Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Sahte Maneviyat Akımları / Hamza AYDIN
MesajGönderilme zamanı: 02.10.09, 10:37 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Sahte Maneviyat Akımları
Hamza AYDIN


http://www.sizinti.com.tr/konular.php?K ... 69&KATID=7

İnsan dünyaya gözlerini açtığında, esas olarak biyolojik bir organizmadır; ama potansiyel olarak birçok insanî duygu ve karakterlerin gelişmesine müsait bir programda yaratılmıştır. Bu açıdan o öğrenmeye ve gelişmeye muhtaçtır. Biyolojik (beşerî) gelişmeye paralel olarak insanda benlik, karakter, kişilik, gönül, vicdan gibi insanî ve mânevî değerler (hakiki insanî yön) gelişir ve tekâmül eder. Bu farklılık literatürde beşer olmak veya insan olmak şeklinde karşılık bulur. İnsanın, varlığı nasıl tarif edip açıklayacağı ve mânâlandıracağı, büyük ölçüde içine doğduğu inanç sistemleri, kültür ve aldığı eğitim tarafından belirlenir. Her kültür ve medeniyet, insanın mahiyetindeki cihaz ve donanımları farklı kavramlarla tanımlar ve açıklar. Bundan dolayı da, İslâm fıtratı üzerine yaratılan, evrensel cihaz ve donanımlara, hislere ve kabiliyetlere, kısaca diğer varlıklardan farklı bir iç donanıma sahip insanın hakikatı çeşitlenir ve çoğalır. İnsanın ne olduğu, nasıl sağlıklı ve huzurlu bir hayat süreceği konusunda hem kültürler ve medeniyetler hem de çeşitli felsefî akımlar farklı şeyler söylerler. Sosyokültürel ve mânevî gelişmesini yönlendirmekten âciz olduğundan, dünyaya gelen her çocuğu, ebeveyni, yakın çevresi ve içine doğduğu sosyokültürel ortam inşa eder; ona hayatını temellendireceği mânâ çerçeveleri sunar.

İçinde yaşadığımız dünyayı şekillendiren hâkim medeniyet ve küresel güç, Ş.Teoman Duralı'ya göre, Yeniçağ din dışı Batı Avrupa medeniyetidir; bu medeniyet, ortaçağ Hristiyan medeniyetine karşı bir isyan ve başkaldırmanın neticesinde şekillenmiştir. Bu hâkim güç, semavî kaynaklı dinî inanç sistemlerinin yerine, sermayeyi, ekonomik gücü ve iktidarı merkeze alan ideolojileri doğurmuştur. Maddî refahla tatmin olmayan ve mânevî arayışa yönelen insanlara da medyayı kullanarak, yine ekonomik ve menfaat hedefli, antik uygarlıklara ait tevhidden uzak, pagan temelli ezoterik, sahte maneviyat ve spritüel akımları çözüm olarak sunmaktadır. Bu akımlar içerisinde günümüzde en fazla öne çıkarılanlar, Uzakdoğu dinlerinden ve felsefelerinden beslenen Reiki, Yoga ve Transadantal Meditasyon'dur. Bu akımların hepsi insana sağlığını geri kazandırma ve ona aradığı iç huzuru, dengeyi kazandırma iddiasındadır. Ayrıca insan tabiatını modellerken, açıklarken ve anlamlandırırken, Eski Hint bilgeliğinin, Vedaların, Budizm'in insan ve kâinat anlayışlarını kullanırlar. Dolayısıyla insanın mahiyetini açıklamada ve ona göre insana sağlık ve huzur reçeteleri yazmada dünyanın diğer kültürlerinden farklılaşırlar.

İç huzur noktasından Batı ve Uzakdoğu felsefeleri
Yeniçağ din dışı Batı medeniyeti, insanı Descartesçı bir zihniyetle ele alır; biyolojik ve ruhî olarak ikiye ayırır, insanın mânevî boyutunu arka tarafa iterek, ağırlıklı olarak maddî yönünü geliştirir, güçlendirir hattâ putlaştırır. İnsanın saadetini ve huzurunu, "Ne kadar çok şeye sahip olursan ve tüketirsen, o kadar mutlu olursun." anlayışında arar. Bu mutluluğun devam edebilmesi için de, ihtiyaçların çoğalması ve çeşitlenmesini ve bunları karşılayacak alım gücüne ulaşılmasını sürekli zihinlere empoze eder. Modern Batı terminolojisinde, apaçık tarif edilen bir nefis kavramı ve onu ıslah etme kültürü yoktur. Onun yerine ego ve ruh vardır. Batı tarzı hayat, insanları tatmin etmeyince ve maddî olarak her şeye sahip insanlarda mânevî arayış ve iç huzursuzluk artınca kültür üreticileri; Uzakdoğu'nun sahte mânevîyat akımlarını ve paganistik ritüellerini nefsanî hayat tarzına uydurup yeniden formatlamışlar, sağlıklı hayat ve 'içsel' mutluluğun sırları olarak, ekonomik pazarlama ve reklâm kanalları üzerinden insanlara sunmaya başlamışlardır. Çünkü güç ve iktidar putlaştırılacak ölçüde önemsenince, bunu devam ettirmek için, "Her yol mübahtır, her şey gider, reklamın iyisi, kötüsü olmaz, önemli olan sonuçlardır." gibi anlayışların da insanlığın ortak şuuraltına yerleştirilmesi kaçınılmaz hâle gelmiştir.

Pagan temelli, Ulûhiyet'i inkâr eden Uzakdoğu öğretilerine göre, insanın kurtuluşu, iç huzuru, kendi içindeki biyoenerjiyi veya ruhî enerjileri keşfetmekle, evrendeki yüce ruhla(!) temasa geçmekle mümkün olur. İnsanın huzursuzluğunun, depresyonunun, bunalımlarının kaynağının kendi hatalarından ve günahlarından değil, aksine kişinin içindeki ruhî enerjiyle irtibatın kopmasından kaynaklandığını kabul eder. Bundan dolayı bu öğretiler, insanın ızdırap ve mutsuzluğunun kaynağının, onun mahiyetine konan iç arzuları ve tutkularının dayanılmaz baskısı olduğunu kabul eder. "İnsanın gerçek iç huzuru ve sağlığını koruması, fıtratına konulan güçlü istekleri ve arzuları terk etmesine bağlıdır." anlayışına inandıklarından, bu temel inanca dayalı olarak onlarca farklı tipi olan iç huzura ve sağlıklı bir hayata giden üç temel yol ve öğreti geliştirmişlerdir. Onların öğretilerinin temelinde, ruh ve ondan türevlenen enerjiler vardır. Bu akımlara göre insan bedeni, aslında yoğunlaşmış enerjidir. Enerjiler pozitif, negatif, iyileştirici ve hastalık yapıcı olabilir. Bunlar, bedenî ihtiyaç ve arzuları mümkün olduğunca terk etme yolu; sevgiyle ve aile kurmayla alâkalı muhabbeti ve karşı cinse alâkayı koparma olan keşişlerin yolu; "Her şey zihinde ve düşünmeyle başlar." anlayışından türevlenen düşünmeyi terk etme, geçici olarak askıya alma, tek bir şeye odaklanma (mantra) yoludur. Yoga ve Transandantal Meditasyon bu yollardan türevlenmiş egzersizlerdir. Sağlıklı yaşamaya ve iç huzura giden yollar olarak sunulan bu akımların ortak noktası 'terk'tir; bu akımlar, insanın bütün huzursuzluğunun, depresyonunun ve bunalımının altında kendi iç dünyasındaki şiddetli arzu ve istekleri ile mide, akıl ve gönül santrallerinin yoğun çalışması olduğunu kabul ederler. Bu açıdan Batı medeniyeti, insan tabiatındaki cihazların ve hislerin, arzuların geciktirilmeden hemen kontrolsüzce ve sınırsız tatmin edilmesini teşvik ederken, Uzakdoğu öğretileri de, bunları mümkün olduğunca terk etmeyi, mide, akıl ve gönül santrallerinden bir veya bir kaçını askıya almayı, iptal etmeyi öne çıkarır.

İfrat-tefrit arasında dengeli çözüm
Batı ile Doğu arasındaki bir coğrafyada insanlığa son din olarak gönderilen İslâmiyet ise, insan tabiatını iyiye ve kötüye açık yönleriyle kabul eder ve her bir insan cihazını, hissini ve arzusunu meşru çizgide tatmin ederek, şükür kapısını insanlara gösterir. İnsanın gerçek sağlığı ve iç huzurunun, kendine verilen cihaz ve donanımları, kabiliyetleri, inkişaf ettirerek onları üretime kanalize etmesinde ve üretip kazandıklarından paylaşmada ve şükür etmede, aklıyla tefekkürde ve gönlünü bütün varlığı kucaklayacak derecede muhabbetle doldurmasında olduğunu İslâmiyet öğretmiştir. Fıtrat dini olan İslâm'ın bütün emir ve yasakları, hayatı sürdürebilir kılmaya ve canlı ve cansız varlıklar âlemine zarar vermemeye, yeryüzünde fesat ve bozgunculuk üretmemeye odaklıdır. İslâmiyet, insanın mâhiyetinde beden, nefis ve ruh olmak üzere üç varlık tabakası olduğunu kabul eder. Bedenle ruh arasında bir ara tabaka ve köprü görevi gören nefis, ne öldürülmeli ne de yok sayılmalıdır. Sadece terbiye edilip, bedenin sağlıklı işleyişinden sorumlu ve ruha hizmetçi konumunda bulunmalıdır. Sağlıklı bir nefis, şükrün kapısını açan ve şükrü çoğaltan bir potansiyel mekanizmadır. Dolayısıyla insan ne sadece beden, ne sadece nefis, ne de sadece ruhtur. Her birisi bir hakikati temsil eden, Allah'ın insanda dengeli olarak çalıştırılmasını murad ettiği bir hakikatler manzumesidir. Bu açıdan insanı sadece maddî boyutuyla veya ruhî yönüyle, yahut enerji kavramıyla çözümleyemeyiz, sağlıklı ve dengeli kılamayız. Daha öncede belirttiğimiz gibi, her medeniyetin ve kültürün insan tasavvuru, sağlıklı, huzurlu insan olma modelleri farklıdır. Çünkü her biri farklı terminolojiler ve ön kabuller üzerine kurgulanmış insan modelleri üzerinden insanı eğitme iddiasını öne sürdüklerinden, insanın gerçek yaratılış zenginliğinden mahrum kalırlar, onu sadece belli birkaç yönün gelişmesi gibi ifrat ve tefritlere açık hâle getirirler. Bir başka ifadeyle, Batı ayrı bir ifrat, Uzakdoğu öğretileri ayrı bir tefrit sunarken, İslâm insanı tam bir denge içinde ele almaktadır.

İslâmiyet'te, insanın varoluş gâyesi, kendisine verilen donanımlar, kabiliyetler ve hisler üzerinden Yaratıcı'sını bulmak, O'na iman etmek ve mahiyetine konan bütün cihaz, his ve duyularla ibadet etmektir. Uzakdoğu öğretilerinde ise, böyle bir gâye-i hayâl yoktur. Bedenden ve onun isteklerinden kurtulmak ve evrende var olduğuna inanılan sonsuz iyileştirici enerjilerle temasa geçmek ve sonunun nereye çıkacağı belli olmayan ruhî tecrübelere yelken açmaktır. Güncel Batı dünyasındaki hâkim din dışı küresel sermaye sahiplerinin temel ideolojisi ise, maddî dünyayı ölçülebilen bütün boyutlarıyla çözümleyerek, kontrol edilebilir hâle getirmek ve insanın diğer bütün cihaz ve donanımlarını, sadece bu dünyada yaşama istikametinde kullanmaya çalışmak, kullanılamıyorsa da ihmal etmektir. İnsanlığa gerçek mânâda verebileceği bir şeyleri kalmayan, hayatı dünya/âhiret dengesi içinde bütünüyle kucaklamaktan uzak, bu sahte öğretiler, bugün sermayecilik paradigmasına inanan ve küresel ölçekte güç ve iktidarını sürdürmeye çalışan çevreler tarafından, insanlığa maskeli bir şekilde takdim edilmektedir.

Uzakdoğu öğretilerinin doğru olan tarafı var mı?
İnsan tabiatının yaratılıştan konulmuş evrensel prensiplere göre işleyen yanlarından biri, bedenin tesirinden kısmen kurtulup, ruhun tesirini tecrübe etme yoludur. İnsan bedeniyle ruh arasındaki münasebet, meyvenin iç kısmıyla kabuğu arasındaki münasebete benzer. Bunların biri, diğerinin aleyhine gelişir. Bedenin beslenme kanalları (yeme-içme, koku-burun kanalı ile beş duyu ile zihne açılan kanallar) kontrollü şekilde az kullanılırsa, kişi ruhî tecrübeleri yaşamaya yatkın hâle gelir hattâ değişik derecelerde yaşar. Bütün semavî dinlerde ve dünyevî spirütel akımlarda, az yemek-içmek, az konuşmak, az uyumak ve beş duyu girişlerini azaltmak, ortak ön şartlardır. Kişi bu riyazeti kendisine uyguladığında bunun kendisine getirdiği rahatlığı birinci elden tecrübe eder. Kişi kendisi üzerinde bedeninin baskısını ve kontrolünü bu şekilde azalttığında, ruhî dünyaya, metafizik âlemlere açık hâle gelir. Beden üzerinden ruha doğru açılan kapıları aktifleştiren bu kısım egzersizler, bütün mistik ve tasavvufî akımlarda ortaktır. Bu öğretilerde, bedenin ve zihnin evrensel işleyiş kurallarıyla kısmen uyuşan bazı gerçekler vardır. Uzakdoğu'nun zihni ve bedeni kısmî arındırma metotlarından olan Reiki, Yoga ve Transdantal Meditasyon mânevî ve ruhî bir yolculuk olmaktan ziyade, bedenin ve nefsin kısmî arınma ve kontrolüne bağlı olarak, metafizik âlemlerle temasa açık hâle gelme ameliyesidir.

Vahyin rehberliği olmadan metafizik dünyanın riskleri
Kişi az yemenin, konuşmanın, uyumanın ve beş duyusunu daha az meşgul etmenin faydalarını bedeninde ve psikolojisinde hisseder. Kişide geçici bir gevşeme ve rahatlama açığa çıkar. İşte şeytan bu noktada devreye girer. Çünkü madde âleminde iyi-kötü ne kadar birbirine karışmış ise, ayırt etmek rehberliğe ve bilgiye muhtaç ise, mânevî âlemler de aynıdır. Kişi yukarıdaki egzersizlerle kendinde potansiyel olarak mevcut mânâ âlemlerini algılayıcı reseptörleri aktifleştirir. İslâmî literatürde lâtifeler olarak isimlendirilen bu reseptörler, iyi-kötü ruhları, cinleri veya ruhanî varlıkları kendine çekme, onların mesajlarını algılama noktasında nötrdür. Bu açıdan bu riyazata ve egzersizlere Kur'ân-ı Kerîm'de belirtilen, ibadetler, dualar ve prensipler eşlik etmezse, kişi farkında olmadan habis ruhların, şeytanların mesajlarını, ilhâm zannederek kendini bir şey zannetmeye başlar. Kendinde hissettiği birtakım ruhî kuvveleri ve güçleri kullanarak insanlara hükmetmeye başlar. Kendini bir guru, ve otorite olarak görür. Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet'teki bazı esasları inkâra veya göz ardı etmeye eğilimli hâle gelir. Bu hakikatten dolayıdır ki, İslâmiyet'te Allah, insanın aslî vazifesini, bedenin tesirinden kurtulmak, ruhî güçlerini geliştirmek olarak tarif etmemiştir. Aksine insanın var oluş gâyesi, fıtratına konulan cihazların ve hislerin, kabiliyetlerin hâl diliyle Allah'a ibadet etmek ve şükür ve hamd etmek olarak belirlenmiştir. Şükür, hamd, tefekkür ve muhabbet gibi ibadetlerin sağlıklı yerine getirilebilmesi, belli ölçüde bedenî ve nefsanî arzu ve heveslerin tesirinden kurtulmaya ve onları kontrollü şekilde meşru çizgide tatmin etmeye bağlı olduğundan, İslâmî tasavvuftaki riyâzât ve itikaf beden kapısından ruhî boyuta geçiş noktasında zahiren Uzakdoğu öğretilerine kısmen benzerlik gösterir. Esas farklılık, iç idrâk hislerini ruhanî tecrübeye açık hâle getirdikten sonra başlar. Dua, ibadet, istiğfar, tefekkür ve zikr ile beslenilmezse, bu tecrübenin kişiyi nereye götüreceği bilinemez. Bu durum âdeta kişinin bir hortumun veya girdabın çekim gücüne kendini kaptırmasına benzer. Bu açıdan Uzakdoğu öğretilerinin egzersizleri, başlangıçta bu dünyalardan çok uzak (Batılı ve maddî dünyadan başka bir şey tanımayan), insana belli bir rahatlama ve beden sağlığında iyileşme sağlayabilir. Ancak daha sonra bu ifrattan tefrite savrulmanın getireceği çarpıklıklar kişide çok farklı yanlışlara sebep olacaktır. Denge olmadığı için bu yola girmiş birçok kişi ya bir müddet sonra sıkılacak ve tekrar eski bohem hayatına geri dönecek veya normal hayata adaptasyon sıkıntısından dolayı psikolojik rahatsızlıklara maruz kalacaktır.

Her metafizik tecrübe herkese uygun mu?
Ayrıca çoğu insanın zaman zaman göz ardı ettiği bir diğer husus da, Allah'ın insanları bir yandan hem kabiliyet ve hisler, hem de seçici algılama-idrak ve akıl yürütme bakımından farklı farklı yaratmış olmasıdır. Diğer yandan da kabiliyet ve hisleri kendi içinde derecelendirerek her kabiliyet için, bir normal dağılım eğrisinin (Çan Eğrisi) oluşmasına izin vermiştir. Bundan dolayı insanlar psişik ve spirütel kabiliyetler, enerjiler bakımından benzer bir dağılım gösterirler. Bunun mânâsı, toplam nüfusun % 2,5 kadarında her kabiliyet veya biyoenerji, çok çok az, % 2,5 kadarında ise çok fazladır. Toplumun büyük ekseriyetinde (% 95) ise, bu kabiliyet ve enerjiler normal ortalama seviyelerde seyreder. Biyoenerjileri çok çok fazla olan bu az nispetteki kişiler, kendilerini şifa dağıtıcı, guru gibi görmeye başlayabilirler. Kendilerinde kapasite genişliği olmayan veya zayıf olan herkese de bu enerjileri aşılamaya çalışırlar. Burada dikkat edilmesi gereken, herkesin bu enerjilerden faydalanmaya zorlanmayarak fıtrat farklılıklarına saygı duymadır.

Mânevî arayışlarda niyet farkı
Bir davranışın ibadet, sevap veya günah olabilmesi, tamamen kişinin hangi niyet ve maksatla o işi yaptığına bağlıdır. İslâmiyet'te niyet çok önemli olup, bir davranış sadece Allah için yapılırsa, gerçek ibadet olur ve mânevî huzur verir. Dünyevî faydalar elde etmek için yapılan işler, hakiki ibadet değildir. Bundan dolayı, aç kalma, sürekli Meditasyon, beden ve nefes hareketleri gibi egzersizler, uzun vadede kişinin mânevî hayatını sağlıklı kılmaz, nadiren kılsa da, beden ile akıl ve gönül arasında sağlıklı bir irtibat kanalı olmadığından, bütüncül ve dengeli, kâmil bir insan portresini netice vermez. Sadece vicdanlarındaki tatminsizliğin tetiklediği, 'içsel' mânevî arayış yolculuklarının hakiki hedefinden saptırılmasına ve yanlış istasyonlarda insanların meşgul edilmesine hizmet eder. Zîrâ gönlün ve ruhun gerçek gıdası, mânevî huzuru, Allah'ı zikretmek, şükür ve tefekkürde bulunmak ve gönlü İlâhî aşk ve muhabbetle doldurup, elemsiz bir yaşama sevinci yakalayabilmektir. İşte Reiki, Yoga ve Transdantal Meditasyon, bu hedefe ulaşmak isteyenlerin, ve arayış sürecine girenlerin önüne konulan sahte istasyonlar ve aldatıcı ruhanî tecrübeler olup, şeytanın ordusuna hizmet eden bir sacayağıdır. Bu Uzakdoğu öğretileri, din ve diyanet düşmanları tarafından, sağlıklı bir hayat sürme, depresyondan kurtulma, tamamlayıcı tıbbî tedavi gibi başlıklar altında geniş kitlelere servis edilmektedir. Çünkü hakiki ve elemsiz lezzet ve kaygılardan âzâde gerçek saadet, ancak tevhid dini olan İslâmiyet'te ve ona iman etmededir. Müslümanların kendi dinî inançlarını ve ibadetlerini hayatlarında yaşadıkları takdirde Yoga, Reiki ve TM gibi öğretilere hiç ihtiyaç duymayacaktır. İnsan Kaynakları alanında uzman bir Batılı bilim adamı 2003 yılında İstanbul'da katıldığı 8. İnsan Kaynakları Zirvesinde (12-13 Mart 2003), Yoga ve Reiki gibi Uzakdoğu öğretileri, üst kademe yöneticilerine dinlenme, gevşeme, rahatlama, sağlığını koruma ve 'içsel' mutluluğu yakalama teknikleri olarak tanıtılıp standlar açılınca, Türkiyeli iş adamlarına şöyle seslenmişti: "Değerli Katılımcılar, birkaç gündür Sultanahmet Camii'ne yakın bir otelde kalıyorum. Sabah ezanlarını dinliyorum. Ben de öyle bir iç huzur ve sükûnet hâsıl etti ki anlatılmaz. Dolayısıyla beş vakit ezanların okunduğu bir ülkede, Yoga ve Reiki, TM gibi Uzakdoğu öğretileri tutmaz. Ezan okunurken, birkaç dakika işinize ara verip, ezana konsantre olsanız, bunların size sağlayacağı faydanın daha fazlasını kazanırsınız. Bu açıdan bu ülkede bu öğretilerin çok fazla kabul göreceğini zannetmiyorum."

Batılı araştırmacının da belirttiği gibi, fıtrat dini olan İslâmiyet'in temel prensipleri bilinse ve yaşansa, bu gibi sahte ruhî öğretilere ihtiyaç kalmayacaktır. Ancak günümüzün kitleleri mânevî rehberlik eğitiminden mahrum olduğundan ve İslâmiyet'in altın düstûrları sansürlenip çarpıtıldığından, Batılılar başta olmak üzere mânevî arayışa giren insanlar bu güzelliklerin farkında değildir.

İnsanlar neyin arayışında?
Bu üç öğreti, hakiki din ve mânevîyât eğitiminden mahrum kalmış kişiler için, yaşadıkları acı ve ıstırapların mânâsını değiştirmeye yönelik zihnî ve hissî gerçeklik algısını değiştirme teknikleri sunar. Bu işi pazarlayan gurular, insanları maddenin, bedenin ve benliğin sıkıcı, bunaltıcı atmosferinden kısmen kurtarmaya çalışarak, kendilerince onlara benötesi ruhî tecrübeler yaşatmaya çalışırlar. Çoğu insan, önünde hazır bulunan kolay çözümleri, zor ve gayret gerektiren sağlıklı çözümlere tercih etmeye meyilli olduğundan, küresel sermayenin destek verdiği Reiki, TM ve Yoga gibi Uzakdoğu menşeli sahte mânevîyât akımlarını parola sormadan kullanmaktadırlar. Öte yandan Uzakdoğu öğretileri hakkında kolayca erişebilecekleri kitap, dergi, konferans, CD, DVD gibi dokümanlar her yerde dağıtılmakta olduğundan, yoğun reklâmla ve cazip pazarlama etiketleriyle, insanı iç huzura götürücü teknikler ve sağlıklı hayat sürme reçeteleriymiş gibi takdim edilmektedir. Bütün bu öğretiler, sonunda kişinin idrâkini, bakış açısını, niyetini değiştirmeye çalışır. Bu tekniklerden istifade edebilmek, kişinin mizacına, fıtratına, şifa dağıtıcı kişiyle hasta arasında kurulan münasebet ve güvene, plasebo tesirine, pozitif iyi niyete, farkına varmaya, şuurlu odaklanmayı becerebilmeye bağlıdır. Bağışıklık sisteminin işleyişi de bundan etkilenir. Ancak şu ana kadar biyoenerjetik alanların varlığını çift kontrollü ilmî deneylerle gösteren bir araştırma yayımlanmamıştır. Deliller, daha çok şahsî, subjektif anlatımlara ve kontrolleri zayıf 'bilimsel' çalışmalara dayalıdır. Postmodern dünyada kişinin kendi inanç ve kültürünü koruyabilmesi, bir başka ifadeyle kıblesini bulabilmesi için, yaşadığı çağın popüler düşünce akımlarına karşı bilgi sahibi olması ve şuur seviyesini yüksek tutması gerekir.

İlâhî kaynaktan üflenen ve mahiyetini bilmediğimiz ruhun, zihin ve bedenimizdeki tesirlerini açıklamak için, çeşitli fıtrat modellerinden üretilen kavramları kullanıp, tahminlerde bulunuyoruz. Her şeyin üzerindeki kuşatıcı hakikat ise, Allah'ın insanı en güzel surette yaratmış olması ve kendinin bilinmesi için sıfat ve isimlerinden değişik derecelerde onun mahiyetine koymasıdır. Dolayısıyla insan Allah'ın sonsuz sıfat ve güzel isimlerinin hususi bir kombinasyonudur. İnsanda Allah'ın isimleri, kabiliyetler, hisler, tutkular ve çeşitli işler yapmaya uygun enerjilere sahip olma şeklinde tecelli eder. Kişi kendi fıtratında baskın veya zayıf olan isimlerin inkişafını, hem fiilî dualarla hem de o ismin kendine has enerjisini kendine çekmek için esma zikirleriyle sağlayabilir. Bu açıdan İslâmiyet'te, bu enerjiler, Allah'ın isimlerinin tecellisi ve yansıması olarak yorumlanabilir. Meselâ kişi Şâfi ismini çok zikrederse ve onunla ilgili ilimleri öğrenir ve tatbik ederse, hem kendisine hem de insanlara şifa verici tesirler ve enerjilerin akışına vesile olur. Benzer şekilde her bir işe, kabiliyete bakan diğer isimleri de bu şekilde düşünebiliriz.

İslâm'ın evrensel mesajı
Uzakdoğu öğretilerinin dayandığı insan modeli ile Kur'an-ı Kerîm ve Sünnet'in bize öğrettiği insan modeli de farklıdır. Uzakdoğu öğretileri, esas olan varlık tabakasının ruh ve ona bağlı enerjiler olduğunu, beden ağırlıklı bir hayat sürmenin bu enerjileri hapsettiğini hattâ hasta ettiğini, enerji dolaşımını engellediğini vurgulayarak, bedenî arzuları, düşünceleri, şehvânî sevgiye dayalı bağlılıkları azaltmayı, mümkünse terk etmenin gerekliliğini vurgularlar. Bu açıdan vurgu, enerjiye, düşünceye ve ruhî güçleri açığa çıkarıcı farkındalığa, odaklanmaya yapılır. Odaklanma için tek bir sembol ve kelime (mantra) tercih edilir ve belli sürelerle tekrarlanır. Ayrıca beden ve ruh arasındaki münasebetlerin, bedenin çeşitli egzersizlere maruz bırakılması (yoga) neticesinde artırılabileceğine inanılmaktadır. Kısmen de doğrudur. Her bir beden duruşu, belli mânâlara ve değerlere sahip olduğundan psikolojik ve ruhî enerji akışını değiştirir. Ama bunların hiçbirinde İslâmiyet'in tavsiye ettiği ve modellediği bütüncül kamil insan portresi yoktur. Açarsak, aynı anda bedenini işleterek çalışıp üreten, kazanan ve kazandıklarından paylaşan ve şükür eden, diğer yandan aklî ve zihnî melekelerini kullanarak tefekkür eden, gönlünü sevgiye, hoşgörüye ayarlamış aşk, şevk ve muhabbet insanı olma yönünde gayret gösteren ve insanın üç fakültesini (mide, akıl ve gönül-vicdan) entegre eden dengeli ve uyumlu insanî gelişme modeli sadece İslâmiyet'te vardır. Ancak bize düşen, kendi öz değerlerimize sahip çıkmak, öğrenmek, yaşamak ve çevremizdeki insanlara rol-model olarak, hakikatin bütüncül ve dengeli resminin İslâmiyet'te olduğunu anlatmaktır. İbadetlerin yapılmasının illeti (hakiki sebebi) Allah'ın emri ve isteği olması yanında, Hakîm-i Alîm olan Allah'ın her bir ibadetin sonunda muazzam sayıda hikmetleri ve faydaları hâsıl etmesi de bir hakikattir. Bu faydalar, Reiki, Yoga ve TM tekniklerinin hasıl edeceği rahatlama ve gevşemeyle mukayese edilemeyecek kadar fazladır.

YOGA
Hint felsefesinden beslenen ve Sanskritçede 'bağlamak, birleştirmek' mânâsına gelen Yoga, insanın enerji ve iradesine hâkim olarak nefsini kontrol altına almaya çalışan bir egzersizdir. Beden hareketleriyle bedeni kontrol etmeyi ve objektif bilgiyle de 'Evrensel Ruh' (Brahman) ile bütünleşmeyi hedefler. Hindu dininde bütün tanrıların en üstünde olduğuna inanılan ilâhî ruh veya tanrı Brahman'a ulaşabilmek ve onunla bütünleşebilmek için uygulanan yöntemlerden birisidir. Hind fakirliğinin bir başka adı olan Yoga, yokluk içinde de mutlu olabilmeyi, alt seviyelerden hayata tutunmayı insanlara öğrettiği iddiasındadır. Yoga bedene egemen olma gayretinde, spirütel ağırlıklı hayat sürmeyi öğreten Hint Felsefe Sistemi olarak da tanımlanabilir. Dinî bir yönünün olmadığı, insanın zihnî ve bedenî arınmasını hedefleyen bir alıştırmalar bütünü olduğu söylense de, bu gerçeğin çarpıtılmış şeklidir. Zîrâ Yoga sistemi ilk defa 4. Yüzyılda Patanjali'nin Yoga Sutra'sında açıklanmıştır. Dolayısıyla Uzakdoğu dinleriyle (Hinduizm) yakından irtibatlıdır ve bir tür dinî ritüeldir. Brahmanizm'de Yoga, evrensel ruh Brahma ile öznel ruh olan Atma'nın pratikteki birleşmesi olarak tarif edilir ve Yoga yapanlar (yogiler) birer aziz olarak düşünülmüştür. Yogiler belirli safhalarla beden ve zihin güçlerini, bu dünyaya ilişkin konuları düşünmeyecek biçimde eğitmeye çalışırlar. Bunu yaparken dikkatlerini bütünüyle bir noktada toplayıp yoğunlaştırarak, duygu ve düşüncelerini denetleme ve arındırma için çalışırlar. Yoga egzersizlerinin ilk iki safhası, insanı, insanlaştırma hedefi güder. Meselâ, kişiyi ahlâkî yönden eğitmek, canlılara zarar vermemek, nefret, kin ve haset gibi negatif duygulardan arınmak arzusunda olduklarını söylerler. Takip eden üçüncü ve dördüncü safhalar, beden hareketlerinin eğitimini, soluk alıp vermeyi düzenlemeyi, hiçbir rahatsızlık duymadan aynı biçimde duruş sergileme becerisi kazandırmaya yöneliktir. Sonraki safhalar şuuru ve dikkati tek bir nesne üzerinde yoğunlaştırarak dış faktörlere tepki vermemeyi öğretir. Yoga egzersizlerindeki beden duruşları, nefes alıp verme teknikleri, söylenen mantralar (zikir) gerçekte, daha iyi fizik ve ruh sağlığına kavuşmak veya hastalıklardan iyileşmek için değil (Ama Batı'da böyle olduğu anlatılıyor!), Tanrı Brahman ile bütünleşmek için yapılır. Zîrâ panteist bir akım olan Hinduizm'de her şey ilâh veya Tanrı'dan bir parçadır. Brahman'la bütünleşme yoganın en son ve en yüksek hedefidir.

TRANSANDANTAL MEDİTASYON
Lâtincede 'düşünceye dalma, derin derin düşünme, ve buna bağlı zihnî ve bedenî tesirleri tecrübe etme' mânâlarına gelen Meditasyon, genellikle beşerî kaynaklı din ve felsefelerin ferdin kendi iç dünyası ve mânevî hayatıyla ilgili konular üzerinde derin düşünme faaliyetlerini tanımlar. Maharishi M. Yogi tarafından kurulan Transandantal Meditasyon, Hindu Yoga'sının gizlenmiş hâlidir. Ancak geniş kitlelere stresi azaltmaya yönelik teknikler olarak tanıtılır.

Transandantal Meditasyon egzersizleriyle (günde birkaç defa gözleri kapalı, Yoga duruşları ve nefes hareketleri yaparak 20 dakika oturma, kişiye özel Hinduizm'deki kutsal kelimelerden seçilen zikrini -mantrasını- tekrar etme) kişi iç dünyasındaki Tanrı'yı (Brahmanı) hissetmeye çalışır. Çünkü Hinduizm'e göre Brahman ve ego (Atman), gerçekte tek ve bütün bir varlıktır. Hinduizm'in kutsal metinlerinde anlatılan beden hareketlerinden ve ritüellerden oluşan Transandantal Meditasyon'u uygulayanlar, bedene derin bir rahatlama ve sakinlik verdiğini, zihni ise olabildiğince durgunlaştırdığını, stres, gerginlik, sürmenaj vb. zihnî sıkıntılara karşı dayanıklılık kazandırdığını, konsantrasyonlarını artırdığını, zihindeki karmaşık duygu ve düşünceleri düzene soktuğunu, biyolojik olarak gençleştirdiğini, pozitif düşünceyi geliştirdiğini belirtmektedirler. Meditasyonun ferdin psikolojik ve beden sağlığına olumlu yönlerden tesir yaptığı ve onu bir süreliğine olsa da dinlendirdiği kabul edilebilirse de, nihaî kalıcı huzur ve dinginliğe ulaştırması mümkün görülmemektedir.

Transandantal Meditasyonculara göre, gündelik şuur seviyemiz, kutsal gerçekliği algılamamıza mâni olur. Transandantal Meditasyon teknikleriyle düşüncenin normal akılcı işleyiş desenleri durdurularak bu engel kaldırılır. Uzakdoğu öğretilerine göre, iç aydınlanmanın olabilmesi, kişinin eleştirel düşünme, sorgulama, şüphe duyma fonksiyonlarını devre dışı bırakmasına bağlıdır. Çünkü benötesi gerçekler, kelimelerle ifade edilemez. Ancak bir hâl olarak yaşanıp tecrübe edilebilir. Meditasyon'la insanın eleştirel düşünebilme kapasitesi askıya alındığında, kişinin ruhî potansiyeliyle temasa geçeceğine inanılır. Bu da bir başka yanılsamadır. Dinlerin kutsal yönlerini yok etmeyi hedefleyen akımların tesirinde kalan ve analitik felsefenin girdabına düşmüş, kutsaldan arınmış bir hayat süren, İlâhî otoriteyle irtibatı kopuk günümüz insanı, aradığı beden ve zihin huzurunu, kaybettiği kutsal değerlerine, ve fıtrat dini olan İslâmiyet'e dönerek tekrar kavuşabilir.

Bu egzersizlerin ibadet olabilmesi, kişinin niyetine bağlıdır. Kişi bu egzersizleri sırf sağlığını iyileştirmek veya sürdürmek için de yapabilir. Her şeyin aşkın ve kutsalla olan bağlarını koparan Yeniçağ din dışı Batı medeniyeti, Transandantal Meditasyon'u, semantik ve tarihî konteksinden kopararak, günün yorgunluk ve stresini azaltmak veya rahatlamak için zihni arındırma tekniği olarak yeniden formüle etmiştir. Günümüzde birçok kişi Meditasyon'u, ibadetten ziyade günün yorgunluk ve stresini azaltmak veya gevşemek için kullanmaktadır. Hattâ Yoga ve Meditasyon'un bütünüyle insan sağlığını ve hayat kalitesini her yönüyle yükselten bir hayat tarzı olduğuna vurgu yapılmaktadır. Ama hakikat şu ki, hiçbir hayat tarzı, felsefî doktrinden/öğretiden bağımsız ve ilintisiz var olamaz.

REİKİ
Ferdin bedenini saran radyant enerji alanını (aura) üreten, ruhun fizikî âlemdeki yansımalarından biri olan yaşama gücünün adı, farklı Uzakdoğu kültürlerinde farklı şekillerde isimlendirilir. Hindular buna prana, Çinliler "qi/chi", Japonlar "ki" adını verirler. İnsandaki hayat gücü, zihnin ve şuurun fizikî dünyayla münasebetinin nasıl olduğunu açıklayan metafizikî, felsefî ve ruhî terminolojilerle yakından bağlantılıdır. Tevhid inancına karşı olan bu paganist düşünce ekolünde, canlılığı sürdürmek için gerekli olan enerjinin kaynağı, evrendeki 'ruhsal' ve sonsuz iyileştirici enerjidir(!). Reiki kainatta her tarafa yayılmış, hayat üfleyici ve iyileştirici enerjilerin var olduğu ön kabulünden üretilmiş bir konsepttir. Bu enerjilerin insan tarafından alınabilmesi için, bedenen ve zihnen 'almaya hazır hâle gelme' ön şarttır. Reiki bu ön hazırlığı, çeşitli beden egzersizleri, duruşları ve masajlarla gerçekleştiren bir başka rahatlama-gevşeme tekniğidir. İşin püf noktası, beden ve ruh arasında sıkı bir münasebet bulunduğundan, bedendeki gevşemeler, dolaylı olarak psikolojik ve ruhî rahatlamalara da yol açmaktadır.

Biyoenerji kavramı altında bütünleştirilen hayat gücü ve insanı iyileştirme teknikleriyle alâkalı enerjiler (akupunktur, terapötik dokunma, Qi, Gang, Reiki, kristal tedavisi vb) son yıllarda tıbbî tedavileri tamamlayıcı teknikler olarak, din karşıtı veya seküler medyanın da destekleriyle popüler olmaya başladı. İnsanın biyoenerjisi, zihin-bedenin işleyişine dolayısıyla hastalığın seyrine tesir eder. İnsanın bu yönünü kendi paganist inançlarıyla değerlendiren Reiki, kişinin sahip olduğu biyoenerji seviyesini, şuurlu-şuursuz gayret ve egzersizlerle değiştirmeye uğraşır.

Bedendeki biyoenerjetik alanları yoğunlaştırarak iyileşmenin arka plânında ise, odaklanma, iyi niyet, ümit; hâdiseye bakış açısı, farkına varma, şuur seviyesi, hâdiselere rıza gösterme, teslimiyet gibi insanî durumlar vardır. Duaların tesirini yaşayan herkes bilmektedir. Dualarla Allah'tan şifa isteme neticesinde O'nun sebepler yaratarak mı yoksa tamamen sebepler üstü bir şekilde mi, şifa verdiğini bizler bilemeyiz, biyoenerji bu sebeplerden biri olabilir.

Kaynaklar
- Duralı, Ş.T.(2009) Sorun Çağının Anatomisi. Şule yayınları. İstanbul. Derleyen. M.S.Genç.
- Yitik, İ.A. (2009). Doğu Kökenli Batılı Akımlar. Diyanet Aylık Dergi. Mayıs.Sayı.221 sh:5-9
- Özarslan, S. (2009). Yoga ve Düşündürdükleri. Diyanet Aylık Dergi. Mayıs.Sayı. 221 sh:10-11


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 4 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye