Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: İslâm ve Mistik Öğretiler
MesajGönderilme zamanı: 06.07.09, 12:48 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
İslâm ve Mistik Öğretiler

Fatih FERDA


SIZINTI

Ocak 2005 Sayı : 312 Yıl: 26

* Mâneviyatı ve ruhî âlemleri inkâr eden pozitivist bilim anlayışının, bugün ‘mânevî âlemlerin var olduğunu’ kabul eden bir anlayışa kaymasının sebepleri ve bunun getirdiği tehlikeler...
* Mistik ve ruhçu akımlar; bilimi de yanlarına alarak Allah’ın sıfat ve isimlerini yeni metafizik varlık ve güçlere dağıtarak materyalist eksenli şirkten, metafizik temelli şirklerin ortaya çıkmasına nasıl zemin hazırlıyor?
* İslâm’ın kalbî ve ruhî hayatına ait kavramların, ekonomik güce sahip olanlarca, popülerize edilerek, içlerinin boşaltılması tehlikesine karşı ne yapmalıyız?
* Uzak Doğu kaynaklı mistik yollar, insan-kâinat ve Yaratıcı münasebetini yorumlamada neden yanlış ve yetersizdir?
* Yanlış ve sahte mânevîyat anlayışı sunan akımlar...


Son on yıl içinde, disiplinler arası yeni bilim dalları, özellikle psikonöroimmünoloji, nöroimmünoendokrinoloji, psikososyobiyoloji, paleopsikososyoloji, kompleks uyum sağlayıcı sistemler bilimi, insanın maddî boyutunu aşan yönleriyle irtibat kurmada bir şeyleri açıklamaya çalışırken bazı problemleri de ortaya çıkarmıştır. Bu gelişmeler ışığında, insana dair ortaya konmuş pek çok parçalı bilgi, anlamlı bütünler haline getirilmeye ve insanın farklı boyutları arasında köprüler kurulmaya çalışılmaktadır. Bilimin, fizikî âleminin sınırlarına dayandığını, bütün yetersizliğine rağmen, maddenin ötesine köprüler atmaya çalıştığını görmekteyiz. Biyolojik yapı ile ruhun fonksiyonları arasındaki münasebetler tespit edilmeye başlanmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, materyalist felsefenin metafizikî bir anlayış zeminine kaydığıdır. Yeni çağın ekonomik gücünü elinde tutanlar, ‘sömürgeci’ ve eklektik bir anlayışla, geçmişin bâtıl mistik geleneklerini harmanlayarak, yeni ve karma maneviyat ekolleri üretmektedir. Önümüzdeki dönemde İslâm’ın ruhî hayatına ait pek çok kavramın bu yeni akımlar tarafından popülerize edilmesine ve içlerinin boşaltılarak kullanılmasına daha fazla şahit olabiliriz. Müslümanlar olarak kendi insan modelimizi, çağın rengi ve kokusunu hesaba katarak sahih bir şekilde ortaya koyamaz veya ifade edemez, insan-kâinat-Yaratıcı münasebetlerini sağlam bir zemine oturtamazsak, karşımıza çıkacak pek çok gelişme karşısında kafalarımızın karışması ve şok yaşamamız mukadder gibi görünüyor.

Varlık ağacının çekirdeği ve meyvesi olarak insan
Birçok semavî dinde, varlık-insan münasebetini anlamada ağaç-meyve (çekirdek) sembolü kullanılmıştır. Bu çerçevede İslâmiyet’te insan, varlık ağacının hem çekirdeği, hem de meyvesi olarak vasıflandırılmış; Peygamber Efendimiz de (sas) meyvelerin en mükemmeli olarak görülmüştür. Bu perspektiften, âlemde ne varsa, bir kopyası veya benzeri insanda da bulunur. Âlemdeki câri kanunlar, insanda da geçerlidir. İnsanın ‘Yaratıcı-insan-kâinat’ münasebetlerini sağlıklı bir zemine oturtabilmesi için ‘mikrokozmos’(âlem-i sağir) olan kendi iç dünyasını tanıması hayatî bir öneme sahiptir. “Nefsini bilen Rabb’ini bilir.” anlayışının temelini bu görüş oluşturmaktadır. Enfüsî tefekkürün afakî tefekkürden önce yapılması tavsiyesi bu noktada çok anlamlıdır. Dolayısıyla insanın iç dünyasına yönelik enfüsî bilgiler, kişinin Hakk’a dair marifetini de ziyadeleştirecektir.

İnsanda üç âlemin buluşma noktası: ruh-nefis-beden
İnsan, sistem olarak ele alındığında; ruh-nefis-beden boyutlarından oluşmaktadır. Bu üç boyut ve yapı, mülk (görünür âlem), misal ve melekut âlemlerinin insandaki izdüşümleri veya yansımalarıdır. Ruh-nefis-beden yapıları, âdeta içiçe daireler şeklinde insanın farklı yönlerini oluşturmaktadır. İnsan yaşarken ruh-nefis-beden sürekli dinamik olarak karşılıklı münasebet içindedir. Gülün iç içe geçmiş katmanlı yapraklarına benzer şekilde, nefis ve beden de (ruh için bir şey söyleyemesek de) ayrıca kendi iç katmanlarına sahiptir. Mikrokozmos (âlem-i sağir) olabilecek mahiyette yaratılan insanda, hem mülk, hem misal, hem de melekut âlemleri, iç içe geçmiş bir kompleks oluşturur. Bediüzzaman (ra) 23. Söz’de insanın bu üçlü yapısını, saray metaforuyla anlatmaktadır. İnsan üç katlı bir saraya benzetilirse, sarayın zemin katı, mülk âleminin bir misâlidir ve insanın beden dairesine karşılık gelir. Sarayın orta katı, misâl âleminin temsilidir ve nefis dairesine karşılık gelir. En üst kat ise melekut âlemlerinin bir numunesidir ve sarayın efendisinin yaşadığı ruh ve kalbin zümrüt tepeleridir. Ruh için bir şey söyleyemesek de nefis ve bedenin kendi içinde ayrı ayrı ara-katları, ayrı ayrı menzilleri söz konusudur.

Ruh, insan sarayının en üst katında veya en iç katmanında yer alan insanın aslî ve lâtif yönü, özüdür. Ruhla bedenin teması (İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin terminolojisi ile Nur ile Zulmet’in teması) nefis denen ara yapı sayesinde gerçekleşmektedir. Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde, ruhun mahiyeti ve diğer varlık katmanlarıyla münasebeti veciz şekilde özetlenmektedir:

“Sofiye, ruhu, ilâhî hayatın bir tecellisi, bir zılli ve hakikatine Cenâb-ı Hakk’ın kimseyi tam muttali kılmadığı bir cevher olarak tarif etmiştir ki, hükema ona “nefs-i nâtıka”, sofiler de “Kendi ruhumdan ona üfledim.” âyetine dayanarak “ruh-u menfûh” demişlerdir. Onlara göre, insanın insanlığı bu ruha bağlı olduğu gibi, onun kemalâtı da bu ruh ve onun önemli bir esası olan kalbin ayak ve kanatlarıyla gerçekleşmektedir. Evet bu ruh, insanın Hakk’a yürüyüp yükselmesinde bir vesile ve Allah’ın insanla münasebetinde de önemli bir vasıtadır. Öyle ki insan ancak, bu ruh-u menfûhla metafizik düzlüklere açılabilir, onunla Hakk’la münasebetini duyar ve onunla kalb, sır ufuklarından, cismâniyete kapalı ne müşahede edilmezleri müşahede eder..

Ceset, bu ruhun matıyyesi ve biniti, cismânî kalb lâtife-i rabbaniyenin ve batınî havâs da sırrın. İnsan, bildiklerini bu ruhla bilir; idrak ettiklerini/edeceklerini bununla idrak eder ve kendini de onunla duyar, onunla kavrar. Uyku ve baygınlık hâli gibi durumlarda o, minvechin bedenden irtibatını keser ve kendi ufkunda serbest dolaşmaya başlar; ölüm vuku bulunca da tamamen cesetten ayrılır ve öbür âlemdeki “halk-ı cedid” anına kadar bir berzah vetiresi yaşar; yaşar ve kat’iyen yokluğa maruz kalmaz.

Ruhun esası melekûtîdir. “Arz üzerinde bulunan herkes fânidir.” âyeti mucibince fenâsı da itibarî ve ihtimal ki bir “gaşy”den ibarettir. İnsan öbür âleme, ruha bağlı hayatıyla girer; berzahı o hayatıyla geçer, mîzâna onunla yürür. Berzah sonrası oldukça uzun, inişli ve çıkışlı seyahatte de ceset ruha tâbi olur. Ötedeki cismânî ve ruhanî bütün zevkler, lezzetler, burada ruhun hayat seviyesine göre ömür sürdürmeye; bütün elemler, kederler de hayvanî hayat mertebesinde kalmaya bağlıdır. İnsan, inkişaf etmiş ruh-u menfûhun vesayetinde Cennet’e girer; nuranîleşmiş beden de bu mazhariyeti onunla paylaşır.” (Kalbin Zümrüt Tepeleri, “Sofiye ve Ruh”)

Nefis, insanın ruhla beden arasında bağlantısını sağlayan, maddeden mücerred ama maddeye mukarin bir yapıdır. Nefis dediğimiz yapı, bedenle ruh arasındaki bir cenk meydanıdır. Nefis, hem vicdan mekanizmasıyla kalb ve ruhun emrinde kullanılabilecek, hem de tamamen dünyevî arzular için bedenin hizmetinde kullanılabilecek bir mahiyette ve dual fonksiyonda yaratılmıştır. Değişik inanç ve kültürlerde nefis, enerji beden, can, kundalini, ki (chi) enerjisi vs. gibi ünvanlarla bilinmekte ve üzerinde çalışılmaktadır. Nefsin beden ve ruhla olan irtibatı ise Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde çok enfes şekilde özetlenmektedir.

“Nefsin, insan bedeni ile ruhu arasında, o alanla alâkalı, tecrübe ile duyulup hissedilen mütemadî bir irtibatı söz konusudur. İnsanın zahirî ihsaslar muhassalası ve batınî ihtisaslarla mâverâ-i tabiata (fizik ötesi) ıttılâı, hep bu irtibat sayesinde gerçekleşir. Yine bu irtibat sayesinde ruhta meydana gelen herhangi bir hâl, bir zevk, bir mevhibe, bir vârid beden üzerinde bir iz bırakır ve onda infiâle sebebiyet verecek bir tesir icra eder. Böylece ruhtaki her teessür beden üzerinde bir çeşit kendini hissettirdiği gibi, bedende hâsıl olan herhangi bir hâl ve infiâlin de mutlaka ruh ufkunda bir tesiri görülür.” Kalbin Zümrüt Tepeleri (Nefis-1)

Ruh-nefis ve bedendeki santraller
İnsanın bedeni, nefsi ve ruhu arasında bir izdüşüm, bir mütekabiliyet vardır. Bu üç katmanın birbirleri arasındaki münasebetlerinin sağlandığı belirli irtibat noktaları, santraller (merkezler) yapılar, kuvveler, lâtifeler vardır. Bedendeki bir organın, bir endokrin salgı bezinin nefiste santral olarak bir karşılığı var. Nefisteki santrallerin de ruhla bağlantısını sağlayan irtibat noktaları bulunmaktadır. Meselâ, lâtife-i rabbaniye, sır, hafi ve ahfa, ruhun kalb dairesindeki santralleri iken, insandaki ‘çakralar, aura, enerji beden, kundalini, ki (chi) enerjisi, akupunktur noktaları vs.” nefsin santral noktalarıdır. Biyolojik yapı üzerinden nefis ve ruhla bağlantıyı sağlayan irtibat noktaları, beyin, kalb, mide, karaciğer vs gibi organlar, dolaşım, sinir sistemi gibi sistemler ile ‘epifiz, hipotalamus, hipofiz gibi endokrin salgı bezleridir. Dolayısıyla biyolojik sistem, hem maddî hem de misâlî ve ruhanî âlemlerle iletişime ve tesirlere açık donanımlara sahip olarak yaratılmıştır. İnsanın biyolojik yapısı fizikokimyevî bir temele oturduğundan, beyinde iş gördürülen birçok molekül, yaşanılan zihnî ve ruhî hâllerin tesirinde kalarak değiştiği gibi, benzer hallerin üretilmesinde de İcraatı İlâhiye’ye perde olarak rol oynar. 20. asrın başlarında bilimin körelmiş bir salgı bezi olarak tanımladığı epifiz, 1970’li yıllarda melatonin hormonunun salgılandığı yer olarak dikkatleri üzerine çekti. O güne kadar hormonal sistemin düzenlenmesinde anahtar rol, hipofize veya hipotalamusa verilmekteydi. Son yıllarda ise epifizde, hipofize ve diğer salgı bezlerine tesir eden melatoninden başka pinolin, dimetiltriptamin (DMT) gibi moleküllerin de sentez edildiği bulunmuştur.

Nefis-beden-ruh münasebeti
Nefis, hem ruhtan, hem de bedenden gelen tesirlere açıktır. Bedenden gelen tesirler, nefis mekanizması ile ruha tesir ettiği gibi, ruhî tecrübeler de aynı şekilde nefis mekanizması üzerinden bedene tesir etmektedir. İnsan mânevî bir hal ve tecrübe yaşarken (namaz, dua vs.) beden de eş zamanlı olarak, bu tecrübenin tesiri altında kalmaktadır. İnsandaki bu sistem, tersinden de işletilen bir mekanizma (bedenden nefis ve ruha doğru tesir hâsıl etme) olduğu için, günümüzde dünyevî temelli mistik öğretiler, tütsüler, ilâçlar vs. yoluyla, birtakım fiziko-kimyevî temelli tesirleri beden üzerinde oluşturup, cismaniyette boğulmuş insanlara geçici, farklı ve aldatıcı metafizikî tecrübeler yaşatmaktadır. İnsan enesinde bulunan nefis mekanizması, dış âlemde ‘âlem-i misâl’e karşılık geldiği için, beden üzerinden tetiklenen nefis merkezli tecrübelerde insanlar, çoğunlukla ‘âlem-i misâl’e gidiyorlar. Âlem-i misâl ise, mülk ile melekut âlemi arasında cinlerin, ifritlerin ve ruhanî varlıkların var olduğu karmaşık bir âlemdir.

Ruh-nefis-beden zaviyesinden bakıldığında, yediğimiz, içtiğimiz şeyler, ruhî hayatımıza tesir etmektedir. Rahmanî yönü olmayan, bedenin uyarılmasına dayalı cismanî hazlar ve tesirler, insanı, kalb ve ruhun hayat derecelerinde dolaşmaktan uzaklaştırıcı rol oynar. İnsan kalb ayağıyla ruhun hayat derecelerinde seyahat ederken, nefis katmanındaki saklı enerjilerin bir kısmı, değişik safhalarda eş zamanlı olarak uyarılmakta ve aktif hâle gelmektedir. Bazı durumlarda, meselâ cezbede ve halvette ortaya çıkan farklı hâllerde, bu enerjiler anlık olarak kendisini gösterebilir. İnsan ruhî hazların yanında, bedenî hazları da eş zamanlı olarak alabilir. Seyr-i sûluk eden pek çok kimse, bu tür tecrübeleri, çok garip, sıra dışı, farklı bir tecrübe olarak tarif etmişlerdir. Hayret ve şaşkınlıklarını, “Âdeta bütün hücreler radyasyon yayıyor ve cezbeye geliyordu.” şeklinde ifade etmişlerdir. Bir diğer husus da her kültürün, beden ve ruh arasındaki bağlantıyı sağlayan nefisteki bu yapıları, farklı terminolojilerle ifade etmiş olmasıdır. Nefis üzerindeki bu bağlantı noktaları (santraller), enerji kanalları ve enerji türleri (farklı kavramlar nefis mekanizmasının farklı boyutlarını temsil etmektedir) yanlış bir tatmin yolu olan Uzak Doğu öğretilerinde, çakralar, prana enerjisi, kundalini enerjisi, ki (chi) enerjisi, akupunktur noktaları veya aikido, kung-fu gibi savaş sanatları üzerinden tarif edilmiştir. İsimlerin değişmesiyle hakikat değişmeyeceğinden, insanın iç âlemindeki donanımlarına verilen farklı isimler ve birkaçının da daha öne çıkarılmasıyla, farklı mistik öğretiler ortaya çıkmıştır. Önemli bir nokta, değişik kültürlerde ve inanç sistemlerinde beden-nefis ve ruhun birbiriyle bağlantı noktalarından bazılarının, diğerlerine göre daha önemli görülmesi, bazılarının yokmuş gibi muamele görmesi veya birinin öne çıkarılarak diğer unsurların gözardı edilmesidir.

İnsanın bu üç esaslı kompleks yapısı, kültürümüzde “ene (ego)” ve nefis terminolojisi ile analiz edilmiştir (Batı kültürlerinde de farklı isim ve yaklaşımlarla bu konu üzerinde durulmuştur.). Hem nefis hem de vicdan mekanizmalarını içinde barındıran çekirdek misâl ene inkişaf ettiğinde, Bediüzzaman’ın Ene Risalesi’nde anlattığı insan kişiliği ve onun sosyo-kültürel meyveleri ortaya çıkmaktadır. Bu perspektiften hayata bakıldığında, insan fıtratlarının, sosyolojik ve idari sistemlerinin ve kültürlerinin analizi, bir bakıma “ene” isimli çekirdeklerin ne tür meyveler verdiklerinin tahlilidir.

Dünyevî mistik akımlar
Beden-nefis ve ruhun karşılıklı dinamik münasebetlerini anlamada ve yorumlamada dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan biri, İslâm tasavvufu ve velayet yolunun, daha çok meditasyon, tütsüler ve bitkilerle beden üzerinden sun’i olarak uyarılmaya çalışılan üçüncü göz (epifiz) aktivasyonuna dayalı Hint mistisizminden, Uzak Doğu felsefi öğretilerinden ve Şamanistik temelli metafizikî âlemlere yolculuktan tamamen farklı olmasıdır. Bugünlerde oldukça popüler hâle getirilen ve 21. yüzyılın yeni dünyevî dinî(!) olarak sunulmaya çalışılan Uzak Doğu felsefeleri (Budizm, çakra öğretileri, Ayurveda tıbbı, yoga, meditasyon çeşitleri, nefes alma egzersizleri, Şamanistik âyinler) ve içeceklerle sağlanan psikolojik hâller ile; İslâm’ın ibadetlerinin (tevekkül, sabır, murakebe, erbain) İslâm’ın kalb ve ruhî hayatı olarak tarif edebileceğimiz tasavvufun, bazı dış görüntüler ve bedendeki bazı faydaları dışında herhangi bir ortak yönü yoktur. Ortak tek yönleri, hepsinin de insandaki aynı nefis-beden mekânizmalarını kullanmasıdır. Bu akımlar insanlara ‘sahte bir mâneviyat’ anlayışı sunmaktadır. Özellikle, Allah’a karşı herhangi bir sorumluluğun, ferdin düşünce-duygu ve davranışlarını tanzim edici bir İlâhî değerler sisteminin olmaması, günümüzün mâneviyat arayan insanlarına cazip gelmektedir. Fakat en temelde, gâye ve metot farklılıkları bu iki yolu keskin çizgilerle birbirinden ayırmaktadır.

İslâm’da gâye, ruhî melekeleri ve hazları geliştirmek değil, marifetullah, muhabbetullah ve ibadetullah yolunda, Allah’ın rızasını kazanacak bir hayat yaşamaktır. Bir başka ifadeyle, Allah’ın istediği kul olmaya çalışmak, İslâm’ın ahlâk anlayışının hallere ve tavırlara dönüşmesini sağlayan, denge ve ölçüyü emreden hayat düsturlarını, hayata bütüncül bir şekilde taşıyıp temsil edebilmektir.

Diğer esoterik, mistik öğretilerde ise; gâye, ruhî melekeleri kendi zâtı adına inkişaf ettirmek ve birtakım metafizik güçleri kullanabilir hâle gelmektir. İslâm dışı mistik kültürlerde hedef, insanı madde âleminden, cinlerin, ruhların ve madde dışı diğer varlıkların yaşadığı misâl âlemine götürmek ve o âlemlerin bazı olağanüstü hâllerini ve zevklerini onlara yaşatmaktır. İnsanları aldatan husus; beden-nefis-ruh üçlüsünde, ruhun bedendeki tesirlerinin ortak mekânizmalar üzerinden işletilmesi sebebiyle bazı görüntülerin ve hareketlerin benzerliğidir. Ama bu mânevî âlemlere yolculuk, sizi Kudret-i Sonsuz’u bilmeye, tanımaya götürmediği gibi, kâmil insan olmaya endeksli mânevî yolculuk da değildir. Üstelik, dua ve istiğfarsız bir şekilde bu yolculuğa çıktığınızda, ruhanî âlemlerin iyileriyle mi, yoksa kötüleriyle mi karşılaşacağınız belli değildir. O âlemdeki varlıkların oyuncağı da olabilirsiniz veya belli ölçüde onlar sizi kullanır, siz onları kullanırsız. Bu yüzden mânevî terakkide, kötü ruhların, cinlerin ve şeytanların şerrinden korunmak için sürekli dua, ibadet ve zikir gereklidir. Aynı tehlike, ‘rehbersiz’ ve ‘ölçüsüz’ kendi başlarına mânevî mesafe kat etmeye çalışan bir kısım Müslümanlar için de geçerlidir. Bu tehlikelerden emin olmanın, Hakk’a selametli bir şekilde gitmenin yolu ise, Sünnet-i Seniyye’ye ittibadır. Bediüzzaman Said Nursi (ra), mânevî seyahatler ve Sünnet-i Seniyye’ye ittibaın önemi ile ilgili kendi şahsî tecrübesini aktarırken, bu meseleye şu şekilde ışık tutuyor:

“Bu fakir Said, Eski Said’den çıkmaya çalıştığı bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmârenin gururundan gayet müthiş ve mânevî bir fırtına içinde akıl ve kalbim, hakaik içerisinde yuvarlandılar. Kâh Süreyya’dan serâya, kâh serâdan Süreyya’ya kadar bir sukut ve suud içerisinde çalkanıyorlardı. İşte, o zaman müşahede ettim ki, Sünnet-i Seniyye’nin meseleleri, hattâ küçük âdâbları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenâmeli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümatlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum. Hem o seyahat-i ruhiyede, çok tazyikat altında, gayet ağır yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, Sünnet-i Seniyye’nin o vaziyete temas eden meselelerine ittibâ ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hiffet buluyordum. Bir teslimiyetle, tereddütlerden ve vesveselerden, yani, “Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?” diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum, tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben de, gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı. Ne vakit Sünnet’e yapışsam yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir hâlet hissediyordum. (11.Lem’a, 3.Nükte)

Mânevîyatı ve ruhî âlemleri inkâr eden pozitivist bilim anlayışı, bugünlerde mânevî âlemlerin var olduğunu ve insanın beyin-zihin sisteminin bu ruhî âlemlerle iletişim kurabilecek donanımlara sahip olduğunu seslendiren yeni bir anlayışa doğru kaymaktadır. Semavî dinlerin inanç sistemleri ve ruhî hayat tecrübeleri, paganistik temelde, “bilimsel” perspektiften incelenerek, dinî tecrübeleri insan fıtratının tabiî bir uzantısı olarak algılama anlayışı zihinlere aşılanmaktadır. Son yıllarda bunların temellerinin de insan beyni ve vücudundaki mekanizmalara dayandığı iddia edilerek, yanlış bir yorumla “bilimsel”(!) bir zemine oturtulmaya çalışılmaktadır. Daha da vahimi, liberal kapitalist ekonominin tüketim rüzgarıyla da birleşerek, mukaddes ve müteal olandan tecrid edilmiş, 21. yüzyılın postmodern yeni dünyevî dinleri olarak bu mistik ve ruhçu akımlar, kitlelere çekici hale getirilmektedir. Oluşan bu aldatıcı iyimser hava, farkında olmadan Allah’ın sıfat ve esmalarını, metafizik varlık ve güçlere dağıtarak, materyalist eksenli şirkten, spiritualist (ruhçu) temelli şirklere bir geçiş yapılmasına, bizatihi gökteki yıldızlara veya ruhanî varlıklara birer güç atfedilmesine yol açabilir. Bu konuda çok dikkatli ve uyanık olunmalıdır.

Metafizik güçlere sahip olmak için Müslüman olmak şart değildir.
Bu gelişmeleri sağlıklı yorumlayabilmek için bilinmesi gereken diğer bir husus, bir insanın metafizik güçlere sahip olabilmesi için illâ Müslüman olması, ibadet ve zikir halinde olması gerekmediğidir. Çünkü insan mizaç ve istidat olarak çeşitli seviyelerde böyle bir seyahate yatkın fıtrî donanımlara sahip olarak dünyaya gönderilmektedir. Her insanın tabiatına değişik derecelerde konan bu parapsikolojik ve metafizikî âlemlere geçiş potansiyellerini, insan, belli egzersizlerle aktif hale getirerek de söz konusu güçlere sahip olabilir. İspirtizma türünden madde ötesi harikulâdelikler gösterebilir. Ama İslâm’ın kalbî hayatında bu tür mânevi kerametler, aşkın ve ilâhi olana doğru yapılan yolculuğun yan tesirleri veya ilâhî ikramlar olarak görülür, bizatihi istenmez, verildiğinde de sır olarak saklanır. Asla insanların duygu ve inançlarını suiistimal etmede, onlar üzerinde otorite kurma maksatlı kullanılamaz. Aynı şekilde, tarikattaki birisi de, benzer tecrübeler yaşayabilir, kendisinde birtakım harikulâde hâller ortaya çıkabilir. Çünkü fıtrat doğuda da batıda da aynı fıtrattır. Nihai yol ve metot ise, velâyet-i kübra olan ‘sahabe mesleğini’ meslek edinmektir. Risale-i Nur’da, bu mesele açık bir şekilde ‘sahabe veyaleti’ ile evliyanın kerametleri karşılaştırılırken izah edilmektedir:

“Sahabelerin velâyeti, velâyet-i kübrâ denilen, veraset-i nübüvvetten gelen, berzah tarikine uğramayarak, doğrudan doğruya zâhirden hakikate geçip akrebiyet-i İlâhiye’nin inkişafına bakan bir velâyettir ki, o velâyet yolu, gayet kısa olduğu hâlde gayet yüksektir. Harikaları az, fakat meziyâtı çoktur. Keşif ve keramet onda az görünür.

Hem evliyanın kerametleri ise, ekserisi ihtiyarî değil. Ummadığı yerden, ikram-ı İlâhî olarak bir harika ondan zuhur eder. Bu keşif ve kerametlerin ekserisi de, seyr ü sülûk zamanında tarikat berzahından geçtikleri vakit, âdi beşeriyetten bir derece tecerrüd ettiklerinden, hilâf-ı âdet hâlâta mazhar olurlar.” (15.Mektup, 1.Makam)

Günümüzde bu tür İslâm dışı mistik ve metafizikî yollar, gerek Uzak Doğu orijinli meditasyonlar, yoga egzersizleri, bitki kaynaklı tütsüler ve içecekler, gerekse ritmik danslar ve toplu müzikler teşvik edilerek daha da yaygınlaştırılmaktadır. Ancak akıldan çıkarılmamalıdır ki, bunların hiçbirisi, insanı tevhidi bir çizgide Vacibü’l-Vücud olan Allah’a götürmeyecektir. Bu Uzak Doğu kaynaklı mistik yollar, insan-kâinat ve Yaratıcı münasebetini bütüncül bir perspektifte ele alıp, potansiyel insanın hakiki mânâda insanîleşmesini ve güzel ahlâkla donanmasını sağlayabilecek semâvi bir dinin temel esaslarından mahrumdur. Bu sahte mistik ritüeller; sadece insanı maddenin bunaltıcı ve zevk vermeyen atmosferinden, geçici, kısmi ve aldatıcı olarak zihnin ve ruhun daha ferah ve geniş rahatlatıcı boyutuna taşıyan, dünyevî fayda eksenli, sağlıklı bir hayat sürme iddiasındaki öğretileridir.


Netice
Hakiki iman mertebesine ulaşamayanlar; beden-beyin-zihin-nefis-ruh bütünlüğünün işleyişi ve birbiriyle olan bağlantıları hakkındaki son ilmî gelişmelerin sonuçlarını doğru şekilde anlamazlar ve bunları bütüncül perspektiften İslâm’ın emir ve yasaklarını anlama ve yorumlama yönünde sentez etmezlerse, popüler kılınmaya çalışılan dünyevî mistik akımlara karşı, semavi dinlerini müdafaa etmede zorlanabilecekleri gibi, iman krizi de yaşayabilirler.

Özetlersek, Hz. Adem (as) nasıl bir fıtrata sahip idiyse, bizler de aynı fıtrata sahibiz. İnsanın değişen tarafları olduğu gibi, değişmeyen yönleri de vardır. Fakat, değişen şartlar ve zaman, kavramların ve kültürel mirasın üzerine birer perde çekiyor. Popüler kültür, medya gücüyle öne çıkarılıyor. Hâdiselerin ve zamanın kader-denk noktasında yapmamız gereken, kendi ilim ve irfan kültürümüze ve onun bağrında şekillenen eserlerimize yönelip, insanın hakikatine dair ortaya konulan o marifeti, irfanî bilgiyi ve tecrübeyi, günümüz insanının idrakine tekrardan sunmaktır. Bunun için öncelikle kendi eserlerimize karşı olan ülfetimizi kırmak, okuma ve anlama yorgunluğunu üzerimizden atmak mecburiyetindeyiz. Eğer biz bunu yapmazsak, sınır tanımayan kapitalizmin sömürgeci zihniyeti, korkarız İslâmî ve tasavvufî kavramları da kirletir ve tüketebilir. Acilen yapmamız gereken şey, İslâm’ın düşünce ve irfan dünyasının yıldızları olan Şah Veliyullah Dıhlevi, İmam-ı Rabbani, İmam Nesefi, Necmeddin Kübra, İmam-ı Gazali, Abdulkadiri Geylani, Şah-ı Nakşibendi, Mevlâna ve Bediüzzaman Said Nursi (r.anhüm) gibi binlerce asfiya, evliyanın ve ulemanın bizlere miras bıraktığı eserleri, bir kere de bu perspektiften çağın bilgisi ışığında harmanlayıp, ortaya orijinal eserler koyabilmektir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye