Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 67 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5 ... 7  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 01.04.09, 14:01 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
“Er kişi niyetine”

Mahmut Toptaş


mtoptas@milligazete.com.tr

Milli Gazete

2009-03-30

Rüzgârlara hükmeden, karıncanın dilinden anlayan Sultan Süleyman da içti bu dünyada ecel şerbetini.

Her derde deva bulan ama ölüme çare bulamayan Lokman da geçti bu dünyadan.

Ölüleri dirilten İsa için de hazır ecel şerbeti Azrail'in elinde.

Alemlere rahmet, Hazreti Muhammed bile ecel şerbetini içerek yükseldi Rafik-ı a'laya. (Allah'ın salatı ve selamı onların üzerine olsun.)

Ey Allah dostu, sen o kervanın ardında yürürken, düşmanların sana yardım etmek ve dostlarına çabuk kavuşturmak için kurşun yağmurlarına tuttuklarında sen, üstüne şemsiye almamıştın ama kurşunlar korkudan sana dokunamamıştı.

Ecel gelmeyince aşağılık ajanların kurşunlarının da hiçbir işe yaramadığını dünyaya gösterdin.

Ey iman abidesi, kızıl rüzgârlar estiği yıllarda birçoklarının gazel gibi rüzgâra kapılıp savrulduğu günlerde, güz mevsiminde gazel toplayan işçiler gibi kaybolan gazelleri toplayıp güzelleştiriyordun sen.

Ey vefa yumağı, nice ihanet zehirlerini döktüler gönül dünyana da sen, onların zehrini de panzehire çevirdin.

Dinle dopdolu gönlüne kin girecek yer bulamadı. Dostlarını bağrına bastın, düşmanlarının kinini af meltemleriyle temizledin.

Seherde açan güllerin kokusu gibi etrafına hep güven kokusu saldın ve dostlarını gönül bahçenden hiç çıkarmadın.

Yüreğinden kan gittiği günlerde hep gülen yüzlerle baktın da körpecik gönüllere ümitsizliğin girmesini engelledin.

Ey peygamber aşığı, sadakat kozanda geliştirdiğin cesaretle bütün şimşekler üzerine yürüdün.

Gazap yıldırımları, yanardağ lavları gibi üzerine abanırken yalnız iman paratoneriyle onları savdın.

Amerika'nın gönüllü uşakları sana kan kusturdular ama susturamadılar.

Herkes korku duvarlarının üstünü "Tedbir" sıvasıyla kapatırken "Tedbirsiz ölüme doğru gidilir mi?" diye ayıplarlarken sen, ölüm kurşunlarının arasından onlara sadakat ve cesaret rüzgârları estiriyordun.

Azrail'in, kişilerin yaşına, dişine, başına bakmadığını biliyor, eceli gelenleri izbelerde de saraylarda da bulduğuna, dünyanın en kaliteli doktorlarının elinden eceli gelenleri alıp gittiğine inanıyordun.

Onun için ölümden hiç korkmadan kaderini yaratan Rabbine doğru koştun.

Ölmemeye çare olmadığını bildiğinden, ölüm seni Hak yolunda yakalasın diye Hakka hizmetten bir nefes boyu ayrılmadın.

Bu dava uğrunda koşmak yeterli değil, uçmak gerekir inancıyla hareket ettin inşallah cennete uçtun.

Binlerce pusudan kurtuldun, sayısını bilemediğimiz kadar gencimizin imanına atılan tuzakları kırdın ve puslu bir günde bembeyaz karların üstünde aşık olduğun Rabbine kavuştun.

Saltanat koltuğuyla tabutun aynı ağaçtan yapıldığını bildiğinden makama değil Makam-ı Mahmud'a yöneldin.

Servet ve şöhret tuzaklarına iltifat etmeden sen, Hakkın ve halkın rızasına kilitlendin.

Takvim kullanmayan ölüme karşı hep gönlünde takva azığını hazır tuttun.

Hep gülümseyen yüzün, doğrudan ayrılmayan sözün kaldı göz, gönül ve kulaklarımızda.

Ölüm ansızın yakalayıverirse diye midene haram lokma koymamaya dikkat ettin.

Ve sen, "Er kişi niyetine" diyerek namaza duran dostlarını yalan çıkarmadın, her kişilerin arasından sıyrılarak "Er kişi" olarak yaşadın ve İnşaallah şehitler kervanına katıldın.

Allah'tan dileğim, Cennette, "Makam-ı Mahmud" çevresinde, şehitler semtinde, Hazreti Hamza, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali, Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin'le ve bütün sevdikleriyle karşılıklı sohbetler yapmayı nasip etsin.

Dilimizi ballandıran,

"Kanımız aksa da zafer İslam'ın"

"Ya Allah, Bismillah, Allahü ekber" nidaları yurdumuzda, yuvamızda ve bütün gönüllerde kıyamete kadar yankılansın.


Amin.

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 01.04.09, 14:11 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Muhsin Başkan

MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE


m.turkone@zaman.com.tr

Türkiye'nin açık duran temiz sayfalarından biriydi. Onun arkasından yazmak ve bu sayfanın kapandığına şahit olmak çok zoruma gidiyor. O bizim gençliğimizin lideriydi. Hep, hem bizden, hem de bizden fazla biriydi. Kendimizi onda bulduk ve onunla temsil ettik.
O bizim yüreğimiz, bizim duruşumuz, bizim sesimizdi. Zaman zaman korksak da, o bizim hiç geri adım atmayan cesaretimizdi. Dünya telaşı ile yalpalarken, o cetvelle çizilmiş gibi dümdüz yolunda ilerleyen gölgemizdi. Hiç eğilmeyen başımız, hiç zedelenmeyen onurumuzdu. Zamanla biz onu yalnız bıraksak da, o bizden hiç vazgeçmedi.

O bizim Muhsin Başkan'ımızdı.

1976 yılının Eylül ayının başlarıydı. Siyasal'da yeni öğrencilerin kayıtları devam ediyordu. Dev-Yol, fakültenin girişine masayı kurmuş, gelenleri zorla derneğe kaydediyor, haraç alıyordu. Bize selam verip kayıt yaptırmaya gidenlerden birkaçını da sıkıştırmışlar. Sorumluluk bendeydi. Yardım istedim. Site Yurdu'nda iki kişi beni buldu. Mütevazı ama çok kararlı görüneni benimle konuştu. Muhsin Yazıcıoğlu ile ilk karşılaşmamdı. İki saat sonra, kulaktan kulağa yayılan, iki kişinin Siyasal'ı bastığı ve iki metre boyundaki Sedat'ın herkesin ortasında adamakıllı dayak yediğine dair inanılması güç bir rivayeti dinliyordum. Birkaç gün sonra burnu bantlı Dev-Yol liderini görünce ben de bu hikâyeye inandım. Bu anekdotu, 70'li yılların Muhsin Başkan'ını resmetmek için aktardım. O yıllarda onu tanıyan herkes, size benzer hikâyeler anlatacaktır.

Sonra Genel Merkez'de beraber çalıştık. Bizim genel başkanımız olmuştu. Doğuştan lider özelliklerine sahipti. Şiddetin tırmandığı yıllarda zirvedeki adamlardan biriydi; ama sükûnetini ve sağduyusunu hiç kaybetmedi. Olanlardan hepimiz sorumluyduk; ama irade bize ait değildi. Çaresizlik içinde güvenecek bir dal arıyorduk. Hepimiz ona güvenirdik. Hepimiz ona inanırdık. Bizi yarı yolda bırakmayacağını, bize yanlış yaptırmayacağını bilirdik.

O yıllarda, ülkemizin ciddi bir tehdit altında olduğuna inanmış ve aynı davaya gönül vermiştik. Ama siyaset ideolojik saflığı bozuyordu. Partinin gündelik siyasete endeksli tutumu ile bizim "kesin inançlı" tavrımız sık sık çatışıyordu. Eleştirilerimiz "Albay"a kadar çıkmasa da, 77'de sayıları artan milletvekillerini hedef alabiliyordu. Çok sert restleşmeler yaşadık. Muhsin Başkan bu sürtüşmeler boyunca dimdik durdu. Onun desteğiyle Ülkü Ocakları bünyesinde daha muhafazakâr ve daha toplumcu bir çizgi giderek netleşmeye başladı. Manzara dışardan göründüğü gibi değildi. O yıllarda da sonra da bizim tek liderimiz Muhsin Başkan'dı.

Cezaevinde geçirdiği 7,5 sene zarfında ve sonrasında da bizim liderimiz olmaya devam etti. Hepimiz ona "Türkeş'in halefi" gözüyle bakardık. Aksini düşünen de çıkmazdı. Ne var ki liderler haleflerden hoşlanmıyorlar. Türkeş, yakın çevresini sürekli değiştirerek yoluna devam eden bir politikacı idi. Muhsin Başkan'ı değil ama, onun yakın arkadaşlarını çembere aldı. Muhsin Başkan, kendisine güvenenleri yarı yolda bırakmamak uğruna MHP'den ayrılmak zorunda kaldı. Ayrılırken geride geçmişten intikal eden bir şey bırakmadı, hepsini aldı yanında götürdü.

Politikada farklıydı. Hep gerekli esnekliği gösteremediğini, kişiliğinden ve prensiplerinden ödün vermediğini düşünmüşümdür. Politika saf inançla yürümüyor; Muhsin Başkan hesap değil, gönül adamıydı. Politikanın içine taşıdığı kendi dünyasının bu toplumdaki karşılığını, evvelki akşam Büyük Birlik Partisi Genel Merkezi önünde endişe içinde ağlayan gençlerin yüzünde gördüm. Galiba onu tanıyanların, hepimizin yüzü öyleydi.

İnsanın içinde bir şeyler ağırlaşıyor ve kopuyor. Kopan bedeninizden, yüreğinizden, beyninizden veya geçmişinizden bir parça değil. Her şeyinizin iyi ve güzel yanlarına dair çok esaslı bir şey. Özünüze dair.

Son dakikalarında, o helikopterde herkesi nasıl sakinleştirdiğini, nasıl kaya gibi metin durduğunu gözümde canlandırırken, bizler niye darmadağın oluyoruz?

Ah başkanım ah; bize kaybettirdiğinin ne olduğunu bir bilseydin.


27 Mart 2009, Cuma

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino ... sin-baskan

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 01.04.09, 14:12 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Hey gidi Muhsin Başkan hey...

Ahmet TURAN ALKAN


t.alkan@zaman.com.tr


Şakaklarında birkaç kır tel, alnında birkaç çile kırışığı.Bizim kuşağın en genci, en yakışıklı delikanlısı...

*

Bugün perşembe; 26 Mart Perşembe.

Muhsin Yazıcıoğlu'nun bindiği helikopterin enkazına, neredeyse 24 saatten beri ulaşılamadı; modern zamanların en şeddâdî iz ve sinyal takib etme teknikleri bir işe yaramadı. Yüzlerce insan, bilmem kaç helikopter ve uçak seferber... Haber yok! Kulağımızda İHA muhabiri İsmail Güneş'in gittikçe zayıflayan sesi yankılanıp duruyor,

- Kimseden ses gelmiyor, gelmiyor. Eyvah çok kötü!..

Saat 13 sularına geldi; hâlâ bir haber alamıyoruz.

Ve saatler geçtikçe bir mucize, şaşırtıcı bir "iyi haber" bekliyoruz ama...

*

18 yaşlarında kocaman çocuklarız. Senelerden 1972. Mevsim güz; içimizde Ankara rüzgârı. Taşralardan Ankara'lara okuyup "büyük adam" olmak için gelip resmî yurtların kasvetli odalarında yalnızlığın çukurlarına düşünce, "anne, anneciğim" diye başımıza yorganı çekip bir güzel ağlamışlığımızın günleri.

Muhsin Yazıcıoğlu'nu ilk defa Veteriner Fakültesi'nde görüyorum; adam 18 yaşında bile efsâne; öyle karizmatik. Yıldırım Beyazıt'taki yurt binasının bahçesinde bir duvar önünde sohbet ediliyor. O günlerde bir "başkan"lık vâkıası var; yurt başkanı, fakülte başkanı: Yazıcıoğlu ya yurdun ya Veteriner'in başkanı.

Bazı insanlar vardır; hep böyledir; vasıflarında lider olmak tabiatı ile doğar, öyle yaşarlar. Muhsin Yazıcıoğlu da öyle. Hep yaşından büyük, hep sorumlu, hep ağır...

Gençlik hâtıralarımı çağırıyorum; onu hep bulunduğu mekânda, insanların ilgi odağı ve çekim merkezi halinde hatırlıyorum. İnsanlara güven, ümit ve cesaret telkin ediyor. Orada Muhsin Yazıcıoğlu varsa nefislere itimad duygusu gelip yerleşiyor.

Ankara'da Hacettepe sırtlarında bir tarafta fakültelerin, öteki yanda kalabalık yolların bulunduğu meydan gibi bir yerdeyiz. Bin kişi var mıyız? Varız. Hacettepe Tıp Fakültesi'nin olduğunu tahmin ettiğim binaların tepesinden aşağıya doğru silah tarrakaları yankılanıyor. Sene 75, belki 76... Kalabalık dalgalanıyor. Mesele nedir? İşgal, boykot, güç gösterisi? Hatırlamak zor. Heyecan yüksek. Polis panzerleri kalabalığı çevreleyip dağılın ikazları yapıyor megafonla.

Orada yüksekçe bir yerde görüyorum onu,

-Dağılmayın, dik durun; ben söylemedikçe bir yere kımıldamayacaksınız, diyor ve ilâve ediyor:

-Yanınızdaki arkadaşınızı polise bırakmayacaksınız. Nasıl geldiysek öyle gideceğiz!

Yine silah sesleri...

- Şimdi İstiklâl Marşı'mızı okuyacağız; rahat, hazır oll!

*

Ülküdaşım, genel başkanım, hemşehrim, arkadaşım...

Günün birinde patronum da oluyor. Ankara'da yayınlanan Hasret ve Genç Arkadaş dergilerinin yayınlandığı Dörtyol semtindeki apartman dairesine uğruyor ara sıra. Dergi yapıyoruz, mizanpaj yapıyoruz, kapak yapıyoruz, sonu "kahrolsun"larla, "yaşasın"larla biten sert yazılar yazıyoruz, pikaj, montaj işleri, ışıklı masalar... Vaktiyle Nihat diye bir arkadaş vardı; o derginin dizgi işlerini görmekte. Kaç ay sürdü bilmiyorum, talebeyim henüz, biraz alacağım birikmiş. Alacağımı veriyor patronum; kaç lira hatırlamıyorum; o parayla Anafartalar'da bir kuyumcudan bir çift altın küpe alıyorum nişanlım için.

O küpeleri her görüşümde yıllardan beri o günleri, onu hatırlıyorum.

*

Saat onbeşe geliyor; bakanlar açıklama üstüne açıklama yapıyorlar. Helikopter sinyal vermiyormuş.

Kelimeler... Ne işe yararsınız siz? Kanat olabilir misiniz kanat? Kar araçlarına takılan demir palet olabilir misiniz icabında? Elinde minicik ilkyardım çantasıyla bir doktor, bir hemşire...

Veya bir Allah'ın kulu olsun da, sırtından pardesüsünü çıkarıp yirmi dört satten beri kar altında, tipi altında hayatla ölüm arasında gidip gelen kazazedelere ümit versin, su versin, söz olsun...

Ne işe yarıyor ki kelimeler?

*

Günün birinde Sivas'tan milletvekili seçiliyor; önceleri, sandık başına bile gitmeyeceğimi işiten eski ülküdaşlarım bana çok şirin bir şaka hazırlıyorlar. Yolda yürürken iki kişi koluma giriyor, bir arabaya bindiriyorlar. Şehir dışında bir yere gidiyoruz, iniyoruz; diyorlar ki, "sen oy vermeyeceğim demişsin; doğru mu?" "Doğru" diyorum, "kimseye oy vermeyeceğim bu seçimde". İçlerinden biri elini beline götürüyor, "Sen yine sözünde durmuş ol; sorarlarsa silah zoruyla oy verdim dersin!"

Gülüyoruz, gülüşüyoruz. İşin ucunda "Muhsin Başkan" var çünkü. O seçimlere koalisyon halinde giriyor sağdaki partiler.

O Meclis'e yakışıyor; Meclis de ona. Sonra partisinden ayrılıp kendi partisini kuruyor. Seçimler, seçimler, seçimler... Karşılaştıkça beni onurlandırmak için "üstad" diye hitab ediyor; ben ona "Başkan".

Karşılaştığımız ilk gün de "başkan"dı; şimdi ve hâlâ yine başkan.

İstatistiklere bakanlar, Muhsin Yazıcıoğlu'nun partisini tek kişiden ibaret bir küsurat partisi gibi görürler; sayılar böyledir; bu yüzden akıllı adamın biri, "saymalı değil, tartmalı" demiş vaktiyle.

Sayılacak değil, tartılacak adamdır o; tabii özgül ağırlık denilen şeyin terazisi varsa...

*

Nedendir bilmem yıllar geçtikçe ikiye bölünen o iki partinin irice olanına değil de ufak ama sevimli olanına ısındı kalbim. Rahmetli anacığımın vefatında bir evvelkiler kapımı çalmazken Muhsin Başkancılar, fakirhanemize gökten indirilmiş paraşütçü birlikleri gibi akın etmişlerdi de nasıl onurlanmıştım, nasıl içim kabarmıştı...

O gün dedim ki içimden, "ki bunlar kara gün dostlarıdır; salımıza girecek arkadaşlardır; hatırları büyüktür".

*

Saat 16'ya geliyor. Haber yok; bir nefes de mi yok?

Kelimeler, ne işe yararsınız siz; karlı dağların başında bir kibrit kadar olsun ışık olup ısıtmadıktan sonra...

*

Şakaklarında birkaç kır tel, alnında birkaç çile kırışığı. Bizim kuşağın en genci, en yakışıklı delikanlısı...


28 Mart 2009, Cumartesi

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 01.04.09, 14:27 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
ŞEHİD OLDU “YİĞİT ADAM”

Haydar Murad HEPSEV

Kaç gündür yüreklerimizde hançerler vardı. İyi bir haber duymak için haber bültenleri ve siteleri arasında mekik dokuduk. “Nasıl bir helikoptermiş ki düştü ama bulunamadı” diyorduk kendi kendimize. “Nasıl arıyorlar da neden bulamıyorlar” diye kahroluyorduk ama dualarla biraz teskin ediyorduk içimizi. Gitgide ümitlerimiz tükendi lakin yine de konduramıyorduk, maalesef kara haber geldi ve yüreğimiz kabardı, gözlerimiz doldu ama bizler mü’miniz “Muhakkak ki biz Allah içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz.” dedik ve Fatihalar okumaya başladık.

Bir mü’min insandı Muhsin YAZICIOĞLU. Yiğit adamdı; mert ve onurlu bir Anadolu delikanlısıydı. Her zaman delikanlı kaldı. Cesur ama dikkatli, atak lakin dengeli kaldı. Güven veriyordu; bir parti başkanı olduğu halde fitne ve fücura karışmadı, sevenlerini de korudu. Allah teala hazretleri şehadetini kabul eylesin, taksiratını afv u magfiret eylesin; yakınlarına ve sevenlerine sabr-ı cemil nasib eylesin.

Çilekeş ama yiğit Anadolu bir kahraman evladını daha yitirdi. Bin seneden beri feda ediyor çocuklarını, gözyaşlarını içine akıtıp yenilerini yetiştiriyor ama onları da kaybediyor… Anadolu’nun, cennet vatanımızın ne bitmez çilesi varmış, Ya Rabbi!

Bu ölüm bir şehadettir, onda şüphemiz yok. Lakin gerçek bir dava adamının vefatı, bu çilekeş topraklarda, çoğu zaman normal olmamıştır. Hele “Büyük Birlik” idealiniz varsa, hele hele birçok defa kaza geçirmişseniz, davanız “Allah yolu” ise… Bilmiyorum, bilmiyorum, bilmiyorum. Kendimi hislere kaptırmak istemiyorum ama bunları söyleten duygularım değil aklım ve bilgilerim. (Ülkemiz, önemli bir seçimin arefesindedir. Ve maalesef Mart 2009 Yerel Yönetim Seçimleri, artık bu elim hadisenin gölgesinde kalma durumundadır. Bu önemli seçimde Muhsin Yazıcıoğlu ne yazık ki rol alamayacaktır. Yalnız bu eksiklik dahi çok önemli ve tabii ki olumsuz bir gelişmedir, diğerleri de zaman içinde açığa çıkacaktır.)

O “yiğit adam” artık yok lakin Müslüman Anadolu bereketli bir topraktır, kahramanın biri gider bini gelir, Allah’ın izniyle. Mesele yenilerini yetiştirip mevcutlara sahip çıkmaktadır; takdir-i İlahi ile aramızdan ayrılmış olanları örnek alıp hatıralarını saygı ve sevgiyle yaşatmaktadır.

Müslüman milletimizin başı sağ olsun, “Yiğit Adam Muhsin Başkan”ın ve kendisiyle beraber vefat edenlerin ruhu şad olsun; Rabbimiz hazretleri onları cennet ve cemaliyle şereflendirsin (amin).

27 Mart 2009

http://www.yucedevlet.com/haber/270-seh ... -adam.html

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 02.04.09, 09:36 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Yazıcıoğlu'nun misyonunu konuşmak

Akif Emre


Muhsin Yazıcıoğlu'nun karlı dağ başında yalnız ve tenha, sisler arasında hayata veda edişi hemen herkesi derinden etkiledi. Ölümü de yaşadığı gibi geldi. Fırtınalı hayatının, eğilip bükülmeye meydan vermeyen çizgisinin son perdesi gibiydi. "Yaşadığınız gibi ölürsünüz" kutlu sözünü hatırlatan, gelişiyle de kalpleri ısıtan bir soğuk ölüm.

Yazıcıoğlu'nun vefatı üzerine yazı yazanların çoğu bir dönem yaşanmış birlikteliklere, anılara yer verdi. Doğal olarak duygusallığın yoğun olduğu yazılardı. Bunlardan bir kısmı bugün farklı siyasi çizgilerde olsalar da bir dönem birlikte mücadele verenlerin onun hakkındaki görüşleri, daha çok birlikte oldukları döneme ait hatıralardan ibaret kaldı. Pek çok kişi Muhsin Yazıcıoglu ile bugün siyasi olarak yollarını ayırsa, farklı tercihlere sahip olsalar da bir vefa ve takdir duygusuyla onunla ortak anıları paylaşan duygusal yazılar yazdılar.

Çok duygusal anları paylaşarak bir dönemin bilinmeyen ayrıntılarını da bu vesile öğrenmiş olduk. Onun lider kişiliği, insan olarak sadakatiyle tam bir Anadolu çocuğu oluş resmi bir kez daha çizildi.

Ölümü üzerine hakkında bu kadar takdir dolu, sevgi dolu yazılar yazılan kişini bir siyasi hareketin lideri olduğunu bastıracak kadar duygusallık paylaşıldı. Bir hareketin, siyasi bir partinin lideri olarak siyasi çizgisi, bu noktaya nasıl geldiğine hemen hiç değinilmedi. Onun kişiliğine hayran olanların neden hareketinin içinde olmadıkları sorusu ister istemez akla geliyor. Harekete katılmamışlarsa, yolları ayrılmışsa anıları arasında buna dair bazı ayrıntılar aktarabilinirdi. Belki ortak dostluk adına acıyı derinleştirecek polemiklere girilmek istenmedi ki bu da çok insani bir tavır.

Muhsin Yazıcıoğlu'nun, 1970'li yılların Türkiyesinin çalkantılı yıllarında içinde bulunduğu hareketle hesaplaşarak ve bunun bedelini de en ağır şekilde ödeyerek ayrılması, en azından bugün geldiği farklı çizgiyi irdeleme açısından ışık tutucu anekdotları hala bekliyoruz. Her şeye rağmen, vefatı vesilesiyle başlattığı ya da 'ayırdığı' hareketin değerlendirmesi babında bazı tespitlerin yapılmasını zorunlu görüyorum. Yazıcıoğlu ve Büyük Birlik Partisi'nin Türk milliyetçiliği açısından değerlendirilmesi gereken önemli bir misyon icra etti.

Yıllarca savunduğu Türk milliyetçiliği, mücadelesini verdiği ülkücü hareketle ilişkileri ve fikri olarak geldiği noktanın ne olduğu konuşulmadan yapılacak her övgü, onun bu hareket içinde oynadığı rolü anlamayı zorlaştırır. Milliyetçiliğin farklı tonlarından sıyrılıp daha yerli, İslami özelliği öne çıkan, İslam kardeşliğine yaklaşan bir hareketin dinamik kitlenin doğuşu siyasal hareket olarak bile önemsenmeye değer.

Bu açıdan Yazıcıoğlu'nun misyonu belki Erbakan'ın misyonu ile kıyaslanabilir. Erbakan'ın siyaset tarzı, söylemi ister beğenilsin ister beğenilmesin şu gerçek atlanarak ne milli görüş ne de son40 yılın Türk siyasi hayatı anlaşılamaz. Erbakan; İslami hassasiyetleri önceleyen kitleyi Demirel'in temsil ettiği merkez sağ-muhafazakar çizginin içinden çıkarıp bağımsız siyasi bir kimlik kazanmalarını sağlamıştır. Bugün adına siyasal İslam, İslamcı siyaset daha yaygın olarak Milli Görüş denilen çizginin oluşumu, bu kitlenin muhafazakar partilerin gölgesinde sığıntı olmaktan çıkarıp siyasi hayatın bir aktörü haline gelmesini sağlaması Erbakan adına yazılacak tarihi roldür.

Muhsin Yazıcıoğlu'nun da bu çerçevede benzer bir misyonu yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Asıl konuşulması gereken ve ısrarla pek çok eski dava arkadaşının konuşmaktan kaçındığı yanı da bu yönü olsa gerek.. O'nun, çeşitli tonlarıyla MHP içindeki önemli bir gençlik kitlesini Türkçü bir çizgiden sıyırıp daha İslami hassasiyetleri olan bir çizgiye çekmesini başarması, bu dinamik kitlenin ayrı bir siyasi kimlik kazanması açısından son derece önemlidir.

Bir yanda komünizme karşı milliyetçilik adına bir nesli kullanan 'derin yapılanma'lara karşı öncülük ettiği gençliğin provakasyonlara kurban edilmesini engellerken diğer yanda daha İslamileşen bir çizgiye getirmeyi başarması tarihi bir olaydır. Yazıcıoğlu'nun cesur çıkışı olmasaydı, belli bir mücadeleden gelen bu kitle muhtemelen kuru Türkçü çizgide devam edecek, geçmiş tecrübenin sağlıklı bir muhasebesini, hesaplaşmasını gerçekleştiremeyecekti.

Son dönemde de BBP gençliğini provakatif eylemlere, karanlık cinayetlere çekme girişimi başarısız kalmışsa O'nun kararlı ve bilinçli duruşu sayesindedir.

Muhsin Yazıcıoglu'nun bugün bıraktığı siyasi çizgi atlayarak, bunu anlamını yok sayarak anılması onun gerçek misyonunun üstüne örtü sermeye yarar.

Allah'tan rahmet diliyorum.

-Yeni Şafak-

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 02.04.09, 09:38 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Evet, o istikamet ve vakar sahibiydi

Beşir Ayvazoğlu

Perşembe, 02 Nisan 2009


"Muhsin Başkan"ın cenaze namazını kıldıran Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, onun için "İstikamet ve vakar sahibiydi!" demiş. Ne kadar doğru bir söz!

Ankara'daki muhteşem cenaze töreni, Muhsin Yazıcıoğlu'nun bu "duruş"una gösterilen saygının etkileyici bir ifadesiydi. Lideri olduğu Büyük Birlik Partisi, benim de memleketim olan Sivas dışında varlık gösterebilen bir parti değildi; fakat o, daima partisinin gücünü çok aşan ve varlığıyla topluma güven veren bir siyasî figür olarak önemli roller oynadı. Nice badireler atlattığı halde ayakta kalmayı başarmış ve istikametinden asla sapmamıştı.

İstikamet sahibi olmak, "Muhsin Başkan"ın yanlışlarında da sabit-kadem olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Ateş denizinin içinden çıkıp gelmiş bir gençlik lideri ve tecrübeli bir siyasetçi olarak ırkçılık kokan bir milliyetçiliğin Türkiye için ne kadar tehlikeli ve demokrasinin ne kadar önemli olduğunu çabuk anlamıştı; partisine amblem olarak seçtiği "gül", bana sorarsanız hem sahiplenip savunulan değerleri, hem de barışı, bir arada yaşamayı, tesamuhu temsil ediyordu. İdeolojik mülâhazalarla bir yanlışı veya bir haksızlığı savunduğuna şahit olmadım. Liderliği çevresinde asla tartışılmazdı, ama aynı zamanda mütevazı bir bilge ve şairdi; kendisine bağlı olanları kurşun askerler gibi görmez, sağlam karakteri, sevgisi, tevazuu ve bilgeliğiyle kuşatarak fethederdi. "Alp"lık yeterli değildi onun için, "eren"lik de gerekliydi.

Aynı kuşaktandık, aramızda bir yaş vardı. Uzun boylu beraberliğimiz olmadı, fakat ne zaman karşılaşsak kırk yıllık dostlar gibi kucaklaşırdık. Benim de yanında olmamı istediğini biliyordum; fakat siyasetten sonuna kadar uzak durmaya kararlı olduğum için, 1970'lerden beri tanıdığım "Muhsin Başkan"la ilişkim, kendisini hemşehrim ve dostum olarak uzaktan uzağa sevip takdirle takip etmenin ötesine geçmedi. Zaman zaman telefonlaşır, çok zaman da Sivas'ta karşılaşırdık. 1997 kışında, annemin hastalığı sırasında arkadaşlarıyla birlikte hastahaneye gelişini hiç unutamam. Annemin ve daha sonra babamın vefatında beni ilk arayanlardan biriydi. Dedim ya, varlığıyla güven verirdi; zor zamanlarınızda onu yanınızda hissederdiniz.

"Muhsin Başkan", şu sıralarda ellili yaşlarını yaşayan 1980 öncesi ülkücülerinin idealizmini tek başına temsil ediyordu. "Masum Anadolu"nun "saf çocuğu"ydu; doğru, fakat saflığı, temizlik, dürüstlük, garazsız ivazsızlık, gıllıgışsızlık diye anlarsanız... Nasıl ve niçin başladığını, niçin gitgide kanlı bir boğazlaşmaya dönüştüğünü şu günlerde daha iyi anladığımız kavganın arka planındaki hinoğluhinlikleri, eminim, hepimizden önce fark etmişti; birilerinin el ovuşturarak seyrettiği bu ahmakça kavganın içinden ve bu kavgayı bahane ederek yönetime el koyanların işkencehanelerinden kurtulmayı başararak -ki hakikaten büyük bir başarıdır bu- belki de kapalı kapılar ardında "saf çocuk"lar üzerine yapılan hesapları boşa çıkarmak, oyunları bozmak için yoluna kararlılıkla devam etti. Tek başına kalsa bile, doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen, gerektiğinde dünyaya tek başına meydan okuyabilecek cesarete sahipti. Ama körü körüne değil; sağduyuyu, itidali temsil ederek ve yaşadığı çağı anlamaya çalışarak...

Onunla birlikte yola çıkanların çoğu, bir asır yaşamışçasına yorgundurlar. Bazıları hâlâ çeşitli partilerde siyaset yapıyor; bazılarıyla bürokrat veya önemli başarılara imza atmış iş adamları olarak karşılaşmak mümkün. Basın dünyasında şöhret kazananlar da var, üniversitelerde akademik kariyer yapanlar da. Bir kısmı devlet sevgileri ve misyon vehimleri okşanarak çeşitli işlerde hoyratça kullanıldılar. Bir kısmı belki de çaresizlikten kendilerini yeraltının karanlık dehlizlerinde buldular ve hâlâ oralarda serseri mayın gibi dolaşıyorlar. Nerede olurlarsa olsunlar, hepsinin "Muhsin Başkan"a gıptayla baktıklarından ve 1980 öncesinde yaşadıkları saf idealizmi -bütün acılara ve aldatılmış olduğunu anlamanın yarattığı müthiş travmaya rağmen- derin bir daüssıla duygusuyla andıklarından şüphe etmiyorum.

Sivas, onun gösterdiği adayı belediye başkanı seçerek değerli oğluna duyduğu sevgiyi, saygıyı, dolayısıyla "varak-ı mihr ü vefa"yı hâlâ okuyup dinleyenlerin bulunduğunu gösterdi. Doğrusu, memleketimle gurur duyuyorum. Sivas'ın yeni başkanı Doğan Ürgüp'ü çocukluğundan beri tanırım; hem başsağlığı dilemek, hem de tebrik etmek için kendisini aradım; kazandığı başarıya sevinmek şöyle dursun, konuşacak hâlde bile değildi. Sevgili Doğan Ürgüp, kendisini bir an önce toplamalı, "Muhsin Başkan"a lâyık başarılı bir belediye başkanı olmak için hemen kolları sıvamalıdır.

Öyle anlaşılıyor ki, "Muhsin Başkan"sız bir siyaset dünyasına çok zor alışacağız.

Aziz dostuma ve onunla birlikte hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet diliyorum. Başımız sağ olsun.

-Zaman-

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 02.04.09, 09:46 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Muhsin Başkan

Yıldız Ramazanoğlu


İçimize düşen ateş içimizi hallaç pamuğu gibi atıyor.

25 Mart 2009. Kahramanmaraş'ın Berit dağlarındaki karın ateşi içimizde durdurulamayan bir hatırlamayı başlattı.

Hatıralar, anekdotlar, sessizlikle geçen yılların ağırlığı, içimize attığımız her şey şiirlere karışarak geliyor.

Zihnimizde çarpışmalar yaşanıyor. Sözler anlar anılar yıllardır hüzünle tutuldukları yerden kurtulup evin her yanına dağılmak istiyor artık.

12 Eylül neydi tam olarak, nasıl okunmalıydı, o güne gelene kadar geçen süreçte yaşananların toplumsal karşılığını adil olarak ortaya koyabilmiş, analiz etmiş ve gerekli çıkarımlarda bulunabilmiş miydi bu ülke.

Dönemi anlatan öyküler sadece soldan bakan gözlerin gördüğü. Çok önemli tabii ki, iyi ki yazıldılar ama ülkücü hareketi görmezden gelme tuhaflığına düşmekten kurtulamadan. Filmler de öyle.

Süreyya Sırrı Önder'in Beynelminel'ini seyrederken, Atıf Yılmaz'ın Eylül Fırtınası'nda, hatta danışmanları arasında Mümtazer Türköne'nin bulunması nedeniyle ilk kez milliyetçi gençlere bir şekilde yer verilmeye çalışılan Hatırla Sevgili dizisini izlerken olayları bütün sıcaklığıyla yaşamış olan bizlerin hissiyatı hesaba katılmamıştı nedense. Hatta Uçurtmayı Vurmasınlar ve benzeri daha birçok güzel film bu eksik, görmezden gelen yaklaşımla malüldür.

12 Eylül analizlerinin birçoğunda solcuların insanlık ve fedakarlıkla dolu yaşamları konu edilmiş, ülkücüler hep şiddetin kaynağı olarak gösterilmiş, bu neredeyse solun varlık sebebine dönüştürülmüştü. Milliyetçiler bütün bunları nedense düzeltmeye bile gerek görmeyecek bir ruh hali yaşadılar yıllarca. Ne yaşadığımızı biz biliriz ya bu yeter hali. Bu bir şey söylenmiyor çünkü söylenecek söz yok algısı yarattı kimi çevrelerde.

12 Eylül öncesinde aynı evde yetişen çocuklardan bir oğulun zamanın söyleyişiyle “allahsız komünist”olmasının, kızının ise milliyetçi mukaddesatçı saflarda yer almasının nedenlerine, karşılaşmaların temel tartışmalarına çok fazla dikkat çeken olmadı.

Aslında düzeni değiştirmek isteyen hoşnutsuz gençlerin nasıl da benzer ailelerden geldiğini, itirazların aynı sınıfsal cepheden yükseldiğini fark etmemek imkansızdı. Tersine, birçok konuda pekala ortaklaşabilecek gençler, dün de bugün de farklılıkları derinleştirmeyi, ayrı yerlerde durmanın nedenlerini fazla sorgulamadan çatışmayı çoğaltmayı tercih ediyorlar.

Sivas'ın Şarkışla kazasının Elmalı köyünden üniversite okumak için Ankara'ya gelen genç bir adamın, sadece doğruların yanında kalma çabasını, hak ve adalet duygusuyla kendini her daim yenileyerek ilerleyişini anlamak, bu ülkenin iyileşmesi şifa bulması için yapılması elzem bir çalışma.

Ben onu Ahmet Kaya ve Hrant Dink'le aynı topraktan hamurdan gördüğümü yazacaktım ki Hakan Albayrak'ın yazısını gördüm (Yenişafak, 28 mart). “Sadece din kardeşlerini değil, bu toprakların gayri Müslim çocuklarını da bağrına bastı; menfur bir cinayete kurban giden Hrant Dink'in ardından, bağrımdaki bütün Mehmetler ağlıyor diye şiir yazdı” demiş yazısında. Bu şiiri yayınlamasını rica ediyorum kendisinden, çok değerli ve sarsıcı bir bilgi çünkü.

Bu ülkede tanımlama, etiketleme şiddeti had safhada. Muhsin başkanı bir kere şiddet çerçevesinde tanımlayanlar, “bize eli silah tutan değil kalem tutan insanlar lazım” dediğini duymak istemezler. Hrant için şiir yazdığını bilseler canları sıkılabilir. Çünkü insanlara önyargıların içinden bir yer biçmek, sağlam ezberlerle fikir yürütmek konforlu bir zihin sağlıyor.

Onun için dökülen gözyaşlarına bakıyorum da öyle sahici anlamlı ve derinlerden geliyor ki. Hem arkasında ülkenin bütün hikayesi, macerası var, direnen bir milletin ete kemiğe bürünmüş ruhunu taşıyordu, hem de birçok insanın vazgeçmenin, umutsuzluğun, çürümenin, çalıyorlarsa bu doğruysa bile hizmet de ediyorlar söylemine inmiş olmasının karşısında durup, yanlışa razı olmamayı temsil ediyordu.

Efsaneydi diyenler var. Neden acaba? Takiye, bugün söylediğini yarın inkar etme, reel politik, piyasa bunu gerektiriyor denilen bir halin adamı değildi de ondan. "Acı zulüm bir helikopter kiraladık sizlere gelebilmek için, arkadaşlarımız nafakalarından denkleştirdi parayı" derken, bunun paha biçilmez değerini bize bir cümleyle duyurtan, insanları acı zulüm de olsa ilkelerin adamı olmaya çağıran kaç kişi var ki hayatımızda.

Bazılarının "bir yere gelemedi" dediği insanlardan o. Bir yere gelmeyi sahibolmak, ele geçirmek olarak algılayan, onlar Ferrariye biner de biz binemez miyiz yarışına girebilmiş olmayı, bir yere gelmek olarak düşünen zavallıların algı düzeyini aşan biri. Etrafına toplananlar da nemalanma muhipleri değil o yüzden. Onlardan dava arkadaşları yol arkadaşları diye sözediliyor dikkat edilirse.

Vefatından bir hafta önce Karaman'da yaptığı bir konuşmada "Allah bize niye iktidara gelmediniz" diye sormaz demiş Muhsin başkan. "Hakkın yanında durabildiniz mi, dünyevi kayıpları göze alabildiniz mi" diye sorar çünkü. Canların pazara çıktığı bir alış verişten bahis açar hesap gününde.

Fazla konuşmamış anlatmamış adamların ve kadınların zamanından bu nesil.

12 Eylül darbesinin ülkücüleri kolladığını iddia edenlerin aksine birçok genç insan asıldı. Hapislerde işkence gördü. Muhsin başkan da yedibuçuk yıl yattı. Çok korkunç şeyler yaşadı. Çıktığında hüzünlüydü ama yüzünden gülümsemesi hiç eksik değildi. Büyük bir inançla atlatmıştı her şeyi.

Aslında Ülkücü Gençlik Derneğinde yönetim kurulunda birlikte çalıştığım başkanım olduğu zamanlarda, daha yirmibeş yaşındayken bile dirayetli ve aramızda bir nesil varmış gibi olgundu, herkesin derdini sırrını taşıyacak kadar güçlüydü, Türkiye'nin liderlerindendi çok gençken bile.

O zamanlar genç olduğumuzu sadece elden ele dolaşan Mona Roza şiirinden bilirdik. Ölüm haberlerinin dört yanımızı kuşattığı zamanlar.

Yaşananlar konuşulmadı ve birkaç kitap dışında yazılmadı da. Hikayeler yerde kaldı diyemiyorum, çünkü mana aleminin halleri olarak suya atıldı. Hapishane medrese-i yusufiye idi, işkenceler de insan-ı kamil olma yolunda yaşanan tecrübeler, asaletle saklanan sırlar. Öldürülen nişanlılar, kararan hayatlar, Ankara Mamak cezaevinin kapılarında birkaç dakikalık görüşler için gün boyu çekilen çileler, aşağılanmalar. Hepsi kalplere gömüldü.

O yüzden 78 kuşağı olmakla seksen kuşağı olmak arasında büyük bir fark vardır. O iki yıl bizi tamamen ayrı iki kuşak yapar. 12 Eylül öncesini yaşamış olanlar ve yaşamamış olanlar. Katlanarak yüceleceğine, susarak derinleşeceğine inanan insanlar. Muhsin başkan hayatıyla yazdı şiirini. Şiir yazması da şaşılacak bir şey değil.

Çok şiirler var o dönemin gençlerinden gün yüzüne çıkmamış. Herkes yazardı için için.

Bir köşe başında öldürülen gencecik bir ülkücü için Naci Bostancı'nın yazdığı sanırım Hasret dergisinde yayınlanan şiiri ezberlemiştim o zamanlar. Solcular tarafından vurulmuş, kaldırıma uzanmış kanlar içinde yatan, eminim ki arkadaşı olan bir Anadolu gencini anlatırken, gömleği cebinde ıslanan resimlerden, seveni bekleyeni arkadaşı oluşundan sözediyor ve “ıpılık aktı kanı /sanırım vuranın da vurulsa öyle akardı” diyerek akan kanların ortaklaşmasını anlatıyordu. Tam o acı anında ortaya konan bu yüce hissiyatın gücünü unutamam.

Şimdi ağabeyimiz Mehmet Akif'in yattığı Taceddin Dergahına defnedilecekmiş. Asımın neslini özleyen büyük şairin yanına gömülmek tesadüf olabilir mi?

Arkamdan gelen var mı diye bakmadan tek başına yürüyen adam. Partimiz mahallenin çok beğenilen ama kimsenin almak istemediği güzel kızı gibi, neden oy vermediklerini çözemedim demiş bir konuşmasında. Rotayı sürekli doğru bildiklerinden yana kırmak, körlemesine bakanlara göre hep kaybeden olmak, acı zulüm bir helikopter bulabilmek, karlı dağlara vurmak çetin bir işti de ondan almıyordu kimse. Kimi hatalar da vardı elbet, inkar edilemez. Fakat sizin misyonunuz iktidara gelmek değil, bir referans ve sağlama noktası olmaktı sanırım başkanım. İçimizdeki söylenmemiş sözler, ihmal edilmiş ziyaretler, pişmanlıklar, özlemler ve keşkelerle kavruluyoruz açıkçası.

Kocatepe Camiinde olmuştu düğün töreni. Bu sade törende okunan Fetih suresinin son ayetleri şimdi ruhunuzun örtüsü olsun.

http://www.timeturk.com/yildiz-ramazano ... azisi.html

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 02.04.09, 12:57 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Muhsin Yazıcıoğlu'nun karşısındakiler

MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE

Muhsin Yazıcıoğlu'nun cenaze töreninde bir araya gelenler, biraz da bir dönemi hep birlikte kapatmaya gelmişlerdi. Benim kuşağıma mensup olanların yüzlerine yansıyan hüzünde, kendi gençlikleri ve çektikleri çileler vardı. Cenazelerde geride kalanlar sadece gidene değil, gidenle birlikte kaybolan kendi geçmişlerine ağlarlar.

Ya tam karşı kutupta yer alanlar? Sanıyorum onlar da kendi geçmişlerine geri döndüler, bize bir muhasebenin özetini verdiler.

Önce, cenazenin arkasında saf tutan devlet ricalinin verdiği mesajı doğru okuyalım. Bülent Ecevit rahmetli, sağ olsaydı cenazede olacaktı. Rahşan Ecevit, varlığı ile bize bunu göstermiş oldu. Pol-Der'li polisleriyle, TÖB-Der'li öğretmenleriyle ve tarumar ettiği Eğitim Enstitüsü öğrencileriyle Ecevit'e ve Ecevit'in yanında yer alanlara hakkımızı helâl etmeli ve ölenlere rahmet dilemeliyiz. Yine Kocatepe Camii avlusunda cenazede saf tutan, dönemin Maliye Bakanı Deniz Baykal'a da. Mamak'ta Muhsin Başkan ile beraber zulüm gören, hayatları kararanların, bugün cenazede saf tutan Genelkurmay Başkanı'nın şahsında bütün askerlerle helalleşmiş olmaları lâzım. Orada bulunanların bu acılı geçmişi, Muhsin Yazıcıoğlu'nun aziz hatırası ile birlikte o musalla taşından kaldırmaya geldiğini anlamış olmalıyız.

Yurtdışından yazan Bernar Kutluğ'un şu satırlarını da, tam karşı kutupta yer alan dönemin sosyalistlerinin duyguları olarak Muhsin Başkan'ı sevenlerin okumasını istiyorum:

Sayın Türköne,

"...Ülkemizde sağ ve sol yoksayıcı, ötekileştirici dilden kurtulma erdemini gösteremediği sürece, varılabilecek pek bir yer yok. Kaldı ki, benim ümidim yeni kuşak insanlarımızda. Biz (ülkücüler ve devrimciler), çok çok yazık ki, vakti zamanında mütevazı boyutlarda da olsa bir diyalog, diyaloğu bir yana bırakın, bir samimi merak, içten bir tanıma isteği yaratamamıştık gençlik yıllarımızda. Her iki taraf da yalnızca düşmanlıktan beslenir gibiydi. Ben, 12 Eylül´den çok çok sonra, pasaport alma uğraşısı sırasında öğrendim yüreğimi MHP'li bir militana açabileceğimi, Türkiye'den ayrılmazdan hemen önce: Ankara'ya gitmiştim eski sıkıyönetim mahkemelerindeki binlerce dosyanın muhafaza edildiği bir devlet binasında kendi dosyalarımı bulmak için. Kapıyı arkamdan kilitleyip, "dosyanı bulduğunda kapıya vur, gelip açacağız" demişlerdi. İçeride, benim gibi kendi dosyasını arayan bir insan daha vardı. On bir yıl kalmıştı cezaevlerinde. Bir saati aşkın birlikte arandık dosyalarımızı, kendiliğinden gelişen bir sohbet eşliğinde. İlkin o kendi dosyasını buldu, ardından bir süre sonra ben. Birlikte ayrıldık o itici binadan, bir çay bahçesinde sürdürdük söyleşiyi. Sayın Yazıcıoğlu gibi Sivaslı idi o arkadaşım da. Benden çok daha uzundu. Ayrılırken beni kucakladı. Bir İLK idi yaşadığım o günkü duygu, ama yabancılaşmadım o sıcak duyguya sonraki yıllarda. Bugün artık çok çok iyi bildiğim, asla ödün vermeden yaşantımı tamamlamak istediğim gerçek şu ki, insanı insan yapan değerler ideoloji ile ilintili değil pek. Başörtüsü zulmüne uzaktan seyirci olan bir devrimci, eski Dev-Genç lideri olsa ne yazar; Sayın Yazıcıoğlu'na yiğit demeye getiremiyorsa dilini, o dilden bu ülke hayrına işitilecek ne söz çıkar? Ergenekon orada, burnumuzun ucunda dururken, AKP düşmanlığını seçen solcu, bir kütüphane dolusu kitap hatmetmiş olsa ne yazar? Uzun sözün kısası, sayın Türköne, Sol'un tümden yıkılıp çok daha başka değerlerle yeniden inşası, bir sorumluluk. Ama, yalnızca ideolojik bir sorumluluk değil bu, yalnızca Leninizm, Kemalizm vb. budalalıklardan arınmaktan ibaret bir sorumluluk değil. Bu aynı zamanda, yiğit olana yiğit demekte hiçbir beis olmadığını da anlama, idrak etme sorumluluğu. Ezber bozan seslere çok çok ihtiyacımız var..."

Muhsin Başkan'dan bir anekdot naklederken, o dönemde Mülkiye'de karşımızda yer alan Devrimcileri kırmışım. Maksadım bu değildi. O yıllarda, okula gidemediğimiz için öğrenimini yarıda bırakan arkadaşlarım da dahil, hepimiz sağlı-sollu kaybettiklerimizden üzüntü duyuyoruz. Bizim ifade edecek vesile bulamadığımız bu üzüntüyü, solcuların Muhsin Başkan'ın cenazesi vesilesiyle gösterdiğine inanıyor ve duygularımızın karşılıklı olduğunu düşünüyorum.

Önceki gün Muhsin Başkan'la birlikte toprağa verdiğimiz hüzünlü geçmişi ve 70'li yıllarda hayatını kaybedenlerin tamamını saygıyla anıyorum.

02 Nisan 2009

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 02.04.09, 13:01 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
O'nu kalplerimize gömdük

Hasan Celal Güzel

02-04-2009


‘Alperen’, güzel Türkçemizde birleşik bir kelimedir. Yiğit, kahraman, cesur, bahadır anlamındaki ‘alp’ ile derviş, ermiş, velî anlamındaki ‘eren’ kelimelerinden terkîb edilmiştir. Kısaca ‘mücahit’ mânâsına gelir. Alperen’in bir elinde tesbihi, diğer elinde silâhı vardır. Alperen, Hakk yolunda O’nun rızası için mücadele eder. Bir ayağı dergâhta, diğer ayağı ordugâhtadır. Osmanlı, alperenler sayesinde bir cihan devleti olabilmiş; ‘cihan hâkimiyeti mefkûresi’ ile ‘nizam-ı âlemi’ tesis edebilmiştir.

Aradan uzun yüzyıllar geçtikten sonra 21. asrın Türkiyesi’nde ‘alperen’ sıfatına en çok yakışan ve Hoca Ahmed Yesevî’yi günümüzde temsile en fazla lâyık isim, hiç şüphesiz ‘Muhsin Yazıcoğlu’ idi. Muhsin Başkan, yiğitliğiyle, imanıyla, ahlâkıyla ve mücadelesiyle tam bir alperendi...


***

Muhsin Yazıcıoğlu çileli bir dâva adamıydı. 55 yıl sürebilen bütün ömrü boyunca daima çile çekmiş; hayatının en güzel gençlik yıllarını haksız yere tutuklu olarak işkenceler altında hücrelerde geçirmişti.

‘Çile’ şairi üstâd Necip Fâzıl, meşhur şiirini şöyle bitirir:
‘Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Buricik meselem, Sonsuza varmak...’

Benim ince ruhlu şair Muhsin Gardaşım da zindanda hürriyet özlemi, tahassür ve Hakk aşkıyla yazdığı ‘Üşüyorum’ adlı şiirinde şöyle sesleniyor:

‘Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum... ’

Ne hazin bir tecellîdir ki, Muhsin Gardaşım, koskoca Türkiye Devleti’nin gözü önünde üşüyerek ve donarak Hakka yürüdü.

Dostu Bülent Uygun, O’nun için yazdığı duygulu şiirinde şöyle söylüyor:

‘Şüphe yok, herkes Rabbine döner
Kekik kokulu değil artık dağlarım
Üstünde ağlamaklı yılkı atları
Biliyorum üşümeyeceksin bir daha
Çünkü üstünde Resul’ün kanatları.’

***
O’nun arkasında bir milyona yakın insan yürüdüyse, bunun sebebi, sadece bir siyasî parti genel başkanı olmasından değildir. Zira O’nu herkes çok seviyor ve takdir ediyordu. BBP’li bir dost, kalabalığı göstererek “Muhsin Başkan, en büyük mitingini yaptı” dedi. Siyasette çile çekmiş biri olarak bu esprinin altındaki sitemi anlıyordum. Zira halkımız hem O’nu çok seviyor ve takdir ediyor, hem de yüzde 10’luk barajı geçemez de oyum boşa gider düşüncesiyle oyunu vermiyordu. Sanki bazılarına verdikleri oylar boşa gitmemiş gibi...

Muhsin Bey, hep çileye talip olmuş, hep çile çekmiştir. Düşünebiliyor musunuz? Henüz 14
yaşında vatanını, bayrağını, ezanını, millî ve manevî değerlerini korumak için mücadeleye başla.
12 Eylül Darbecileri’nin paspasa çevirdiği yargı tarafından tam 7,5 yıl seni zindanlarda çürütsünler; akla hayale gelmez işkencelerle 5,5 yılını hücrede geçir. Daha sonra 1996 Genel Seçimleri’nde, mimarı olduğun seçim ittifakında teklif edilen başbakan yardımcılığını ve bakanlığı elinin tersiyle itebilecek kadar gani gönüllü ol...

Nihayet 1992’de dişiyle tırnağıyla kurduğun Büyük Birlik Partisi (BBP ) için hiçbir ikbal
beklemeden 17 sene uğraş... Buna çile denmez de ne denir?...

O’nun inancı, fedakârlığı ve çilesi hakkında sayfalarca yazsak bitiremeyiz. Hapisteyken arkadaşlarıyla birlikte 3500 hatim indirdiklerini, bizzat kendisinin devamlı Kur’an okuyarak maneviyatını koruduğunu, su bulamadığında elini duvarlara sürerek teyemmümle abdest aldığını yazdığımı bilseydi bana ne kadar kızardı kimbilir?...

Ya, yurtdışına kaçırılma teklifini reddederek ‘Ben arkadaşlarımla birlikte hapiste çile çekeceğim’ demesine; avukatı Şerafettin Yılmaz kendisi için tahliye talebinde bulunmak istediğinde, ‘Dâva arkadaşlarım beni mahkeme salonunda görmezlerse moralleri bozulur’ diyerek buna mâni olmasına ne demeli?!...

***
O, yiğit doğdu, yiğit yaşadı ve yiğitçe öldü. Göksun’un dağları üç gün kapanıp yol vermeyerek milyonlarca müminin O’nun için uzun uzun duâ etmesini sağladı.

Alperenimizi, Taceddin Dergâhı’na, çok sevdiği İstiklâl Marşı şairimiz merhum Mehmet Âkif’in evinin yanına defnettik. Derviş gönüllü Muhsin Başkan’ın mezarına, Türkiye’nin her yerinden, ayrıca Mekke, Medine, Bosna, Kosova, Musul’dan getirilen topraklar serpildi. O’nu Itrî’nin tekbiriyle uğurlarken, bir an kulaklarımda Yahya Kemal’in ‘Rindlerin Ölümü’ çınlar gibi oldu:

‘Ölüm âsude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin selviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.’

***
O, bir şehitti. Kendi şahsî hırsı ve menfaatleri için uğraşan sıradan bir politikacı değil; Allah rızası için mücadele eden mücahit bir Alperen idi.
Alperen Muhsin Yazıcıoğlu, özlemini çektiği ‘sonsuzluğun sahibi’ne ulaştı. O’nu sadece Tâceddin Dergâhı’na değil, kalplerimize gömdük.

Bitişiğinden Mehmet Âkif’in O’na şöyle seslendiğini duyar gibi oluyorum:

‘Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor peygamber.’

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 02.04.09, 14:47 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Üzülme Kaptan

Emine K. Arslaner


Cuma, 27 Mart 2009

Olmadı be Kaptan*! Vallahi olmadı... Hani söz vermiştin bana! "Almanya'ya geldiğinde söz veriyorum, aklımdasın, tanıştıracağım başkanla seni" demiştin. "Başkan kadınları siyasete çağırıyor" dediğinde, siyasetle yaşadığım tinsel ve zihinsel uyuşmazlığı dile getirmeden hafif tebessüm etmiş ve unutmuştum bu dolaylı ve nazik teklifi ama onun Almanya'da mihmandarlığını yapma ihtimali mutlu etmişti nedense beni. Daha iki gün önce Başbakanın Avrupalı Türkler konusunda iyi danışmanlara ihtiyacı olduğunu söylemiş, Almanya'yı ziyaretinde sarfettiği yanlış kelimelerden bahsetmiş ve hızımı alamayıp hiç yapmadığım birşeyi yapmış, "Muhsin başkana Avrupalı Türklerle ilgili danışmanlık hizmeti veririm" demiştim. Beni sonunda hizaya getirmeyi başardığın için belkide, gülmüştün. "Olacak, inşallah olacak!" demiştin mutlu mesud ve kendinden emin.

Olmadı mı, olmayacak mı Kaptan? Muhsin başkanın abide-i kelamı, aksi sedası, vefalı gölgesi Kaptan... Söylesene, tutamayacak mısın sözünü? Miting meydanlarında senin kelimelerinle kuruyordu cümlelerini başkan. Onun kalemi, neşteri, mavzeri, matemi ve neşesi değil miydin sen Kaptan? Şimdi üşüyor mu kelimelerin, buz mu tuttu miting metinlerin? Ama ben hala ümitliyim. Bak, sana hesap sorabilecek kadar, "bana sözün var, sözün var! Git onu kucakla, getir! Nefesinle ısıt, kalbini giydir" diyebilecek kadar akıl tutulması yaşıyor olabilirim ama yeri geliyor hohlayarak ısıtıyorum ümitlerimi. Hala donmadı kırpiklerim ve görebiliyorum kurulan kumpasdaki kepazeliği.

Bilmem ki, hangi mevsimlere ertelendi mihmandarlığım Kaptan. Hangi deli tufanda, karda tipide yoluna çıkarım? Bu sefer olsun, bu sefer, kalmasın başka kışlara seferberlik istiyorum. Ama dakikalar ilerledikçe eriyorum. Bendeki karlar eridikçe, onun bir hücresi daha buz kesiyor, hissediyorum. Sonra gözlerimde yavrusunu arayan yaşlı bir annenin yaşlı gözleri dolaşıyor. Uzun uzun onunla geziniyorum gecenin ayazında. Ne hikmetse üşüyemiyorum da. Şehrin surları dışında, sabaha yakın bir karanlığın içinde Alperenlere çarpıyorum. Çarpa çarpa suikast iddialarına, indirmeye çalışıyorum soğuk algınlığından mütevellit yükselen ateşimi.

Olmuyor be kaptan! Alperenler sıkılmış yumruklarını ısırarak beklerlerken kapılarda, alevden bir taç yapıp isyanlarını başlarına beklerlerken kapılarda, üşüyemiyorum. Türk İslam ülküsüyle terbiye edilmiş gözleri iki ürkek kertenkeleye dönmüş şehir meydanlarında, ezecek böcek arıyorlar, görüyorum. Uykusuz, yorgun, rahatsız bir sürü kızgın yürek, bir sürü isyan, "elimizden geleni yaptık" mırıltılarından sıkılmış, kenarda durmaktan ve beklemekten sıkılmış, bir sürü canhıraş çığlık, kirlenmiş aynaları kırıyorlar. "Elinizden gelenin fazlasını yapın!" diyerek oturdukları masaların ortasına, karanlığın tam ortasına, yalanın ve çaresizliğin tam ortasına ölçüsüz yumruklar indiriyorlar. Ama ben, milyonlarca insandan biri olan ben, o milyonlarca insan gibi hiçbirşey yapamayan ben, dualarla emziriyorum ümitlerimi.

Ansızın, görkemli bıyıklarından buz sarkan mağrur bir siluet arkasına yaslanıyor. "Güneşimi kapatmayın, üşüyorum" diyor. O adamın aklı hayatında hiç güneşi görmemiş mağara adamlarını nasıl da çileden çıkartıyordu, hatırlıyor musun? Sakin bir ıslık gelip oturuyor adamın dudaklarına, dinliyor musun? Onun ıslığını ülkenin dört bir tarafından yükselen başka ıslıklar takip ediyor, duyuyor musun? Kocaman bir ıslık oluyor Türkiye. Adam ıslığıyla hırpalanmış ve yıpranmış hedefler gösteriyor. Çeçenistan'ı gösteriyor, Uyguristan'ı, Doğu Türkistan'ı, Keşmir'i, Filistin'i ve kanayan yerlerini gösteriyor evrenin. Diğer ıslıklar onaylıyor gösterilen hedefleri ve atıyorlar kendilerini teker teker kılcal damarlarına yerkürenin. Islıklayarak hainliği, riyakarlığı, düzenbazlığı, nefreti, kirli yürekleri oluk oluk akıyorlar taze bir istikbale. Kulaklarını tutarak; yaralı kalplerde, yaşlı gözlerde, dağılmış zihinlerde, acılı göğüslerde patlayacak bombaların dehşetiyle masaların altına gizlenenleri enselerinden tutup güneşin alnına doğru sürüklüyor adalet. Çapraz ateşe tutuluyorlar mahkeme önlerinde. Ceplerinden alçaklık çıkıyor kimlik yerine ve son kez kusarak kirletiyorlar havamızı. Onlar yıkıla yıkıla ağlarken, uzaktan uzağa seyrediyorum bıyıklarından buz sarkan adamı. Başı dik, elleri ceplerinde, dudaklarında hüzünlü bir sivas türküsü, arkasını dönüp uzaklaşıyor. Karda bıraktığı ayak izleri ise hala duruyor.

Bana verdiğin sözü tutamadığın için üzülme Kaptan. Sen kadim sözüne sadık kalacaksın ve gemiyi terketmeyeceksin, biliyorum...

* BBP Genel sekreter yardımcısı, Reisin metin danışmanı, güzel insan, vefalı dost Ahmet Türk, nam-ı diğer 'Kaptan'...

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 67 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5 ... 7  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye