sufiforum.com http://sufiforum.com/ |
|
Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar http://sufiforum.com/viewtopic.php?f=132&t=1569 |
4. sayfa (Toplam 7 sayfa) |
Yazar: | kurucu [ 03.04.09, 16:12 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar |
Muhsin Başkan ve Büyük Birlik ALİ ÜNAL ali.unal@zaman.com.tr 1972'de Millî Eğitim Şûrası orta kısımlarını tırpanlayıncaya kadar imam-hatip okullarında genellikle iki grup öğrenci bulunurdu. Bir grup, ibadetinde, kurallara saygılı ve derslerine ağırlık veren öğrencilerdi. Bunlar, daha sonra siyasîleşme okullara kadar inince ve üniversitelerde bir kısmı itibarıyla MTTB ve MSP saflarında ideolojik mücadele içine girdiler; bir kısmı, sadece mesleğini ve ailesini düşünüp, silik bir hayat yaşamayı tercih etti; bir kısmı, belli cemaatler içinde bulunuyordu veya bunlara dahil oldu. İkinci grup, ekseriyeti itibarıyla derslerinde az başarılı, daha çok futbol ve sinemayla haşir-neşir, umumiyetle namaza yabancı öğrencilerdi. Bunlar ise siyasîleşme ve ideolojik kamplaşma döneminde ve üniversitelerde çoğunlukla ülkücü grup saflarına katıldı. Erzurum'da İngiliz filolojisindeki üniversite öğrencilik yıllarımda sınıfımızda ülkücü lider pozisyonunda görünenler bu öğrencilerdendi; derslerinde zayıf, okula devamsız, fakat ülkeyi koruma ve kurtarma mücadelesi içindeydiler. Şahsen bu tür kişilerle öğrenci iken de, 12 Eylül darbesine kadar olan öğretmenlik yıllarımda da genellikle hep karşılıklı mücadele halinde olduk. Buna rağmen önceleri tanıma imkânım bulunmayan, siyasî hayata atılmasıyla birlikte medyadan tanıyabildiğim Muhsin Yazıcıoğlu Bey'e karşı hep sempati besledim. Bilhassa Ahmet Taşgetiren ve Mümtaz'er Türköne beylerin hüsn-ü şehadetleri, hakkındaki temayül, duygu ve düşüncelerimde hamdolsun isabet olduğunu göstermiş bulunuyor. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu, kalbimde hep dürüst, dengeli, prensiplerine bağlı bir insan olarak temessül etti. İki hususiyeti bilhassa hep dikkatimi ve hayranlığımı çekmiştir. Devletini ve ülkesini müdafaa adına verdiği mücadelede, devleti kendisini 2,5 yılı hücrede olmak üzere 7,5 yıl hapishanede yatırdı; işkencelere maruz bıraktı. Ama Muhsin Bey, maruz kaldığı bu muamele sebebiyle hiçbir zaman devlet ve ordu aleyhinde bulunmadı; şahıslarla müesseseleri, gelip geçici hadiselerle kalıcı prensipleri ayrı tutmasını hep bildi. Ayrıca, hiçbir zaman mazlumiyetini, çoklarının yaptığı gibi "destanlaştırıp" bazı pes hedefler adına kullanmadı. Onun dikkat ve hayranlığımı çeken ikinci hususiyeti, yıllarca içinde ve ön saflarında mücadele verdiği MHP'den ayrılıp da ayrı parti kurunca, eski arkadaşları ve partisi aleyhinde de hiç bulunmadı. Muhsin Bey, hangi grup ve cemaate mensup olurlarsa olsunlar, Müslümanlar aleyhinde de bulunmazdı. Devlete ve orduya karşı saygısına rağmen, devletin zulmü, ordudan gelen meselâ 28 Şubat gibi tasvibi imkânsız müdahaleler karşısında da dik durmayı ve gerekli tavrı koymayı bildi. Siyasî hayatında Muhsin Bey'in belki çok büyük hizmeti olamadı. Partisinin ismi olan "Büyük Birlik" -ki buradaki büyük sıfatı partiye değil, birliğe aitti- istikametinde hayatında iken belki çok önemli fonksiyon göremedi. Ama demek bu hususta, milletinin birliği konusunda çok samimi idi ki, trajik ölümüyle Allah o hizmeti ona tam gördürdü. Kutuplaşmanın iyice arttığı seçim atmosferinde Allah (cc), Muhsin Bey'in vefatıyla ülkeye tam bir birlik, rikkat ve merhamet yüklü bir sükûnet havası getirdi. Bilhassa bazı medya organlarının şişirmeleriyle kavga, kutuplaşma ve karşılıklı suçlamalar istikametinde giden seçim propagandaları, birden yerini ülke çapında hüzünlü bir birlik iklimine bıraktı. Bazı insanlar vardır ki, büyük davalar uğruna boyunlarını her zaman uzatmaya hazırdırlar; onlar, birer kurban gibi yaşar ve hayattan da birer kurban olarak ayrılırlar. Allahü a'lem, Muhsin Bey de bunlardan biriydi; belki ülkeye dışarıdan ve içeriden kurulan büyük tuzaklar vardı ve Allah, onu ve yanındaki arkadaşlarını niyetlerinin samimiyeti sebebiyle bu tuzakların bertaraf edilmesi ve ülkenin sükûneti ve geleceği adına aldı. Kim bilir!.. Muhsin "Başkan"a ve birlikte Allah'a yürüdüğü arkadaşlarına Cenab-ı Allah'tan engin rahmet, acılı ailesine, yakınlarına, çalışma ve dava arkadaşlarına, bütün Büyük Birlik Partisi mensuplarına ve Müslüman-Türk dünyasına hem sabır diliyor, hem tebriklerimi arz ediyorum. 30 Mart 2009, Pazartesi |
Yazar: | kurucu [ 03.04.09, 16:17 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar |
Büyük Alperenin anısına... Latif ERDOĞAN lerdogan@bugun.com.tr "İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar" buyurur Peygamberimiz Efendimiz. O'nun ümmetinden olanlar böyle bakarlar ölüme, öyle tanırlar, öyle bilirler, öyle hissederler ölümü. Severler ölümü, daha üstün bir hayat mertebesine taşıyacağı için kendilerini. Ten kafesinden kurtulacağı için ruhları, sevdadır onlar için ölüm,hürriyet gibi sevdadır, özgürlük gibi sevdadır.Aşıktırlar ölüme, Mutlak Sevgili'ye vuslatın belirlenmiş vakti ölüm olduğu için. Yüreği yakan sıla hasretinin sona erişi muştusudur onlara ölüm, Allah'tan gelip yine O'na dönüşümüz hakikatini daha bir yaşanır kılması sebebiyle... Ölüme uyanma keyfiyeti de ayrı bir değer kazandırır vaki ölüme şüphesiz. Sıradan bir ölümle, ulvi bir gaye uğruna gerçekleşen ölüm arasında bu yüzden çok büyük değer farkı vardır. "Şahadet ölümü" bu farkın en uç örneğidir. Öyle ki, Yüce Beyan'da şehitlere ölü denilmesine dahi cevaz verilmemiştir. Allah yolunda candan geçendir şehit. Kendini vatana, varlığını topluma adayandır. Niyeti öyle olandır bir de; yatağında ölse bile... Çileli ömür sonu gelen "çileli ölümü"nün kıymeti de farklıdır elbette sıradan ölümden. Çile saflaştırır, durulaştırır ruhu çünkü. Tanış kılar onu ötelerin hayatına. Nasiplendirir insanı ahiret hayatından. Hakiki hayattan pay verir insana çile. Her gününde ayrı bir berzah sarsıntısı vardır çileli insanın. Berzah azabını yudum yudum dünyada tatmıştır çilekeş. İki korkuyu bir arada vermeyeceği için Ulu Yaradan, berzah korkusu bitmiştir, tükenmiştir çilekeşin. Ölüm bir tebessüm busesi gibi durur yanaklarında çileli adamın. Kurtuluş sayhası yankılanır dudaklarında son anda. Ve göğe yükselir dua dua dudaklarından son dökülenler, Allah'a yükselen son "kelime-i tayyibe" misal, O'na ulaşan son "amel-i salih"le beraber... Yaşamı boyunca alçaltıcı tutkulara ödün vermemiş, tutsak eden isteklere yenik düşmemiş "serdengeçti/alperen ölümü" de farklıdır mutlaka değeri yönüyle sıradan ölümden. Bir hizmet eri, sadece hizmet eridir serdengeçti/alperen. Davası için yaşayan, davası için ve davası içinde ölendir. Onun hanesi davası olduğu gibi makberi de davasıdır. Bu sebeple de alperen ölümü idam değil, tebdili mekan bilir. Kabir onun için bir hiçlik yeri, bir tecrit mahbesi değil, aralarında bulunmaya can attığı bir başbuğlar kurultayı, aynı ülküye baş koymuş alperenlerin toplandığı bir sevgi, bir kardeşlik şölenidir. Geride bıraktığı dostları, yakınları da bir gün bu şölene iştirak ile onu sevindirecektir... İniltili "ah"ları kendine azık edinmiş "mazlum ölümü" de farklıdır kesinlikle kıymet bakımından sıradan ölümden. Ahiyle arşı titreten Allah'a çok yakın kuldur mazlum. Duaları istisnasız kabul gören "aminlerin şekillenmiş yankısıdır" o. Hadiste, bedduasından korkun, diye adres gösterilen "yekpare gönüldür" mazlum. İniltisi, zalimin tahtını yakan ateştir; sesi, nefesi cennette biten dilektir... Bu duygu ve düşüncelerle, bir şehit, bir çilekeş, bir serdengeçti, bir mazlum hayatıyla yaşayıp öyle de vefat eden iyi bir mümin, kıymetli insan, yiğit ve mert dava adamı, Büyük Alperen Muhsin Yazıcıoğlu Beyefendi'ye ve aynı helikopter kazasında aynı kaderi paylaşarak vefat edenlerin teker teker her birine Allah'tan rahmet diliyor, başta yakınları, sevenleri olmak üzere tüm milletimize sabrı cemil niyaz ediyorum. Cümlesinin kabirleri pür-nur mekanları cennet olsun... Mahzunuz şimdi gidişinle Büyük Alperen senin Kavuştun sevdiklerine, gönüller ebedi mahbesin... |
Yazar: | seyyahin [ 04.04.09, 18:22 ] |
Mesaj Başlığı: | Suikasttan kuşku duyuluyorsa... |
Taha Kıvanç t.kivanc@yenisafak.com.tr 04 Nisan 2009 Cumartesi Suikasttan kuşku duyuluyorsa... İşe bakın siz, sonunda Muhsin Yazıcıoğlu'nu Ergenekon davasında 'gizli tanık' yapıverdiler; 'açık tanık' olmaktan çekinecek biriymiş gibi... Büyük Birlik Partisi'nin (BBP) lideri Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopter yolculuğunda hayatını kaybetmesi bütün Türkiye'yi ayağa kaldırdı. Seçime giden bir ülkede, bir siyasi parti liderinin önce kaybolması, uzun bir süre bulunamaması, sonra da hayatını kaybettiğinin anlaşılması elbette herkesin ilgisini çeker. İlgiden öte bir durum yaşandı ülkemizde. BBP liderinin vefatı seçim kampanyalarını durdurdu, cenazesi devlet tarafından kaldırıldı, ebedi istirahatine bir dergâha komşu olarak başlaması bile bu konularda hassas kişilerin ağzını kilitledi. Ceketin işe yaramadığı bir seçimde, Sivas'taki seçimin kaderini bir cenaze değiştirebildi. 'Gizli tanık' olmak ve bu yüzden suikasta uğramak başka bir şey... Cesetler henüz bulunmadan, daha henüz ne olduğu bile anlaşılmadan, “Suikast olabilir mi?” başlıklı bir Kulis yazdığımı biliyorsunuz. Bir dostumun uyarısıydı beni harekete geçiren; ondan edindiğim kuşkuları sizlerle paylaşmış, ailenin başı sayılması gereken Ak Parti'den TBMM Başkanvekili Nevzat Pakdil'in “Sanmıyoruz” anlamına gelen açıklamasıyla yazıyı tamamlamıştım. Nevzat Pakdil, eğer yanlış anlamıyorsam, hâlâ aynı kanaatte; Muhsin Yazıcıoğlu'nun başına gelende 'suikast' sözcüğünü hatırlatacak bir yön görmüyor... Öte yandan, Fethullah Gülen'in ise olaya 'kuşkucu' yaklaştığı, konunun araştırılmasını arzu ettiği anlaşılıyor. Benzer bir tavır iktidarda da var. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de, yakınlarına, “Kuşku duyulan konular var, bunları araştırmak gerek” dediğini işittim. Bunlar doğal kuşkular ve kuşkulara dayalı doğal tepkiler... “Yazıcıoğlu 'gizli tanık' idi, o sebeple suikasta uğramış olabilir” türü fantazi kurgulara hiç gerek yok... Muhsin Bey 'Ergenekon' olayında bilgi sahibi idiyse, bunu, başkalarıyla da aleni paylaşırdı. Nitekim, 'suikast' kuşkularına o dakikaya kadar sesini çıkarmayan BBP çevreleri de, bir TV kanalı bu 'gizli tanık' iddiasını ortaya atınca huzursuzluğunu belli etmeye başladı. Devletin önemli bir kişisi veya bir siyasi parti liderinin bindiği uçak veya helikopter düşerse bu olaydan her yerde kuşku duyulur. O devlet adamı veya siyasetçinin ülkesinin resmi makamları, kuşkuyu besleyecek hiçbir alengirli yan olmasa bile, kazayı soruşturma konusu yapar. Geçmişte Org. Eşref Bitlis uçak kazasında hayatını kaybettiğinde, Cumhurbaşkanı Turgut Özal, devleti çalıştırarak konuyu bir rapora bağlamıştı. Makedonya'nın başkenti Üsküp'te Parlamento binasındaydık Eşref Bitlis'in uçağı düştüğü gün; Turgut Özal bir konuşma yapmış, yanında evsahibi Kiro Gligorov olduğu halde koridora çıkmıştı. Yanına yaklaşıp biraz önce aldığım Org. Eşref Bitlis ile ilgili haberi kendisine ilettiğimde yüzünün nasıl değiştiğini yakından görmüştüm. “Yanında kimse var mıymış?” diye sormuştu biraz sonra... “Kaza mı, yoksa kaza yoluyla bir temizlik mi?” sorusunun cevabını merak ediyordu besbelli... Muhsin Yazıcıoğlu'nun başına gelen başka ülkelerde farklı siyaset adamlarının da başına geliyor. Bir önceki yazımda ABD'de son yıllarda siyasetçilerin hayatlarını kaybettiği uçak/helikopter kazası sayısının 11'e ulaştığını örnekleriyle belirtmiştim. Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarını taşıyan helikopterin enkazına ulaşılabildi bizde; ABD'de ise cesedi bulunamayan önemli siyasetçi var... “Suikast ise neden?” sorusunu meşru sayarım da, cevabını vermekte fazla acele etmem... Yapılması gereken, doğru sorular sorup o sorulara gerçekçi cevaplar bulmaktır. Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının başına gelende, benim üzerinde yoğunlaşmayı doğru bulduğum, sadece iki soru var: 1. O helikoptere neden bindirildiler? 2. Helikopter düştükten sonra ortalığı kaplayan bilgi kirliliğine kim sebep oldu? Elimizde helikoptere binmeden az önce yaptığı konuşma var, Yazıcıoğlu'nun; rahatsızlığı hemen belli oluyor. Partisinin genel başkan yardımcısının aktardığı “Beni buna binmeye neden zorluyorsunuz, ölümümü mü istiyorsunuz?” diye özetlenebilecek sözlerini de unutamıyorum. O havada Sikorsky'ler uçuşa çıkamazken, tek motorlu bir helikopterle sarp dağların üzerinden aşma yolculuğu... Kimin aklıdır bu? Helikopter düştükten sonra hava kararıncaya kadar, kamuoyu, “Merak etmeyin, Reis sağ kurtuldu, hastanede yatıyor” haberiyle meşgul edildi. Enkazı bulan köylüler, “Helikopter düştüğünü öğrenince aramaya başlamıştık, bulunduğu haberini duyunca evlerimize döndük” dedi. Gün henüz ışırken aransa hemen bulunabilirdi helikopter; stratejik vaktin kaybı, bulunmasını 48 saat geciktirdi. O yanlış bilginin kaynağını kim yanılttı? Araştırma bu iki soruya cevap aramakla başlayabilir. |
Yazar: | seyyahin [ 04.04.09, 20:12 ] |
Mesaj Başlığı: | Muhsin Yazıcıoğlu için Bursa'da mevlit okutuldu |
24 Mart tarihinde helikopterinin düşmesi sonucu hayatını kaybeden Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı ve Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu için Bursa Ulucami'de Kur'an-ı Kerim ve mevlit okundu. BBP Bursa il teşkilatı tarafından Ulucami'de akşam namazının ardından organize edilen programa; BBP Bursa İl teşkilatı ve sevenleri katıldı. Mevlit dinlemeye gelenlere gül suyu ve şeker ikram edilirken, okunan Yasin'ler ve mevlit, Yazıcıoğlu ile birlikte hayatını kaybeden arkadaşlarına hediye edildi. Yazıcıoğlu ve 5 arkadaşı için okunan Kur'an ve Mevlid-i Şerif'i dinleyen vatandaşlar duygulu anlar yaşadı. (CİHAN) |
Yazar: | seyyahin [ 05.04.09, 14:02 ] |
Mesaj Başlığı: | Mahkum Yazıcıoğlu'nun mektubu! |
Mahkum Yazıcıoğlu'nun mektubu! Muhsin Yazıcıoğlu'nun, 12 Eylül 1980 sonrasında Mamak Cezaevi'nden yakın bir arkadaşına yazdığı mektup ortaya çıktı. İlk kez yayınlanan mektupta Yazıcıoğlu tam bir tevekkül abidesi: 1980 darbesi olduğunda tutuklanan 250 bin insandan biriydi Yazıcıoğlu. Bütün bu işkencelere ve kötü muameleye karşı hayatından hiç şikâyetçi olmadı, hatta çektiklerini günahlarına kefaret olarak görecek kadar da inanç sahibiydi. Yazıcıoğlu'nun, 12 Eylül 1980 sonrasında Mamak Cezaevi'nden yakın bir arkadaşına yazdığı mektup, aslında her şeyi anlatmaya yetiyor. Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölüm haberi bütün Türkiye'yi yasa boğdu. Sağcısı solcusu, kadını erkeği, genci yaşlısı herkes Yazıcıoğlu'nun arkasından gözyaşları döktü, dualar etti. Muhsin Yazıcıoğlu binlerce insanın sevgisini nasıl kazanabilmişti? 1980 darbesi olduğunda tutuklanan ve işkenceden geçirilen 250 bin insandan biriydi Yazıcıoğlu. MHP davasından dolayı 7,5 yıl yattığı Mamak Cezaevi'nde görmediği işkence kalmadı. Ancak o bütün bu işkencelere ve kötü muameleye karşı hayatından hiç şikâyetçi olmadı, hatta çektiklerini günahlarına kefaret olarak görecek kadar da inanç sahibiydi. Merhumun, 12 Eylül 1980 sonrasında Mamak Cezaevi'nden yakın bir arkadaşına yazdığı mektup, aslında her şeyi anlatmaya yetiyor. İlk kez Zaman Pazar'da yayımlanan bu mektup, Yazıcıoğlu'nun hoşgörüsü, sarsılmaz imanı, insan sevgisi, edebiyata, şiire ve sanata olan ilgisi hakkında ipuçları veriyor. Dönemin MHP Gençlik Kolları üyesi Mermin Öztürk'e yollanan mektup, 24.1.1982 tarihinde yazılmış. Muhsin Yazıcıoğlu'nun mektubundaki 'tevekkül' dolu cümleler hemen dikkat çekiyor. Hapishanede olduğu için üzülmüyor, hatta bir bakıma seviniyor. Çünkü demir parmaklıkların arkası onun gözünde adeta bir Medrese-i Yusufiye'ye dönüşmüş. Mamak Cezaevi, Yazıcıoğlu'na hayatı tekrar gözden geçirme fırsatı vermiş. İftira ve suçlamalara karşı nasıl sabrettiğini şu cümlelerle anlatıyor: "Kalbimde yanan ilahi aşk, her türlü isyankâr duyguları frenliyor. Olanları sabır ve tevekkülle karşılamamı sağlıyor." Dört duvar, şiirle olan mesafeleri de ortadan kaldırmış. Yazıcıoğlu, mektubunda şiire olan merakına geniş yer veriyor: "Yıllar var ki şiirle ruhumu dinlendirme fırsatım olmadı. Üniversite çağına kadar çok sevdiğim şiir ve edebiyattan, bildiğiniz hayat kavgası adeta beni koparmıştı. Zevkle okuduğum edebi eserlerin ve ruhumu dinlendiren şiirlerin hayatın acı çileleri arasında ezilmiş olduğunu gördüm." Muhsin Yazıcıoğlu, Yahya Kemal'in, "Bir gün çilemiz dolarsa yarabbi, hesabı görülmedik kötülük bırakma" satırlarını da mektubuna eklemiş. Yazıcıoğlu'na göre Yahya Kemal, medeniyetimizi en iyi şekilde yansıtan şairlerin başında geliyor. Karamsar olmadığını şu ifadelerinden anlıyoruz: "Ümitliyiz, kararlıyız, inanç doluyuz ve yalnız değiliz. Zaten inanan insanın yalnızlık gibi bir problemi olamaz. Allah'ı zikreden bir dil, Allah'a şükreden bir kalp taşıyorsa insan nasıl yalnızlık duygusuna kapılır?.." Daha sonra sözü Cüneyd-i Bağdadi'ye getiriyor: "Bela ve musibet, arifler için bir uyarıcı, imanlılar için bir ıslahçı, gafiller için ise bir ölüm habercisidir." Muhsin Yazıcıoğlu, hapishane hayatından hiç ah etmiyor. Şükrediyor ve sabır gösteriyor. Mektubunun ilerleyen satırlarında, "Bizler çok iyiyiz. Hamdolsun sağlık ve sıhhatimiz de iyidir. Abdest alacak suyumuz, seccademizi serecek yerimiz var." diyor. Merhum Yazıcıoğlu, mektubunu yine Yahya Kemal'in bir şiiriyle bitiriyor. " 'Artık demir almak günü gelmişse zamandan/Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan' diyen Yahya Kemal'in gemisi gibi de değil bizim gemimiz. Bizim gemimizin rotası belli. Biz 'Hedefe giden bir gemi kalktı bu limandan...' diyoruz." Zaman-Pazar |
Yazar: | kurucu [ 06.04.09, 08:51 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar |
Samimi bir itiraf: Muhsin Yazıcıoğlu Peren Birsaygılı Birer yolcuyduk aynı ormanda kaybolmuş Aynı çıtırtıyla uyanan birer serçe Hep aynı yerde karşılaşırdık tesadüf bu Birer tomurcuktuk hayatın kollarında Birer çiğ damlasıydık Bahar sabahında gül yaprağında Dedim ya; Hiç yoktan susturuldu şarkımız Göğsüm daralıyor Yüreğim kanıyor Olmasaydı sonumuz böyle Öyle zamanlar vardır ki hayatta, kendinizi bir anda büyük bir hesaplaşmanın ortasında buluverirsiniz. Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarını taşıyan helikopterin düştüğünü ilk öğrendiğimde, benim de iki kişi kıyasıya kavga etmeye başladı adeta içimde… Birinin gözünden yaşlar akıyor, öteki bu yaşları silmeye uğraşıyordu tüm gücüyle. Birinin yüreği yanıyor, öteki “evet üzücü ama abartmıyor musun biraz? ”diye azarlamaya çalışıyordu onu. Birisi “ben de üşüyorum” diyor, öteki “yeter artık bu kadar saçmaladığın” diye kaşlarını çatıyordu… Birisi “ben aslında seviyordum onu” diyor, öteki “yuh artık ya” diye öfkeleniyor ve ihanetle suçluyordu onu… Ve öyle büyük bir imtihandı ki bu… Zira bir vefat haberi, miras olarak bu denli acı bir hesaplaşma bırakmamıştı bana şimdiye kadar hiç. Bu denli şiddetli bir deprem tesiri yaratmamıştı üzerimde. Böylesine acı bir yüzleşmeyi getirmemişti beraberinde… Ve ben artık savaş meydanında yapayalnız kalmıştım. Adına türküler yakıp, uğruna ölmekle övündüğümüz bu topraklarda bir başınaydım adeta. Hayatımın büyük bir kısmı boyunca düşman bildiğim insan yoktu artık işte… Oysa ben çok üzgündüm… Senelerce ölçüsüz bir husumet beslediğim o insan gidivermişti ansızın. Oysa benim yüreğim yanıyordu. Onun gidişinin ardından yüzlerce haber çıkıyor, ben ise kendime bile itiraf etmekten korktuğum büyük bir ızdırap içerisinde yalnız kalmak istiyordum sadece. *** Yüreğimin sesini dinlemek için yalnız kaldım ve öyle çok düşündüm ki… Uzaklaştım, öyle uzaklaştım ki kendimden… Ve Allah biliyor ya; Hepimiz eşit derecede masum ya da eşit derecede suçlu idik, diye itiraf edebildim en sonunda. Birimiz Mahir olmuş, bir başkası Muhsin, bir başkası ise Metin ne fark ediyordu ki? Adına türküler yakıp, uğruna ölmekle övündüğümüz bu topraklar üzerinde sahnelenen koca bir oyunun kurbanları değil miydik hepimiz de? Sözcüklerimiz, gizlemeye çalıştığımız tereddütlerimiz, kırık ve örselenmiş yüreklerimiz yok muydu her birimizin de? Ve tıpkı şarkıdaki gibi aynı ormanda kaybolmuş birer yolcu ya da aynı çıtırtıyla uyanan birer serçe değil miydik? Ve galibi olmayan bir kavga değil miydi bu aslında? *** Zaten sahici değildi yüreklerimize ekilen bu nefret tohumları. Zira senelerce ölçüsüz bir husumet beslediğim o insan gidivermişti ansızın oysa ben düşmanımı değil de, sevdiğim bir insanı yitirmiş gibi büyük bir sızı duyuyordum içimde. Üşüyorum şiirini defalarca dinledim, üzüntüm daha da arttı. O an anladım ki; Kendime bir türlü itiraf etmeyi başaramasam da, asla gerçekten nefret edememiştim ben ondan. Ve düşündükçe resmin bütününü görmeye başladım iyiden iyiye. İşte bu yüzden içimdeki zehri akıttım ve günlerdir benimle kıyasıya dalaşan o sesi susturdum. Sessizlik oldu. Esaslı bir tokat yemiş gibiydim suratımın ortasına. Düşünmekten yorgun düşmüştüm, bu hesaplaşma öyle yormuştu ki beni… Ancak huzurluydum en azından. Zira artık kolaylıkla telaffuz edebiliyordum; Evet, Türkiye mert bir evladını kaybetmişti. Ve biliyordum ki; Bu topraklarda yaşanacak güzel günler, ezber değil vicdan sahiplerinin eseri olacaktı. perenbirsaygili@gmail.com |
Yazar: | kurucu [ 06.04.09, 09:03 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar |
Gönüllerin sultanı MEHMED NİYAZİ m.niyazi@zaman.com.tr Arkadaşlarıyla beraber geçirdiği kazada Hakk'ın rahmetine kavuşan Muhsin Yazıcıoğlu'nu fani âlemimizden yüz binler uğurladı. Ömrümde gördüğüm en kalabalık cenaze merasimi merhum Turgut Özal'ındı; bu belki ondan da kalabalıktı. Özal uzun yıllar bürokratik kademelerde bulunmuş, başbakan, cumhurbaşkanı olmuştu. İnancını, hissiyatını paylaşmış olması itibarıyla milletimizin bu ilgisini bir nebze anlamak mümkündür. Öyle yüksek makamlarda bulunmadığı, milletimizi temsil etmediği halde, bir siyasetçi olarak Yazıcıoğlu'na bu alaka niçindi? Gönüllerin sultanı olmaktan başka bir izah bulunabilir mi? Daha çocuk yaşlarında milletimizin dertlerini, acılarını kendisinin bilmiş, onlara merhem olmak ümidiyle Ülkü Ocakları'nda çalışmaya başlamış, gün gelmiş, Ülkücü gençlerin genel başkanı olmuştur. 12 Eylül darbesinden sonra içeriye alındı; beş buçuk yılını işkencelerle hücrede geçirdi, yedi yıldan fazla yattı ve beraat etti. Hiçbir zaman; "Bu devlet beni suçsuz yere içerde yatırdı; kahrolsun!" demedi, başkaları gibi Avrupa'da hak aramayı düşünmedi; "Ne yapalım, bizim devletimiz" diyerek acıları sineye çekti. Zira o her milletin hayatında devletin farklı bir fonksiyonu olduğunu biliyordu. Devlet kurmayı hiç düşünmemiş veya devletini yüzyıllar önce kaybetmiş milletler yaşamaya devam ettiği halde, biz nerede devletimizi kaybetmişsek, çok geçmeden milli varlığımız da orada siliniyordu. Dolayısıyla devlet milletimize ekmek kadar, su kadar lazımdı; onu yıpratmak milletimizin sonunu hazırlamaktı. Zulmün kol gezdiği hapishanede bir yiğit nasıl davranması gerekiyorsa, öyle davrandı; arkadaşları için ümit, moral kaynağı oldu. Avukatının ona beraatini ümit ettiğini ve bu yönde talepte bulunacağını söylemesi üzerine şu cevabı verdi: "Talebinden bir şey çıkacağını sanmıyorum; ezkaza dikkate alınıp tahliye edilirsem, burada kalan arkadaşlar kendilerini yalnız hissedebilirler; bu zindandan en son çıkacak ben olmalıyım." 12 Eylül darbesini yapanlar adaletten ziyade dengenin peşindeydiler. İnsanların kanına giren bir terörist mi cezalandırıldı; hemen gözlerini ülkücülere çevirirlerdi. Nice suçsuzları darağaçlarına gönderdiler; masumları yıllarca hapishanelerde süründürdüler. İşkencelere maruz kalanlar zulüm zindanından sağlığını kaybedip tahliye edildiler. Anarşik olaylarda bir uzvunu yitirip sakat kalanlar da çoktu. Bu mazlumlara doğru dürüst kimse sahip çıkamadı. Kahredici günleri beraatle sonuçlanınca Yazıcıoğlu "Ben de çok acılar çektim; onlar da kaderlerine katlansınlar" demedi; bir vakıf kurup çaresizlerin imdadına koştu. Milliyetçi Hareket Partisi'nden milletvekili seçildi. Bizce meçhul olan sebeplerden dolayı oradan ayrılmak zorunda kaldı. Çocukluğundan beri "Başbuğ" dediği rahmetli Türkeş'in aleyhine tek kelime etmedi; yeri gelince hizmetlerini övdü. Milliyetçi Hareket Partisi'nde kalan eski arkadaşlarına toz kondurmadı; gerektiğinde onları hep sitayişle andı, siyasetçilerin sermayesi olan dedikoduya başvurmak tenezzülünde bulunmadı. Sonra yine milletvekili seçildi; Refah-Yol hükümeti gündeme geldi; başka alternatif yoktu; onların da sayıları yetmiyordu. İstese başbakan yardımcılığı, partisine bakanlıklar alabilirdi; siyasi tarihimizde, belki de dünyada eşi görülmemiş bir diğergamlıkla hiçbir şey talep etmeden hükümeti dışarıdan destekledi. Montesquie "Geri kalmış milletler ordularının işgali altındadır." der; biz de son dönemlerde geri kaldık; ama ordumuz diğerlerine benzememeli, tarihî misyonumuza uygun hareket etmelidir, diye düşünerek, "Milletimize çevrilen namluları selamlamam." dedi. Bu ses uzun zamandan beri bu topraklarda duyulmamış yiğit bir sesti. Sonra o günlerde Cezayir'i öcü gösterip milletimizi sindirmek isteyenlere şu cevabı verdi: "Türkiye Cezayir olamaz, ama Suriye de olamaz." Politikacılar, parti programlarıyla ülkenin meselelerini halledeceğine inanırlar; dava adamları ise insanı değiştirmeden hiçbir şeyin çözümlenemeyeceğinin farkındadırlar. "Alperen" ocakları insanımızı değiştirmeye yönelik bir hareketti. Onun için Yazıcıoğlu politikacı değil, dava adamı idi. Annesinin vakur tavrını görenler, bir yiğit ancak böyle bir anadan doğar diyerek hayranlıklarını ifade etmişlerdir. Eşi ve çocukları da annesi gibiydiler; dünyalara değer bir delikanlıya layık olduklarını gösterdiler. Muhsin kardeşim, ne büyüklere saygıda, ne de küçüklere sevgide kusur ettin. Kendin için bir gün yaşamadın; ömrünü inandıklarına, milletine verdin; cihana bir yiğidin nasıl yaşaması gerektiğini gösterdin. Nur içinde yatasın, mekânın cennet olsun canım kardeşim. 06 Nisan 2009, Pazartesi |
Yazar: | kurucu [ 06.04.09, 15:01 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar |
Böyle olur Hüseyin'lerin şehadeti! Kenan Çamurcu Yeryüzünün mert, dürüst, cesur, yiğit, hak ve hakikat aşığı kahramanları hiç normal veda etmezler hayata. Bu fani dünyadan ayrılışları, sıradan insanlarınki gibi olmaz. Onlar Hüseyin gibi veda ederler, Hüseyin’i izleyerek ayrılırlar ailelerinden, dostlarından, sevenlerinden… Hüseyin gibi veda etmek çok acı verir, yakıp kavurur, kabullenmeyi güçleştirir belki, ama veda edenin hatırasını da öylesine yüceltir, ışıltılı hale getirir. Gözler kamaşır o hayat serüvenine bakarken, o ayrılış ve veda anı kalakalır insanın belleğinde. İlk bakışta ürkütücü gelse de, kahramanca yaşamak, yiğit bir yaşam sürmek, öylece de ölmek isteyenler hep Hüseyin gibi can vermeye nasıl da şevk duyarlar. Dudaklarından dökülen dualar, daima, elden ayaktan düşmeden, yataklara döşeklere serilmeden, kimseye eziyet vermeden, acınacak hale gelmeden dimdik ayakta, dipdiri ölmek içindir. Muhsin Yazıcıoğlu’nun veda şekline bakan, onda Hüseyin’in dünyadan ayrılışından çok izler bulur. Zaten onun en büyük temennisi de bu değil miydi? Rabbimiz ona bu nimeti lütfetti. Ne imrenilecek lütuftur bu, nasıl gıpta etmeyelim o nimete… Bir toplum, hayatını Hüseyin gibi yaşayan ve emaneti sahibine Hüseyin gibi teslim eden yiğitlerle kemale erer. O kahramanlar sayesinde hayatın anlamını, dokunma mesafesinde tanır, bilir, öğrenir ve hiç unutmaz. Muhsin Başkan’ın dilinden dökülen “Saniyesine bile hükmedemediğiniz hayat için fırıldak olmanın anlamı yoktur” şiarı, Hüseyin’in çağlar ötesinden ulaşan “Muhammed’in dini benim kanımla yücelecekse eğer, ey kılıçlar alın beni” çığlığının asrın idrakince söylenmiş şeklidir. Dünyaya Hüseyin gibi veda edenler, kendi lisanlarınca haykırırlar Hüseyin’in çığlığını. O nedenledir ki sıradan insanlar gibi ölmezler. Hüseyin gibi can verirler. Hüseyin’in mesajını taşıdıklarını en çarpıcı ölümle gösterirler. Yaşantıları da sarsıcı ve etkileyicidir, vefatları da. Tıpkı Muhsin Başkan gibi. İşte böyle olur Hüseyin’lerin şehadeti… Ajans5.com 28 Mart 2009 |
Yazar: | kurucu [ 07.04.09, 14:27 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar |
Muhsin Yazıcıoğlu Cenaze Merasiminden İntibalar (31 Mart 2009) M. Çetin BAYDAR cetinbaydar@gmail.com 03.04.2009 Merasimin birinci safhası TBMM ve Kocatepe Camiindeki, askeri, mülki ve siyâsi erkânın katıldığı törendi. Törende bulunan simaların başında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM Başkanı Köksal Toptan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, MHP lideri Devlet Bahçeli, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, geliyordu. Bu isimlere ilaveten, MHP Genel Başkan Yardımcıları Oktay Vural, Mehmet Şandır, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kaan Köksal, Eski başbakanlardan Tansu Çiller, eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Rahşan Ecevit, ATO Başkanı Sinan Aygün, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Hasan Iğsız, Diyanet İşleri Eski Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, MHP'nin Ankara Adayı Mansur Yavaş, Yaşar Okuyan, Erkan Mumcu, Bülent Arınç ve tüm bakanlar törende hazır bulundu. Saydığımız zevat töreni müteakıp arabalarına binerek makamlarına döndüler. Bundan sonrası onbinlerin Tacettin Dergahına yürüyüşü olarak cereyan edecekti. Tekbirler, tevhitler, helâllik almalar ve de hıçkırık dolu sloganların birbirine karıştığı kitlevi yürüyüşte MHP’liler BBP’lilerin birkaç katı idiler, yürüyüş esnasında sık sık yaptıkları “Bozkurt Selamı” ile BBP’lilerden ayrılıyorlardı. Buna mukabil BBP’liler ise şehadet parmakları ile tekbirler getirip saflarını belli ediyorlardı. Her ne kadar “Kanımız aksa da zafer İslamın” sloganı her iki grup tarafından da atılsa, ümmetçi bir çağrışımı olan bu sloganı Türkçü yönü ağır basan MHP’nin benimsemesi, MHP tabanındaki şeriatçı eğilime bir işaretti. Nitekim kafile Tacettin Dergahına ulaşınca ortada yüce Kuran ayetlerinden başka tekrarlanan bir ibare kalmadı. Defin esnasında huşu ve hüzün doruktaydı. Ta ki idrak kudreti fazla olmayan bir diyanet imamının yapmağa kalkıştığı duaya kadar. Yakın tarihimizi bilmemekte elbetteki bu garip hoca tek değildir. Ezan-ı Muhammedi’yi yasaklayan, camileri kapatıp kimilerini de devlet malı diye satışa çıkarıp satan, mabetlerde fötr şapka ile namaz kıldıran, Türk Ocaklarını kapatıp yerine Halk Evlerini Kurduran bir zihniyeti, Muhsin Yazıcıoğlu gibi bir tevhit erinin mezarı başında tebcile kalkışan bu yardakçı tutum sahibine “Allah ıslah etsin” demekle yetiniyorum. Cenazeyi ferden takip edenler arasında Hasan Celal Güzel, Mehmet Ağar ve Namık Kemal Zeybek isimlerini de bu arada zikretmek bir vecibedir. Allah(C.C.) güzeldir güzeli sever mütearifesince ismi “hüsn” kökünden gelen Muhsin kardeşimiz de onu mezarına kadar takip edenler evlerine dönerken o, sevdiğinin yanına gitti. İnşaallah şu an dünyadayken özlemini çektiği Firdevs Bahçelerindedir. Ana şiirinde bunu ne güzel anlatır: Cennetle müjdelenmiş analar Sen de gezin cennet bahçelerinde Ayakların altından aksın ırmaklar Makamın melekler gibi yükseklerde Şefaatına mazhar ol Muhammed Mustafa (s.a.v)'nın Rahmetiyle kuşatsın seni Allah'ım Yoldaşı ol hurilerle anamız Fatma'nın Babamla firdevs bahçelerinde gezin cananım. Saadetle ol dünya ve ahirette Sana sağlık ve sıhhatler diliyorum Selam ve sevgiler yollayıp nihayette Ta yürekten ANA, ANA diyorum |
Yazar: | kurucu [ 08.04.09, 11:28 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Muhsin Yazıcıoğlu için Yazılan Yazılar |
Hikmetinden Sual Olunmaz Kemal BOZKURT kbozkurt@habername.com 06 Nisan 2009 Pazartesi Muhsin Yazıcıoğlu’nun elim bir helikopter kazasıyla aramızdan ayrılmasından sonra herkes eteğindeki taşları döktü. Sitemiz yazarlarından Cezmi Koç, ki yazısı birçok site tarafından alıntılandı, ve BBP Kurucusu R. Ercan Bitikçioğlu’da bir hafta bu konuyu derinine incelediler. Başbakan Erdoğan’da kaza için soruşturma araştırılması emrini verdi. Yani hemen herkes bu kazanın normal olmadığını ve dolayısıyla Muhsin Yazıcıoğlu’nun bir suikaste kurban gittiğini beyan etti. Bana kalırsa gözlerden kaçan iki önemli husus var. Birincisi helikopter düştüğünde merhum İHA Muhabiri İsmail Güneş’in telefonda da aktardığı gibi; şiddetli çarpma neticesinde kendisi dışındaki 5 kişi de vefat etmişti (kendi ifadesiyle biri de can çekişiyordu). Dolayısıyla kaza yerine saatler ve günler sonra ulaşılmasının asıl kurbanının Yazıcıoğlu değil İsmail Güneş olduğu artık aşikar. Yani eğer ekipler veya köylüler zamanında kaza yerine gidebilseydiler; belki de İsmail Güneş kurtarılabilecekti. Demek istediğim bu kazadan millet ve devlet olarak çıkaracağımız en büyük ders; bu tür afetlere ve de kazalara hazırlıklı olmamızdır. Daha önce de beyan etmiştim; Allah muhafaza büyük deprem olursa; halimiz ne olur?. Buradan Başbakan Erdoğan’a bir öneride bulunmak istiyorum. İçişleri bakanlığından hariç ya bir afet bakanlığı kursun ya da özerk bir afet başkanlığı oluştursun. Böylece kıymetli vatan evlatları boşyere kaybedilmemiş olur. İkinci hususa gelince; Prof. Dr. M. Es’ad Cosan Hocaefendi de merhum Yazıcıoğlu gibi elim ve de müphem bir trafik kazasında hem de kilometrelerce uzakta, gurbette, Avusturalya’da hakka yürümüştü. Hocaefendinin naaşı da günler sonra Türkiye’ye getirildi. Bu iki ölümdeki benzerlikler aslında çok manidar. Es’ad Coşan Hocaefendi sıradan bir cemaat lideri değildi. Özellikle son yıllarda evrensel boyutta hizmetleri vardı. Neredeyse tüm dünyada kendisini sevenler bulunuyordu. Dolayısıyla eğer Türkiyede vefat etmiş olsaydı muhtemelen ertesi gün defnedilecek ve yurtdışındaki uzak yerlerde yaşayan sevenleri kendisinin cenazesine iştirak edemeyecekti. Gecikme olunca hem başta Avusturalya, ABD, Kanada olmak üzere dünyanın her bir ucundan birçok seveni cenazeye iştirak ederek o mahşeri kalabalığı oluşturdular; hem de arkasında daha defin olmadan yüzbinlerce hatimler, salavatlar getirdiler. Aynı durum merhum Yazıcıoğlu içinde geçerli. Üç gün sonra bulunması, hem cenazeye yurtiçi ve yurtdışından gelenlerin adedini çoğalttı, hem de dualar arşa ulaştı. Her iki merhum suikaste kurban gitmiş olsalarda, veya normal yoldan ölmüş olsalar bile; definlerinin gecikmesindedir asıl ibret. Yani hikmet burada. Ve de rabbımızın hikmetinden sual olunmaz. Allah her ikisine de rahmetler eylesin. Bizleri de sevgili Peygamberimizle birlikte her ikisisiyle ahirette buluştursun. http://www.habername.com/yazi/kemal-boz ... z-2105.htm |
4. sayfa (Toplam 7 sayfa) | Tüm zamanlar UTC + 2 saat |
Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group http://www.phpbb.com/ |