Pakistan’ın Sufi geleneği: Materyalizm ve korku arasında
NAVEED AHMAD*
30 Mart 2014, Pazar Terör Pakistan'ın Sufi dergâhlarını tekrar tekrar ve fütursuzca hedef alıyor. Yüzde 96'sı Müslüman olan ülkede bir zamanlar açık ve özgür olan ve yüzlerce evliyanın gömülü olduğu bu türbeler, aşırılık yanlısı kitlesel katiller için kolay hedefler. 10 Şubat'ta motosikletli saldırganlar ülkenin gittikçe gelişen büyükşehirlerinden Karaçi'nin banliyölerindeki bir türbeye saldırarak, 10 kişiyi öldürdü ve 40'tan fazla kişiyi yaraladılar. *** Titizce düzenlenmiş bu saldırıyı motosikletli 8 kişi beş dakikadan az bir sürede düzenledi. Kurbanlar arasında çocuklar, kadınlar ve yaşlılar vardı. Bir ay önce Karaçi'deki başka bir türbede 6 kişi boğazı kesilmiş bir halde bulunmuştu. Pakistan hem etnik hem mezhepsel pek çok korkunç ayrımla yüz yüze kalmış olsa bile teröre karşı savaş bölgeyi vuruncaya değin Sufi İslam'ın sembollerine dokunulmamıştı. Yerel dilde Seccade-nişin denilen Sufi evliyaların halefleri bunları beklemiyorlardı. Nefret ve şiddete karşı her zaman tolerans ve bir arada yaşama mesajları verdiler. 2014 yılı itibarıyla ülkedeki her bir türbe ya acımasızca saldırıya uğradı ya da tehdit edildi. Afganistan sınır bölgesi dışında Sufi İslam'ın takipçileri Pakistan'ın başından ucuna yayılmış haldeler. Ülkede etkili olmaktan ziyade kozmetik ama sert güvenlik tedbirleri alındı, bir hac ölüm korkusuyla gölgelenmemeliydi.
PAKİSTAN’DA MÜSLÜMANların ARTMASINA KATKI SAĞLADILAR
Pakistan 7. yüzyılda Emevi General Muhammed bin Kasım Takafi'nin gelişinden önceye dayanan Arap Sufi evliyaların türbeleriyle bezeli. Hicazlı, Suriyeli, Iraklı bu mütevazı, uzak meskenler Hindistan'ın kast sistemine dayalı ırkçı toplumunu daha homojen ve haysiyetli bir topluma dönüştürdü. Bugün onların katkıları sayesinde Pakistan, Bangladeş ve Hindistan'da dünyanın geri kalanına oranla daha fazla sayıda Müslüman yaşıyor.
Daha geç dönem Sufilerden Arap kökenli Sufi Hace Gulam Ferid'in şubat ayındaki anmasına milyonlarca mürit, Selefi aşırılık yanlıların tehditlerine rağmen katıldı. İngilizce dâhil olmak üzere yedi dil bilen Hace Ferid, yerel kültüre ve sanata duyduğu aşkla ve Farsça, Siraiki ve Pencab dillerinde yazdığı şiirlerle saygı duyulan bir isim. Kendinden öncekiler gibi Hace Ferid de var olan kültürü, tek yaratıcıya yani Allah'a inanç ile birleştiren mistik öğretileri ile ortodoksluğa cazip bir alternatif sağlamıştı. Dil bilimciler, bu dervişin en zor metafizik konuları büyük bir kolaylıkla ifade ettiği konusunda hemfikirler. Hace Ferid, İslam'ın ruhani mirasını yerel antropoloji ile birleştirerek pek çok takipçi toplamıştı.
Ferid'in Farsça şiirleri etkisini Kuzey Hindistan'dan Orta Asya'ya kadar taşımış olsa bile İslamabad, Hace Ferid ve diğer yüzlercesinin türbelerine kayıtsız kaldı.
1961 yılında Pakistan'ın askeri lideri General Eyüp Han Vakıflar Birimi'nin kurulmasını emretti ve tarihsel önemi olan tüm dini yerleşim alanlarını millileştirdi ki bunların büyük çoğunluğunu türbeler oluşturuyordu.
Bu mekânların yerli ve yabancı turistler için rehabilite edilerek yenilenmesi ve tanıtılması planlanmış olsa da bürokratlar gelirleri artırmak ve kamuoyunda hâkim olan havayı kontrol altında tutmak için yeni ve daha kolay bir yöntem buldular. Müritler, şükranlarını sunmak için bu türbelerin bakımından sorumlu kişiler aracılığıyla türbeye arazi, mahsul ve nakit yardımında bulunurlardı. Evliyaların halefleri bu tür bağışları evliyanın öğretisini yaymak ve yılın tamamında, gece veya gündüz türbeyi ziyarete gelenleri ağırlamak için kullanırlardı. Örneğin sadece Hace Gulam Ferid'in türbesinin devlet tarafından el koyulan 648 hektar arazisi vardı. Ancak şimdi vizyonsuzluk, kanun ve nizam ve bürokratların yozlaşması nedeniyle arazinin büyük bir bölümü ya arazi mafyasının kontrolünde ya da eğer işlenebilir haldeyse yok pahasına feodal siyasilere verilmiş durumda.
Kaynak kıtlığı çeken türbeler mahsul satma, kiralama veya türbede yer alan bağış kutularında toplananlarla oluşan ve devlete kalan bu gelirlerin % 5'lik bir kısmını alıyor. İmam ve türbede çalışan az sayıdaki hizmetli veya güvenlik görevlisinin maaşları dışında kısıtlı bir miktar da uzaktan gelen ziyaretçilere yiyecek sağlamak için kullanılıyor. Lahor ve Karaçi gibi zengin şehirlerdeki belirli türbeler dışında türbelerin çoğu uzak kasaba ve köylerde, imkânları kısıtlı vatandaşların yaşadığı yerlerde bulunuyor. Tarihsel olarak fakirler için parasız yemek kaynağı olan bu türbeler, eskisi gibi birer toplum merkezi olmaktan ziyade sadece mezara indirgenmiş durumdalar. Hattatlık, mistik musiki ve semazenlik yüzyıllar boyunca sanat galerilerinde veya amfi tiyatrolarda değil herhangi bir ücret veya uygunluk sertifikası gerektirmeyen, halka açık bu mekânlarda gelişti. Bugün, 21. yüzyılda bile Hindu ve Sih takipçiler, 12. yüzyıl dervişi Bahaüddin Zekeriya'nın ölüm yıldönümüne katılmak için Pakistan'da tarihi bir şehir olan Multan'a çıplak ayakla giriyorlar.
DERGÂHLARIN VÂRİSLERİ HEM ENTELEKTÜEL HEM DE SİYASİ OLARAK YOZLAŞTI
Müslüman bir evliyanın türbesinin sunabileceği rehberlik, konaklama, yiyecek ve huzur, bir diktatör ve onun açgözlü adamları tarafından altüst edildi ve o kadar zayıflatıldı ki 2006 itibarıyla toplumunu ne Vahabizm'e ne de materyalizme karşı koruyabiliyor. İslam'ı arındırmak için oluşan Vahabizm hareketi 19. yüzyılda ortaya çıkarak Hindistan'da kök salmaya başladı ve Sufilik ‘bozucu’ bir şey olarak yansıtıldı. Bu arada önemli sayıda Sufi halefi muhtemelen dini güvensizlik nedeniyle Britanya rejiminin yanında yer aldı; bu hareket büyük krallara çoğu zaman öfke duyan atalarının öğretilerine tersti. Seccade-nişin kurumu veya dergâhların vârisleri yıllar içinde hem entelektüel hem de siyasi olarak yozlaştı. Feodal lortlar, askeri diktatörler ve bürokratlar dergâhların mirasçılarının idealleri haline geldiler. Dergâhların toplum içindeki rolleri değişen hayat tarzlarına göre evrilmezken, mirasçıların çocukları ya en iyi Batı okullarında öğrenim gördü ya da müritlerin bağışlarıyla feodal elitler gibi günlerini gün ettiler. Bir yabancı için köy ağası, dervişlerin torunları veya yerel bir politikacı arasında çok az fark var.
Daha yakından bakıldığında dervişleri temsil eden mirasçıların, öğretileri sadece yüzeysel olarak bildiği ortaya çıkıyor. Dervişlerin şimdiki vasileri orijinal mistisizm çalışmaları, felsefe veya sanattan başka her şeyle tanınıyorlar. Sovyetlerin Afganistan'ı işgali sonrasında oluşan küresel algının tersine Pakistan halkının çoğunluğu ne Selefi ne de Şii. Henüz bilimsel bir veri olmasa bile genel izlenim Sufi öğretilerine ve yaşam tarzına çok büyük önem verildiği yönündedir.
11 Eylül sonrasındaki hayal kırıklığıyla birlikte ABD, dünyanın tümünde yeni müttefikler aradı. Dışişleri Bakanlığı'ndaki danışmanlar Selefi ve aşırılık yanlılarına karşı Pakistan'daki ana akım din adamlarına fon sağlama önerisinde bulundular. Washington buna miktarı tam olarak belli olmasa da büyük bir meblağ ayırdı; fonun bir kısmı müphem kapasite geliştirme projelerine harcanırken bir kısmı da din adamlarının Amerika'daki geçici ikametlerine harcandı. Washington merkezli seküler düşünce kuruluşları, rapor hazırlamak ve eğitimler düzenlemek için din ve siyasal İslam gibi bölümler açmakta bir sakınca görmediler. Bu arzuya ve proje çıktısına dervişlerin yüzyıllık dergâhlarını hesaba katmadan ulaşamayacaklarını sonra anlayacaklardı.
1961'den beri kurban zihniyetine hapsolmuş Sufi vârisleri, üzerine düşen ödevleri yapmadıkları ve proje izleme standartlarını sağlayamadıkları için söz verilen küresel bağışları alamadılar. Geçtiğimiz günlerde bir düzine Sufi vârisi yabancı bir bağışçıdan önemli miktarda yardım almak için şemsiye bir örgüt kurup kayıt ettiremediler. Liderlik konusundaki farklı düşünceleri ve evrak işlerindeki vurdumduymazlıkları ülkedeki dergâhların ulusal ve uluslararası forumlarda papağan gibi dile getirdikleri önemli reformları yapmalarına engel oldu. Hanefi, Selefi veya Şii gruplar tam tersi davranacaklardır. İronik bir biçimde, Pakistan hükümeti ve Sufi cemaati, bu tarihsel kurumların toplumsal dokunun cebri araçlardan korunmasında oynadığı hayati role gereken önemi vermedi. Dergâhların korunmasından yönetimine, mevcut durumda çok az bir değişiklik var. Hatta aşırılık yanlılarının ölüm saçan kampanyaları bile hayatta kalma güdülerine meydan okumadı.
*Pakistan'da yaşayan yazar, akademisyen, gazeteci
|