Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 67 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 09.04.09, 08:47 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
DÂVÂ ARKADAŞIM ve ÜLKÜDAŞIM: MUHSİN YAZICIOĞLU

Hakkı Duran


Muhsin Yazıcıoğlu’nu Ankara’ya ilk geldiği yıldan itibaren tanıyorum. Ben A.Ü. Ziraat Fakültesinde son sınıfta iken, yanlış hatırlamıyorsam o da Veteriner Fakültesi’nde 1971-72 öğretim yılında tahsil hayatına başlamıştı. Dışkapı’daki Yıldırım Beyazıt Yurdunda kalır ve görüşürdük. Veteriner Fakültesinde ülkü ocakları yönetiminde görev alan çok sayıda faal gençler vardı. Muhsin Bey bu gençler arasında doğuştan sahip olduğu liderlik vasıflarıyla temayüz etti. Cesaretli, dürüst, namuslu, idealist ve yüksek ahlaklı bir vatan evlâdıydı. Esasen o zamanın gençleri arasında manevî değerler bakımından örnek kişiler çoktu. Teşkilat yöneticisi gençler, hepsi öğrenci oldukları için aldıkları burslar ve aileden gelen harçlıkla idare ederlerdi. Ancak teşkilatın işleriyle ilgili kendi imkanlarını aşan masraflar, teşkilat bütçesinden harcanırdı.

ÇİLE TEZGÂHINDA DOKUNMUŞ BİR NESİL

Bu nesil, bir anlamda gençliğini yaşayamadı. Ülkenin sürüklendiği anarşi ve terör ortamında ne rahat bir öğrenim, ne huzurlu bir hayat gördüler. Milletin ve ülkenin dertleriyle hemhâl olurken “kendi derdi yâdına” gelmeyen insan topluluğu idiler…Bu zorluklar, onlara bir takım nitelikler de kazandırdı. Nefis terbiyesi, sabır, dayanıklılık, Hakk’a teslimiyet, tevâzu, cesâret, azim…. Manevî değerlere yöneliş…İlâ’i Kelimatullâh ülküsü.. Bunlar hazcı, bol tüketimli, vur patlasın ortamlarda katiyen öğrenilip kazanılamaz. Bu açıdan bakınca o devrin gençleri kendini kazançlı sayar.

Muhsin Yazıcıoğlu, Türkiye’nin o kargaşa dolu, gergin ve belâlı ortamında bir gençlik önderi olarak basamakları süratlice çıkmaya başladı. 1977’de Ülkü Ocakları Birliği Genel başkanı oldu. Aynı dönemde ben tahsilimi bitirmiş, Ülkücü Teknik Elemanlar Derneği Genel Başkanı olmuştum. Muhsin Başkan ile sıkı münasebetlerimiz vardı. Her hafta Alpaslan Türkeş’in riyasetinde ülkücü kuruluş genel başkanları bir araya gelirdik. Ara sıra gece yarısı onun veya benim başkanlık odamda ikili çay sohbetleri de yapmıştık. Memleketin ve teşkilatların meselelerini konuşurduk. Bu ikili sohbetlerden birinde Muhsin Bey, aşırı sol bir terörist örgüt tarafından kendisine yönelik bir öldürme planını anlatmış, bunu ilâhî bir lütufla nasıl öğrenip savuşturduğunu heyecanla kendisinden dinlemiştim. Sonradan bu örgütlerden haber alabilmesi sayesinde, bazı suikastleri önleyebildiğini söylemişti.

MAMAK GÜNLERİ

12 Eylül 1980 darbesi ile ülkede geniş tutuklamalar yapıldı. 12 Eylül’ün en başta gelen hedeflerinden biri MHP ve Ülkücü Kuruluşlar idi. Askerî mahkemelerde davalar açıldı. Hukuk devleti rafa kaldırıldı. İşkenceler, tertipler , kanunsuzluklar aldı başını gitti. Muhsin Yazıcıoğlu ve çok sayıda ülkücü teşkilat yöneticisi(şahsım dahil) arananlar listesine konuldu. Hasmâne nitelikte iddianameler hazırlandı. Mamak’da savaş esirleri için hazırlanmış olduğu belirtilen tutukevi, sağ ve sol düşüncedeki insanlara tahsis edildi. Öğrendiğimiz kadarıyla Amerikan standartlarında inşa edilmiş olan cezaevi, yine onlardan tercüme “esir talimatnamesi”ne göre yönetiliyordu.

Merhum Muhsin Yazıcıoğlu, hem şiddetli işkencelere mâruz kaldı. Her saniyesi işkence olan Mamak cezaevinde 7.5 yılını geçirdi. Bunu 5.5 senesi “tecrit” denen bir hücrede karşıt guruptan bir örgüt üyesi ile geçmiştir.

C5 İŞKENCELERİ

Ankara’da Ülkücü gençlerin sorgusu ve işkenceler, Mamak Cezaevi bünyesinde bulunan C blok, 5. koğuşta yapılmakta idi. İşkence demek olan C5 deyiminin kaynağı budur. 12 Eylül’den birkaç ay sonra idi.. Muhsin Bey’in yakalandığını duyduk. İçişleri Bakanı H.Fehmi Güneş döneminde ülkücülere yönelik olarak kurulan emniyetçilerden oluşan bir tim, ihtilal günlerinde Sıkıyönetim savcısı Nurettin Soyer’in emrinde C5 bünyesinde sorgulama yapıyordu. Bu tim mensupları, gözaltına alınanların çoğuna kitaplarda yazan ve yazmayan bütün işkence çeşitlerini uygulamışlardır. C5 denilen işkence mekânını son olarak olarak görenlerdenim.

SIKIYÖNETİM MAHKEMELERİ

İdareye el koyan darbeciler, bir yandan yeni anayasa hazırlıkları yaparken, yakaladıkları ve işkenceye tâbî tuttukları insanları, anayasal düzeni yıkmakla suçlamayı da ihmal etmediler. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasında 587 sanıktan 220’sinin o zaman yürürlükte olan ceza kanununun 146/1 maddesi uyarınca idamla cezalandırılmaları istendi.[1] Muhsin Yazıcıoğlu ve bir çok arkadaşımızın Mamak ceza ve tutukevindeki misafir(!)liği, hayli uzun sürdü. Yedi buçuk sene kadar…Sonunda beraat etmişti. Ceza infaz sistemine göre 7.5 yıl, 18-20 yıllık ağır hapis cezasının karşılığıdır ki, suçsuz yere çektirilmiştir. Bu durumda ceza almayışın fiilen mahkum olmakla çok bir farkı da yoktur. Muhsin Yazıcıoğlu’nun kaybolan yıllarının hesabını kim verecek. (İlâhî adalet bütün zâlimler ve işkencecilere şaşmaz hükmünü elbette uygulayacaktır. Mâsum insanların kanları ve canları üzerinden idareye el koyanlar o hesap gününü unutmasınlar).

1987’de tahliye olduktan sonra ticarete ve siyasete atıldı. Mağdurların elinden tutmak üzere kurulan bir vakfın başkanlığını yürüttü. 12 Eylül 1980 sonrası siyaset çizgilerimiz farklı gelişmiş olmasına rağmen fikir ve inanç beraberliğimiz aynen devam etmiştir.. Dostluk ve kardeşliğimize hiçbir zaman gölge düşmemiştir. Gerçek bir dâvâ adamı olduğunu, sadece dostları değil, hasımları bile kabul etmektedir…

SON SEFER

Yazıcıoğlu, “nasıl bilirsiniz?” sualine bütün kalbimizle “İYİ BİLİRİZ” diyebileceğimiz hakikî bir mü’mindir. Dostumuz Karakoç’un deyişiyle “can özünden Besmele’yi çekmiş”, ocaklarda pişip yanmış; nice vatan evladını da pişirmiştir. Daima "Hak uğruna seferlere" çıkmıştır. Son seferi bir karlı dağ başında noktalanmıştır. Kulluktan yüce bir makam yoktur. Tabii ki, Allah’ın kulu olmak şartıyla…Horasan Erenlerinin, Alperen ve gaazî dervişlerin son halkalarındandı. Şimdi şehitler kervânına katıldı.

Ailesine, yakınlarına, dostlarına, sevenlerine ve bütün ülküdaşlarımıza tâziyelerimi sunuyorum. Allah ganî ganî rahmet eylesin.
--------------------------------------------------------------------------------

[1] TCK’nun 146. maddesinin 1. fıkrası :
"Türkiye Cumhuriyeti Teşkilâtı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini ıskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs edenler, idam cezasına mahkûm olur". (Günümüzde değişmiş, idam cezası kalkmıştır.)

30.03.2009

http://www.cansaati.org/topluluk/forum_ ... p?TID=2769

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Şehit Yazıcıoğlu’nun misyonunu yarınlara taşıyacak bir terci
MesajGönderilme zamanı: 09.04.09, 10:02 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 17.12.08, 16:48
Mesajlar: 237
Başkan Muhsin, delikanlı Muhsin

Selçuk Özdağ

2009-06-11


Çile sadece insanlara, insanların seçilmiş seciyelerine mahsus bir iş. Çile çekiyorum diyen herkes çile çekmiş sayılmaz.

Çilenin büyüklüğü derdin büyüklüğü ile muvazidir diyenler, insanı, insanda ki his farklılıklarını anlayamayan tiplerdir. İnsan dertlerinin büyüklüğü kadar çile çekmez, herkes hassasiyeti ölçüsünde çile çeker.

İşte hassasiyetleri –vatan, insan, insanlık, devlet, insan hakları- çok yüksek olan Muhsin Başkan’la 1977 yılında tanışmıştım. Ben Manisa Ülkü Ocakları Başkan yardımcısı O ise Ülkü Ocakları Genel Başkanı idi. Hareketimizin Gençlik Liderlerinin tamamını tanıyordum. Fakat bu yağız Anadolu delikanlısına nedense kanım ısınmış, güvenmiş ve itimat etmiştim.

Ankara’dayım ve mecburi seyahatteyim Muhsin başkanın bir sohbetine iştirak ettim. Hitabeti güçlü değil, lakin kelimeleri seçerek, düşünce imbiğinden geçirerek kullanıyor. “Heyecan, akıl ve gönül olmazsa bir fikir, bir dava başarılı olamaz” diyor ama çok daha önemli bir cümlesini hatırlıyorum: “Bugün inandıkları fikirler uğruna cezaevine girenler, yarın hürriyetlerine kavuştuklarında, her şeyi fikrim ve inandıklarım uğruna yaptım diyebilmek yüceliğini gösteren kametlerin çokluğu dünyevilik isteyenlerden çok olursa fikrimiz iktidar olur aksi durumda vay o mücadeleye yazık o insancıklara!”

Bugünün dünyasında dürüstlük mağlubiyetle iç içedir. Eskiden “en iyi politika doğruluktur” esprisi bir gelenek halini almıştı, şimdi ki dünyamızda doğrunun hiç şansı yok. Genç Yiğitlerden, Delikanlı Muhsin Yazıcıoğlu siyasetin gülen yüzü, dürüst ve doğru sözlüsü idi. O doğrucu Davut’tu. O Taptuk Emre’nin dergahına hep doğru odun taşıyan Yunus gibi siyasetin arenasına doğru dosdoğru sözler taşıyan çağımızın yunus’u idi... “Sözüm odun gibi olsun ama doğru olsun” diyen adeta özdeşleştiği Mehmet Akif gibi, sözünü dorularla süsleyen bir fikir, bir iman ve irade adamıydı.

12 Eylül hazan rüzgârları O nu Mamak, Beni de Şirinyer Askeri cezaevine, cinnet mustatiline savurmuştu. 1987 başlarında tahliye olmuştuk. Siyaset yapmak, vakıf kurmak, milletine aşka hizmet etmek istiyordu. Arkadaşlarımızın bir kısmı hala mecburi ikametlerinde çile dolduruyorlardı. 12 Eylül öncesi Manisa’da Gençlik Liderimiz olan Salih Cerit’i cezaevinde ziyaret ettim. Ülkücülerin, Alperenlerin siyasi oluşumlarını merak ediyor benden bilgiler almak istiyordu. “Başkanım, şu, şu kişilerden lider olur diyorlar hayır hiçbirinde liderlik kumaşı ve dokusu göremiyorum, fakat bazı ufak tefek giderilebilecek eksikliklerine rağmen bizim beraber olacağımız, liderimiz diyebileceğimiz kişi Muhsin Yazıcıoğlu’dur. Salih başkan da bana rüyalarla amel olmaz fakat nübüvetin 46’da biri de rüyadır. Geçenlerde bir rüya gördüm bir camide varlık sebebimiz Hz.Muhammet(sav) Efendimiz etrafında sahabeler ve İmam-ı Rabbani, Abdulkadir Geylani gibi evliyalarla sohbet ediyor, ben (Salih Cerit), sen (Selçuk Özdağ), İrfan sönmez ve murat sancakla içeri girip sohbeti dinlemek istiyoruz. Bizleri önce içeri almadılar o esnada bir ses duydum, Muhsin Yazıcıoğlu geliyor dediler. Ve bizim giremediğimiz kapıdan içeri girdiler ve peygamberimizin iltifatına mazhar olup, sohbet halkasına dâhil oldular ve hemen akabinde de bizleri içeri aldılar. Ve bizlerde Muhsin Yazıcıoğlu’nunun arkasında da peygamberimizi dinledik dedi, ilave etti benim de kanaatim, liderimiz Muhsin yazıcıoğlu’dur.”

Bu sohbetimizden 5 yıl sonra Büyük Birlik partisi kuruldu. Bizlerin aktif olarak siyaset arenasında yer alacağımız, vefatına kadar 17 yıl devam eden safahat başladı.

Tarihte bizim jenerasyondan daha muzdarip bir nesil var mıdır? Tahayyül edemiyorum? Muhsin Yazıcıoğlu ve bizleri siyaset arenasında barındırmak istemeyenler her gün üzerimize çeşitli vesilelerle bir kürek toprak serptiler adeta. Her seferinde direndik çünkü biliyorduk ki, direnenler kazanırlar.

Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları, hataları putlaştıran, faziletleri yerin dibine sokan bir cemiyette siyaset yaptılar. Yanlışların ve yalanların mağrur ve güçlü, gerçeklerin ise boynu bükük bırakıldığı bir agorada Hz.İbrahim gibi Anadolu platosunda insanımızı hakikate çağırdılar. Duyuracak olan Allah’tı. Önemli olan mükellefiyetimizi yerine getirmekti. O da emirleri bildirmek yasaklardan uzaklaştırmaktı. Günümüzde insanlar hakikate ram olmak yerini dünyaya zebun olmak gibi bir aczi yetin içerisinde. Muhsin Yazıcıoğlu’nu düşmanlarının anlamaması değil dostlarının anlamazlıktan gelmesi üzdü. Ama o hep bu anlamsız anlamamayı yıkmak istedi. Başarıya, bireysel hürriyete, ülke bağımsızlığına atılmış en önemli adım olarak da bunu görüyordu.

Konfiçyus “öldürmeyen her darbe insanı yüceltir.” diyor. Doğrudur insan acılarla büyür onlara tahammül göstermekle yücelir. Tarihte cemiyetin dizginlerini eline geçirmiş yüce kametlerin hemen tamamı çilelerin, işkencelerin demirden cenderesinden geçebilmiş insanlardır, hayatı sadece bir zevk vasıtası olarak görenler arasında tek irade kahramanı çıkmış değildir.

Zaten insan olmanın en önemli şartlarından biri sızılı bir yüreğe, hisseden, duyan bir kafaya sahip olmak demektir. İnsan kafasında ve gönlünde sadece kendine ait dertleri taşımamalıdır. İnsan, topyekün insanlığın çilelerini kafasında depolamasını bilen kendisi için değil ama cemiyeti için ağlayan adamdır.

İşte delikanlı, genç yiğitlerden Muhsin Yazıcıoğlu milleti için, İslam dünyası ve dahası insanlık için siyaset yapan onların dertlerini dert edinen bir bucuk milyar hücreli, bir yürekti. Ama her hücresini bir Müslüman’a hasredip kendine hiç ama hiçbir şey bir yürekti.

Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Ağla ey yüreğim sabaha kadar.

Yüreği olanlar ağlayın şimdi.

Türkiye bir genç yiğidini, bir delikanlısını, bir alperenini kaybetti. Milletimizin, İslam âleminin başı sağolsun. Muhsin Yazıcıoğlunun vefatından sonra yapılan olağan üstü kongrede de anlaşılmıştır ki, yeri doldurulamaz. Çünkü Yazıcıoğlu’nda liderlik kumaşı, devlet adamlığı nosyonu vardı. Kaht-ı Ricale, devlet adamına ne kadar muhtacız.

Unutulmamalıdır ki âlemde şer oğuzda er tükenmez.

Bir fatiha okumaz mısınız?

***


Serdar Arseven - Vakit
sarseven@hotmail.com
2009-04-09
Şehit Yazıcıoğlu’nun misyonunu yarınlara taşıyacak bir tercih?


Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatından bu yana, “Büyük Birlik” dâvâsına gönül veren dostlarımızla çok daha sık görüşmeye başladık...
Bilemiyorum; belki de acıyı paylaşmak için böyle yapıyoruzdur, öyle bir psikolojidir...
İyi adam, dostlarını buluşturuyordur vefatından sonra da... Böyle düşünmek en iyisi.

Efendim; uzun zaman dilimlerinde, Şehit Yazıcıoğlu’nun “katledilip katledilmediğini” de tartışıyoruz haliyle...
Eldekiler, özellikle “helikopter kazasının ardından yaşananlara” ilişkin bilgiler bizi “cinayete” götürüyorsa da... Ne bileyim, acele hüküm vermek, kanaat belirtmek istemiyoruz işte!..
Bakalım, ANADOLU’DA VAKİT adına bir “teknik ekip” çalışıyor...
Bağımsız uzmanların hazırladığı bir rapor gelecek önümüze... Neticelerini sizlerle paylaşırız kısmetse...

Şimdiii...
Acaba zamanı mı değil mi?..
Bir meselenin üzerinde durmak istiyorum: BBP’nin geleceği ne olacak?..
Bu salt bir parti meselesi filan değil,
Rahmetli Yazıcıoğlu’nun sıklıkla ifade ettiği üzere, BBP ismi sadece bir “partiyi” temsil etmiyordu... Merhum, meseleyi partinin ötesinde “Büyük Birlik Projesi” olarak ele alıyordu...
Kültür coğrafyamızın “güç birliği”ydi projenin “ana aks”ı.
Büyük Birlik, emperyalizmin Türkiye’yi bölme planlarına direnebilecek yapıların bana göre en önemlisiydi.
Kürt kardeşlerimizi, Türkiye’den uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapan “resmî”-“gayri resmî” odakların planlarını boşa çıkartmak için, o bölgelere de “gül” uzatıyordu Rahmetli.
Birlikte çıktığımız Güneydoğu seferinde “Kürt kardeşlerimizle nasıl kaynaştığını” ve onlara “Bizi birleştiren inançlarımızdır, aynı kıbleye yöneliyoruz, bundan daha geniş bir ortak payda olabilir mi?” hitabında bulunduğunu aktarmıştık...
Dahası, Şehit Yazıcıoğlu’nun Kuzey Irak’a ilişkin de “ezber bozan” politikaları vardı...
Mesela; o, zamanında Osmanlı’ya bağlılığını bildiren aşiretlerle zaman zaman bir araya gelirdi.
Bazılarını cenaze merasiminde de gördüğümüz “Barzani ve Talabani dışındaki” Kuzey Irak önderleri ile yakın teması vardı Merhum’un... Bunlar Amerika’nın ve İsrail’in bölgeye ilişkin hesapları ile örtüşmeyen girişimlerdi.
Şehit Muhsin Yazıcıoğlu “oyunu” bozuyordu, “farklı” Kürt temsilcileri ile buluşarak ve projeler geliştirerek!..
Ben, Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nu aramızdan alan “olay”ın sadece bununla sınırlı kalmayacağını, ikinci bir hamle olarak Büyük Birlik Partisi’ni de “yiyip bitirmeyi” hedeflediğini düşünüyorum...
Sadece ben değil; Büyük Birlik dâvâsına ömürlerini vermiş çok sayıda dostum da “bir sonraki adımı” kestirmeye çalışıyor ve tedbir almak istiyor...
Evet, bugüne kadar arzu ettiği oy oranlarının yanından bile geçememiş olsa da, çok büyük bir özgül ağırlığa sahip bulunan BBP’nin geleceği ne olacak?..
Bir yerlerde yapılan planların yankıları geliyor kulağıma;
Bu partinin başına “derin devlet” politikalarına yakın bazı isimlerin getirilmek istendiğine dair bir şeyler duyuyorum...
Evet BBP camiası hassastır, bu tür oyunları boşa çıkartacak hassasiyet ve dikkate sahiptir ama... Ben yine de, “dikkatin fazlası göz çıkartmaz” diyerek, endişeleri yansıtmak istiyorum.
Irkçı olmasın, derin devletin adamı olmasın, Şehit Yazıcıoğlu’nun “gül”leri uç uca ekleyerek oluşturduğu “sevgi ve anlayış” köprülerini yıkıp atacak türden bir zat olmasın.
Ergenekon’a dikkat, Merhum Yazıcıoğlu’nun sıklıkla işaret ettiği “kâzib şöhretlere” dikkat, helikopter kazası(!!!)nın ulaşmak istediği nokta neydi, buralara dikkat!..

Şehit Muhsin Yazıcıoğlu, sadece Türklerin değil, Arapların da, Kürtlerin de sevdiği bir siyaset adamıydı.
Mozayiği oluşturan bütün unsurların kendilerine yakın hissettikleri bir liderdi.
Ufku genişti, körü körüne muhalefet yapan tiplerden değildi, makul çözümlere açıktı, kavgacı bir yapısı yoktu ancak gerektiğinde kavga etmekten geri durmazdı...
Aşırılıklardan uzaktı; millete hizmet etmeyen devlete saygı göstermezdi...
Bununla birlikte, devleti de iyice ayaklar altına alan yaklaşımlara da karşı çıkardı...
Benim en çok üzerinde durduğum da; hiç kimseyi “mensubiyetinden” dolayı suçlamazdı... Şu veya bu ırka mensup bulunmanın kişilere üstünlük sağlamayacağını bilir, ona göre hareket ederdi...
Ben de zaten, medyanın hiç mi hiç ilgi göstermediği dönemlerde O’nun yakınında olmaya ve mesajlarını elimden geldiğince kamuoyuna yansıtmaya çalıştım...
O, tuttuğum yolun doğru olup olmadığını kestirebilmek için başvurduğum kaynaklardandı benim...
Birkaç kişi var böyle, mesela Mustafa Karahasanoğlu ağabey, Selami Çekmegil ağabey, Vakit’teki diğer dostlarım.
Ve kaybettiğim Muhsin Başkan.

Uzatmadan ifade edeyim ki; BBP’nin başına Şehit Yazıcıoğlu’nun birleştirici anlayışını hiçbir şekilde temsil edemeyecek, ırkçı tavrı öne çıkan bir isim getirilecek olursa... Yazıcıoğlu’nu aramızdan alan ‘kaza’(!!!)’nın sonrasındaki adım buysa ve başarı ile uygulanırsa BBP kaybeder... BBP kaybederse de Türkiye’nin kaybı büyük olur!..

Şöyle bitirmiş olalım: İnşallah; Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun ruhunu rahat ettirecek bir tercih ortaya koyar camiası...
Öyle yapar.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: “Yazıcıoğlu Muhsin Ata” Menkıbesi
MesajGönderilme zamanı: 10.04.09, 08:54 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
"Ülküdaş"ın ardından selam...

Ahmet Turan Alkan


“Şu dünyada bir nesneye yanar özüm, göynür özüm;
Yiğid iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi”
Yunus Emre


Politikacıların zaman zaman, özellikle kampanya zamanlarında tekrarlamaya ihtiyaç duydukları bir beylik söz vardır: “İçimizden biri”. Bu sözün, Muhsin Yazıcıoğlu’nda olduğu kadar sahicilik kazandığı pek az örnek vardır ve öyle zannediyorum ki onun bu kadar çok sevilmesinin gerçek sebeplerinden biri de buydu: Muhsin Yazıcıoğlu klasik manada bir parti lideri değildi. Partisinin amblemi altında veya bağımsız olarak girdiği seçimlerde “iktidara yürüyecek” derecede büyük seçim başarıları kazanmamıştı; fakat bunlardan daha önemli ve değerli bir siyâset kimyası vardı onda. Kendisinden nefret edenlere bile sempatiye bürünmüş bir saygı telkin edebilmesi çok önemlidir.


HEM İÇİMİZDEN BİRİ, HEM HEPİMİZDEN FARKLI

O birlikte olduğu insanlara, onların hem arkadaşı, hem de lideri oldukları duygusunu verebiliyordu; bu kadar sevilmesinin, ardında bu derece yakıcı bir acı bırakmasının sebebi bu olsa gerektir. Türk siyasi hayatında “dost-lider” vasfını kazanabilmiş ilk, belki tek insan.

Sevenlerinin tâbiriyle “Muhsin Başkan” adlandırması yakınlık kadar saygı, hiyerarşik mesafe kadar da muhabbeti ifade eder. Ülkü Ocakları’nda vaktiyle bulunmuş olanlar, bunun o günlerde ne kadar sahici bir mânâ ifâde ettiğini bir gönül sızısıyla hatırlayacaklardır...

Ülkü Ocakları...

O YATAK; BU IRMAK...

Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayatında Ülkü Ocakları daima merkezî bir yerde bulundu; o yatak olmasaydı, bu ırmak nasıl akardı bilinmez. 70’li yıllarında Ülkü Ocakları, Muhsin Yazıcıoğlu’nun liderliğiyle tıpatıp örtüşen, bir eldiven gibi uzviyetini kaplayan bir kavram olmuştur. Öyle bir teşkilat ki, orada iki günlüğüne bile “başkan” olan, bir ömür boyu hep başkan diye anılacaktır. Orada 30-40, hatta 50 yaşlarında koca koca adamların, sırf “başkan” olduğu için, 18’inde, 20’sinde bir delikanlı odaya girdiği zaman çivi gibi ayağa kalkması pek sıradan şeyler olarak görülür.

Ülküdaşlık, hukuk itibariyle ana-baba bir kardeşliğin bir evvelki şekli, “ahiret kardeşliği” kavrayışının bir sonraki mertebesidir karâbet itibariyle. Orada iseniz, ülküdaşlarınızın kalabalığı arasında öyle dayanışırsınız ki, düşmenize müsaade edilmez. İşte bu maddi-mânevi kardeşlik örgütünün başkanı, bir vakitler Muhsin Yazıcıoğlu denilen delikanlı ile cisimlenmiş, onun sûretinde en ideal temsiline erişmiştir.

SEVİLMEK DEĞERLİDİR; ÇOK DEĞERLİDİR

Ve o temiz, âdeta çocuksu sempati hâlesidir ki onu binlerce akranı ve çağdaşı arasında liderlik vasfına yükseltmiştir; fakat lider yukarıda durmaz, yeniden dostlarının, arkadaşlarının, ülküdaşlarının arasına karışır, omuz omuza gelir, beraber yürürler.

Ve hiçbir siyasi lider, Muhsin Yazıcıoğlu kadar sevilip sayılmamıştır. Bu önemlidir; çünkü bu satırların yazarı bakımından “hüsn-ü şahâdet”, neredeyse bir insanın ardından sevap defterine yazılan sadaka-i câriye gibi önemli bir kavramdır. Bugün, şu dünyada kendisinden en çok nefret eden kişiye bile sorulsa, ardından, “Evet ama, mert adamdı; er kişiydi” dedirtebilecek bir ruh güzelliğinden bahsediyoruz

Sevgi başka bir mâden; başka bir element, başka bir kimyâ; her zaman siyâsetin diline tercüme olunur bir nesne değildir, oya tahvili zordur fakat vardır ve değerlidir. Muhsin Yazıcıoğlu, Şarkışla Lisesi’ndeki ocak başkanlığından itibaren, Hakk’a yürüdüğü saate kadar kendine eşit saydıklarının arasında birinci olmak mevkiindeydi. Kurduğu siyasi parti, Büyük Birlik Partisi, 1994’den bu yana mühim bir seçim başarısı gösteremedi ama hep mevcuttu ve değerliydi.

TEKKE-ÇORBA MESELESİNDEKİ DURUŞU

O parti, anlı-şanlı siyasi kuruluşların “yer yarılsa da yerin içine girsem; görünmez olsam” diye dilediği sert kriz günlerinde, milletin hukukundan yana tavır alması bakımdan altın gibi kıymetliydi. 28 Şubat’ın sersemletici ayazında Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları, göğüslerine kadar düğmeleri çözülmüş delikanlı gömlekleriyle devrin egemenlerine yan bakıp, “bir dakika; biz sizin o söylediklerinize katılmıyoruz” diyebilmiş adamlardı.

Ki vaktiyle bünyesinde bulundukları bir yerde de aynı sözleri telaffuz ederek, “bir dakika; biz sizin söylediklerinize katılmıyoruz” diyerek çekip gitmişlerdi.

İyi de etmişlerdi!

Muhsin Yazıcıoğu’nu eleştirenlerin çoğu, hayatının en büyük hatâsını MHP’den ayrılarak Büyük Birlik Partisi’ni kurduğu gün yaptığını ileri sürerler; onlara göre biraz sabırlı olsa, biraz daha “evet efendim” demeyi bilse tekkeyi bekleyen derviş misâli günün birinde çorbayı da içecekti.

İnsan ömrü denilen şey tekkeyle çorba arasındaki en elverişli baht çizgisinin ufuktan tulû etmesini kollayacak kadar uzun mudur? Muhsin Yazıcıoğlu’nu, bu gibi ufak hesapları fiskelediği gün daha çok sevmiştim. Başkalarını itham edip karalamak gibi küçüklüklere tevessül etmeden ayrılıp kendi yolunu çizdi ve yürüyebildiği kadar da yürüdü.

Hani, “Biz zafere değil, sefere me’muruz” denir ya, aynen öyle...

YİĞİD ÖLÜR NAMI KALIR...

Bu dünya ölümlü dünyadır ve ölmemeğe çare yoktur. Mü’minlerin bu gibi hâllerde nasıl hareket etmeleri gerektiğine tafsile hâcet yoktur; esasen ölüm karşısındaki duruşumuz, hayat karşısındaki duruşumuzu da tarif eden, çok önemli bir istikamettir.

Ve bizler, hepimiz şahâdet ediyoruz ki Muhsin Yazıcıoğlu bir mü’min idi; er kişiydi, ehl-i secde idi.

Eğer varsa üzerimdeki ülküdaşlık, hemşehrilik, akranlık ve arkadaşlık haklarımı helâl ediyorum. Cenâb-ı Hak, onu ahiret yurdunda rahmet ve merhametiyle yargılasın; bizler ki şüphesiz aynı yolun yolcularıyız ve son durağımız orasıdır.

Ülkü Ocakları, 1 numaralı adamını kaybetti; ebedî ocaklıların ve sevenlerinin başı sağolsun.

http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=32720

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 10.04.09, 10:18 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Vallahi İyi Biliriz…

Orhan ARSLAN


Uzaktan tanıyanlar için bir efsane idi Muhsin Başkan. Ama benim gibi yakından tanıyanlar için yaşanan, hatta yaşanması gereken bir güzellik. Hakkında söylenen ve yazılanların ortak paydası beş-on kelime ile özetlenebilir:

Yiğit, Delikanlı, Uç Beyi, Türkmen Beyi,
Güzel
Dost, Güvenilir, Sözünün eri, Vefalı, Dürüst
İstikamet ve vakar sahibi, Ahlakını yaşayan, Takva Sahibi
Başkan
Muhsin.


Hayatının her döneminde içinde bulunduğu bütün toplulukların ( sınıf, okul, dernek, parti vb) başkanı oldu. Başkanlık sorumluluk almak demektir. Yani Allahın emrettiği gibi yaşamak. Takva, hidayete giden yol, takva sahibi hidayetten de önce sorumluluk ahlakını yaşayan insandır. Salih amel, sorumluluğu yerine getirme amaçlı eylem, salih kul da sorumluluğunu bihakkın yerine getiren kul.

Muhsin Başkan, bütün hayatı boyunca hep sorumlu idi. Kimden? Herkesten sorumlu, her şeyden sorumlu. Yeryüzünden sorumlu Allah vekili. Hatta gelecekten sorumlu bir Allah görevlisi. Allah adına, Allah adıyla…

Öyle olduğu için de her ahval ve şartta doğruları söyleyebildi korkmadan çekinmeden. Açık ve düz yaşadı. Öyle olduğu için de hacmi küçük, fakat özgül ağırlığı büyük adam olarak hep saygı gördü, sevgi gördü, ciddiye alındı. Öyle olduğu için Türkiye’de yaşayan % 70 insanın ikinci partisi oldu. Tek başına Milletini omuzlayan bir Horasan Eri oldu.

Çok okuyan, çok öğrenen, çok çalışan, çok bilen biri idi. Türk ve Dünya Meselelerine tam anlamıyla vakıf idi. Benim telefon rehberimdeki adı DK idi. Yani Dede Korkut. Bu isimle benimsemiş, yüreğime öylece koymuştum.

Çok az siyasetçiye nasip olan ahlaklı bir hayat yaşadı. Meclise ve politika arenasına onur verdi. Hiç yanlış yapmadı. Para, pul, makam ve mevkileri elinin tersiyle itiverdi. Örnek siyasetçi oldu. Siyaset bilimi okutan fakültelerin ders kitaplarına örnek kişi olarak koyulacağına ve hakkında pek çok doktora tezleri yapılacağından hiç şüphem yok.

10 sene önce yine bu ayda, yine seçime 3 gün kala, yine bir trafik kazasında oğlum Murat’ım Allaha yürümüştü. Seçimden 3 gün sonra da toprağa vermiştik. 10 sene sonra yine bu ayda, yine seçime 3 gün kala Başkanım-Oğlum Muhsin’im sonsuzluğun sahibine kavuştu ve yine seçime 3 gün kala toprağa verdik. Ben evrende tesadüfe tesadüf edilmeyeceğini biliyorum.

Muhsin Başkanın 5 yıl Genel Başkan Yardımcılığını yapmanın şerefini ve gururunu taşıyorum. Güzelliklerini yaşıyorum. O zamanlar; “ Bir büyük partiden aday olsaydın da bakan olsaydın” diyenlerin, şimdi telefonlarla “ne kadar isabetli bir Başkan ile siyaset yaptığımdan dolayı” tebrik etmelerini, Duha suresinde Efendimize (bize de) “sonun şimdikinden hayırlıdır” diyen Rabbimizin bir lütfu olarak görüyorum.

Hakkında söylenenlerin ve yukarıda bazılarını yazdığım sıfatların sadece birinin şerefi için can verilir. Muhsin Başkan bunlardan sayısızca taşıdı benliğinde ve öyle de yürüdü Rabbimize. Ve bize sorarlarsa eğer Başkanımı:

“ Vallahi iyi biliriz. Çok iyi biliriz”.

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 10.04.09, 11:07 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Anadolu çocuğunu kaybetti

Ahmet Mercan

02 Nisan 2009


Muhsin Yazıcıoğlu ve beş kişinin bir helikopter kazası sonucu hayatını kaybetmesi Türkiye gündemini bir anda alt-üst etti. Olayın ihmal boyutu, suikastla ilgisi, çeşitli yönlerden irdeleniyor.

Kazanın öğrenilmesiyle birlikte Muhsin Yazıcıoğlu'nun kişiliği, geçmişi üzerinde pek çok konuşmalar, yorumlar yapıldı. Tahminleri aşan bir sevginin varlığı ortaya çıktı. Bu durum üzerinde durmanın, geride kalanlar için önemli olduğunu düşünüyorum.

Öncelikle Yazıcıoğlu sıradan bir parti başkanı değildi. O bir liderdi. Başkanlık çeşitli çalışmalarla elde edilebilecek bir sıfat olmakla birlikte; liderlik doğuştan özellikler ister. O daha kendinin farkına varmakla sorumluluk sahibi olmuş ve büyüklere dahi yol göstermiş, önderlik yaparak kendi yolunu açmış.

12 Eylül darbesiyle birlikte hapis yattığını biliyorduk. Ancak bir yıldan fazla olabileceğini düşünemiyordum. Beş yılı hücrede, yedi buçuk yıl bir süre hapis yattığını öğrenince tarif edilemez bir rahatsızlık duydum. Empati yapamaz oldum.

Bir insanın hayatından yedi buçuk yıl çalmanın izahını yapamıyorum. Üstelik işkence ve kötü muamelenin haddi hesabı kayda sığmaz. Bunu yapan aygıta devlet diyoruz. Suçsuz yere bu zulmü işleyen devlet dediğimiz şey, bir mühür ve dört duvardan mı oluşuyor? Bu haksızlığın hesabını kim verecek? Üstelik bu tek olayda değil. Kendini devlet gören rical "yargılanmazlık" zırhını bizim aymazlığımız sayesinde giymiyor mu? Dayanılası bir durum değil bu hal.

İnsanın "Yaşasın ahiret!" diyesi geliyor.

Eğer hesap günü olmasa, zulüm, edenin yanına kâr kalacak. Böylesi durumlarda ateistleri düşünüyorum. Onlar nasıl bir izahla bu durumu değerlendiriyorlar?

Muhsin Yazıcıoğlu'yla bir-kaç defa yakından görüşmemiz oldu. Şiiri sevdiğini biliyordum. Şiir kitabımı vermiştim. Herkesin üzerinde ittifak ettiği gibi, tam bir Anadolu çocuğu. Hasbi, harbi, merhametli, yiğit.

Çok insan vardır merhametlidir, cesareti bulunmadığı için onu etkin kullanamaz. Kimileri de vardır, cesurdur ancak merhamet boyutu eksik olduğundan yaptıkları maceradan ibaret kalır. Yazıcıoğlu cesaret ve merhameti bir arada taşıma başarısını dürüstçe ve doğru bir güzergâhta kullandı.

Gençlikte başlayan mücadelesi ve Milliyetçi Hareket Partisi ( o zamanki adıyla Milliyetçi Çalışma Partisi ) çizgisinin ona yetmemesi üzerinde durmaya değer.

Çabası ve Allah'ın ona bir yardımı olarak, bu serüvende yerini arkadaşlarıyla birlikte "Kitap" merkezli bir yapıya kavuşturduğunu söyleyebiliriz. Ayrılmayı da yine şahsiyetli bir biçimde gerçekleştirmesi, üstelik hareketliliği yüksek bir camia içinde bunu başarması kolay bir olay değildi.

Yetmişli yıllardan beri onu izlemekte birlikte, 28 Şubat sürecindeki ilkeli duruşu onu farklı bir yere koymama vesile olmuştu. O günlerde her gün yeni bir entrikanın kapılarının açıldığı, vekil pazarında korkudan ve menfaatten iğrençliklerin yaşandığı bir dönemde o ilkelerinden zerre kadar ayrılmadı. Müslümanların aleyhine olacak bir yaklaşıma prim vermek şöyle dursun, yanına bile yaklaştırmadı.

Muhsin Başkan'ın en büyük açılımı işte bu gönülleri fetheden dik duruşu, düz yürüyüşüydü. Hafızamızı biraz zorlasak "Türkiye İran olacak. Türkiye Cezayir olacak" diye yaygara yapan bugün dosyalara sığmayan "iddia" sahiplerine karşı şöyle diyordu: "Türkiye, Suriye de olmayacak; buna müsaade etmeyeceğiz."

Yazıcıoğlu'na çeşitli teklifler, yapıldığı malum. Bu anlamda gücünün ve sahip olduğu malumatın meclisteki vekilleri sayısıyla orantılı olmadığı da herkesin malumu. Buna rağmen o, millete karşı hiçbir entrikayı meşru görmedi. Belki entelektüel geniş bir ufku yoktu; ancak, sezgileriyle ve Türkiye'nin geçirmiş olduğu serüvenden çıkarmış olduğu derslerle duruş ve yürüyüşünü sahih bir evrilme ile sürdürüyor, her şeyin kirlendiği bir dönemde ak bir alınla kozasını örüyordu.

Politik hırsı yoktu. Daha doğrusu siyasettin normları ve seviyesi Yazıcıoğlu'nu anlamlı gelmiyordu. Siyasetin ahlakını da beraberinde getirirse, bir anlam dünyası inşa edebileceğinin farkındaydı. Sunileşmeye, popileteye yönelse, belli dönemlerde iktidardan nasiplenmesi, sayılar üzerinden derece yapması hiç zor değildi. Fakat o sözleriyle kendi bağlayan bir lider olmayı seçti. Siyaseti ölüm bilinciyle yaptı. Siyasete hesap gününü ve her anın değerlendirilmesini dâhil etti. Zamanı gelir millet bile bile kandırılmayı ister. Siyasetçiye "sen de yap" diyerek akrobasi ihsas eder. Muhsin Başkan böylesi tutumların farkındaydı.

Zengin bir gönül ikliminde, Yaratıcı ile kurduğu ilişkiyi şiirleri üzerinden okumaya durduğumuzda, Yazıcıoğlu'nun metafizik dünyasıyla karşılarız.

Sonsuzluğun sahibine kanat açan Yazıcıoğlu'nun aslında, "gerçek"le mücadele ederken "hakikat"i kaçırmamaya azami dikkat ettiğine şahid oluyoruz. Bir çeşme başına uzanmak isteği, Necip Fazıl'ın "Sonsuzluk kervanı peşinizde ben" diye süre giden şiirini anımsatan tasavvufi vurgulara sahip. Aynı halleri Müslüman liderlerin hemen hepsinde görmek mümkün. Fatih Sultan Mehmet örneğinde olduğu gibi. İç denetim olmadan yapılan yönetimin hataya çok daha yakın olduğu bilinir bir durumdur.

Millet Yazıcıoğlu en geniş açılımıyla 28 Şubat sonrası bağrına bastı. Ancak klasik siyasetçi olarak onu oy'la ödüllendirmekten nedense geri durdu. Sanki onu kirlenmekten korumak ister gibi bir tutumda olmaları yanında, Muhsin Bey'in ilkesiz siyasete asılmamasını da eklemek mümkündür. Öte yandan herkes onu biraz politika ötesi kabul etti. Bir kanaat önderi misyonu yüklemek ister gibi yaklaştılar Yazıcıoğlu'na.

Her zor durumda ona koşup görüş aldılar. Cesaret isteyen konularda konuşacak birkaç kişiden biriydi. İyi günlerde, geniş zamanlarda düşünülmemesi kültürümüzde varolan "bizimki" yaklaşımına bir örnek teşkil eder. Açıkça söylenebilir ki, AK Parti tabanı, Saadet Partisi tabanı onu kendilerinden biri olarak görüyor ve tarihin onu öne çıkardığında ona destek olmada imtina edilmeyeceğinin işaretlerini vermekteydiler.

Görünür iktidar adımları olmadan, bugünkü şartlarda bir partiyi yönetmek oldukça zordur. Yazıcıoğlu'nun başarısı da buradadır. Ölüm varsa, can emanetse, hesap günü kaçınılmazsa "fırıldak olmanın anlamı var mı?" Bu söylem hikmet sahibi bir alim üslubudur.

Arkadaşlarını iktidara yönlendirip, ne pahasına olursa olsun başarı demiyor. Önce adam olmayı, Müslüman şahsiyet olarak, helal bir mücadele öneriyor. Hilesiz-hurdasız, saf bir yürekle, hak edilmiş bir başarı için zamanı kamçılamıyordu. Arkadaşlarını donanımsız koşulara çıkarmıyordu. Rakiplerine insan değeri vermeyi söyleminin bir gereği görüyordu.

O'nun sesinde Anadolu'nun tınısını kalplerin testiyle anlamak mümkündü. Bütün annelerin çocuğuydu o. Milletin partiler üstü sevdiği liderler vardır. T.Özal, R. Tayyip Erdoğan ve Muhsin Yazıcıoğlu… Bunların ortak özelliği, halka yaklaşım sorunları olmamalarıdır. Çünkü samimiyetleri farklı bir özelliğe ihtiyaç hissettirmez. Çünkü onlar bütün annelerin çocuğudur. Buğulu ses tonları, yumuşak kalpleri ve merhametle işe koyulmaları onları açılan ellerin dualarına ortak yapmaktadır.

Allah (c.c) Rahmet etsin.

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Muhsin Yazıcıoğlu İslâm’a Talipti, Hilafetçi Bir İnsandır
MesajGönderilme zamanı: 12.04.09, 11:01 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 17.12.08, 16:48
Mesajlar: 237
Muhsin Yazıcıoğlu İslâm’a Talipti, Hilafetçi Bir İnsandı’
Büyük Birlik ismiyle bir büyük iddia sahibi olduğunu ortaya koymuştur, daha kuruluş safhasında, kuruluş merhalesinde. Büyük Birlik, bu ülkede hangi Müslüman, hangi namuslu insan hangi çerçeveden olursa olsun Büyük Birliğe talip olmaz ki? Muhsin Bey bütün bunları bu mülahazalarla partiyi kurarken Büyük Birlik dedi.

RÖPORTAJ:FAZIL DUYGUN

Muhsin Yazıcıoğlu Hakk’ın rahmetine kavuştu. Siz bir dönem BBP’de Yazıcıoğlu’nun danışmanlığında bulunmuştunuz. Bize anlatır mısınız, Muhsin Yazıcıoğlu kimdir? Nasıl bir şahsiyete sahiptir?


Muhsin Yazıcıoğlu, tipik siyasetçilerden farklı, bir dâvâsı olan, bir ideali olan siyasetçiydi. Yani, bildiğiniz klasik parti politikacılarından biri değildi.Diğerleri, klasik politikacıdan öte bir kıymet ifâde etmezler. Muhsin Bey gibi insanlar Türkiye’de vardır ve epeyce de vardır. Siyasetle meşgul değillerdir, siyasetin belki dışındadırlar, uzağındadırlar, ama öyle insanlar hayli vardır. Bunları, tabi bu fazilet mücadelesi veren insanları da siyasete taşımak lazım. Ama siyasetin bugünkü yapısı böyle insanların çok da siyasette yer almasına mani.

http://www.marmarahaber.net/upload/Imag ... icerik.jpgÇürütüyor…

Çürütüyor… Tabi Allah rahmet eylesin, hepimizin gideceği yer orası, ölümün gelip bizi ne zaman bulacağı belli değil.

Fakat son konuşmasında biliyorsunuz âhiret hayatından, ölüme gitmekten ve bu sebeple dava yolunda dimdik bahsediyordu...


Ha ölümden bahsediyordu, Muhsin beyi yirmi beş-otuz yıldır tanırım. Uzaktan, sonra yakından, sonra işte bir müddet danışmanlık yapacak kadar yakından tanıdım. Güzel bir insandı, mert bir insandı, Anadolu insanının temel özelliklerine sahip bir insandı… Tabiî ölümden sık sık bahsetmesi gayet tabiîdir. Bir Müslümandır, Müslüman’ın Allah’ı, ölümü hatırlamaması düşünülemez. Sürekli hatırlayacağımız, sürekli zikredeceğimiz; Allah ve ölüm…

Üstad Necip Fazıl’ı da çok severdi, Mehmet Akif’i de severdi. Ve enteresandır, tevafuka bakın, sevdiği insanın Kurtuluş Savaşı yıllarında mekân tuttuğu Tacettin dergâhına defnedildi. Mehmet Akif’in kabri biliyorsunuz İstanbul’da, Edirnekapı şehitliğinde. Bazıları onu Tacettin dergâhında zannediyorlar. Bu vesileyle o yanlışı da düzeltmek durumundayım. Tacettin dergâhının Mehmet Akif’le olan ilgisi; İstanbul’dan Mehmet Akif Ankara’ya, İstiklâl savaşı veren kadroya dahil olmak üzere gittiğinde orada kalmıştır. İstiklâl Marşı’nı da orada yazmıştır... Yine kendisi gibi ilim adamı olan, birinci mecliste yer alan, meal ve tefsir sahibi Hasan Basri Çantay. Hasan Basri Çantay çok mühim bir adamdır, bugünkü nesiller maalesef bilmiyor. Yakınlarda gördüm, onun otuz beş-kırk yıl evvel basılmış bir kitabı vardı Mehmet Akif hakkında, Hasan Basri Çantay’ın “Akifnâme” diye. Bugünlerde de Akifnâme, Erguvan yayınları tarafından çıktı piyasaya, değerli bir eserdir. Mehmet Akif’in yakın dostlarındandır. Mahir İz’in hatıralarında çokça yer alır Mehmet Akif. Tacettin dergâhına defnedilişi Muhsin Bey’in çok isabetlidir. Muhsin bey zaten dergah adamıydı, geçmişte de “Bizim Dergah” diye bir derginin çıkmasına vesile oluyordu. Kendi de orada önemli bir konumdaydı, yazıları çıktı orada. Sonra Nizam-ı Alem ocaklarını kurdurdu, Nizam-ı Alem’e talip bir insandı. Bu Nizamı-ı Alem’i tabi biz bugün tam tercüme edecek olursak; İslâm.


İslâm’a talipti, Hilafetçi bir insandı, birçok kişi bunu bilmez. Ben ona danışmanlık yapan bir kimse olarak onu yakından biliyorum. Hilafetçi bir insandı. Çok çok şu günlerde olur olmaz kişileri konuşturuyorlar, onun demokrat filan olduğunu söylüyorlar. Demokrasiden kişilerin ne anladığına bağlı bu yorumlar. Tabi o çokça da bu ifadeyi öne çıkarmazdı. Demokratlıkla kastedilen başka görüşlere de tahammül ise; her Müslüman İslâm’ın dışındaki görüşlere tahammüllüdür. Saygılı demiyorum, özellikle bu saygı kelimesini kullanmıyorum. Ben benim gibi düşünmeyenlerin görüşlerine saygılı değilim bir Müslüman olarak. Ama tahammüllüyüm. Saygılı olsam, saygı duyduğum şeyden olurum. Yani, başkalarının da benim dünya görüşüne saygı duymasını beklerim ama saygılı olduğundan itibaren inanması lazım, onu sevmesi lazım. Tahammül bekliyoruz, birbirimize tahammüllü olalım, hoşgörülü olalım. Yani dünya geniş, ülke geniş hepimize yer var. Muhsin bey işe böyle bakardı. Yani onun demokrat olduğu gibi bir söylemi doğru bulmuyorum ben. Hilafetçiydi, Müslüman’dı, Milliyetçi tarafı vardı. Milliyetçi tarafı da ırkçılığa kaçmayan. Belki ilk ülkü ocaklarına girdiği zamanlardaki, hepimiz oralardan geldik, ırkçılığı filan bilmeksizin biz Türk milliyetçisiydik. Zamanla bu ırkçılığa filan çekilmek istendi Nihal Atsızcılar tarafından. Nihat Atsız’ı takip eden kimseler tarafından ama sonra Muhsin Bey bu konudaki tavrını netleştirdi. İslâm’a ters düşmeyen, İslâm potasında erimiş bir Türk’ün Türkçülüğünü, Türk Milliyetçiliğini yaptı. Biz o mânâda İslâm’a pazarlıksız teslim olan Türk’ün Türkçüsüyüz. Bu kelimeyi rahatlıkla telaffuz edebilirsiniz.

Avrupa’nın zaten İslâm’dan anladığı Türklerdi, yani İslâm derken, Türkleri kasdediyordu…

Bir Kürt Müslüman’a da İslâm çerçevesinde İslâm’a teslim olmuş bir Kürd’ün Kürtçüsü olabilir, Arapçısı olabilir ama İslâm’ı dışlayarak yapılan işler İslâm’ın red ettiği bir şey merdudtur İslâm’da. İslâm dışı niyetlerle Arapçılık yapmak, Türkçülük yapmak, Kürtçülük yapmak veya başka kavimlerin ırkçılığını yapmak İslâm’ın men ettiği şeydir. Biz de bir dönem, rahmetlinin partisinin kuruluş çalışması esnasında beraberdik. Parti tüzüğünü hazırlanmasında katkım olmuştu. Birkaç İBDA’cı gönüldaşımızla birlikte partinin kuruluş çalışmasında bulunmuş ve hatta, açılış töreninin bile biz yapmıştık. Ama, o ara partide etkin olan, Mümtazer Türköne ve Abdurrahim Karakoç gibi şahsiyetlerin muhalefeti ve demagojileri sebebiyle, rahmetli Muhsin Bey’in de ricasıyla, ileride tekrar buluşmak üzere çalışmalarımıza ara verdik. Partiyi ve hareketi “diyalog”çulaştırmaya çalıştı bu tipler… Büyük Birlik ismiyle bir büyük iddia sahibi olduğunu ortaya koymuştur, daha kuruluş safhasında, kuruluş merhalesinde. Büyük Birlik, bu ülkede hangi Müslüman, hangi namuslu insan hangi çerçeveden olursa olsun Büyük Birliğe talip olmaz ki? Muhsin Bey bütün bunları bu mülahazalarla partiyi kurarken Büyük Birlik dedi. Ben Bahçelievler de belediye başkanı iken parti yeni kurulmuştu, İstanbul teşkilatı oluşturuluyordu, ilçe teşkilatları oluşturuluyordu. Bahçelievler’de de bir grup arkadaş ilçe teşkilatını oluşturmuşlar bana geldiler, toplantı için salon istediler, ben de Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi’ni verdim karşılıksız. Gönlümü açtım, o kültür merkezini açtım. O sıralık ilçe teşkilatı, BBP ilçe teşkilatı gece düzenledi o Necip Fazıl Kültür Merkezi’nde, Muhsin bey de geldi, ben geç vakitlerde ve yoğun iş tempom içinde her bir şeyi bıraktım Muhsin beyi karşıladım. Salonda bulundum ve nezaketen bana bir konuşma verdiler, selamlama konuşması. Ben çıktım bir baktım ki sahnede, kültür merkezinin sahnesinde, salonun sahnesinde yeşil bir kumaş üzerinde kelime-i tevhid yazıyor. Ben dedim ki selamladıktan sonra; ben Refah partili bir belediye başkanıyım ama partimi aşan bir insanım, bir davaya gönül vermişim, BBP’nin temsil ettiği davayla aramda bir fark yok. Keşke, Büyük Birlik büyük bir isim, güzel bir isim, gönlümüzü okşuyor, keşke büyük birliği sağlayabilsek. Bu Büyük Birlik nerede temerküz edebilir? RP’de mi? Keşke olsa ama bu zor görünüyor.( O zaman AKP filan yoktu.) MHP’mi? MHP çok zor, dedim. Aynen böyle… Büyük Birlik’de mi? Olabilir, ama gerçek Büyük Birliği dedim, döndüm kelime-i tevhide, işte dedim bu sahneye asılmış, “La ilahe İllallah Muhammeden Resulullah” kelime-i tayyibesi etrafında bir gün Allah’u Teâlâ bize büyük birliği nasip eder inşallah. Ama bu “Büyük Birliğin” ruhunu eşya ve hadiselere hâkim kılacak bir ruh kıvamına bir düşünce kıvamına erdiğimiz zaman “Büyük Birlik” gerçekleşecek inşallah dedim. Alkışladılar… Muhsin Bey de o mealde konuşmalarda bulundu tabi. Parti üzerinde dönem dönem bazı aksamalar oldu, Muhsin Bey dediğim gibi yumuşak bir insandı, görüntüsünün, uzaktan görünüşünün zıttına yumuşak bir insandı, müşfik bir insandı. Gelenlere git demiyordu, ilkesiz değil, ilkeli bir insandı ama fazla yumuşak duruyordu. İşte gelenler bir müddet sonra aradıklarını bulamayınca gidiyorlardı, sonra gelenlerin bir kısmı oraya fikir aşılamaya kalkıyordu filan. Öyle esnek tarafları da vardı işin. Zaman zaman işte, ama Muhsin Bey’in şahsında hep, partiye zaman zaman parti görünümünden çok sanki bir Alperen Ocağı gibi, bir Nizam-ı Alem ocağı gibi, tabir yerindeyse bir kültür derneği gibi de çalıştı. Bu arada aklıma Sezai Karakoç geliyor, onun Diriliş Partisi. Her ne kadar Diriliş Partisi diye bir parti vardı kapandı, tekrar şimdi açıldığını biliyorum ama Sezai ağabeyi yakından bilirim bir konuşmasını da partinin, gittim. Parti olma hüviyetinden öte bir kültür derneği, bir fikir derneği gibi, fikir kulübü gibi çalışıyor. Büyük Birlik de buna benzer bir vaziyetteydi. Herkes Muhsin Bey’in iyi olduğunu, dürüst olduğunu, namuslu olduğunu, cesur olduğunu söylüyordu fakat iş sandığa ve seçimlere geldiğinde, sandık başına, Büyük Birlik orada bir avuç oy alıyordu. Yani, nitelikli insanlardı evet oy verenler ama bu da nicelik açısından niteliği besleyecek bir niceliğe de ihtiyaç vardı. O bir türlü gerçekleşmiyordu bunun nedenleri üzerine kafa yordumsa da çoğu zaman, bir şey söylemek istemiyorum.


Peki kâzânın, yani kâzâ anında naaşların 48 saat bulunamaması hususunda neler söyleyebilirsiniz? Şimdi baktığınız zaman başbakan, sayın başbakan, devlet yetkilileri işte “BBG evi gibi seyrediyoruz”, işte, “ortam dinlemesi yapıyoruz, teknolojik imkânlarımız şu kadar” diye atıp, tutuyorlardı. Ama, bir siyasî parti liderinin içinde bulunduğu helikopter düşüyor ve ilk aramaya ancak 3 saat sonra gidilebiliyor ve 48 saatte bulunamıyor.


Evet, gerçekten de dünyada ve ülkemizde teknolojik olarak gelinen seviye göz önünde tutulduğunda, hava şartlarıdır o dağların işte tipidir, kardır, kış mevsimi, sisli oluşu şu bu birçok şey söylenebilir ama gelinen teknolojik seviyeye göre bu daha öncede belki bulunabilirdi uçağın enkazı, ondan sonra cenazeler. İhmal olduğu kesin ama ihmalde bir art niyet aramıyorum. Bir ihmal olduğu kesin, bunu herkes söylüyor. Devletin yetkilileri de

Oturmuş bir sistem yok, sistemsizlik çok etkin…

Çok başlılık. Burada köylüler bir taraftan aramaya çıkmış, hemen belki hükümet bir komisyon filan kurdu ama işte arama tarama timi şu bu, çok da sağlıklı olmadığı görüldü. Bundan sonra bu hadise ibret olur, bundan sonra muhtemelen bu tür vakalarda daha seri ulaşmak için olay yerine, tedbirler alınır.

Aslında devletin dikkatsizliği değil mi?

Devlette bir hantallık var öteden beri bu hantallık… Memur kafası hâlâ aşılmış değil Bir kaza oluyor, yardım üç saat sonra gidiyor, düşünün.

Her kafadan bir ses çıkıncaya kadar iş işten geçiyor. Yani madem yıllardan beri böyle bizim boynumuz ağrıdı Batı’ya döne döne, Batı’ya döndüğümüz zamandan beri yani bi hayli bir zaman geçti, yüzyıllık bir zaman. Batı’nın bu tarafları niye alınmadı? Batı ’da bu tür hadiselerde anında olay yerine ulaşılıveriyor. Demek ki kalıcı tedbirler alınmış, sistem kurulmuş. Türkiye’de de bundan sonra bu hadise ibret alınarak, temel alınarak bundan sonra kalıcı tedbirler alınmalı, hususi devletin en üst başbakanlığa bağlı böyle bir kriz merkezi sürekli faal vaziyette bekletilmeli her an. Sadece kışın olmaz; yazın da olabilir hadiseler, denizde de olabilir, başka dağlık bölgelerde de olabilir.

Sayın Muhsin Yazıcıoğlu’nun, rahmetlinin Üstad Necip Fazıl Kısakürek’e ve Salih Mirzabeyoğlu’na bir alâkasına dolaylı veya doğrudan şahitliğiniz var mıydı?

Muhsin Yazıcıoğlu’yla beraberliklerimizde, beraber olduğumuz zamanlarda, tabi senli benli bilhassa kültür sanat, siyaset meselelerine temas ederdik. Deminde ifâde ettiğim gibi; dünya görüşünün pazarlıksız İslâmi çizgiye oturduğunu biliyorum, hilafet olduğunu biliyorum. Şeriata dost olduğunu biliyorum, yani İslâm’a, şeriata dost olduğunu ve yaşadığını, fiili olarak yaşadığını, namazını aksatmadan kıldığına şahidim. Tabi Türkiye’de Üstad Necip Fazıl bir mektepti, Büyük Doğu mektebi. Sağın her kesimine süt emzirdi.

Solda bile var yani.

Solda bile sola kayanlar var; Büyük Doğucu olmaktan çıkmışlar. İşte bugün AKP’nin bazı organlarında, bazı önemli uçlarının geçmişte Büyük Doğucu iken şimdi Batıcı oluşları gibi. Batı Avrupa birliğine hayranlıkla böyle koşmaları gibi, sapmaları olmuşsa da, sağın bu bir hakkı teslim etme geleneğini yerine getirelim burada. Sağın her kesimi 50–60 yıl, şimdi bile Üstad öbür aleme göç edeli 26 yıl oldu, şimdi bile Üstad yaşayan bir insan. Yaşayan Necip Fazıl yürüyen Büyük doğu. Bunu bugün müebbet mahkûmumuz Salih Mirzabeyoğlu temsil ediyor, İBDA fikir ekolü, mektebi olarak devam ediyor. Zaman zaman Muhsin beyle böyle İBDA’ya bakışı, Salih Bey’e bakışını filân da konuştuk, böyle çok detaylı olmasada şartların elverdiği ölçüde, muhabbetle bahsettiğini de biliyorum. Yani dost bir çevre orası, kardeşlerimizdir onlar dediğine şahidim. Dolayısıyla Üstad Necip Fazıl’ı çok sevdiğini, işte sık sık Sakarya’dan, meydan mitinglerinde, salon konuşmalarında. Birçok BBP kongrelerinde olağan ve olağanüstü kongrelerde Üstad’dan şiirler okuduğunu bilhassa Sakarya’dan, biliyorum şahidim. Üstad’ı seviyordu, Mehmet Akif’i de severdi, edebiyata düşkündü, şiir yazdığını hapishanede bilhassa, biliyorum. Birçok şiiri basılmıştı. Hatta son günü işte cenaze esansında hadiseden sonra onun bir şiiri meşhur oldu. Beton, hapishane yıllarını, günlerini hatırlamış, orda kaldığı günleri, psikolojiyi dile getiren bir şiiri.Beton duvarlardan şikayet ediyordu, özgürlük duygularını dile getiren bir şiir.

Üşüyordu bir soğuk kış günü Allah’ın rahmetine göç etti. Havaların ısındığı bir günde de toprağa veriliyor, bahar geldi… Öbür dünyada cennet bahçelerinde cennet-i alâda Resulullah Efendimize komşu eylesin tüm inananlarla birlikte Muhsin Bey’i de.

BARAN DERGİSİ 116. SAYIDAN İKTİBASTIR


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 13.04.09, 08:54 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Muhsin Bey'in ardından, öğretilen kindarlık ve “özcülük” sorunu

Yasin Aktay


Yeni Şafak

yaktay@yenisafak.com.tr

2009-04-13

Belli insanlar hakkındaki algılarımız, mutlaka o insanlarla ilgili geçmiş deneyimlerimizden etkilenir. Hiç kimseyi önceden hakkında sahip olduğumuz kanaatlerimizden bağımsız bir biçimde algılayıp karşılayamıyoruz. Hatta hiç tanımadığımız insanları bile ilk karşılaşmamızda tanıdığımız ve bir tecrübemizin bulunduğu insanlara benzeterek haklarında bir ön-kanaat sergilemekten genellikle kaçınamıyoruz. İnsan bilincinin malul olduğu bir özelliktir bu: Tipolojiler yaparak, tipolojileri çalıştırarak çalışır insan zihni.

Oysa yeni tanıştığımız insanları önceden bildiğimiz insanlara benzer yanları dolayısıyla aynı kefeye koyup değerlendirmekle yetindiğimizde insan olma vasfımızı çalıştırmaya da gerek duymamış oluyoruz. Çünkü insan olmak, her şeyden önce yeni, alabildiğine yeni insanları tanımaya, yeni tecrübelere girmeye de açık olmak anlamına gelir. İnsan olmak yeniyle ünsiyete açık olmanın ta kendisidir, bu açıklık hem "öteki"yi kendi ötekiliği içinde gören gözün ferasetinde hem de, dolayısıyla, kendi tutumlarının bir kalıpta donup kalmayacak şekilde her an bir değişime de açık olmasında kendini ifade eder.

Al-i İmran suresinde geçen "Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Sizler birbirinizin düşmanları iken O, sizin kalplerinizde bir uzlaştırma meydana getirdi ve O'nun nimeti sayesinde uyanıp kardeş oldunuz" ayet-i kerimesi üzerinde hiç düşündünüz mü? Bu ifadeler Müslümanın düşmanına bile "özde" bir düşmanlık besleyemeyeceğini, düşmanlığın insanın sadece isterse değiştirebileceği tavrına karşı olduğunu, bu tavrı değiştiren düşmanla kardeş bile olunabileceğini, üstelik düşmanın kardeş haline gelmesinin şükredilecek bir nimet olduğunu öğretir.

Dahası, bir kavme olan öfkenin o kavme karşı adaletsizliğe sevk etmemesi gerektiğini idrak eden bir kalbin insanlara karşı genellemeci, toptancı, özcü ve ırkçı bir tutum içinde olması mümkün değildir.

Bana göre siyasallığın kalitesi de ancak bu düsturun yeterince idrak edilmesiyle temin edilebilir. Dünyanın donuk bir resim olmadığını, hayat denilen canlı, dinamik bir sürece tabi olduğunu anlamak ve değişen dünya karşısında kendi duygularını, düşüncelerini, tutumlarını da sağlıklı bir biçimde uyarlayabilmek, sağlıklı siyasetin psikolojik, epistemolojik ve teorik temeli bundan başka ne olabilir?

Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefatının ardından özellikle bazı internet siteleri ve bloglarında yazılanlara ve söylenenlere bakıldığında siyasetin bu temelinin ne kadar zayıf olduğunu bir kez daha hayretle ve esefle müşahede ettik.

12 Eylül sonrası, hapishanede, işkenceli ve zor yıllardan geçmiştir Muhsin bey. Bu yıllarda kendisi de dâhil olmak üzere bütün ülke insanlarının nasıl bir tezgâha getirilmiş olduğunu çok iyi görmüş, dünyayı paylaşamadığı solcularla iki buçuk metrekarelik bir alanı paylaşarak kader ortağı olabilmenin dersini almıştır. Hapisten çıktıktan sonra bu dersi çok iyi aldığını her bakımdan kanıtlamış, darbelere karşı alabildiğine asil bir direniş ve muhalefet sergilemiş, devlet ve ırk yerine milleti baz alan bir milliyetçilik arayışına girişmiş, kendi parti örgütünün 12 Eylül öncesindeki gibi kullanılmasına karşı alabildiğine duyarlı ve tedbirli davranmış, belki bundan dolayı ölümünü getiren saldırıların hedefi de olmuştu.

Onun değişimi ve siyasete kattığı kalite milyonlarca insanın şahit olduğu bir şeydi. Ama yaşadığı değişimin yine de ikna edemediği insanlar var. Bunlar Muhsin beyi hâlâ Kahramanmaraş ve 12 Eylül öncesi sağ-sol kavgası içindeki hâliyle hatırlıyor, hâlâ hafızalarına kazınmış o donuk resimde tutmaya çalışıyorlar.

Oysa Maraş'taki rolü konusunda da sadece söylentiler vardır ve sağ-sol çatışmasının her iki tarafı aynı şekilde kullanılmıştır, ama bu resimden Muhsin bey sonradan ne yapmış ve ne olmuş olursa olsun "ebedî faşist" yaftasını taşımaktan kurtulamayacaktır.

Muhsin bey hakkında yazılanlara hakim olan bu sol jargona bakıldığında Türkiye'de solun neden siyasallığa bu kadar yabancı kalabildiğini anlamak zor olmuyor. Kuşkusuz sol adına genellemeci ve tüketici bir yargıda bulunamayız, ancak Muhsin bey örneğinde sadece bir kez daha sergilenen son derece ağır bir "özcülük" sorunu vardır. İflah olmaz bir kindarlık ve nefretle insanlara hiçbir değişme şansı tanımayan, "faşistlik", "gericilik" gibi yaftaları insanın sabit özellikleri olarak kodlayan bu yaklaşımın siyasallıktan fersah fersah uzak ve uzaklaştırıcı olduğunu söylemeye gerek bile yok.

Ancak bir şeyi her zaman ve her fırsatta söylemeye devam etmek gerek: İdeolojik olarak öğretilen ve paylaşılan kindarlık ve nefretten insana yakışır bir vasıf çıkmayacağı gibi sol bir değer de çıkmaz.

İnsana bazı yaftaları sabit ırksal özellikler gibi yapıştırmanın insan olma vasfından, insanın siyasal tabiatından çok şey alıp götürdüğü ise gün gibi açıktır. Çünkü insan olmak yeniyle ünsiyete açık olmanın ta kendisidir.

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 13.04.09, 09:00 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Marksist solun kuyruk acısı ve Yazıcıoğlu

İrfan Sönmez


13-04-2009

Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümü üzerine tartışmalar sürüyor. İlk günler, toplumun hassasiyetlerine uyarak Yazıcıoğlu’nun ardından methiyeler düzenler, zaman geçtikçe gerçek kişiliklerine dönerek, savaş baltalarını gömdükleri yerden çıkardılar.

Dün kahraman ilan edilen Yazıcıoğlu bugün artık terör olaylarının merkezindeki isim olarak takdim ediliyor.

TV ekranların parselleyen –eski yeni Marksistler- kuyruk acılarını çıkarmak için birbiriyle yarış ediyor. Kimi Maraş olayları ile kimi Bahçeli evler katliamıyla, kimi daha ileri giderek 12 Eylül öncesinin neredeyse tüm olayları ile Yazıcıoğlu’nu irtibatlandırmaya çalışıyor. Anlaşılan milletin Yazıcıoğlu’na layık gördüğü Cumhuriyet tarihinin en büyük cenaze merasimi bazılarının zoruna gitmiş. İpe sapa gelmez iddia ve isnatlar peş peşe sıralanıyor.

Öncelikle bir tespit yapmakta fayda var.

Bugün göz önünde olan isimlerin birçoğu geçmişte şu veya bu ölçüde teröre bulaşmıştır.

Ülkücülerden de kavgaya karışan, daha sonra da bunun bedelini hapishanelerde darağaçlarında işkence hanelerde ödeyen birçok kişi olmuştur.

Ülkücülerin hangi saiklerle kavganın tarafı olduğunu burada uzun, uzun anlatmaya gerek yok.

Bütün üniversiteleri işgal edilmiş, sokakları, mahalleleri Marksist solun kurtarılmış bölgesi haline getirilmiş bir ülkede, okumak, onuruyla yaşamak isteyenlere kendilerini müdafaa etmekten başka bir yol bırakılmamıştır. Devletin güvenliğini sağlayamadığı insanlar, kendi güvenliklerini kendileri sağlamak zorunda bırakılmışlardır.

Derin güçlerin böyle olmasını istemeleri, ayrı bir bahis mevzuudur. Bugün bile 12 Eylül öncesi çatışmalarının röntgeni tam olarak çıkarılmamışken, dünün gençlerinden o hercümerç içinde oynanan oyunları fark etmelerini beklemek hamakattir. Bugünden düne bakmak, dünden düne bakmakla aynı şey değildir. Çözülmüş bir bilmeceye bakıp, ben bu bilmeceyi çözdüm demek kimseye itibar kazandırmaz.

12 Eylülden önce olaylara karışan ülkücülerin motivasyonu ile Marksist solun motivasyonu aynı değildir. Sol, devleti ele geçirmek, komünist bir düzen kurmak için savaşırken, ülkücüler bunu inançlarına, ülkelerine, milli varlıklarına karşı bir tehdit olarak gördükleri için kavganın tarafı olmuşlardır. Sol, motivasyonunun gereği Rus bayrakları ile Çin bayrakları ile sokaklara çıkmış, ülkücüler ise sadece Ay yıldızlı bayrağımızı taşımışlardır. Siz bakmayın şimdi masum, bir günah, mağdur bir sol portesi çizmeye çalıştıklarına. Türk solu, bize ait her değerin düşmanı olmuştur. En başta da bayrağımızın. Şimdilerde Orak çekiç yerine Ay yıldızlı bayrağımızı taşımaları, orak çekiçle aldatamadıklarını Ay yıldızla aldatmak içindir.

Muhsin Yazıcıoğlu da o dönemin en parlak gençlik liderlerinden biriydi. Uzun süre hapis yatmış, yargılanmış, sıkıyönetim mahkemelerinde aklanarak çıkmıştır. Mahkemelerde aklanan birini şimdi –kuyruk acısıyla- mahkûm etmeye çalışmak, eski bir hesabın görülmesinden başka bir şey değildir. Hiçbir ülkücü ne Maraş olaylarından, ne de Sivas olaylarından ceza almamıştır. Bilakis Maraş olaylarının sol örgütler tarafından organize edildiği sonradan ortaya çıkmış, dönemin CHP’li iç işleri bakanı İrfan Özaydınlı’da bunu itiraf etmiştir. Sivas olaylarında ise birçok alevi sanatçı Madımak otelinin bitişiğindeki BBP il başkanlığına gizlice alınarak hayatları kurtarılmıştır. Bu gerçeğe rağmen bu olayları Yazıcıoğlu ve ülkücülerin organize ettiğine dair bir algı var demek, aslında böyle bir algı oluşturmaya çalışmak ve ülkücülere bühtanda bulunmaktır.

Bu tip iftiralar bundan sonra da sürecektir. Ülkücüler bugünün yazarçizeri, dünün militanı olan bu eski Marksistlerin ütopyalarını yok etmiştir. Onun için geçmişi hatırladıkça saldırı ve iftiralarını sürdüreceklerdir. Ancak 12 Eylül, 12 Eylülde kalmıştır. Ülkücüler/Alperenler artık kavganın tarafı değildirler. En iyi niyetli çıkışların bile nasıl istismar edildiği, nasıl başka amaçların hizmetine sunulduğu tecrübe ile sabittir. Üstelik devletin merkezinde bulunanların 12 Eylülde ülkücülere reva gördüklerini, 28 Şubat’ta nasıl tehdit skalasının ilk sıralarına yerleştirdiklerini kimse unutmamalıdır. Ülkücüler, başkalarının hesaplarına katkıda bulunan şuursuz, gayesiz, hedefsiz bir kitle olmamalıdır. Kışkırtmalar, yerli, yersiz eleştiriler, iftiralar olacaktır, bunlar asla kavga sebebi olmamalıdır. Kavganın her şekli en çok kavga edene zarar verir. Artık yumruklarla değil, fikir ve düşüncelerle var olmak lazım.

Yazıcıoğlu’nu sevenlere de yakışan budur.

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 13.04.09, 09:01 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Muhsin Başkan'ın mirası

Mehmet Şeker

mseker@yenisafak.com.tr

02 Nisan 2009 Perşembe


Muhsin Yazıcıoğlu'nu toprağa verdik. Sevenleri onu son yolculuğuna tekbirlerle uğurladı. Kocatepe insan seliydi. Yürüyerek Taceddin Dergâhı'na kadar gidildi.

Yürüyen kalabalığın bir ucu kabri başına vardığında, bir ucu daha Kocatepe Camii'nden çıkamamıştı.

Çok az insana öyle muhteşem bir cenaze töreni nasip olur.

***

Güzel yaşadı, güzel vefat etti, güzelliklerle aramızdan ayrıldı.

Ardından tanıyan tanımayan kim varsa üzüldü, herkes takdirle andı.

Dava arkadaşları, medrese arkadaşları, uzaktan tanıyanlar, yakından bilenler, hepsi onun inandıklarına ve yaşadıklarına şahitlik etti.

Ki inandığıyla yaşadığının farklı olmadığını biliyorduk.

***

Onun medrese dediği, bizim cezaevi olarak düşündüğümüz yerdir.

Yusufiye Medresesi idi suçsuz yere yedi buçuk yıl yattığı cezaevinin adı.

O sürenin beş yılı hücrede.

Dergâhlardaki dervişler çilesini kırk günde tamamlıyor.

Onun çilehanede geçirdiği zaman beş yıl.


Varın hesap edin kaç ay, kaç gün, kaç saat eder.

***

Fakat o hiç şikâyet etmedi.

Adımdan daha çok eminim ki içeride kaldığı her an, her saniye Allah'ı zikretmekle geçmiştir.

Devamlı ibadet ve tefekkür…


Bir de bizim dışarıda uğraştığımız işlere bakın.

Al takke ver külah, sen haksızsın ben haklıyım, daha çok kazanalım, daha iyi yaşayalım, ben senden büyüğüm, benim itibarım seninkini döver…

İyi, aferin, dövsün bakalım.

***

Kalabalık dağılmış, sevenleri son vazifelerini de yerine getirmişti.

Yakın arkadaşları kabri başından bir türlü ayrılamıyorlardı.

"Bizi bırakıp nereye gittin reis" mi diyorlardı, dua mı ediyorlardı, Kur'an-ı Kerim mi okuyorlardı, geçmişin muhasebesini mi yapıyorlardı kim bilir…

***

Onu anlatmak için davet edildikleri televizyon programına tozlu ayakkabılarla gelenleri görünce, o tozun ne kadar anlamlı olduğunu düşündüm.

Onun yattığı toprağın tozuydu.

Uğruna hayatını vermekten çekinmediği, bu memleketin tozu.

***

Bayrağa sarılı tabutunu taşıyan arabanın üzerinde onun mısraları yazıyordu:

“Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum.”

İstediğine ulaştı.

Mekânı cennet olsun.

***

Muhsin Yazıcıoğlu'nun bıraktığı bir miras var geride.

Örnek bir hayatı var.

Şimdi ne olacak diye düşünürken, o mirasın ne olduğunu bilmek, anlamak ve ona göre davranmak zorundayız.

Yediden yetmişe hepimiz için geçerli bu.

İktidardan muhalefete, köyde yaşayanlardan şehirde yaşayanlara, okuyandan yazana, düşünenden söyleyene kadar hepimiz için.

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar
MesajGönderilme zamanı: 13.04.09, 09:12 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Muhsin Başkan’ın ricası

Şamil Tayyar


Star

2009-04-13


Ergenekon davasını sulandırmaya çalışanlar, Tuncay Güney’in 2001 yılında İstanbul Emniyeti’nde verdiği ifade üzerinde yoğunlaştılar. Uzun süre bilinçli olarak davanın bu ifadeler üzerine açıldığı tezini işlediler.

Oysa bu tezin gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktu. Eğer doğru olsaydı, soruşturma Ümraniye’deki gecekondu baskınıyla başlamazdı.

Çünkü, Tuncay Güney’in ifadelerinin hiçbir yerinde bombaların sahibi olmakla suçlanan emekli astsubay Oktay Yıldırım’ın ismi geçmiyor. Kaldı ki, bu şahıs, Ergenekon şemasında da gözükmüyor.

Ama şu doğru; Oktay Yıldırım ve bağlantılı Muzaffer Tekin gibi bazı isimlerde ‘Ergenekon’ örgütlenmesine dair belgeler çıkınca soruşturmanın seyri değişti, bu aşamada MİT ve Emniyet gibi ilgili birimlerden yardım istendi, Tuncay Güney’in ifadeleri de bu süreçte savcıların eline ulaştı.

Sürece katkı sağladı ama belirleyici olmadı.

Ne var ki, Ergenekon taifesi ısrarla ‘Tuncay Güney’in ifadeleri üzerine bu soruşturma açıldı’ tezini işlerken, diğer taraftan Güney’i itibarsızlaştırmaya yönelik yayınlara ağırlık verdiler. Önce ‘CIA Ajanı’ dediler, ardından ‘MİT Ajanı’ ve ‘JİTEM Ajanı’ iddiasını gündeme getirdiler. Son bomba ‘MOSSAD Ajanı’ iddiası oldu.

Araya ‘Sahte Haham’ süslemesi yaptılar. 10 yıl çalıştığı Akşam ve diğer kurumlar görmezlikten gelindi, 6 ay çalıştığı Samanyolu’na atıfta bulunularak cemaat bağı kurulmak istendi.

Son numara, Tuncay Güney’in işkence altında verdiği ortaya çıkan ifadeler üzerine Ergenekon tezinin çöktüğü yaygarası oldu.

İnsanda numara çok olunca eski numaraları bazen unutabiliyor. Oysa Tuncay Güney, geçen yıl iki kez katıldığı Kanal D’deki 32. Programı ve TRT 2’deki Büyüteç programında emniyetteki ifadelerini işkence altında verdiği söyledi.

Üç programa da katıldım. Hatta banttan yayınlanan 32. Programı’nın birinde işkenceye nasıl maruz kaldığını detaylarıyla anlattı, o kadar ürkütücüydü ki program sorumluları konuşmanın bir bölümünü yayına vermediler.

Efendim, mahkemeye sunulan kasetlerde Güney’in işkence altında ifade verdiği ortaya çıkmış, Ergenekon iddiası tümden çökmüş müş müş...

Adam aylardır işkence altında ifade verdiğini bas bas bağırırken ciddiye almayanlar, neden şimdi işkence copuna sarıldılar? Aslında cevabı belli, diğer tezleri çökünce işkence copundan medet ummaya başladılar.

Kaldı ki, Tuncay Güney’in ifadeleri, 4 bin sayfayı geçen iki iddianame ve milyonlarca belgeye dayalı binlerce sayfalık Ergenekon davasında milyonda bir birimlik hacim bile kaplamaz.

Sen yayınlar mısın?

Doğan Grubu medyasında maymun haberleri kadar yer verilmeyen Ergenekon davasına ilginin, Tuncay Güney’in işkence altında ifade verdiği yaygarasıyla yoğunlaşması ve davanın sulandırılmaya çalışılması elbette dikkat çekicidir.

Bu konuda ne ölçüde samimi olduklarını çok çarpıcı bir örnekle anlatacağım.

Biliyorsunuz, Tuncay Güney, geçen Perşembe gecesi katıldığı Kanal D’deki 32. Programı’nda merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun 4 ay önce kendisini aradığını, hakkındaki ağır ithamları işkence altında söylediğini ve helalleştiklerini anlattı.

Tuncay Güney 2001 yılında İstanbul Emniyeti’ndeki ifadesinde, Yazıcıoğlu’nun Fethullah Gülen’den aldığı 1.5 milyon dolarla partiyi kurduğu, BBP’yi Abdullah Çatlı ile birlikte örgütlediği, Sivas ve Gazi olaylarını birlikte organize ettiği, bu eylemlerin emrini de Veli Küçük’ün verdiğini iddia ediyordu.

Geçen Aralık ayında Güney’in bu ifadeleri medyaya düştü. Özellikle Doğan Grubu, bu fırsatı hiç kaçırmadı.

İşte o ortamda, yanlış hatırlamıyorsam 18 Aralık 2008 günü Tuncay Güney, Muhsin Başkan’a şöyle bir mail attı: ‘Bu cümleler Adil Serdar Saçan tarafından dikte ettirildi. İşkenceyle söylettirildi. 7 yıl önce 28 yaşındaydım, bu işkenceye dayanamadım. ‘Roma’yı da ben yaktım’ dedim. Özür dilerim.’

Bu mail üzerine Yazıcıoğlu, Güney’i arayarak uzun bir görüşme yaptı. Mailde olduğu gibi Güney, işkence altında ifade verdiği iddiasını tekrarladı. Bunun üzerine Yazıcıoğlu, Güney’e, ‘O zaman basına açıklama yap, hatanı düzelt’ dedi.

Güney’in verdiği cevap düşündürücüydü: ‘Sayın başkanım, çok sayıda gazeteciye, özellikle bu iddiayı yazan gazetecilere bu maili gönderdim ama hiç kimse yayınlamıyor.’

Görüyorsunuz değil mi? O gün işkence altında ifade verdiğini söyleyen Güney’e hiç kimse itibar etmiyor. Çünkü, o iddialar, ne hikmetse işlerine geliyor!

Aynı gün, yani 18 Aralık 2008 Perşembe günü Muhsin Başkan, beni aradı. Yukarıdaki diyalogu aktarıp şu ricada bulundu: ‘Şamil Bey, sen Ergenekon’la ilgileniyorsun diye aradım. Biliyorsun Tuncay Güney’in benimle ilgili bazı ithamları olmuştu. Bana mail atmış, işkence altında ifade verdiğini söylüyor, benden de özür diledi. Hiç kimse yayınlamıyormuş, sen yayınlayabilir misin?’

Dedim ki: ‘Sayın başkan, eğer özür dilediğine ilişkin somut bir belge varsa elbette yayınlarım, bunun haber değeri var.’

Görüşmeden hemen sonra Tuncay Güney’in mail fotokopisini gönderdi. O maile 19 Aralık 2008 tarihli yazımda yer verdim.

Her şey ortada, lafı daha fazla uzatmaya gerek var mı?

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 67 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye