Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Doğu Kökenli Batılı Akımlar / Prof. Dr. Ali İhsan Yitik
MesajGönderilme zamanı: 27.04.12, 15:31 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 13.09.10, 19:32
Mesajlar: 90
Doğu Kökenli Batılı Akımlar

Prof. Dr. Ali İhsan Yitik

Dokuz Eylül Üniv. İlahiyat Fak


Ülkemizde doğrudan Hinduizm veya Budizm propagandası yapan kişi veya kuruluşların sayısı yok denecek kadar azdır. Budist düşünceyi Türk halkına anlatmak amacıyla bazı büyük şehirlerimizde açılan bürolarda dinsel eğitimden ziyade parayla medyumluk eğitimi verildiği veya Tarot falı açıldığı bilinmektedir. Bununla birlikte, günümüzde kendilerini bir din veya inanç sistemi olarak tanımlamaktan kaçınan, ancak temelde Budizm ve Hinduizm’e dayanan birçok grup veya hareket vardır. Batı’da Yeniçağ hareketleri veya yeni dinî hareketler olarak tanımlanan bu grupların en dikkat çekicileri arasında Reiki, Sahaja Yoga, Transandantal Meditasyon (TM), Spiritualistler, Ananda Marga ve Feng Su-i gibi akımlar sayılabilir.

Özde Hint veya Uzakdoğu kökenli olan, ancak bize Batı’dan intikal eden bu hareketler daha ziyade düzenledikleri kurslar, seminerler, toplantılar; muhtelif yayınlar ve internet sayfalarındaki reklamlarla tanınmakta ve taraftar toplamaktadır. Ayrıca çoğunluğu Batı dillerinden tercüme kitaplar ve televizyon dizileri vasıtasıyla da karma, avatara, samsara, nirvana, yoga ve dairesel zaman gibi Hint dinî düşüncesine ait kavram ve anlayışların son yıllarda Türk halkı arasında yayıldığı dikkati çekmektedir. Bu gruplara mensup üyelerin genelde inançlarını açıklamaktan ve kendilerini belli bir dine bağlı olarak nitelemekten ısrarla kaçındıkları gözlenmektedir.

Ülkemizde faaliyet gösteren yeni dinî/dinimsi düşünce ve gruplar hakkında güvenilir bilgiler elde etmek son derece güçtür. Bireysel görüşmeler ve dışarıdan gözlemler sayesinde elde edilen bilgilerin de doğrulanması epeyce zor görünmektedir. Bundan dolayı biz bu yazımızda söz konusu grupları yaptıkları genel tanıtım konferansları veya gazete ve internet sayfalarındaki ilanlarında yer alan bilgiler ya da bu hareketlerden bir şekilde ayrılan eski üyelerin yazdıkları muhalif yazılar ışığında tanımlamaya, daha sonra onlara ilginin muhtemel nedenleri üzerinde durmaya çalışacağız. Reiki Japonca, Rei, (her yerde var olan) ve ki (ruhsal yaşam enerjisi) sözcüklerinden oluşan ve “Tanrısal/Aşkın enerji veya kozmik yaşam enerjisi” anlamına gelen Reiki terimi, yediden yetmişe herkesi maddi-manevi sağlığa/tekâmüle götüren bir yol/uygulama olarak tanımlanır. Reiki uygulayıcıları ısrarla kendilerinin bir din veya tarikat olmadıklarını söylerler. Ayrıca onlara göre Reiki kimyasal veya fiziksel enerjilerden farklı, dünyanın dışındaki yüce katlardan gelen ve tac

Çakrasından (Çakra, Sanskritçede tekerlek anlamına gelen bir kelimedir. Ancak geleneksel yoga öğretisinde vücutta varlığı kabul edilen enerji merkezleri anlamına gelir) vücuda giren bir enerjidir; uygulaması kolay ve kişiye hiçbir zararı olmayan bir şifa tekniğidir. (Bkz. Esin Ateş-Rüya Ateş, Geleceğimiz Ellerimizin Arasında Reiki ile Türkiye’de Büyük Dönüşüm, II. Baskı, Dharma Yayınları, 2002-İst., 13-14; http://www.petek-kitamura.com)

Buna rağmen sessiz ve loş ışıklı seans salonları, ayinleri, duaları, sembolleri, masterları, vaat ettikleri ruhsal ve bedensel huzur göz önüne alındığında Reiki’yi Budizm’in Batı’da oluşmuş yeni bir versiyonu olarak tanımlamak mümkündür. Zaten Reiki’nin kurucusu Mikao Usui, Mahayana Budizmi’nin Çin ve Japonya’da yayılan Tendai ekolüne mensup bir aileden gelmektedir. 15 Ağustos 1865 yılında Japonya’da dünyaya gelen Mikao Usui, küçük yaşlarında manastıra gönderilmiş ve burada Budist felsefesi ve ruhsal eğitim almıştır. Hatırlanacağı üzere 1860-1890 arası, Japonya’da önemli siyasi ve kültürel değişimlerin yaşandığı yıllardır. Bilhassa Katolik ve Protestan misyonerlerin ülkeye giriş ve faaliyetlerine izin verilmesi dinsel hayatta önemli değişimlere yol açmıştır. 1900 yıllarında ağır bir hastalık geçiren Usui, iddiaya göre kendi keşfettiği özel yöntemler sayesinde hastalıktan kurtulmuştur. Keşfettiği özel şifa yöntemini insanlara anlatma konusundaki ısrarı ve aydınlanmış ruhlarla görüştüğüne dair iddialarından ötürü de manastırdan kovulmuştur. Nitekim, Reiki uygulamalarında vücuttaki enerji merkezlerine vurgu yapılarak, bunları harekete geçirmek için Hint düşüncesinde yoga basamakları olarak bilinen egzersizlerin önerilmesi, ondaki Budist mirasın tesiri olarak yorumlanabilir.

Sahaja Yoga Vishwa Nirmala Dharma adıyla da bilinen ve bütün dünya üzerine yayılmış Sahaja Yoga (SWAN) ülkemizde son yıllarda yayılan dinsel akımlardan biridir. (Seda Ercan-Şirzat Bilallar, “Diskotte Üç Gün Üç Gece” Gizli Ayin”, Flaş Yaşam, Mart-2000)

Temel öğretisi 1970 yılında Hint asıllı Shri Mataji Nirmala Devi tarafından ortaya atılan ve yeni bir meditasyon yöntemi sayılan Sahaja Yoga, Hint düşüncesinde nirvana, mokşa veya jivanmukti gibi soyut kavramlarla tanımlanan nihai amaç yerine insanın kendini gerçekleştirmesini koyar. Bunun da, Ana Tanrıça veya Adi Shakti’nin inkarnasyonu kabul edilen Shri Mataji’nin yardımı sayesinde kolayca gerçekleşeceğine inanılır. Çünkü o, insanın içinde uyuyan ve uyarıldığında içsel aydınlanma veya miraç tecrübesi meydana getiren kundaliniyi uyarma ve harekete geçirme gücüne sahip biri olarak kabul edilir. Hatta onun yokluğunda, Mataji’nin fotoğrafı da aynı etkiyi sağlayabilir.

Bugün Sahaja Yoga yöntemini öğrenmeye çalışanların çoğu 20-45 yaş arası insanlardan oluşmaktadır. Bunların çoğu gelir düzeyi ülke ortalamasının üzerinde olan kimselerdir. Sahaja Yoga ülkenin Batı’ya yönelik yüzünün maneviyat arayışını temsil etmektedir. İlk dönemlerde hareketin reklâmı daha ziyade arkadaşlık ilişkilerine dayandığı halde bu günlerde internet sayfaları ve video tanıtım programları pek çok yeni üyenin katılmasında önemli bir faktördür. Kıdemli üyeler her pazar haftalık puja/ayine katılmak zorundadır; Puja adı verilen dinsel törenlerde topluca dualar okunur ve mantralar söylenir. Ayrıca Shri Mataji’nin resmi yıkanarak üzerinde meditasyon yapılır. Törenden sonra bütün katılımcılar topluca yemek yer ve böylece tören tamamlanmış olur. Kendini tamamen Sahaja Yoga’ya vakfetmiş üyeler ise Shri Mataji’nin de hazır bulunduğu uluslararası toplantılara iştirak eder. Ayrıca yıllık Hindistan turu sırasında gerçekleştirilen toplu nikâh törenine de katılırlar. Üyelerden gezi ve organizasyon masrafları için düzenli olarak bağış toplanır. Bireyler istedikleri takdirde hareketten ayrılabilir, ancak hareketten ayrılanlar yeni hayata uyum sağlamakta zorlanırlar. (Eilen Berker, New Religious Movements: A Practical Introduction, London, 1992, s. 207-209)

Yoga: Elitlerin İbadet Yolu

Aslında Yoga, Hinduizm’de havas diye isimlendirebileceğimiz seçkinlere özgü bir ibadet biçimidir. Hatırlamak gerekir ki, söz konusu dinde avamın, elbette daha farklı ibadet ve uygulamaları vardır. Fakat samsara çemberinden kurtulmak ve mutlak kurtuluşa ulaşmak isteyenler için yegâne yol yoga egzersizlerini uygulamaktır. Hinduizm’in dışında Budizm ve Caynizm gibi bölge dinleri için de aynı durum geçerlidir.

Hinduizm’e göre insan için hayatın dört temel gayesi vardır: Dharma, artha, kama ve moksha. Bunlardan ilk üçü bütün Hinduların ortak amaçlarını ifade eder. Dharma, kişinin atalarının yolunu, yani töresini, geleneğini öğrenerek ona uygun hayat tarzını benimsemesidir. Artha ise, bireyin başkasına muhtaç olmadan rızkını temin etmesi, kendine ve ailesine yetecek mala ve mülke sahip olması ve bunun için çaba göstermesi demektir. Kama da, kişinin zinadan uzak durması ve ailesini kurarak ölümünden sonra adını yaşatacak ve kendisi için hayırlı işler yapacak evlatlar yetiştirmek için çalışması anlamına gelir. Bunlar Hinduizm’de 50 yaşına kadar olan herkesin ortak amacıdır. 50 yaşına ulaşarak hayatın üçüncü dönemine geçen kişi için ise gerçekleştirilmesi gereken bir tek amaç vardır: O da moksha/mutlak aydınlanmaya veya kurtuluşa ulaşmaktır. Bu hedefe ulaşmanın yegâne yolu da yoga egzersizleridir. Ancak şunu da hatırlatmak gerekir ki, bizdeki yoga ve meditasyon merkezlerinde önerilen ve uygulanan yoga egzersizleri, hem amaç hem de içerik bakımından Hindu yoga uygulamalarından farklıdır. Zira Hinduizm’de yoga, ilk ikisi söz konusu dinin emir ve yasaklarını yerine getirmeyi ifade eden yama ve niyama basamaklarından oluşan sekiz dilimli bir yoldur. Hâlbuki birtakım jimnastik ve aerobik uygulamalarla süslenmiş yoganın sadece iki basamağı vardır. İlk aşama, rahat oturma alışkanlığı kazanmak/lotus pozisyonunda oturmayı öğrenmek; ikinci aşama ise, bu pozisyondayken okunacak mantralar ve uygulanacak nefes tutma egzersizleri sayesinde zihinsel konsantrasyonu sağlama iddiasıdır. Aslında bu durum, Hinduizm veya Budizm’den kaynaklanan düşünce ve akımların Batı’nın kapitalist sistemine entegre edilmesinin tipik bir örneğidir. Aynı olay reinkarnasyon, reiki ve meditasyon için de söz konusudur. Başka bir ifadeyle, bütün bu düşünce ve uygulamalar her ne kadar doğu kaynaklı olsalar da doğu kültüründen ziyade Batı kültürünün etkilerini taşır. Çünkü hammadde doğudan gelse de onları işleyenler batılıdır.

TM: Transandantal Meditasyon Tekniği

Transandantal Meditasyon (TM), ruhu derin düşünme sürecinin başlangıcına götüren ve burada bilince dönüştüren bir teknik olarak tanımlanır. Taraftarları gözünde o, basit, doğal, özel çaba gerektirmeyen, kolaylıkla öğrenilen, günde iki kere gözler kapalı şekilde 15–20 dakika süreyle oturularak yapılan bir zihinsel yoğunlaşma tekniğidir. Amacı, yaratıcılık, zekâ ve enerjiyi geliştirip arttırmak; zihnin ve bedenin sınırsız potansiyelini harekete geçirmek ve böylece hayatta sağlık, mutluluk ve başarının keyfini çıkarmaktır. (Robert Roth, TM Transandantal Meditasyon Tekniği, Çev, Deniz Yılmaz, İstanbul 1997, s. 11,16)

Antik Veda Bilimi ile modern kişisel gelişim yöntemlerinin başarılı bir harmanlaması olduğu düşünülen TM, bir din, felsefe veya yaşam biçimi değildir. Ayrıca kendine özgü bir değerler sistemi, inanç, tapınma, moral eğitim veya terminoloji içermez. TM dinlere karşı hoşgörülüdür ve onların varlığından yanadır. O, evrensel kabul görmüş, tekrarlanabilen ve doğruluğu her yerde ve zamanda kanıtlanabilen bir tekniktir. Kökleri sulanan bir ağacın yaprakları ve dallarının canlanması gibi bedenimiz de canlılığını ve hareketini “birleşik alan”daki kaynağından alır, dolayısıyla onun harekete geçirilmesi bireyi canlandırır, yorgunluk ve stresten kurtarır. (Robert Roth, age, s. 11-17)

Maalesef birçok kişi, bu iddialı ve hayali hedeflerin peşine düşmüş, bu uğurda hem zamanlarını hem de paralarını heba etmişlerdir. Bugün beş milyon civarında taraftarı bulunduğu iddia edilen TM Merkezleri veya diğer adıyla Maharishi Birleşik Alan Teknolojisi Dernekleri ülkemizde de 1966 yılından beri faaliyettedir.

Spiritüalistler / Ruhçular

Spritüalistler, Türkiye’de kendilerini din-dışı veya dinler üstü olarak gören grupların en eski ve en etkin olanlarındandır. Hız kazanan yayınlar ve periyodik konferanslar sayesinde hareket popüler hale gelmiştir. Çeşitli dernekleri adıyla konferans ve yayın faaliyetlerini çeşitlendirerek sürdürmektedirler. Spritüalistlerin Budizm veya Hinduizm’le doğrudan organik bağları yoktur. Ancak yazılı ve sözlü etkinliklerinde duyular-dışı algılama, hipnoz, medyumluk gibi ruhsal konuların yanı sıra Hint düşüncesinin temel kavramlarından karma ve tekrardoğuş konularına geniş yer verdikleri dikkati çekmektedir. Ayrıca dünyamızın bütün kurumlarıyla yozlaştığını, topyekün insanlığın bencil istek ve eylemlerin etkisi altına girdiğini ve bütün bunların son zamanın hazırlığı olduğunu iddia etmeleri de semitik dinlerdeki kıyamet öğretilerini ve Hinduizmdeki kali-yuga ve sonrasında gerçekleşeceği kabul edilen krita-yuga öğretilerini hatırlatmaktadır. (Ergün Arıkdal, Değişime Doğru, İst.1996, s.117–125)

Sonuç

Bütün bu akımların ortak iddiası, bireyi ruhsal bakımdan güçlendirerek, onu yeni döneme/çağa hazırlamaktır. Bu düşünce, aslında Batıdaki Yehova Şahitleri gibi akımların binyılcı düşüncelerinin doğu kavram ve uygulamalarıyla süslenmiş bir versiyonu olarak düşünülebilir. Pazarlama teknikleri ve reklam cümlelerindeki çekicilik kadar kullandıkları rasyonel ve hümanist söylem, zikredilen düşüncelerin Batı’da ve Türkiye’de yayılmasında en önemli etkendir. Örneğin, E. Fromm Budizm’le ilgili olarak şunları söyler: “İlk dönem Budizmi, hümaniter dinlere en iyi örnektir. Budda aydınlanmış, büyük bir öğretmendir ve insan varlığının gerçeğini bilir. Doğa üstü bir gücün adına değil, akıl yolunda konuşur. Aklın temsilcisidir ve bunu kendi başına ilk bulan olduğu için, diğer insanları da kendi akıllarını kullanmaya ve gerçeği tanımaya çağırır.”(Erich Fromm, Psikanaliz ve Din, Çev. Aydın Arıtan, İstanbul-1996, s.66-68)

Buna ilaveten, farklı olana ve bilinmeye karşı duyulan merak da bu yönelişlerdeki başka bir faktör olarak zikredilebilir. Bilhassa özel oturumlarda terennüm edilen ve kendilerine birçok gizem atfedilen mantralar veya şarkılar, çok fazla konuşan ve neredeyse kendisini dinleyecek zamanı olmayan günümüz insanının ilgisini çekmektedir diye düşünülebilir. Ancak hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, bütün bu süreçler, insanların kendi kültürlerine yabancılaşması ve yabancı kültürlerin çekim alanına girmeleriyle sonuçlanmaktadır. Yine, böyle toplulukların üyeleri arasında yakın ve sıcak ilişkiler söz konusudur. Ayrıca geleneksel lider-taraftar ilişkisi terkedilmiş, onun yerini bir çeşit doktor-hasta ilişkisi almıştır. Bu durum, modern şehirlerde kalabalıklar içinde yalnızlık çeken, derdini paylaşacak bir dost bulamadığı için bunalıma giren pek çok kimsenin bu akımlara kapılmasına yol açmaktadır.

Dahası, sıkı rekabet ortamında yaşayan, sürekli birileriyle yarışan ve bu hengâmede kendini dinleyecek ve gerektiğinde yardımcı olacak bir dost bulamayan her insan, böyle büyüsel ve dinsel hareketlerin üyesi olmaya adaydır. Son yıllarda hızlı sosyo-kültürel değişim yaşayan ülkemizin, böyle sosyal oluşumlar için oldukça mümbit bir ortam olduğu da unutulmamalıdır. İslam dini ve kurumlarının son yıllarda sürekli terör ve şiddet olaylarıyla birlikte anılır olması ve din konusundaki sonu gelmeyen tartışmalar da, ruhsal tatmin arayışındaki insanların, böyle hareketlere yönelmesine yol açmıştır. Dahası, bu toplulukların kendilerini bir çeşit seçkinler veya aydınlar grubu olarak tanımlaması, pek çok insanda var olan sıradanlıktan kurtulma ve elitler arasına katılma arzusunu tatmin eder görünmektedir. Böyle kimseler kendilerini ya çölde aradığı suyu bulan bir yolcu gibi görmekte, ya da kendisini içinde yaşadığı toplumun diğer bireylerinin aksine, toplumsal ve çevresel konulara karşı duyarlı, dünyamızın hem bugünü hem de yarınını düşünen sıra dışı seçkin bir kişi olarak algılamaktadır.

Diyanet Aylık Dergi, Mayıs 2009

Kaynak: http://www.diyanet.gov.tr/turkish/DIYAN ... yanet.html

Alıntı:
Doğu Kökenli Bazı Dinsel Düşünce ve Uygulamalar
Prof. Dr. Ali İhsan Yitik

Bu yazı 2529 kez okundu.

Hint dinlerinden Budizm, özellikleri bakımından rasyonel ve hümanist kültür ortamında yetişen ve kendi geleneksel dinleri konusunda eleştirel olan birçok aydına cazip gelen bir dindir. Meselâ, Erich Fromm’un Psikanaliz ve Din isimli eserinde bu dine dair şu ifadeler yer alır: “İlk dönem Budizm’i, hümaniter dinlere en iyi örnektir. Budda aydınlanmış, büyük bir öğretmendir ve insan varlığının gerçeğini bilir. Doğaüstü bir gücün adına değil, akıl yolunda konuşur. Aklın temsilcisidir ve bunu kendi başına ilk bulan olduğu için, diğer insanları da kendi akıllarını kullanmaya ve gerçeği tanımaya çağırır... Onun şu öyküsü konumuz açısından güzel bir örnektir:

Bir mango ağacının altında uyuyan bir tavşan, birden büyük bir gürültü duyar ve dünyanın sonunun geldiğini düşünerek koşmaya başlar. Onun böyle koştuğunu duyan diğer tavşanlar ‘Neden koşuyorsun?’ diye sorduklarında, koşan tavşan ‘Dünya batıyor da ondan.’ cevabını verir. Buna inanan tüm tavşanlar da var güçleriyle koşmaya başlarlar. Onları gören diğer hayvanlar ‘Ne oluyor?’ diye sorarlar ve aldıkları cevap da: ‘Dünyanın sonu geldi ve dünya batıyor.’ olur. Böylece tüm hayvanlar birbirlerine sora sora korku içinde koşuya katılırlar. Hayvanların bu durumunu gören Budda, son gruptaki hayvanlara bu kaçışın nedenini sorar. Onlar ‘Dünya batıyor.’ der. Bunun üzerine o, ‘Hayır, bu doğru olamaz.’ diye karşılık verir. Budda hayvanlara ‘Dünya batmıyor, gelin bu korkuya neden kapıldığınızı araştıralım.’ der. Bütün hayvan türlerini ardı ardına soruşturan Budda, sonunda tavşanlara ulaşır. Onlar da Budda’ya dünyanın battığını ortaya atan tavşana getirirler. Budda tavşana, ‘Dünyanın battığı düşüncesi aklına geldiğinde neredeydin ve ne yapıyordun?’ diye sorar. Tavşan: ‘Mango ağacının altında uyuyordum.’ deyince Budda: ‘Sanırım sen bir mangonun düştüğünü duydun. Gürültü seni uyandırmış olmalı ve sen de dünyanın battığını sandın. Şimdi altında uyuduğun ağaca gidelim ve durumu öğrenelim.’ der. Beraberce ağacın yanına vardıklarında, tam tavşanın yattığı yerde bir mango meyvesi bulurlar. Böylece Budda bu akılcı çözümlemesi ile hayvan soyunun yok olmasını önler.”

E. Fromm, Budda’nın burada hayvanlara karşı gösterdiği şefkatin, insanın kendine güveni konusunda gösterdiği tavrın ve olaya akılcı yaklaşımının dikkat çekici olduğunu ifade ediyor.1 Aynı şekilde çağdaş İslâm düşünürlerinden Muhammed Arkoun, W. Rahula’dan aktardığı şu öyküye dayanarak Budizm’in her türlü dogmatik öğretiden uzak, bireyi her bakımdan özgür bırakan bir din olduğunu söyler.

“Evet, Kalamas, kuşku içinde olduğun belli oluyor. Çünkü bir kuşku, ancak ona yol açacak bir noktada ortaya çıkar. Şimdi kendine iyi bak Kalamas. Kendini dışarıdan gelen sözlere, geleneğin ya da sana denilenlerin savlarına teslim etme. Kendini ne dinsel metinlerin yönlendirmesine, ne basit mantığa ve çıkarsamalara, ne görünüşe, ne spekülatif görüşlerin verdiği zevke, ne açıkça görünen olasılıklara ne de efendimizi görme düşüncesine teslim et. Ancak, Kalamas, bazı şeylerin sağlıksız olduğunu, yanlış ve fena olduğunu anlayabilirsen onları terk et. Ve bazı şeylerin sağlıklı ve iyi olduğunu bilirsen, onları kabul et ve izle...”2

Budizm’e hayranlığı dile getiren bu ifadeler, gerek ülkemizde gerekse Batı’da Budizm’in yayılması için uygun bir ortam hazırlamıştır denilebilir. Zaten Hint kökenli dinlerin misyonerlik konusunda en başarılı olanı Budizm’dir. Onu, Neo-Hinduizm denilen ve 1893 yılından sonra Swami Vivekenanda ve öğrencilerinin gayretleriyle Amerika ve Avrupa’da yayılmaya başlayan Advaita Vedanta düşüncesi ile yirminci yüzyılın ikinci yarısında aynı dünyada yaygınlık kazanan Yoga ve meditasyon dernekleri takip eder. Bu anlayışların ülkemizdeki uzantıları ise bize doğrudan doğruya Hint’ten değil, Avrupa veya Amerika’dan intikal etmiştir. Bu sebeple onlar çeşitli aerobik ve jimnastik hareketlerinin yanı sıra yararcılık ve hümanizm gibi Batı kaynaklı birçok düşünceyi de bünyelerinde taşırlar. Başka bir ifadeyle bunlar, Budist veya Advaita düşüncesi ile Hint yoga ve meditasyon tekniklerinin modern Batı kültürüne uyarlanmış biçimleri olarak görülebilir.

Bununla birlikte, ülkemizde doğrudan Hinduizm veya Budizm propagandası yapan kişi veya kuruluşlar çok fazla değildir. Ayrıca Budist düşünceyi Türk halkına anlatmak maksadıyla İstanbul-Taksim ve İzmir’de açılan bazı bürolarda dinî eğitimden ziyade parayla medyumluk eğitimi verildiği veya Tarot falı açıldığı bilinmektedir. Meselâ, Tempo dergisinde T. G. 1–7 Şubat 2001 yılında yayımlanan bir röportajda, İstanbul/Taksim’de büro açan Bedri Korkmaz isimli sözde Türk Budist rahibi, ziyaretçilerine rahiplik, medyumluk ve guruluk tecrübelerini aktarmasının yanı sıra ücretsiz olarak Budist felsefesi öğrettiğinden söz etmektedir. Ancak günümüzde kendilerini bir din veya inanç sistemi olarak tanımlamaktan kaçınan, fakat temelde Budizm ve Hinduizm’e dayanan birçok grup veya hareket vardır. Batı’da Yeniçağ hareketleri veya yeni dinî hareketler olarak tanımlanan bu grupların en dikkat çekicileri arasında Reiki, Sahaja Yoga, Transandantal Meditasyon (TM), Spiritualistler, Ananda Marga, Dünya Kardeşlik Birliği Mevlâna Yüce Vakfı, Yeni Yüksektepe Derneği ve Feng Sui gibi akımlar sayılabilir. Özde Hint veya Uzakdoğu kökenli olan, ancak bize Batı’dan intikal eden bu hareketler daha ziyade düzenledikleri kurslar, seminerler, toplantılar; muhtelif yayınlar ve internet sayfalarındaki reklâmlarla tanınmakta ve taraftar toplamaktadır. Ayrıca çoğunluğu Batı dillerinden tercüme kitaplar ve televizyon dizileri vasıtasıyla da karma, avatara, samsara, nirvana, yoga ve dairesel zaman gibi Hint dinî düşüncesine ait kavram ve anlayışların son yıllarda Türk halkı arasında yayıldığı dikkati çekmektedir.
Bu gruplara mensup üyelerin genelde inançlarını açıklamaktan ve kendilerini belli bir dine bağlı olarak nitelemekten ısrarla kaçındıkları gözlenmektedir. İlk anda Batı’dan ziyade ülkemize özgü bir tutum olarak görülebilecek bu tavrın sebeplerini gazeteci Levent Cantek, Reiki ile ilgili olarak şöyle ifade eder: “Birincisi, Müslüman bir toplumda oluşabilecek tepkilerden uzak kalmaya çalışıyor veya daha önemlisi yasal bir kovuşturmadan çekindikleri için böyle davranıyor olabilirler. İkincisi ise söz konusu sistem veya anlayışların bir din olduğuna gerçekten inanmadıkları için böyle davrandıkları söylenebilir.”3 Biz, diğer akımlar için de geçerli olduğunu düşündüğümüz bu sebeplerden birincisine kısmen katılmakla birlikte, ikincinin en azından bütün üyeler için söz konusu olmadığını düşünüyoruz. Başlangıçta müritlerin, bu sistemleri bir din veya farklı bir hayat tarzı olarak algılamadıkları düşünülebilir, ancak zaman içerisinde, meselâ Reiki’nin Budizm, TM veya Sahaja Yoga uygulamalarının klasik Hint dinsel düşüncesiyle ilgili olduğunu kavrayamadıklarını varsaymak doğru ve inandırıcı değildir. Nitekim kendini Buda rahibi olarak tanımlayan Bedri Korkmaz’ın, yukarıda sözü edilen söyleşide, Budizm için bile “… Dinle ilgisi yok. Anadolu sufiliği ile örtüşmektedir.” dediği düşünüldüğünde, bunu bir çeşit taktik olarak görmek bile mümkündür. Yani, James Dittes’in yarım asır önce Anadolu’da görev yapacak Hristiyan misyonerler için önerdiği “zımnî dinî öğretim” tekniğinin, bugün söz konusu gruplarca başarıyla uygulandığı söylenebilir.4

Ülkemizde faaliyet gösteren yeni dinî/dinimsi düşünce ve gruplar hakkında güvenilir bilgiler elde etmek son derece güçtür. Ferdî görüşmeler ve dışarıdan gözlemler sayesinde elde edilen bilgilerin de doğrulanması epeyce zor görünmektedir. Bundan dolayı biz bu yazımızda söz konusu grupları yaptıkları genel tanıtım konferansları veya gazete ve internet sayfalarındaki ilânlarında yer alan bilgiler veya bu hareketlerden bir şekilde ayrılan eski üyelerin yazdıkları muhalif yazılar ışığında tanımlamaya, daha sonra onlara ilginin muhtemel sebepleri üzerinde durmaya çalışacağız.

Reiki
Japonca, Rei, (her yerde var olan) ve ki (ruhsal yaşam enerjisi) sözcüklerinden oluşan ve “Tanrısal/Aşkın enerji veya kozmik yaşam enerjisi” anlamına gelen Reiki terimi, yediden yetmişe herkesi maddî-mânevî sağlığa/tekâmüle götüren bir yol/uygulama olarak tanımlanır. Bazen de herkeste var olduğuna inanılan ve bilhassa avuç içinden yayıldığı kabul edilen gizemli enerjiyi kullanarak uygulanan bir çeşit tedavi yöntemi olarak görülür. Reiki uygulamalarının daha ziyade İstanbul ve Ankara’da özellikle “sosyete” muhitleri denen, ekonomik durumları genellikle iyi veya Türkiye ortalamasının üzerinde olan ve çoğu yüksek öğrenim görmüş kentli nüfus arasında yaygın olduğu söylenebilir.
Reiki uygulayıcıları ısrarla kendilerinin bir din veya tarikat olmadıklarını söylerler. Ayrıca onlara göre Reiki kimyasal veya fiziksel enerjilerden farklı, dünyanın dışındaki yüce katlardan gelen ve tac çakrasından5 vücuda giren bir enerjidir; uygulaması kolay ve kişiye hiçbir zararı olmayan bir şifa tekniğidir.6 Buna rağmen sessiz ve loş ışıklı seans salonları, ayinleri, duaları, sembolleri, masterları-müritleri, vaat ettikleri ruhsal ve bedensel huzur göz önüne alındığında Reiki’yi yeni bir din veya Budizm’in Batı’da oluşmuş yeni bir versiyonu olarak tanımlamak mümkündür. Zaten Reiki’nin kurucusu Mikao Usui, Mahayana Budizmi’nin Çin ve Japonya’da yayılan Tendai ekolüne mensup bir aileden gelmektedir. 15 Ağustos 1865 yılında Japonya’da dünyaya gelen Mikao Usui, küçük yaşlarında manastıra gönderilmiş ve burada Budist felsefesi ve ruhsal eğitim almıştır.

Hatırlanacağı üzere 1860–1890 arası, Japonya’da önemli siyasî ve kültürel değişimlerin yaşandığı yıllardır. Bilhassa Katolik ve Protestan misyonerlerin ülkeye girişlerine ve faaliyetlerine izin verilmesi dinî hayatta önemli değişimlere yol açmıştır. 1900 yıllarında ağır bir hastalık geçiren Usui, iddiaya göre kendi keşfettiği özel yöntemler sayesinde hastalıktan kurtulmuştur. Keşfettiği özel şifa yöntemini insanlara anlatma konusundaki ısrarı ve aydınlanmış ruhlarla görüştüğüne dair iddialarından ötürü de manastırdan kovulmuştur.7 Bazı araştırmacılara göre ise Usui’nin Budist rahipliğinden atılma sebebi, İsa’nın Yeni Ahit’te zikredilen mucizelerini Budist geleneklere uyarlama ve yorumlama gayretidir. Bundan ötürü onun öğretisi Hristiyanlık ve Budizm’i harmanlayan düşünceler bütünü olarak kabul edilir.8 Nitekim Reiki uygulamalarında vücuttaki enerji merkezlerine vurgu yapılarak, bunları harekete geçirmek için Hint düşüncesinde yoga basamakları olarak bilinen egzersizlerin önerilmesi, ondaki Budist mirasın tesiri olarak yorumlanabilir. Reiki’nin kaynağını Aşkın Enerji olarak görme ise Hristiyanlık’taki Kutsal Ruh anlayışını çağrıştırmaktadır. Dolayısıyla Reiki seanslarında yapılanları, Kutsal Ruh’u yardıma çağırma veya onun ruhbanlarda yarattığı huzuru bir başkasına aktarmak şeklinde yorumlamak mümkündür. Bu sebeple Reiki salonları bugün, bazen bir çeşit ticarethane olarak tanımlansalar bile, büyük oranda Budist kültüründe yetişen doğulu insanları Hristiyan kültüre alıştırmak gibi bir işlev görmektedir denilebilir.

Sahaja Yoga
Vishwa Nirmala Dharma adıyla da bilinen ve bütün dünya üzerine yayılmış Sahaja Yoga (SWAN) ülkemizde son yıllarda yayılan dinî akımlardan biridir. Şu anda çoğunluğu üç büyük şehir ve batı bölgelerimizde olmak üzere Türkiye’de yirmiden fazla Sahaja Yoga toplantı merkezi vardır. Bazı salonların sadece belirli üniversitelerin mezunlarına tahsis edildiği göz önüne alındığında, bu hareketin daha ziyade kültürlü genç insanlar arasında yayıldığı söylenebilir.9

Temel öğretisi 1970 yılında Hint asıllı Shri Mataji Nirmala Devi tarafından ortaya atılan ve yeni bir meditasyon yöntemi sayılan Sahaja Yoga, Hint düşüncesinde nirvana, mokşa veya jivanmukti gibi mücerret kavramlarla tanımlanan nihai hedef yerine insanın kendini gerçekleştirmesini koyar. Bunun da, Ana Tanrıça veya Adi Shakti’nin inkarnasyonu kabul edilen Shri Mataji’nin yardımı sayesinde kolayca gerçekleşeceğine inanılır. Çünkü o, insanın içinde uyuyan ve uyarıldığında iç aydınlanma veya miraç tecrübesi meydana getiren kundaliniyi uyarma ve harekete geçirme gücüne sahip biri olarak kabul edilir. Hattâ onun yokluğunda, Mataji’nin fotoğrafı da aynı etkiyi sağlayabilir. Bundan dolayı kendini Hz. İsa, Hz. Meryem, Peygamberimiz Hz.Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Guru Nanak, Mahavira, Krisna ve Rama gibi önemli dinî şahsiyetlerin inkarnasyonu olarak gören Mataji’nin bulunmadığı ortamlarda öngörülen hedefe ulaşmak isteyen müritler avuç içleri yukarıya bakacak şekilde onun fotoğrafı önünde oturur. Böylece omuriliğin en ucunda bulunduğuna inanılan ve gizil ruhsal enerji anlamına gelen kundalini enerjisinin uyarıldığı ve altı çakra boyunca yukarı doğru ilerleyerek omuriliğin en üst noktasına çıktığı, bu sırada ılık bir esinti hissedildiği ve tam bir mutluluk ve sükûnet hâli yaşandığı iddia edilir. Bazı kimselerde ise kundalini akışı sağlanamadığı için böyle bir hâl yaşanmaz. Aksine sıkıntı ve acı meydana gelir. Shri Mataji’nin, müritlerin yaşadığı bu sıkıntıları hissettiği ve onlara ruhsal güç aktarmak suretiyle onların enerji akışını düzenlediği ve böylece onları acı ve ızdıraptan kurtardığı kabul edilir. Hattâ müritleri onun, bu enerji aktarımları sayesinde ölümcül hastalıkları bile tedavi ettiğine inanır. Öyleyse nihai aydınlanma veya mutlak huzur için yapılması gereken şey, sadece “müridin kendini tamamen Shri Mataji’ye adamasıdır.”

Bugün Sahaja Yoga yöntemini öğrenmeye çalışanların çoğu 20-45 yaş arası insanlardan oluşmaktadır. Bunların çoğu gelir düzeyi ülke ortalamasının üzerinde olan kimselerdir. Sahaja Yoga ise ülkenin Batı’ya yönelik yüzünün mâneviyat arayışını temsil etmektedir. İlk dönemlerde hareketin reklâmı daha ziyade arkadaşlık ilişkilerine dayandığı hâlde bu günlerde internet sayfaları ve video tanıtım programları pek çok yeni üyenin katılmasında önemli bir faktördür. Kıdemli üyeler her Pazar haftalık puja/ayine katılmak zorundadır; Puja adı verilen dinî törenlerde topluca dualar okunur ve mantralar söylenir. Ayrıca Shri Mataji’nin resmi yıkanarak üzerinde meditasyon yapılır. Törenden sonra bütün katılımcılar topluca yemek yer ve böylece tören tamamlanmış olur. Kendini tamamen Sahaja Yoga’ya vakfetmiş üyeler ise Shri Mataji’nin de hazır bulunduğu uluslararası toplantılara iştirak eder; hareketin programlarını üyelere ve potansiyel müritlere duyururlar. Ayrıca yıllık Hindistan turu sırasında gerçekleştirilen toplu nikâh törenine de katılırlar. Üyelerden gezi ve organizasyon masrafları için düzenli olarak bağış toplanır. Üyeler istedikleri takdirde hareketten ayrılabilir, ancak hareketten ayrılanlar yeni hayata uyum sağlamakta zorlanırlar.10

Yoga: Elitlerin İbadet Yolu(!)
Aslında Yoga, Hinduizm’de havassü’l-havas (elitlerin eliti) diye isimlendirebileceğimiz seçkinlere özgü bir ibadet biçimidir. Hatırlamak gerekir ki, söz konusu dinde avamın, elbette daha farklı ibadet ve uygulamaları vardır. Fakat samsara çemberinden kurtulmak ve mutlak kurtuluşa ulaşmak isteyenler için yegâne yol yoga egzersizlerini uygulamaktır. Hinduizm’in dışında Budizm ve Caynizm gibi bölge dinleri için de aynı durum geçerlidir.

Hinduizm’e göre insan için hayatın dört temel gayesi vardır: Dharma, artha, kama ve moksha. Bunlardan ilk üçü bütün Hinduların ortak hedeflerini ifade eder. Dharma, kişinin atalarının yolunu, yani töresini, geleneğini öğrenerek ona uygun hayat tarzını benimsemesidir. Artha ise ferdin başkasına muhtaç olmadan rızkını temin etmesi, kendine ve ailesine yetecek mala ve mülke sahip olması ve bunun için gayret göstermesi demektir. Kama da kişinin zinadan uzak durması ve ailesini kurarak ölümünden sonra adını yaşatacak ve kendisi için hayırlı işler yapacak evlâtlar yetiştirmek için çalışması anlamına gelir. Bunlar Hinduizm’de 50 yaşına kadar olan herkesin ortak hedefidir. 50 yaşına ulaşarak hayatın üçüncü dönemine geçen kişi için ise gerçekleştirilmesi gereken bir tek gaye vardır: O da moksha/mutlak aydınlanmaya veya kurtuluşa ulaşmaktır.

Ancak şunu da hatırlatmak gerekir ki, bizdeki yoga ve meditasyon merkezlerinde önerilen ve uygulanan yoga egzersizleri, hem hedef hem de muhteva bakımından Hindu yoga uygulamalarından farklıdır. Zîrâ Hinduizm’de yoga, ilk ikisi söz konusu dinin emir ve yasaklarını yerine getirmeyi ifade eden yama ve niyama basamaklarından oluşan sekiz dilimli bir yoldur. Hâlbuki memleketimizdeki birtakım jimnastik ve aerobik hareketlerle süslenmiş yoganın sadece iki basamağı üzerinde durulmaktadır. İlk aşama, rahat oturma alışkanlığı kazanmak/lotus pozisyonunda oturmayı öğrenmek; ikinci aşama ise bu pozisyondayken okunacak mantralar ve uygulanacak nefes tutma egzersizleri sayesinde zihnî konsantrasyonu sağlama iddiasıdır. Aslında bu durum, Hinduizm veya Budizm’den kaynaklanan düşünce ve akımların Batı’nın kapitalist sistemine entegre edilmesinin tipik bir örneğidir. Aynı olay reinkarnasyon, reiki ve meditasyon için de söz konusudur. Başka bir ifadeyle, bütün bu düşünce ve uygulamalar her ne kadar doğu kaynaklı olsalar da Doğu kültüründen ziyade Batı kültürünün etkilerini taşır. Çünkü hammadde Doğu’dan gelse de onları işleyen tezgâhlar Batılıdır.

TM: Transandantal Meditasyon Tekniği
Transandantal Meditasyon (TM), ruhu derin düşünme sürecinin başlangıcına götüren ve burada bilince dönüştüren bir teknik olarak tanımlanır. Taraftarları gözünde o, basit, doğal, özel çaba gerektirmeyen, kolaylıkla öğrenilen, günde iki kere gözler kapalı şekilde 15–20 dakika süreyle oturularak yapılan bir zihnî yoğunlaşma tekniğidir. Hedefi, aktivite ve üreticiliği, zekâ ve enerjiyi geliştirip arttırmak; zihnin ve bedenin sınırsız potansiyelini harekete geçirmek ve böylece hayatta sağlık, mutluluk ve başarının keyfini çıkarmaktır.11 Antik Veda Bilimi ile modern kişisel gelişim yöntemlerinin başarılı bir harmanlaması olduğu düşünülen TM, bir din, felsefe veya hayat biçimi değildir. Ayrıca kendine özgü bir değerler sistemi, inanç, tapınma, moral eğitim veya terminoloji içermez. TM dinlere karşı hoşgörülü gözükmektedir. Ve onların varlığından yanadır. O, evrensel kabul görmüş, tekrarlanabilen ve doğruluğu her yerde ve zamanda kanıtlanabilen bir tekniktir. Kökleri sulanan bir ağacın yaprakları ve dallarının canlanması gibi bedenimiz de canlılığını ve hareketini “birleşik alan”daki kaynağından alır, dolayısıyla onun harekete geçirilmesi bireyi canlandırır, yorgunluk ve stresten kurtarır.12 Maalesef birçok kişi, bu iddialı ve hayalî hedeflerin peşine düşmüş, bu uğurda hem zamanlarını hem de paralarını heba etmiştir. Bugün dünyada beş milyon civarında taraftarı bulunduğu iddia edilen TM Merkezleri veya diğer adıyla Maharishi Birleşik Alan Teknolojisi Dernekleri ülkemizde de 1966 yılından beri faaliyettedir. Bugün İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa ve Eskişehir’de bulunan TM Merkezlerine yılda toplam on-on beş bin kişinin devam ettiği tahmin edilmektedir.13

Spritüalistler / Ruhçular
Spritüalistler, Türkiye’de kendilerini din-dışı veya dinler üstü olarak gören grupların en eski ve en etkin olanlarındandır. Önderleri Dr. Bedri Ruhselman’dır. Onun ölümünden sonra karizmatik bir kişiliğe sahip Ergun Arıkdal, Metapsişik Tetkikler ve İlim Derneğinin başına geçmiştir. Onun döneminde hız kazanan yayınlar ve periyodik konferanslar sayesinde hareket popüler hâle gelmiştir. Arıkdal’ın ölümünden sonra öğrencileri, Bilyay Vakfı ve Ruhsal Araştırma Dernekleri adıyla konferans ve yayın faaliyetlerini çeşitlendirerek sürdürmektedirler. Özellikle büyük şehirlerde ve Kıbrıs’ta şubeleri vardır.

Spritüalistlerin Budizm veya Hinduizm’le doğrudan organik bağları yoktur. Ancak yazılı ve sözlü etkinliklerinde duyular-dışı algılama, hipnoz, medyumluk gibi ruhsal konuların yanı sıra Hint düşüncesinin temel kavramlarından karma ve tekrardoğuş konularına geniş yer verdikleri dikkati çekmektedir. Ayrıca dünyamızın bütün kurumlarıyla yozlaştığını, topyekün insanlığın bencil istek ve fiillerin etkisi altına girdiğini ve bütün bunların son zamanın hazırlığı olduğunu iddia etmeleri de semitik dinlerdeki kıyamet öğretilerini ve Hinduizmdeki kali-yuga ve sonrasında gerçekleşeceği kabul edilen krita-yuga öğretilerini hatırlatmaktadır.14 Bu sebeple onların da, Hint dinlerinin ülkemizde tanınması ve yayılmasına dolaylı biçimde de olsa katkı sağladıkları düşünülebilir.
Dünya Kardeşlik Birliği Mevlâna Yüce Vakfı

Tıpkı Spiritüalistler gibi yaygın isimleriyle Mevlânacıların veya Prizmacıların da Hint dinleriyle doğrudan bir ilişkisi yoktur. Ancak hareketin kurucusu Vedia Bülent Çorak’ın kendini Mevlâna Celâleddin Rumi’nin inkarnasyonu olarak görmesi ve hareketin gizemli, ezoterik yapısı akla Hint dinlerini getirmektedir. Yunus Emre ve Mustafa Kemal Atatürk gibi önemli şahsiyetlerin, kendi görüşlerini geniş kitlelere yayma ve harekete meşruiyet kazandırma gayesiyle kullanıldığı hatta suiistimal edildiği dikkati çeker. Yoksa bu hareketin, adı geçen şahsiyetlerin insanî felsefeleriyle bir ilgisi yoktur. Gerçekte bu hareket, Batı’da onlarca örneğine rastladığımız Yeniçağ Hareketlerinin Türkiye versiyonu olarak görülebilir. Ülkemizde çoğunluğu İstanbul, İzmir, Bursa ve Antalya’da olmak üzere on bin civarında taraftarı olduğu tahmin edilmektedir.

Sonuç
Bütün bu akımların ortak iddiası, insanı ruhî bakımdan güçlendirerek, onu yeni döneme/çağa hazırlamaktır. Ruhçu derneklerde ve Dünya Kardeşlik Birliği’nde daha açık görülen bu düşünce, aslında Batıdaki Yehova Şahitleri gibi akımların binyılcı düşüncelerinin doğu kavram ve uygulamalarıyla süslenmiş bir versiyonu olarak düşünülebilir. Reiki, TM ve ülkemizde Sağlıklı Yaşam Dernekleri adıyla da faaliyet gösteren Sahaja Yoga ile Feng-shui gibi akımlar ise Batı’daki kişisel gelişim ve şifacı arayışlar veya çağdaş(!), çevreci ve feminist akımları hatırlatmaktadır.

Yazının giriş cümlelerinde de ifade edildiği gibi söz konusu düşünce ve uygulamaları yaymak için kullanılan ilginç pazarlama teknikleri ve reklâm cümlelerindeki çekicilik kadar kullandıkları rasyonel ve hümanist söylem, bu akımların Batı’da ve Türkiye’de yayılmasında en önemli etkendir. Buna ilâveten, farklı olana ve bilinmeye karşı duyulan merak da bu yönelişlerdeki başka bir faktör olarak zikredilebilir. Bilhassa özel oturumlarda terennüm edilen ve kendilerine birçok gizem atfedilen mantralar veya şarkılar, çok fazla konuşan ve neredeyse kendisini dinleyecek zamanı olmayan günümüz insanının ilgisini çekmektedir diye düşünülebilir. Ancak hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, bütün bu süreçler, insanların kendi kültürlerine yabancılaşması ve yabancı kültürlerin çekim alanına girmeleriyle sonuçlanmaktadır.

Yine, böyle toplulukların üyeleri arasında yakın ve sıcak ilişkiler söz konusudur. Ayrıca geleneksel lider-taraftar ilişkisi veya mürşit-mürit ilişkisi terkedilmiş, onun yerini bir çeşit doktor-hasta ilişkisi almıştır. Bu durum, modern şehirlerde kalabalıklar içinde yalnızlık çeken, derdini paylaşacak bir dost bulamadığı için bunalıma giren pek çok kimsenin bu akımlara kapılmasına yol açmaktadır. Dahası, sıkı rekâbet ortamında yaşayan, sürekli birileriyle yarışan ve bu hengâmede kendini dinleyecek ve gerektiğinde yardımcı olacak bir dost bulamayan her insan, böyle büyülü ve dinî hareketlerin üyesi olmaya adaydır. Son yıllarda hızlı sosyo-kültürel değişim yaşayan ülkemizin, böyle sosyal oluşumlar için oldukça mümbit bir ortam olduğu da unutulmamalıdır.
İslâm dini ve kurumlarının son yıllarda sürekli terör ve şiddet olaylarıyla birlikte anılır olması, irtica vs. gibi psikolojik baskılar ve din konusundaki sonu gelmeyen tartışmalar da, metafizik ve ruhî tatmin arayışındaki insanların İslâm dininde bu itminan ve huzuru bulacağı yerde böyle hareketlere yönelmesine yol açmıştır. Dahası, bu toplulukların kendilerini bir çeşit seçkinler veya aydınlar grubu olarak tanımlaması, pek çok insanda var olan sıradanlıktan kurtulma ve elitler arasına katılma arzusunu tatmin eder görünmektedir. Böyle kimseler kendilerini ya çölde aradığı suyu bulan bir yolcu gibi görmekte, ya da kendisini içinde yaşadığı toplumun diğer fertlerinin aksine, toplum ve çevre konularına duyarlı, dünyamızın hem bugünü hem de yarınını düşünen sıradışı seçkin bir kişi olarak algılamaktadır.

Son olarak, yeni din görünümlü hareketler, bilhassa gençlerin hareketlerini sınırlamayan, öğretilerini onların anlayabileceği bir dilde ifade eden özgürlükçü akımlar olarak görülmektedir. Bilhassa İslâm dininin doğru bir şekilde tebliğ ve temsili ile insanlara anlatılmaması, söylemimizin güncelleştirilmesi konusunda sıkıntılar yaşandığı ve genç nesillerin çoğu zaman göz ardı edildiği hatırlanacak olursa, bunun, özellikle genç, eğitimli ve nispeten üst gelir grubundaki insanlar arasında zikredilen hareketlerin cazibesini artırdığı söylenebilir.

* Dokuz Eylül Üniv. İlâhiyat Fak. Öğrt. Üyesi
iyitik@yeniumit.com.tr

Dipnotlar
1. Erich Fromm, Psikanaliz ve Din, Çev. Aydın Arıtan, İstanbul-1996, s.66-68
2. Muhammed Arkoun, İslam Üzerine Düşünceler, Çev. Hakan Yücel, Metis Yayınları, 1999-İstanbul s. 84-85.
3. Milliyet Gazetesi, 19 Kasım 2003, Çarşamba.
4. James E. Dittes, Hristiyan Misyonu ve Türk İslâmlığı, çev. Turhan Yörükân, Ankara-1957, s.14-21
5. Çakra, Sanskritçede tekerlek anlamına gelen bir kelimedir. Ancak geleneksel yoga öğretisinde vücutta varlığı kabul edilen enerji merkezleri anlamına gelir. Bu enerji merkezleri kuyruk sokumundan beyine kadar omurilik üzerinde mevcut olup yedi adettir. Taç çakrası adı verilen enerji merkezinin kafatasının en üst noktasında bulunduğu ve beyin, sinir sistemi ve epifiz bezini etkilediği kabul edilir. Diğer çakralar ise şunlardır: 1) Kuyruk sokumunda bulunan, cinsel organlar üzerinde etkili muladhara çakrası 2) Göbeğin alt kısmında yer alan, karaciğer, dalak ve bağırsaklar üzerinde etkili olduğu kabul edilen sıvadistana çakrası 3) Göbeğin iki parmak üzerinde bulunan, manipura çakrası 4) Gövdenin ortasında, iki göğüs arasında bulunan anahata çakrası 5) Gırtlakta bulunan vishouddha çakrası 6) Alında, iki kaşın ortasında yer alan Ajna-çakra’dır. Bkz. Müheyya İzer, Çağdaş Yoga, Dharma Yayınları, İstanbul, 2003, s. 26-27.
6. Bkz. Esin Ateş-Rüya Ateş, Geleceğimiz Ellerimizin Arasında Reiki ile Türkiye’de Büyük Dönüşüm, II. Baskı, Dharma Yayınları, 2002-İst., 13-14; www.petekkitamura.com
7. www.asunam.com/life_of_mikao_usui_htm
8. Levent Cantek, Milliyet Gazetesi, 19 Kasım 2003
9. Seda Ercan-Şirzat Bilallar, “Diskotekte Üç Gün Üç Gece” Gizli Ayin”, Flaş Yaşam, Mart-2000
10. Eilen Berker, New Religious Movements: A Practical Introduction, London, 1992, s. 207-209
11. Robert Roth, TM Transandantal Meditasyon Tekniği, Çev, Deniz YILMAZ, İstanbu 1997, s. 11,16
12. Robert Roth, age, s. 11-17
13. http://www.maharishi.org.tr
14. Ergün Arıkdal, Değişime Doğru, İst.1996, s.117–125

http://www.yeniumit.com.tr/konular/deta ... ygulamalar


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Doğu Kökenli Batılı Akımlar / Prof. Dr. Ali İhsan Yitik
MesajGönderilme zamanı: 27.04.12, 15:39 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 13.09.10, 19:32
Mesajlar: 90
Diyanet'e Göre Yoga Günah Mı?

22 Ekim 2010

Diyanet İşleri Başkanlığı, son yıllarda iyice rağbet görmeye başlayan 'kişisel gelişim yöntemleri'ni mercek altına aldı. Diyanet İşleri Başkanlığı Ali Bardakoğlu, meditasyon, yoga, reiki gibi akımların modern insanın yalnızlık ve çaresizliğinin yansıması olduğunun altını çizdi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın aylık dergisi, mayıs sayısını son yıllarda medya tarafından 'rahatlama ve huzura erme' yöntemi olarak sunulan Uzakdoğu kaynaklı dinlenme yöntemi akımlara ayırdı.

Bardakoğlu, 'Başyazı-İç Huzuru Arayış' başlıklı yazısında, sürekli şekilde parayı, düşünceyi ve duyguları tüketmeye yönelik bir hayat döngüsünün ablukası altındaki insanın, daha çok kabuğuna çekilmesi, yalnızlaşan dünyasında kendisini ruhen hırpalanmış, bedenen de yorgun hissetmesi neticesinde bu tür akımlara kapıldığını ifade etti.

Uzakdoğu felsefesinden beslenen akımlara karşı vatandaşları vahyin aydınlığındaki İslam düşüncesine davet eden Diyanet İşleri Başkanı, Kur'an'daki Ra’d suresindeki 'Dikkat ediniz! Kalpler ancak Allah'ı sürekli hatırda tutmak ve anmakla huzur bulur.' ayetini hatırlattı.

Dergide, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali İhsan Yitik tarafından hazırlanan 'Doğu Kökenli Batılı Akımlar' başlıklı dosyada da; bu gruplara mensup olan kimselerin genelde inançlarını açıklamaktan ve kendilerini belli bir dine bağlı olarak nitelemekten ısrarla kaçındıkları vurgulandı. [2]

Müslümanların inancını yok edebilir ve yozlaştırabilir diye Malezya’da yasaklanan yogayı Diyanet İşleri Başkanlığı: “İslam dini, amaçsız, iş olsun kabilinden yapılan işleri ve sergilenen davranış şekillerini uygun görmez.” şeklinde yorumladı.

Diyanet’e "İslamiyet’te yoganın yeri nedir? Bir Müslüman’ın yoga yapmasının sakıncası var mıdır?" diye soruldu.

Yoganın Hinduizm ve Budizm kaynaklı olduğu hatırlatılarak “İslam’da yeri yok” denildi. Diyanet, yeniden doğuş fikrini de değerlendirerek; “İslam dini tenasüh (Ruhun, bedenin ölümünden sonra yeni bir vücuda bürünerek geri dönmesi, reenkarnasyon) fikrini reddeder. Bir ruhun farklı bedenlerde dünyaya tekrar dönüşü, ahirette ceza ve mükafat esasıyla da çelişir. Bu uygulama, insanları etkileyip rüyalar aleminde gezdirmeyi hedefleyen ‘meditasyon’ ya da ‘uyutma’ yönteminden farklıdır. İnsanın meditasyon yoluyla bir başkasını etkilemesi, onu uyutması, rüyalar göstermesi gayet olasıdır. Ancak İslam dini amaçsız, iş olsun kabilinden yapılan işleri ve davranış şekillerini uygun görmez.” dedi.[3]

Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, transandantal meditasyon, reiki, yoga gibi akım ve çağrıların, Hint ağırlıklı Uzak Doğu felsefesinden ve dinsel öğretiden beslendiğini belirterek, 'Bu yöntemler bizi uç noktalara götürebilir' uyarısı yaptı.

Bardakoğlu, Diyanet Dergisi'nin Mayıs sayısında yayımlanan "Başyazı-İç Huzuru Arayış" başlıklı yazısında, sürekli şekilde metayı, düşünceyi ve duyguları tüketmeye yönelik bir hayat döngüsünün ablukası altındaki insanın, gelişen iletişim teknolojilerine rağmen daha çok kabuğuna çekildiğini, yalnızlaşan dünyasında kendisini ruhen hırpalanmış, bedenen de yorgun hissettiğini ifade ederek şunlar kaydetti:

Yalnız İnsan Tipi Revaçta

"İçe dönüş yolları aramaya başlayan insan, yalnızlığını gidermek ve ruhen doyuma ulaşmak gibi düşüncelerle çeşitli bireysel kurtuluş yollarına yönelmektedir. Bu yönelişin sağlıklı bilgi ve kalıcı değer ekseninde yürümediğinde bireyi hangi uç ya da çıkmaz noktalara götürebileceğinin çok çeşitli örneklerini her toplumda sıkça görmekteyiz."

Günümüzde kitle iletişim araçları tarafından çoğunlukla "kişisel gelişim yolları", "stres, depresyon, zihinsel sorunlar ve yorgunluktan kurtulma çareleri" olarak cazip şekillerde sunulan transandantal meditasyon, reiki, yoga gibi adlarla anılan bazı yöntemlerin, astrolojik bazı akımların, çeşitli şifa teknikleri ile "şifrecilik", "ruhçuluk" ve "okültizm/gizlicilik" üçgeninde harmanlanmış diğer gizemli oluşumların revaç bulmasını sadece bu konuda oluşan sektörün çabalarıyla izah etmek yerine, modern insanın yalnızlığıyla ve çaresizliğiyle de ilişkilendirmek gerektiğine işaret eden Bardakoğlu, şöyle devam etti:

Uzakdoğulu Din Kökenli

"Bu akım ve çağrılar her ne kadar genelde dini bir söylem ile sunulmayıp daha çok 'sağlıklı yaşam', 'başarı' ve 'mutluluk' vaadiyle veya 'çevrecilik', 'alkol bağımlılığıyla mücadele' gibi kamu yararına yönelik çeşitli söylemlerle desteklense de esasen Hint ağırlıklı Uzak Doğu felsefesinden ve dinsel öğretiden beslenmekte, Batı kültürünün hümanistik ve dini söylemiyle de çok kolay ortak alanlar oluşturabilmektedir.”

Kabahatli Değil Çözüm Aranmalı

Bir kusurlu armanın veya gerilimi arttırmanın doğru çözüm yolu bulmanın yöntemi olmadığını da kaydeden Bardakoğlu, "Henüz dua, tövbe, niyaz, tefekkür ve ibadetin bireyi ne denli güçlü kıldığını ve onu Yüce Yaratana bağlayarak yalnızlıktan, karamsarlık ve umutsuzluktan kurtardığını yeterince fark etmiş veya ettirmiş de değiliz. Kur'an'da 'Dikkat ediniz. Kalpler ancak Allah'ı sürekli hatırda tutmak ve anmakla huzur bulur' buyrulması da bu fark edişi sağlamak içindir. Değerlendirmelerimiz ve öz eleştirilerimiz, dikkatimizi ve sorumluluk bilincimizi diri tutmak için olmalıdır" dedi.[4]

Hem Vakit Hem Para Kaybı

SAHAJA YOGA: Vishwa Nirmala Dharma adıyla da bilinen ve ülkemizde son yıllarda yayılan dinsel akımlardan biridir. Hint düşüncesinde nirvana, mokşa veya jivanmukti gibi soyut kavramlarla tanımlanan nihai amaç yerine insanın kendini gerçekleştirmesini koyar. Günümüzde bunu öğrenmeye çalışanların çoğunluğu 20-45 yaşları arasındadır.

YOGA (Elitlerin ibadet yolu): Yoga, Hinduizm'de "havas" diye isimlendirebileceğimiz seçkinlere özgü bir ibadet biçimidir.

TRANSANDANTAL MEDİTASYON: Maalesef birçok kişi, bu iddialı ve hayali hedeflerin peşine düşmüş, bu uğurda hem zamanlarını hem de paralarını heba etmiştir. Bugün beş milyon civarında taraftarı bulunduğu iddia edilen TM merkezleri ülkemizde de 1966 yılından beri faaliyette.

SPİRİTUALİSTLER: Türkiye'de kendilerini din dışı veya dinler üstü olarak gören grupların en eski ve en etkin olanlarından. Periyodik yayınlarla ve konferanslarla popüler hale geliyorlar.

İlahi Doktrinden Bağımsız Olmaz

- Prof. Dr. Ali İhsan Yitik (Dokuz Eylül Üniversitesi): Özde Hint veya Uzakdoğu kökenli olan ancak bize Batı'dan intikal eden bu hareketler daha ziyade düzenledikleri kurslar, seminerler, muhtelif yayınlar ve internet sayfalarındaki reklamlarla taraftar toplamaktadır. Bu gruplara mensup üyelerin genelde inançlarını açıklamaktan ve kendilerini belli bir dine bağlı olarak nitelemekten kaçındıkları gözlenmektedir.

- Doç. Dr. Selim Özarslan (Fırat Üniversitesi): Günümüzde yogayı öne çıkaranlar, bunun dinsel bir yönünün olmadığını, yoga yapmak için din değiştirme veya din propagandası yapmaya gerek olmadığını, yoganın bütünüyle insan sağlığını ve hayat kalitesini her yönüyle yükselten bir yaşam tarzı olduğunu söylüyor. Ancak hiçbir yaşam tarzı, onu düzenleyen ilahi ya da felsefi doktrinden öğretiden bağımsız ve ilintisiz olamaz.

- Doç. Dr. Hüseyin Yılmaz (Yüzüncü Yıl Üniversitesi): Ülkemizde belki de misyonerlik yöntemi olarak kendilerini bir din şeklinde sunmamaya özen gösterdiklerini belirtmek gerekir. Din isimleri yerine yoga, meditasyon, reiki gibi daha çok bu dinlerin bir nevi ibadet yöntemi diyebileceğimiz uygulamalar sanki bu dinlerden bağımsız objektif şifa yöntemleriymiş gibi sunulmaktadır.

Farklı Yanıtlar

- Arzu Özev (Sri Sri Yoga Merkezi-İstanbul): Yoga ya da meditasyon sağlıklı, mutlu, neşeli yaşamak için bir yaşam biçimi. Dinimizde de bu yaşam biçimi aynı şekilde dile getiriliyor. Doğal, sağlıklı, mutlu, keyifli, hastalıklardan uzak nasıl yaşanabileceğinin sırrıdır. Yoga birleştiricidir, ayırıcı değildir. Bir din değil, bir yaşam biçimidir. Yoga kesinlikle İslam diniyle örtüşüyor. İnsana kendini iyi hissettirir, kendini iyi hisseden insanlar da kendi değerlerine, maneviyatına daha sıkı bir şekilde bağlanır.

- Davut İbrahimoğlu (Psikolog, Meditasyon Uzmanı): 35 yıllık bir psikolog olarak 26 senedir hipnoz, bioenerji ve meditasyonla uğraşıyorum. Bunlar din akımı değildir. Meditasyon, bioenerji ve yoğa insanın kendi içindeki cevheri dışarı çıkarıyor. İnsanlara daha çok ilaç kullandırmak isteyenler var. Bize yönelik eleştirilerin ilaç devlerinin bir oyunu olduğunu düşünüyorum. Bizim dinle, misyonerlikle vs. bir alakamız yok.

- Gülbahar Yeni (Reiki Master Eğitmeni): Bireysel gelişim tekniği bireyin uyanışıdır. Herkesin dini kendisini bağlar. Bütün dinler ve kitaplara saygılıyız. Hakikate giden yol tektir. Amena Resuli duasında der ki, Allah'ın bütün kitaplarına, bütün meleklerine iman ediyorum. Misyonerlik faaliyeti değildir.

Uzakdoğu Akımları Sözlüğü

- Reiki: Sözcük anlamı, Japonca'da, "Evrensel Yaşam Enerjisi" anlamına geliyor. İnsanın yaşam enerjisini artıran bir yöntem olduğu söyleniyor. İnsanların vücudunda rahatsızlık ve hastalık bulunan bölgelerine uzmanları tarafından yaşamsal enerji verildiğine inanılır.

- Sahaja Yoga: Aydınlanma (Kundalini uyanışı) deneyimine dayanan özel bir meditasyon tekniğidir ve her insanın içinde gerçekleşebildiği düşünülür. Yoga kelimesi her yanı saran kutsal güç ile bütünleşmek anlamındadır. 'Sahaja' ise sizinle doğmuş olan, aynı zamanda kendiliğinden olan anlamındadır.

- Meditasyon: Sözcük anlamı birçok batı dilinde "derin düşünme" anlamına gelen bu terim, mistik anlamıyla ise sözlüklerde "Kişinin iç huzuru, sükûnet, değişik şuur halleri elde etmesine ve öz varlığına ulaşmasına imkân veren, zihnini denetleme teknikleri ve deneyimleri" olarak tanımlanır. Meditasyon tekniklerine, ait oldukları, Budizm (Hindistan), Taoizm (Çin), Bön (Tibet) ve Zen (Japonya) gibi inanç sistemlerine göre değişik adlar verilmiştir.

- Ananda Marga: Anlamı, "Sonsuz saadet yolu"... 1955 yılında Hindistan'da ortaya çıktı. Her üyenin günde bir defa Mantra banyosu olarak dini banyoyu yapması gerekiyor. Et, balık, alkol, yumurta, tütün ve belirli baharatlar yasaktır.

- Feng Sui: Evrenin doğanın güçlerini ve titreşimlerini dengeleyerek, hayatınızda başarıyı, sağlığı ve zenginliği sağlayan yöntem.[5]

Kaynaklar:

[1] Video: http://www.cnnturk.com
[2] http://www.haberler.com/diyanet-ten-yog ... si-haberi/
[3] http://www.islamhukukusayfasi.com/?p=446
[4] http://www.yenisafak.com.tr/Gundem/?t=2 ... 1&i=187373
[5] http://www.habervakti.com/?page=news_details&id=10094


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Doğu Kökenli Batılı Akımlar / Prof. Dr. Ali İhsan Yitik
MesajGönderilme zamanı: 27.04.12, 16:41 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 13.09.10, 19:32
Mesajlar: 90
Budizm: Materyalist Kültüre Sahte Maneviyat

Ateizmin söz konusu bilimsel çöküşü, bugün Batı dünyasında Budizm'in neden körüklendiği sorusuyla da yakından ilgilidir. Ateist ve materyalist Batı kültürünün mimarları, teorilerinin çöküşte olduğunu görmekte, buna karşılık İlahi dinlere yönelişin artan ivmesini engellemek için, çözümü Budizm gibi pagan inançların körüklenmesinde bulmaktadırlar. Bir başka deyişle, Budizm –ve ona benzer diğer pagan Uzakdoğu inançları– materyalizme sahte bir "maneviyat" takviyesidir.Peki materyalist Batı kültürü buna neden ihtiyaç duymaktadır? Batı dünyasının iki bin yıllık fikri gelişimini (ve dejenerasyonunu) inceleyen İngiliz yazarlar Michael Baigent, Richard Leigh, Henry Lincoln, Batı dünyasının 20. yüzyılda bir "anlam krizi" içine düştüğünü belirtirler. Bir diğer deyişle, Batılı toplumlara empoze edilen materyalist felsefe ve yaşam biçimi, insanları Allah'ın varlığı ve O'na ibadet gerçeğinden kopararak, hayatlarını anlamsız hale getirmiştir. Baigent, Leigh ve Lincoln'ün deyişiyle "hayat herhangi bir anlamdan ve belirleyicilikten tümüyle kopmuş ve hiçbir somut hedefe matuf olmayan tesadüfi bir olgu haline gelmiştir".

Bu anlam krizine, bir taraftan da materyalist teorilerin bilimsel düzeydeki çöküşünün eklenmesi, insanların İlahi dinlere -özellikle de İslamiyet'e- yeniden yönelmelerine yol açmıştır. Bu nedenledir ki bugün Hıristiyan, İslam ve Yahudi dünyasında din yükseliştedir; dine inananların ve dini uygulayanların oranı giderek artmakta, dini kavram ve değerler toplum hayatında çok daha fazla yer almaktadır.

Budizm ve benzeri pagan inançlar, işte bu yükselişin önünü kesmek, dinsizliğin "anlam krizi" içinde bocalayan insanlara sahte bir kurtuluş ve çıkış yolu sunmak için körüklenmektedir. Budizm, Taoizm, Hinduizm, bunların Hare Krişna gibi versiyonları, tüm bu pagan öğretileri birleştiren "New Age" gibi akımlar, "uzaylılar"dan geldiğine inanılan sözde kutsal mesajlar üzerine yoğunlaşan "UFO dinleri"... Tüm bunlar ateist ve materyalist dogmadan kopmak istemeyen, buna rağmen kendilerine bir tür "maneviyat" arayan insanların kapıldıkları boş öğretilerdir. Bunun yanısıra hiçbir temele dayanmayan boş bir özenti, dikkat çekme arzusu da Budizmi seçen insanların kararlarında çok büyük bir etkendir.

Bu öğretilerin boş olduğunu anlamak içinse sadece biraz düşünmek, onları akıl ve mantık süzgecinden geçirmek yeterlidir. Uzakdoğu inançlarının temeli olan Karma ve reenkarnasyon, daha önce de ayrıntılı olarak incelediğimiz gibi, hiçbir akılcı dayanağı olmayan birer batıl inançtır. (Detaylı bilgi için bkz. İslam ve Karma Felsefesi, Harun Yahya) Bu dinler, Allah'ın varlığına inanmazken, dolayısıyla insanları yargılayacak İlahi bir makam tanımazken, her insanın yaptıklarının karşılığını alacağına, "bir sonraki hayatının" buna göre belirleneceğine nasıl inanabilirler? Kim bunu belirleyecektir? "Uzaylılar"a tapınanlar da yine son derece saçma bir inanç içindedirler. Varlıkları tümüyle hayali olan "UFO"lar üzerine nasıl bir hayat felsefesi inşa edilebilir? Kaldı ki, eğer "uzaylılar" var olsalar bile, bu varlıkların insanlara doğru yolu göstereceklerinin garantisi nedir? Ayrıca unutmamak gerekir ki, uzaylılar var olsalar, mutlaka onların da "yaratılmış" olmaları gereklidir.

Bu gibi batıl inançlara kapılanlar, gerçek Yaratıcıları olan Allah'ın "Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz?" (Vakıa Suresi, 57) ayeti üzerinde düşünmeli, ve yine Rabbimizin Kuran'da emrettiği gibi, O'nun yoluna uymalıdırlar:
Bu benim dosdoğru olan yolumdur. Şu halde ona uyun. Sizi O'nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup-sakınırsınız. (Enam Suresi, 153)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye