Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Daniel Pipes: "İslamcılık 2.0 daha tehlikeli..."
MesajGönderilme zamanı: 09.03.10, 17:23 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 04.01.09, 01:40
Mesajlar: 24
İslamcılık 2.0 daha tehlikeli

26/11/2009

(Radikal)

İslamcılığın şeriatı getirme aracı olarak sadece şiddeti benimseyen 1.0 versiyonu amacına ulaşamadı. Ancak Erdoğan'ın da temsil ettiği 2.0 versiyonu Batı uygarlığı için daha büyük bir tehdit. Yasal sistem içinde çalışan bu versiyon halkın gönlünü kazanarak yavaş yavaş ilerliyor

Daniel Pipes


Bilgisayar terimleriyle konuşursak, eğer İran İslam devriminin lideri Ayetullah Humeyni, Kaide lideri Usame Bin Ladin ve ABD’nin Fort Hood 13 kişiyi öldüren binbaşı Nidal Hasan İslamcılık 1.0 versiyonunu temsil ediyorsa, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Mısır kökenli akademisyen Tarık Ramadan ve ABD Kongresi’nin ilk Müslüman üyesi Keith Ellison İslamcılık 2.0 versiyonunu temsil ediyor. İlk versiyon daha fazla insan öldürüyor, fakat ikincisi Batı uygarlığına daha büyük bir tehdit yöneltiyor.
1.0 versiyonu, küresel bir halife tarafından yönetilen ve tamamen şeriatla düzenlenen bir toplum oluşturma hedefinin önünde engel olarak gördüğü şeylere saldırıyor. İslamcılığın totaliter yönetimden mega-terörizme kadar uzanan orijinal taktikleri sınırsız zalimliği içeriyor.
Tek bir saldırıda 3 bin kişi ölüyor. Bin Ladin’in atom silahı peşinde koşmasıysa, bu kanlı sayının 100, hatta 1000 kat daha artabileceğini gösteriyor.

Devrim de sürekli olamadı
Ancak, İslamcılığın önemli bir siyasi güç haline geldiği son 30 yıla bakıldığında, tek başına şiddetin nadiren işe yaradığı görülüyor. Terörizme maruz kalanlar nadiren radikal İslam’a boyun eğiyor - Mısır’da Enver Sedat’ın 1981’de suikasta uğramasının, 11 Eylül saldırılarının, 2002’de Bali, 2004’te Madrid ve
2005’te Amman’da meydana gelen bombalı saldırıların veya İsrail, Afganistan ve Pakistan’daki terörist saldırıların ardından böyle bir şey gerçekleşmedi. Terörizm fiziksel zarara ve ölümlere yol açıyor, korku saçıyor, fakat var olan düzeni nadiren değiştiriyor. Katrina kasırgasına veya 2004’teki tsunamiye İslamcıların yol açtığını farz edin; bu olaylarla neyi başarabilirlerdi ki?
Şeriatı getirmek için terör içermeyen şiddet ortaya koymanın da daha iyi bir iş çıkardığı söylenemez. Geniş kapsamlı bir sosyal başkaldırı anlamında devrim İslamcıları sadece bir kez tek bir yerde iktidara getirdi, bu da 1978-79’da İran’da yaşandı. Benzer biçimde bir darbeyle sadece bir kere, 1989’da Sudan’da iktidara geldiler. İç savaş için de, 1996’da Afganistan’da yaşananlar bağlamında aynısı söylenebilir.
İslamcılık 1.0 versiyonunun uyguladığı şiddet şeriatı ilerletmekte nadiren başarılı olurken, İslam 2.0 versiyonunun sistem içinde çalışma stratejisi daha çok işe yarıyor. Kamuoyunun gönlünü kazanma yeteneğine sahip olan İslamcılar, Fas, Mısır, Lübnan ve Kuveyt gibi Müslüman çoğunluklu ülkelerde
ana muhalefet güçlerini temsil ediyorlar. İslamcılar 1992’de Cezayir’de, 2001’de Bangladeş’te, 2002’de Türkiye’de ve 2005’te Irak’ta seçimleri kazandı. Bir kere iktidara geldikten sonra da ülkeyi şeriata doğru götürmeye başlayabiliyorlar. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad ülke sokaklarının büyük öfkesine maruz kalırken ve Bin Ladin bir mağarada korkudan sinmişken, Erdoğan halk desteğinin tadını çıkarıyor, Türkiye Cumhuriyeti’ni yeniden şekillendiriyor ve dünyadaki İslamcılara ayartıcı bir model sunuyor.

Kaide teorisyeni bile ‘döndü’
Kaide’nin bir zamanlar önde gelen teorisyeni olan Seyyid İmam el Şerif bu şablonun farkına vararak, terörizmi açıkça reddedip siyasi araçları benimsedi. Dr. Fadıl adıyla da tanınan Şerif, Enver Sedat suikastına yardım etmekle suçlanmıştı. 1988’de de Batı’ya karşı sürekli, şiddet içeren cihadı savunduğu bir kitap yayımlamıştı. Fakat Şerif zaman içinde şiddet içeren saldırıların işe yaramadığını gözlemledi; bunun yerine devletin içine sızmaya ve toplumu etkilemeye yönelik bir stratejiyi savunmaya başladı.
Kısa süre önce yazdığı bir kitapta Müslümanlara ve hatta Müslüman olmayanlara karşı şiddet kullanılmasını şu cümlelerle kınıyordu: “Afganistan ve Irak’ta akıtılan her damla kan
Bin Ladin, Zevahiri ve onların takipçilerinin sorumluluğu”; “Düşmanlarınızdan birinin binalarını yerle bir etmeniz ve onun da sizin ülkelerinizden birini yerle bir etmesi ne işe yarıyor? Onun halkından bir kişiyi öldürmeniz ve onun da sizden bin kişiyi öldürmesinin yararı ne?”
Şerif’in terörizm teorisyenliğinden yasalar çerçevesinde dönüşümün avukatlığına doğru geçirdiği evrim, çok daha geniş kapsamlı bir değişimin göstergesi; yazar Lawrence Wright’ın da belirttiği gibi, Şerif’in ihaneti Kaide’ye ‘korkunç bir tehdit’ yöneltiyor. Cezayir, Mısır ve Suriye’de bir zamanlar şiddete başvuran başka İslamcı kuruluşlar da yasalar dahilinde ortaya konulan İslamcılığın taşıdığı potansiyelini teslim ettiler ve büyük ölçüde şiddetten vazgeçtiler. Batılı ülkelerde de paralel bir değişikliği gözlemleyebilirsiniz; Ramazan ve Ellison filizlenmekte olan bir eğilimi temsil ediyor.

2.0 özgürlüğü tehlikeye atıyor
Sert ve yumuşak araçlarla iç ve dış yaklaşımların bir bileşiminden oluşan, İslamcılık 1.5 diye adlandırabileciğiniz strateji de işe yarıyor. Bu yöntem, hayatlarını yasal çerçevede sürdüren İslamcıların düşmanı yumuşatmasını, ardından şiddet kullanan unsurların iktidara el koymasını içeriyor. Hamas’ın Gazze’yi ele geçirmesi böyle bir bileşimin işe yarayabileceğini kanıtladı: 2006’da seçimleri kazandılar, 2007’de şiddetli bir ayaklanmayı sahneye koydular. Pakistan’da da benzer süreçler yaşanabilir. Britanya’ysa, şiddetin siyasi bir açılım yaratabileceği türden aksi yönde bir süreçten geçiyor olabilir.
Nihayetinde faşistler veya komünistler değil, sadece İslamcılar kaba kuvvet kullanmanın ötesine geçip halkın desteğini kazanmayı ve 2.0 versiyonunu geliştirmeyi başardı. İslamcılığın bu versiyonu geleneksel değerlerin altını oyup özgürlükleri yok ettiği için, uygar yaşamı 1.0 versiyonunun zalimliğinden bile daha fazla tehdit edebilir.

(Jerusalem Post; İsrail gazetesi, 24 Kasım 2009)

*Ortadoğu Forumu’nun başkanı ve Stanford Üniversitesi’nde misafir öğretim görevlisi

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx? ... egoryID=99


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Daniel Pipes: "Suudi hanedanı kollanmalı..."
MesajGönderilme zamanı: 09.03.10, 17:28 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 04.01.09, 01:40
Mesajlar: 24
Suudi hanedanı kollanmalı

20/05/2003 12:00

Suudi Arabistan'da 10 Amerikalı dahil onlarca kişinin ölmesine neden olan dört bombalama eylemi, ülkedeki derin bir çatlağın belirtisi.

DANIEL PIPES


Suudi Arabistan'da 10 Amerikalı dahil onlarca kişinin ölmesine neden olan dört bombalama eylemi, ülkedeki derin bir çatlağın belirtisi. Uzun süredir var olan bu tartışmanın konusu din, siyaset ve yabancılar. Batı'nın vereceği tepki, bir yandan Suudi ailesine bu tartışmayı kazanması için yardım ederken, diğer yandan da reform yapmaları için onlara baskı uygulamak olmalı.

Suudi Arabistan'ın kökleri, 18'inci yüzyılda Muhammed el-Suud adındaki bir aşiret reisinin Muhammed bin Abdülvahab adlı bir dini liderle güç birliği yapmasına dayanıyor. İlki halen (iki geçici dönem haricinde) var olan krallığa adını verirken, ikincisi de halen krallığın ideolojisi olan İslam türüne adını verdi.Vahabizmin yükselişiİlk başlarda İslamın Vahabi anlayışı son derece aşırı görüldü ve geniş çevrelerce reddedildi. Diğer Müslümanlara karşı fanatik düşmanlığı ve yerleşik İslam adetlerini reddetmesi nedeniyle, örneğin Ortadoğu'ya hükmetmiş Osmanlı hükümdarlarıncayasaklandı. Askeri ve dini saldırganlığıyla komşularının nefretini kazanan Suudi krallığı, bu yüzden iki kere yıkıldı.

Suudi krallığının şimdiki hali ise Suudi bir liderin 1902 yılında Riyad'ı ele geçirmesiyle ortaya çıktı. Burada 10 yıl sonra İhvan (Arapça kardeşler) adıyla bilinen, kişisel uygulamaları ve Vahabi olmayanlara düşmanlığıyla, zaten militan olan bu hareketin en militan boyutunu temsil eden bir Vahabi silahlı kuvveti ortaya çıktı. İhvan'ın savaş naralarından biri şöyleydi: "Cennetin rüzgârları esiyor, ey cennete hasret duyan, nerdesin?"İhvan, Suudi ailesi için iyi iş gördü ve birbiri ardına askeri zaferler kazandı. 1924 yılında, bugünkü Suudi kralının babasının, bugünkü Ürdün kralının büyükbüyükbabasının elinden Mekke'yi almasıyla işler değişti. Bu zaferin iki önemli etkisi oldu. Suudilerin kalan tek rakibi de ortadan kalkmış oldu ve aile, Arap Yarımadası'nın lider gücü konumuna geldi. Ve Suudilerin eline alelade bir şehir değil, hem İslam'ın en kutsal şehri, hem de İslam'ın farklı yorumlarını barındıran kozmopolit ve uygar bir şehir geçmiş oldu.

Bu değişiklikler, Suudi isyanını bir devlete dönüştürerek, çöl hareketini şehre taşıdı. Suudi kral, İhvan'ın ve geleneksel Vahabi anlayışının serbestçe hüküm sürmesine artık müsaade edemezdi, bunları kontrol altına almalıydı. Bunun sonucunda 1920'lerin sonlarında çıkan iç savaş, kralınİhvan'ı yenmesiyle, 1930 yılında son buldu.

Ehven-i şer
Diğer bir deyişle, Vahabizmin daha az fanatik olan versiyonu, fanatik olanını yendi. Suudi krallar, diğer Müslüman ülkelere göre aşırı uçta olan, Vahabi standartlarına göre ise yumuşak kalan bir krallığa başkanlık ediyordu.Evet, Suudi devleti Kuran'ı anayasa kabul ediyor, topraklarında İslam'dan başka bir dinin yaşanmasını yasaklıyor, amansız bir dini polis teşkilatı var ve cinsiyet ayrımı yapıyor. Ama diğer taraftan Kuran'da bulunmayan kurallar da koyuyor, Müslüman olmayan çok sayıda kişiyi çalıştırıyor, dini polisini kontrol altında tutuyor ve kadınların eğitim görmesine ve çalışmasına izin veriyor.

İhvan ana muhalefet
İhvan, savaşı 1930'da kaybetmiş olsa da, yaşamaya devam eden düşünce tarzı, gittikçe gösterişe düşen ve bozulan Suudi devletine karşı, ana muhalefeti temsil ediyor. Bu alternatif, İhvan'dan esinlenen bir grubun Mekke'deki Büyük Cami'yi zor kullanarak ele geçirmesiyle 1979 yılında gücünü şaşırtıcı bir biçimde göstermiş, 1980'lerde ise daha geniş bir ölçekte, Afganistan'da Sovyetler Birliği'ne karşı cihat çabalarına egemen olmuştu. 1996-2001 yılları arasında Afganistan'ı yöneten Taliban rejimi de, İhvan'ı iktidara geçirerek somutlaştırmıştı.Büyüme çağını Afganistan'da geçirmiş bir Suudi olan Usame bin Ladin, günümüzdeki İhvan hareketinin lider temsilcisi.

Yoz ve ikiyüzlü Suudi krallığını devirmek, yerine Taliban benzeri bir yönetim getirmek, Müslüman olmayan yabancıları göndermek, kadınları da haremlerine geri sokmak istiyor. Görüşleri Arabistan'da çok sayıda taraftar buluyor. Bugün hilesiz bir seçim yapılsa, Usame bin Ladin'in iktidardaki Kral Fahd'ı rahatlıkla yeneceği söyleniyor.Suudilerin seçimiİşte Riyad'da meydana gelen son şiddet olayı da, nihayetinde yalnızca Amerikalılara duyulan nefreti değil, vizyonların muazzam çarpışmasını ve iktidar mücadelesini yansıtmasıyla, 1920'lerin iç savaşının bir özeti gibi. Suudi Arabistan, az da olsa modernite ve dış dünyayı barındıran bir krallık olarak mı kalacak, yoksa Arap İslam Emirliği halini alıp, Taliban'ın Afganistan'daki her şeyiyle gerici yönetimini yeniden hayata mı geçirecek? Gelinen noktada dış dünyanın neyi seçeceği belli; tüm sevimsizliğine rağmen Suudi krallığı, kötünün kötüsü olan İhvan seçeneğine yeğ tutuluyor. Bu da iki aşamalı bir yaklaşımı beraberinde getiriyor: Krallığın İhvan ruhunu taşıyan düşmanını yenmesine yardım etmek ve eğitim sisteminden, yurtdışındaki Vahabi örgütlerine finansal desteğine varıncaya kadar her şeyini düzeltmesi için, krallığa ciddi bir baskı uygulamak.

(DANIEL PIPES:Ortadoğu Forumu direktörü, 13 Mayıs 2003)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx? ... egoryID=99


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Daniel Pipes: "İslamcılık 2.0 daha tehlikeli..."
MesajGönderilme zamanı: 10.03.10, 13:05 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 04.01.09, 01:40
Mesajlar: 24
3 Mart Sebebiyle Halifelik Meselesi Yeniden…

Yrd.Doç.Dr. Ali DUMAN

Yazılarımı takip edenler bilir aşağı yukarı beş altı yıldır her 3 Mart geldiğinde halifeliği konu alan bir yazı yazmışımdır. Bu sene tekrar 3 Mart geldiği için yine halifelikle ilgili yazıyorum.

Şimdiye kadar ki yazılarımda Halifeliğin ne olduğu, Kaldırılmasını vs. işlemiştim. Hatta Hikmet Yurdu Dergisi’nin son sayısında “İslam Halifeliği” adlı Sırat-ı Müstakim Mecmuasında yayınlanmış bir makaleyi de sadeleştirerek yayınladım. Bugün şu soru üzerinde yoğunlaşmayı düşünüyorum: “Hilafet, dini ve siyasi bakımdan hiçbir etkinliği olmayan bir kurum olmasına rağmen, Müslüman milletleri birlikte hareket etmelerini sağlamakta, kendisinden istifade edilebilecek bir kurum olarak yapılandırılabilir mi?”

Elbette soru bazılarına itici gelebilir. Aslına bakarsanız benim savunduğum teze de aykırı bir söylem içermektedir. Hatırlanacak olursa, geçmişteki yazılarımın birinde Amerika Başkanı Bill Clinton’un, Müslümanlarla diyaloğa girmekte dini bir liderlerinin olmaması sebebiyle çeşitli sıkıntılar yaşadıklarını dile getiren söylemini konu edinmiş ve Amerika’nın bir halife ortaya çıkarmak düşüncesinde olduğunu, bunun da Müslümanlar açısından olumsuzluklarını anlatmıştım.

Bugün bunu benim problem etmem, haklı olarak bazı okurlarımın kafasında soru işareti oluşturacaktır. Fakat biraz akıl yürütmenin bence hiçbir sakıncası yok. Konuya dönelim…

Konuyu şöyle ortaya koyuyorum:

Bugünün dünya konjonktüründe, Batı (Amerika da dahil) bir güç. Bu güç AB ve ABD şeklinde ikili bir yapı arz ediyor. AB, bana göre, klasik westernisation / batılılaşma ve emperyalizm geleneğinin günümüzdeki bir uzantısı. Avrupa’daki Hıristiyan toplumların, kendilerini dünyanın efendisi olarak gördükleri için, bütün yeryüzünü sömürmesi ve bunu da insan hakları adına, modernleşme, ilerleme adına gerçekleştirmeye çalışan bir organizasyon. ABD de kendisini dünyanın efendisi görmekte. Muazzam askeri gücüyle dünyanın her yerinde, istediği her şeyi yapabilme iktidarına sahip, fakat üretim ve enerji konusunda, sömürgeci Avrupa ile kimi zaman rekabet etmek durumunda kalan, aynı zamanda da Orta Asya’nın göbeğinde bir bıçak gibi duran İsrail’in menfaatlerini de kollamayı bir görev kabul eden süper güç.
Bunların karşısında, komünizmin iflasından sonra bir müddet bocalasa da, nükleer silah gücüyle varlığını sürdüren, dünyanın enerji kaynaklarını kontrol altında tutarak, dünyaya kafa tutmaya çalışan Rusya ile asya’dai fason üretim teknikleriyle, Batı teknolojisine ve üretimine kafa tutan Çin yer almakta.

Görüldüğü gibi dünyada hakim kuvvetlerden hiç biri Müslüman değil. İnanç bakımından Çin’in dışındaki üç kuvvet de Hıristiyanlık bağlantılı. Sadece ABD, güçlü bir Yahudi etkisinde.

Bu çizdiğim manzara dünyanın güç dengesinin resmi. Peki İslam dünyasının durumu ne?

Erol Güngör Hoca, 80’li yılların başlarında, dünyada gelişen İslamî hareketlenmelerden (İran devrimi, çeşitli Müslüman toplumların bağımsızlıklarını kazanması vs.) hareketle, İslam Dünyası Bloku’nun oluşturulması tezlerinin varlığından söz etse de (İslam’ın Bugünkü Meseleleri, 192); biz bugün biliyoruz ki, o dönemdeki İslamî görünen hareketlenlerin doğu blokuna karşı, Batılı müttefik (?) kuvvetlerin “Yeşil Kuşak Projesi”idi.

Daniel Pipes ve Mimi Stillman 2002 Mart ayında yazdıkları “The United States Government: Patron of Islam?” (Birleşik Devletler Hükümeti İslam’ın Patronu mu?) (MERİA Journal, Vol. 6, No: 1, March, 2002) başlıklı yazılarında, Amerikan hükümetlerinin İslam’ın patronu olup olmadıklarını sorguluyorlardı. Esasen 11 Eylül 2001 saldırısının, her ne kadar Amerikan toplumu üzerinde, İslam karşıtı bir etki yapmış olsa bile, Amerika’nın, Ortadoğu ve Asya coğrafyalarına silahlı kuvvetleriyle girmesinin yolunu da açmıştır. Amerika, Usame b. Laden’i ele geçirmek amacına matuf olarak Afganistan’ı işgal etmiş, ardından Irak’a girerek, Saddam rejimine son vermiştir. Bütün bunlar olurken, ne dünyada söz sahibi güçler, ne de İslam aleminden herhangi bir kesim ses çıkarmıştır.

Milletleşme süreçlerinin en olumsuz etkilediği toplumların İslam toplumları olduğu tespitinde bulunan Erol Güngör hoca, Müslümanların bu süreçten, kardeş milletler oalrak değil, düşman kardeşler olarak çıktığını belirtmektedir (Erol Güngör, Sosyal Meseleler ve Aydınlar,34 vd). Dünyanın modernleşme süreçlerinde tek bağımsız Müslüman devleti olan Osmanlı’nın dağılması, İslam toplumlarının başta İngiltere olmak üzere emperyal devletlerin tezgahlarına gelerek farklı oluşumlar içerisine girmeleri ve nihayetinde sömürgeleştirilmeleri, İslam’ı din olarak benimsemiş milletlerin bir birliktelik ortaya koyarak, yeryüzünde bir denge kuvveti olabilmelerinin önünde en büyük engel olmuştur. Bu yüzden İslam dünyasının ipleri de Batı’nın, bilhassa Amerika’nın elindedir denilebilir.

Süreçleri değerlendirelim…
80’li yıllar, komünizm tehlikesine karşı Yeşil Kuşak Projesi.
90’lı yıllar Yeni Dünya Düzeni Projesi
2000’li yıllar Büyük Ortadoğu (BOP) projesi.


Hangi proje İslam toplumlarının ürünü ve İslam toplumlarının dünya konjonktüründe söz sahibi olmasını amaçlıyor?
Aslına bakılırsa İslam aleminin dünya konjonktüründe söz sahibi olabilecek bir proje, bir politika gerçekleştirmesi de mümkün gözükmüyor. En son üretilen proje, “Medeniyetler ittifakı” adı altında başbakanımız tarafından ortaya atıldı. Sanılmasın ki bu proje başbakana ait. Samuel Huntington tarafından ortaya atılan “Medeniyetler Çatışması” tezi, Batı’nın kominizmden sonra İslam’ı hedef seçtiğini açıkça ortaya koyuyordu. Bu böyle ifade edilirse, kendisini İslam dairesinde gören insanların bundan rahatsızlık duyarak, karşı çıkış yapmaları, itiraza yeltenmeleri mümkündü. Bunu nasıl örtülü olarak sunmak mümkün olabilirdi, ki aynı zamanda da BOP projesinin gerçekleşmesi sağlansın? İşte “Medeniyetler ittifakı” tezi böyle bir amaçla dillendirildi. Nitekim İspanya Başbakanı Zapatero ve Türkiye başbakanı Erdoğan bu projenin eş-başkanları olarak atanırlarken, hem İslam dünyasına örtülü olarak “1sizi de var kabul ediyoruz” mesajı veriliyordu, hem de gizli düşman İslam uyandırılmamış oluyordu. Ayrıca İslam biraz da sağından solunda tırtıklanarak “ılımlı” hale getirilmiş oluyordu.

Hadi sorgulayalım!
AB ve İsrail destekli ABD’den müteşekkil Batı dünyasının hedefi ne?

Sizlere çok ütopik, hatta saçma gelebilirse de yine Amerikan bilim-kurgu filmlerini örnek vereceğim. Bu filmlere bakılırsa, Batı’nın hedefi ortak bir dünya devleti oluşturmak (acaba Armagedon mu?). bu dünya devletinin efendisi elbette Amerika olacak. Peki bu devletin dini olacak mı? Evet. Bu din, bütün dinleri yozlaştırarak bünyesinde eritmiş Hıristiyanlık!

Aklımıza şu soru geliyor: Bu durumda Müslümanların konumu ne olacak?
11 Eylül saldırılarıyla başlatılan propagandaya göre Müslümanlar, dünya devletinin terörist unsurları. Her ne kadar hammaddelerin merkezi konumundaki bölgelerde yaşasalar da ehlileştirilmeleri gereken yabancı unsurlar.
Müslümanlar nasıl ehlileşecek? KÜRESELLEŞME ile.

Önce değerleri yok edilecek, daha sonra Batılı değerlerle donatılarak, tam anlamıyla Hıristiyanlaştırılamasalar bile, en azından “ılımlı Müslümanlar” yapıalcaklar.
Peki Batı projesi böyleyken, Müslümanların, kendilerinin, dinlerinin ve dünyanın geleceğinin planlanmasında herhangi bir projeleri var mı? El-Cevap: Yok.

Bir proje yok, yok olmasına da, olsa bile a) bu projeyi kim yürütecek? B) kim destekleyecek?, c) kim, nasıl uygulayacak?
Bu noktada yeniden halifelik tezi gündeme gelebilir?

Yazının başında sorduğum soruya dönelim: “Halifelik Müslüman milletleri birlikte hareket etmelerini sağlamakta, kendisinden istifade edilebilecek bir kurum olarak yapılandırılabilir mi?”
Eğer İslam dünyası gerçekten, samimi olarak dünyaya nizam vermek, haksızlıkları önlemek, adaleti sağlamak, hakkı sahibine vermek vs. gibi amaçlara sahip olsaydı, elbette bu soruyu ciddi ciddi tartışabilir ve belki de olumlu cevap verebilirdik.

Fakat şunu sormadan kendimi alamıyorum: İslam dünyası kim? Nerede? Atilla İlhan’ın kitapları aklıma geliyor, Hangi Batı, Hangi Atatürk, Hangi Laiklik. Ben de soruyorum Hangi Müslümanlık?!


Yrd. Doc. Dr. Ali DUMAN
Hikmet Yurdu Dergisi Editörü
İnönü Üniv. İlahiyat Fak.
İslam Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı

3/3/2010

http://www.kastamonupostasi.com/kposta3 ... &cid=26200


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye