güneydoğusunda, ne Kuzey Irak’ta veya İran Kürdistanı’nda aramayın. Çünkü en kalabalık Kürt nüfusu İstanbul’da yaşıyor!

Açık konuşmak zorundayız: Türk milliyetçileri, türkçüler şu anda Kürt milliyetçilerinin, kürtçülerin psikolojisine sahip olsalardı, böyle bir durum asla sözkonusu olamazdı! Türkiye’de çeyrek asırdır süren terörizme rağmen bir Türk-Kürt çatışmasının çıkmaması, çıkarılamaması üzerinde dikkatle düşünmek lâzımdır.

Etnik farklılıkları önemsemek, büyütmek, ayrılık sebebi saymak, Türkiye’de yaşayan hiç bir topluluk için aklen mümkün değildir. Çünkü Türkiye’nin yaşama kültürü, bütün toplulukları temsil eden bir yapıdadır. Kürdün, Çerkezin, Arnavudun, Boşnağın vb. ürünleri zengin bir sofra oluşturuyor. Kimse de bu sofradaki mahsullerin kime ait olduğunu sormuyor. Modernlik belli ölçüde bu temsili zedelemiş olsa da, sonucu etkileyecek bir raddeye varmamıştır.

Aslında yazımızın başlığına uygun bir noktaya gelemedik. Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin ve kardeşlerinden söz edemedik. O başlığa uygun yazımızı, bir gün aradan sonra okuyabileceksiniz.

Bütün okuyucularımın ramazan-ı şerifini tebrik ediyorum. Pazartesi günü buluşmak üzere!

***
D.Mehmet Doğan - Vakit
2009-08-24
Selahaddin Eyyübî ve kardeşleri! (2)

1994 aralığında yapılan seçimler, Türkiye’de sistemi allak bullak etti. Dinî referansları olan bir parti en çok reyi aldı ve iktidara en kuvvetli aday oldu...

Kısacası bugünlere gelen sürecin başlangıç noktası 1994 seçimleridir. Bu seçimler dolayısıyla RP Genel Başkanı Güneydoğu’da yapılan mitinglerde halka “Fatih’in, Yavuz’un torunları” diye hitab etmiş. Çok değer verdiğim, ilahiyat menşeli fakat sosyoloji ile de ilgilenen bir yazar dostum, bunu yanlış buluyor ve her halde onlara “Selahaddin’in torunları” şeklinde hitab edilmelidir, diyordu. Bu değerli dostum ırkcı-kavmiyetci yaklaşımlardan uzaklaşmanın böylece sağlanabileceği kanaatindeydi. Her kavme, ırka veya etnik gruba kendi soyundan kahramanlar ile hitap etmenin -hatta- daha ırkcı, daha kavmiyetci bir yaklaşım olduğu düşüncesini daha fazla doğru buluyorum.
Müslüman kavimlerin, İslâm tarihinin bütün büyüklerini etnik-ırkî menşelerini araştırmadan kendi büyükleri olarak görmeleri daha sağlıklı bir yaklaşımdır. Nitekim, müslüman halkımız İslâm tarihinin büyüklerini kendi cedleri, ataları gibi görürler. Bilhassa İslâm tarihinin büyük hanımları anılırken “Ayşe validemiz, Fatıma annemiz” gibi hitaplar kullanılır. Bu, ferde seçme iradesi tanımayan ırkı değil, seçime dayanan mensubiyeti, inancı-kültürü öne alan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımda “kötü veya zâlim de olsa bizim ırkımızın kahramanı” yerine, kendi seçimimizle mensubiyet hissi duyduğumuz dünyanın kahramanları tercih edilmiş olur.

O zaman babası Arnavut, anası Buharalı Türk olan fakat tamamen müslüman Türk kültür muhitinde yetişen Mehmed Âkif’in Kürt olduğu söylenen Selahaddin Eyyübi’yi “Şarkın en sevgili sultanı” diye övmesi anlam kazanır. Mehmed Âkif, Selahaddin’i Çanakkale’yi kahramanca müdafaa eden askerler için yazdığı muhteşem şiirde anar:

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran

Bülbül şiirinde ise onu Fatih’le birlikte zikreder: “Selahaddin-i Eyyübilerin, Fatihlerin yurdu”... Düşmanın çiğnediği yurd, kurtarılması gereken topraklar, Selahaddin’le Fatih’den bize miras kalmıştır.

Selahaddin’e “şarkın en sevgili sultanı” niteliğini kazandıran ise, Haçlılara karşı 12. yüzyılda elde ettiği başarılardır; bir asırdır esir olan Kudüs’ü haçlıların elinden almasıdır. Mehmed Âkif’in Mısır’a gidiş sebepleri (veya bahaneleri) arasında Selahaddin’in hayatını manzum piyes halinde yazmak da vardır.

Peki, Selahaddin kimdir? Tarihciler, Selahaddin’in büyük ihtimalle ırken Kürt olduğunu beyan ediyorlar. Fakat babası ve kendisi tamamen Selçuklu Devleti’nin kolu ve devamı mahiyetindeki Atabeylerden Zengilerin hizmetinde bulunmuşlar, Suriye’deki başarılarından sonra Selahaddin, bir komutanı olduğu Nureddin Zengi tarafından Mısır’a gönderilmiştir. Selahaddin Mısır’da Şiî Fatimî idaresine son vermiştir. Bağlı olduğu Zengi hükümdarı Nureddin ölünce onun 11 yaşındaki oğluna bağlı kalmıştır. Daha sonra Halife tarafından da Nureddin Zengi’nin varisi olarak tanınmıştır. Böylece Eyyübî Devleti, Selçuklu Atabeyliği olan Zengi Devleti’nin devamı olmuştur. Böylece ırk ile kültürün farklılaşması gündeme gelmektedir. Selahaddin ırkına yönelik bir tutum içinde olsa idi, ne devleti olurdu ve ne de İslâm kahramanı olarak “şarkın en sevgili sultanı” sıfatını kazanabilirdi!

Selahaddin ölümünden önce eski Türk devletlerinde ve Selçuklularda olduğu gibi devletinin idaresini ailesi ve oğullarına paylaştırdı. Bir çok konuda hizmetinde bulunduğu Nureddin’in yolundan gitti. Nureddin’in onun şahsiyeti üzerinde büyük tesiri vardı. Selahaddin türkçe biliyordu. Bazı tarihcilere göre, ilk Eyyübiler bu arada Selahaddin de “türkleşmiş”ler ve hâkim oldukları ülkelerde Selçuklu yönetim tarzını uygulamışlardır. Mısır’da kökleştikten sonra da “araplaşmış”lardır. İlk Eyyübî yöneticileri türkçe bilirken, daha sonrakilerin tamamen arapcaya meylettikleri anlaşılıyor. Selahaddin’in ordusunda askerlerin çoğunluğunun Türk (Oğuz) olduğuna ve Eyyübilerin Selahaddin’in devrinde “Türk devleti” olarak kabul edildiğine dair bilgiler vardır. Şair İbn Senaül-mülk, Selahaddin’in Haleb’i ele geçirmesi üzerine yazdığı medhiyeye “Arap milleti Türklerin devletiyle yüceldi. Ehl-i Salib’in dâvası Eyyub’un oğlu tarafından perişan edildi” beytiyle başlamaktadır. (Bkz. R. Şeşen: Salahaddin Devrinde Eyyübiler Devleti)

“Şarkın en sevgili Sultanı” Selahaddin’in ağabeyinin adı Turanşah, kardeşlerinin ise Tuğtekin ve Böri’dir. Ailede çok sayıda türkçe isimli kadın vardır! Bugün bu isimleri bilhassa “Böri”yi değme türkçü bile çocuğuna veremez!

Kıssa: Hacdan dönen bir muhterem kendisinden hac hatıraları dinlemek isteyenlere şöyle söyler: “Arabistan’da ezan, namaz bizim gibi türkce, fakat sokaklarda, işyerlerinde arapca konuşuyorlar!”

Türkiye’de insanlar kendilerine Fatih’in, Yavuz’un, Selahaddin’in, Sokollu Mehmed’in, Şamil’in torunları diye hitap edilmesinden rahatsızlık duymazlar. Hatta bu kişilerin etnik veya ırkî bakımdan farklılıkları olduğunu bilmez ve araştırmazlar! Araştıran ve ona göre tavır takınanlar için ise yapılacak bir şey yoktur!


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye