Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Şii Mehdi'ye karşı Sünni Mehdi nerede hazırlanıyor?
MesajGönderilme zamanı: 08.06.11, 09:33 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 10.11.09, 16:02
Mesajlar: 30
Ahmedinejat Mehdi mi?

M. Ali Bulut


Haber7.com

Ahmedinejat Mehdi mi?

Şii Mehdi'ye karşı Sünni Mehdi nerede hazırlanıyor? Mehdilik nedir? Nasıl bir savaş yaşanıyor ve iyiler neden bu savaşı kaybetmemek zorunda!

Size bugün biraz küresel dedikodulardan –belki de izdüşümlerden demek gerekir- söz edeceğim ve sonra da bir iki konuda sizinle fikir paylaşımına gideceğim.


***

Bildiğiniz gibi İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat, cumhurbaşkanlığının yanı sıra sürdürdüğü petrol bakanlığı görevini geçen hafta bıraktı.

Gerekçe ne gösterildi bilemiyorum ama yakında -büyük ihtimalle- cumhurbaşkanlığı görevini de bırakabilir deniliyor. Bıraktırılabilir yani... Zira İran’ın şu günlerde biraz kafası karışık. Kafa karışıklığına sebep ise Ahmedinejat’ın ‘sanrı’ları. O da bizim Adnan Oktar hocamız gibi mehdilik meselesine takmış diyorlar.

El altından yayılan bilgilere bakılırsa, Ahmedinejat, kendisini ‘mehdi-i muntazır’ zannediyormuş veya onun gelmesi için hazırlık yapan bir ‘siyasi mezhebin’ –biz misyon diyelim- içinde bulunuyormuş. Bu da İran’ın siyasetinde etkin rol alan diğer kesimleri rahatsız ediyormuş. Dolayısıyla da makamını uzun süre elinde tutamayabileceği söyleniyor.

Bunlar dedikodu da olabilir… Ama bu dedikodu beni sizin sandığınızdan ziyade alakadar etti. Neden derseniz, geri planda yapılan işlerin bir kısmının dehşetinden haberdarım kendimce…

Yeryüzünde müthiş bir savaş var

Şu anda yeryüzünde müthiş bir savaş var. Küremizin gece ile örtülen tüm enlemlerinde her gece müthiş bir mücadele yaşanıyor. Cereyan eden bu mücadelenin öyle boyutları var ki, insan havsalasına sığmaz. Dua ve zikirden tutun da yönlendirilmiş ‘sanal büyü’lere varıncaya kadar çok değişik argümanlar kullanılmaktadır.

Hasımların, karşı taraftaki kabiliyetli insanları etkisiz kılmak veya oyundan düşürmek için sürdürdükleri çabalar, zahirde görünenden beş bin kat daha fazladır. Zaman zaman duyarsınız, birileri çıkar ve halkı toplu duaya ve hatim yapmaya çağırır. Çünkü geceleri girişilen büyük kavgalarda yeni desteklere ihtiyaç duyulmaktadır.

Bu akıl almaz bir savaştır

Evet bu savaş akıl almaz bir savaştır. Bu bir tür Ahuramazda ve Ehrimen kavgasıdır Yahut Musa ve Firavun mücadelesidir veya İbrahim ile Nemrut çekişmesi. Kısacası iyilerle kötülerin, iman ile küfrün, ‘mutlak hayr’ ile ‘mutlak şerr’in savaşıdır. Ve maalesef savaşta yıkıcı veya yapıcı sona doğru hızla gidiliyor.

İblislerden şeytanlara, ifritlerden ‘kara setrililer’e, (filmlerde insan dışı varlıkların gece çalışması veya gündüz çıkmak zorunda kaldıklarında mutlaka siyah renkli gözlük kullanmaları boş ve tesadüf değildir) insansı iblislerden cinlere ve insansı cinnîlere varıncaya kadar bir yığın varlık bu savaşın içindedir. Savaşın görünen cephesi, görünmeyenin yanında binde birdir. Hatta denilebilir ki savaşın asıl kaderi arka planda, sanal âlemde, internette, siber âlemde, rüya âleminde, rüya içindeki ‘yakaza’larda cereyan ediyor. Rüyalar âlemi dahi bu savaşın içindeki ciddi cephelerden biridir. Bir zamanlar Amerikalılar Anadolu’da rüya devşiriyorlardı hatırlayın…

Çünkü bu savaş, ‘insanlığın ifsad edilmesini’ öngörenlerle insanlığın imarına çabalayanların savaşıdır. Yeryüzü ile gökyüzünün savaşıdır. Bu, savaş insanlığın mutasyona uğratılıp dünya üzerindeki insansı hâkimiyetin sona erdirilmesi savaşıdır. İblisin soyunun yani ‘Şeytansı insanlar’ın yahut ‘hayvansı cinnîler’in hükümran kılınması mücadelesidir ki bu gerçekleştiğinde kıyamet kaçınılmaz olacaktır.

İşte ‘tanrıyı kıyamete zorlamak’ diye milletin önüne konulan kavramın arkasındaki asıl niyet budur. İnsanın ‘nsh’ edilmesi; ‘insan’ şeytanların, ‘insan’ cinlerin çoğaltılarak insan soyunun bir kısmının İblis ve cin, bir kısmının maymun ve domuzlaştırılarak tüketilmesi çabasıdır.

Bu savaşı iyiler kaybetmemelidir.

Şeytanın, ‘Muhakkak ki senin kullarından hakkım olan payı alacağım.’ (Nisa, 18) dediği; Cenab-ı Hakkın da biraz da insanoğlunun nankörlüğünden dolayı İblis’e hitaben ‘Hadi o zaman, git onlardan gücünün yettiğini sesinle oynat, (onun iç mekanizmalarını kullanarak onları kendine köle et) süvarilerin ve piyadelerinle (görünen görünmeyen/sanal ve reel bütün güçlerinle) üzerlerine bas gürültüyü, (onları şaşkına çevir)… mallarına, evlâtlarına ortak ol -(maalesef artık çok sarmallı genetik yapıya sahip -yani insan dışı- varlıklar zahiren de görülmeye başlandı)- ve onlara vaadlerde bulun.” (İsra, 64) dediği ve ‘Şeytanlara ve Şeytan gibi olanlara’, kendi rızasıyla küfre sapmış insanlar üzerinde derin operasyonlar yapmasına müsaade ettiği kavganın en dehşetli safhalarıdır.

Bu savaşı iyiler kaybetmemelidir.

İyiler bu savaşı kaybettiğinde, Mülk suresinde bahsi geçen (ayet 17-18) ‘uzaylılar’ (men fi’s-semâi) geleceklerdir ki insanlık ‘korku nedir anlayacak’, Independent Day’ filmindeki sahnelere rahmet okutacak hadiseler gelecek insanlığın başına… (Size hayal ve masal gibi gelebilir ama değil..)

İşte yeryüzünde sizin gördüğünüz ve görmediğiniz alanlarda yaşanan kavga böyle bir şey. Bu kavgadan, insanlar ancak sağlam bir inanç ve gerçek bir ilahi sığınma ile kurtulabilirler. Bu savaşın içinde bulunan insanları koruyabilecek; iman, dua, zikir, kanaat ve haya (haramdan sakınma) ipleriyle dokunmuş bir kumaştan yapılmış bir zırh olabilir. Ancak o zırh sayesinde ihtiyacınız olan ‘asayiş’i elde edebilirsiniz. Yani ancak bunlar sayesinde insan kalmaya devam edebilir ve iyilerden olabilirsiniz. Bunu gerçekleştiremeyenlerin, yukarıda İblis’e verilen yetkilerden kendilerini kurtarmaları imkânsızdır…

Zaten Deccal, bu faaliyetin adıdır. Bu faaliyetlerin tamamıdır. Yani insanı, bilerek ve isteyerek kendi kutsallarından vazgeçmeye, dinini terk etmeye, Rabbine sırt çevirmeye yol açan her hal deccaliyetin bir faaliyetidir ki, karşımıza bazen Komünizm, bazen Liberalizm, bazen Kapitalizm, bazen materyalizm, bazen Pozitivizm olarak çıkmıştır. Temeli ‘inkar-ı uluhiyet olan’ ve pozitif düşünce olarak kendisini lanse eden bu akımların tamamının arkasındaki külli ruhtur Deccal.

Elbette ki, her bir halinin temsilcisi bir isim vardır. (Komünizm denince Karl Marks, Liberalizm John Locke, Materyalizm denince keza Engels, Marks, Hegel hemen akla geldiği gibi). O felsefeyi, o yaklaşımı ilk kim sergilemişse onun ismiyle anılır ama bunların hepsi Deccal diye haber verilen halin kolları, şubeleridir.

Keza İslamlar içinde bunları temsil edecek olanlara da Süfyan denmiştir. Bugün de temsilcileri vardır; ancak iş artık dev boyutlara vardığı için, kimin gerçek temsilci olduğu bilinmemektedir. Deccal ve Mehdi –daha sonra ise Mehdi’nin hazırladığı programı esas alarak Deccal ile mücadeleye girişip onun belini kıracak olan İsa gelecektir ki bu da aslında bilimin yeniden inancın hizmetine girmesinden ibaret olacaktır– bu kavganın sembol isimleridir.

Mehdi’nin temel görevlerinden biri

Evet, Mehdi’nin en temel görevlerinden biri bilimi imanın hizmetine vermektir. Nasıl ki Deccal bilimi kullanarak saptırmıştır, Mehdi dahi bilimi kullanarak imanı inşa edecek ve insanları yeniden Rableri ile buluşturacaktır. Çünkü geçmiş zamanda inkâr, cehaletten kaynaklanıyordu. Yaratıcıya ait isim ve sıfatlardaki bilgisizlik insanları yanlış tapınmalara götürüyordu. Ama bir ilah inancı hep vardı.

Deccal çağında ise inkâr bilimden kaynaklandı. Daha doğrusu bilim, Yaratıcı algısını yok etmek amacıyla kullanıldı. Hâlâ da bilim inkârın, tanrı tanımazlığın hizmetindedir. İşte MEHDİ ve mehdiyet, imanın yeniden bilim ile buluşturulması ve imanın aklî deliller ve kâinatta cari kanunlar ile yeniden tanımlanmasıdır. Bilimin din ile barışmasıdır ki insanlık o yönde ciddi adımlar atmaya başlamış durumadır.

En azından, artık 19. yüzyılda, asla tersi ispatlanamaz sanılan –Darwinizm dahil- tezler, hipotezler, savlar, din ile bilimin asla bağdaşmayacağı gibi iddialar artık yersiz görülmeye, hatta aksi ispat edilmeye başlandı. Evrenin, bir KADİR Yaratıcı fikri olmadan izah edilemeyeceği, maddeyi teşkil eden altı unsurun (foton, proton, gleon, 2 kuark ve Higs parçacığı = Ferdun, Hayyun, Kayyum, Hakemun, Adlun, Kuddus) İlahî bir kudret olmadan bir araya gelmesinin imkânsız olduğu, Canlılık ismi olmadan maddeden canlılığın açığa çıkmasının imkansız olduğu net anlaşılmaya ve ispat edilmeye başlandı…

O yüzden de karşı taraf, yani Deccal kuvvetleri, durumun aleyhlerine dönmeye başladığını görerek, tüm savaş alanını ateşe vermeye, kendileri ile birlikte tüm insanlığı yakmaya karar vermiş gibi her şeye saldırıyorlar. Tüm kutsallar, tüm insanî değerler yok edilerek, Ademiyet aşısıyla Tanrıya muhatap mertebeye çıkarılmış şu Nesnas denilen mahluku, derk-i esfel olan evvelki haline; hayvaniyete çevirmeye çalışıyorlar... İyiler ise Yani Mehdi ve taraftarları ise bu ateşi söndürmenin peşindeler..

Mehdiyet’in cepheleri

Mehdiyetin de elbette sayısız cepheleri vardır. Dinî hayat boyutundan insanî hayat mertebesine kadar her bir alanda yapılan tahripleri tamir etmek gibi derin gayretler görünmektedir.

Yırtılan atmosferin dikilmesinden kirlenen çevrenin temizlenmesine, israf ve sefahat yüzünden Deccal’ın tuzağına düşmüş insanların kurtarılmasına, ekonominin yeniden insanileştirilmesine varıncaya kadar birçok alanda mücadele vermek gerekmektedir. (Ve maalesef Deccal’ın en büyük hizmetkârları ve en ciddi yardımcılarının hep Yahudiler (Siyonistler) olacağını Peygamberimiz (sav) dürbünî bakışlarıyla 1400 yıl önce bize haber vermiş…)

İşte bu yüzden, şimdilik gücü elinde bulunduran Deccal ve taraftarları (Gizli Dünya İmparatorluğu’nun idarecileri= Siyonistler), nerede ve hangi zeminde, alanda, sektörde, bilimde ve sahada olursa olsun, savaşın iyiler lehine dönmesine sebebiyet verecek bir çalışma, iş, icat ve ilerleme kaydeden birini tespit etseler, hemen onu bloke ediyorlar. Onu, insanların güzündün düşürmeye çalışıyorlar. Bunun için kullandıkları ilk araç medyadır. Medya işe yaramadığı takdirde sanal güçler ve sanal büyü diyebileceğimiz uzaktan kumanda usullerini devreye sokuyorlar. Hedefi onu hasta etmek, çıldırtmak, saçma sapan işler yaptırmak, nefsine müptela edip ahlakî zaafa düşürmek vs… Zihninin arka planında dosyalarının sürekli açık tutulması yoluyla onu yormak ve çıldırtmak; bu da mümkün olamıyorsa kaza süsü vererek yok etmek için bütün imkânlarını seferber ediyorlar.

Mesela diyelim, hâkim gücün yeryüzündeki operasyonlarına karşı çıkan bir yerel lider çıktı herhangi bir yerde.

Sistemin tanrısı Deccal güçleri hemen onun üzerine projektörlerini çeviriyor ve onu dinlemeye alıyorlar. Önce var olan insan zaaflarını belirliyorlar. Kullanabilecekleri bir zaaf bulamazlarsa bedenî arazlarını veya genetik yapısının ne tür zaaflara yatkın olduğunu belirlemeye çalışıyorlar. (Mesela Hafız Esad’ın, saç kılından kanser olduğu ve yakında öleceği tespit edilmiş ve bu bilgi Mossad tarafından Amerika’ya bildirilmişti. Bunun üzerine operasyondan vazgeçildi ve Beşşar üzerine çalışıldı. Nitekim Beşşar babasıyla kıyaslanmayacak kadar Batılı ve Amerikan taraftarlısıdır. Bir ara not: ABD başkanlarının çişi ve kakası bile gittiği memlekette bırakılmaz!)

Ona dair, herhangi bir ipucu yeter de artar bile onu yere sermek için. Bir kılı, bir deri parçası veya onun tam olarak tanımlanmasını gerektirecek, insansı kodunu belirlemeye yarayacak bir veri elde etmeleri yeter de artar bile.

Esasında size biraz tuhaf gelecek ama hepsi aynı zamanda zamanın getirdiği birtakım ihtiyaçlar olan internet, google ve benzeri arama motorları, facebook, twitter, ve ileride çıkacak daha nice arama ve iletişim vasıtaları aynı zamanda, Deccal kuvvetlerinin kullandığı arama tespit ve teşhis vasıtalarıdır. Aradıkları, onların kurduğu sistemi yerle bir edecek olan ‘mehdî’ veya ‘mesih’ olabilecek yahut onlara katkı verebilecek donanımdaki insanları daha kemale ermeden tespit edip imha etmek veya en azından bloke etmek için kullanılan ajanlardır… Mehdi’nin ise bilimi yeniden imanının hizmetine alarak, Deccal’ın bugün insanlığı tahrip için kullandığı tüm bu ‘ajanları’ gerçek adaleti temin etmek maksadıyla kullanacağı haber verilmiş!

Ahmedinejad’ın iç mekanizmalarıyla oynamış olabilir

Yazının başında belirttiğim hususa geri dönersek, en azından gösterdiği direnç sebebiyle Ahmedinejad’ın boş bırakılmayacağını, iç mekanizmalarıyla oynamış olabileceğini düşündüm ve ona acıdım. Bana göre bu tehlike, İslam yurtlarında çıkan ve Deccal’in global operasyonlarına engel olabilecek bütün liderler için mevuttur. O yüzden de bendeniz, millet adına hareket etmeyi kafaya koymuş tüm siyasi liderlere ve kanaat öncülerine, asla abdestsiz dolaşmamaları, özellikle namazı eksik bırakmamaları ve yanlarında paratoner vazifesi görecek, ağzı dualı bir ‘ak şemseddin’ bulundurmaları gerektiğini ısrarla tavsiye ediyorum.

Aksi takdirde kendilerini, ‘yuvesvisu fi suduri’n-nas’ ayetinin açık açık gösterdiği gibi uzaktan kumanda –bloetooth, mesaj, implus, spam… ne derseniz deyin- yoluyla insanları etkileyen, yönlendiren, değiştiren, tağyir ve tebdil eden, liderlerin içinin boşaltan, zihin ve algı şeklini değiştirerek onlarda ‘derin tahrip’ler ve değişiklikler yapabilen kötü nefesliler ve ‘Vesvas’ (insanı uzaktan etkileyebilen)ların şerrinden kendilerini koruyamazlar.

Bu tür yıkıcı tesirlerden kurtulmanın çaresi

Bu tür yıkıcı tesirlerden kurtulmanın yegâne çaresi, iman ve onun doğal kaleleri olan kebairden sakınma ve amel-i salih işleme ameliyeleridir. Kur’an o sığınakların en güçlüsüdür. Şeytanî güçlerin ve Deccal kuvvetlerinin saldırılarından kurtulmanın bir diğer çaresi de istiğfardır. Cenab-ı Hakkın, “İmma yenzeğanneke nezğun… festaiz billah” (herhangi bir sanal tehdit aldığınızda, hemen bana sığının) (Araf, 200; Fussilet, 36) buyurması da bu yüzdendir.

Evet, maalesef yeryüzü kıranlığını ele geçirmeye çalışan Siyonist güçler –biz yanlışlıkla onlara hep Batı dedik durduk- teknolojiyi, insanı avlamak açısından fevkalade iyi kullanıyorlar. Tabii ki sadece teknoloji de değil. Modifiye edilmiş, kime isabet edeceği net tanımlanmış ve ancak uygun zekâ ve insanı bulduğunda yakalayıp bloke eden sanal sihir topları atıyorlar uzaya. Bu sanal büyüleyiciler tıpkı telefonlardaki ‘The International Mobile Equipment Identity’ (IMEI) numaraları gibi insanda da var olan tanımlı kodu bulur bulmaz ona yapışıyorlar. Bu tur sanal kirlilikler ve hava içinde dağılmayan elektrik ve enerji blokları hep mevcuttur. Ancak uygun alıcı bulduğunda hemen ona yapışıverir.

Bilindiği gibi her insanın İsmi Frd’ gereği, bir yaradılış kodu, bir ‘identity’si bulunmaktadır. Eski müneccimler, astrologlar ve büyücüler de onu kullanırlardı zaten. İşte insanın o IDENTITY’si ele geçirildi mi, adeta, dışarıdan bağlantıya geçilmiş bir bilgisayar gibi ona her şey yaptırılabilir ve yapılmaktadır nitekim.

İnsanlar, onun şuursuzca yapılan şekline NAZAR demişler. Peygamber Efendimiz (sav), bir hadis-i şerifinde, “Mezardakilerin yarısı Nazar’dan dolayı oradadırlar.” buyurmaktadır. Bu demektir ki, insanların yüzde ellisi, sanal müdahalelerle öldürülüyorlar.

Demek ki bu sanal müdahalelere, adı ‘sanal’dır diye ehemmiyet vermemek olmaz. Çünkü sonuçları sanal değildir. Nazara okuyan insanların esnediği, genirdiği, hata bazen istifrağ bile ettiği bilinir. Bu durum, o insana yüklenmiş olan sanal izotopların, elektriğin diğerine geçmesinin neticeleridir.

Nazar, yine de bu işlerin en masum şeklidir. Bugün maalesef insanın ahiret hayatını dahi mahveden operasyonlar yapılıyor insan üzerinde. Evrensel kodu ele geçirilmiş insanla bağlantılar kurabiliyor, onun kafa ve inanç ayarları değiştirilebiliyor, kutsala karşı ilgisizleştirilebiliyor yahut kendisinde olmayan güçler yüklenip, kendisini Mehdi, İsa, Mesih veya kurtarıcı zannetmesine yol açabiliyorlar… (Hatırlayın Hasan Mezarcı’yı… Kısa zamanda ne hale getirmişlerdi. Yeter ki ellerine düşmeyin veya yeter ki IMEI numaranızı ele geçirmesinler.)

Bol miktarda Mehdi türemeye başladı

Evet, bendeniz Ahmedinejad için de aynı şeylerin yapılmış olabileceğini düşünüyorum. Şu saralarda bol miktarda Mehdi türemeye başladı. Bir yığın insan kendisinin Mehdi olduğunu zanneder oldu. Emin olabilirsiniz ki, ne Mehdi ilk etapta Mehdi olduğunu bilecek ne de İsa... Her ikisi de ahir ömürlerinde yaptıkları işler sebebiyle o olduklarını bilecek veya müminler hissedecekler… Bütün bu operasyonlar, sahte Mehdi çıkışları, hakiki kurtarıcının önünü kesmeye yöneliktir. Ama Allah nurunu tamamlayacaktır. Amma yazık ki, birçok insan onlara inanıp imanına zarar verecek. Ne yapalım, bu da ilahi sırlardan biridir. Gerçek iman erleri ile sahtelerinin birbirinden ayırt edilmesi için daima Samiriler çıkar ve daima, tanrısal işaretler taşıyan buzağılar inşa edilir. Onlara inanacak olanlar ancak yüreklerinde ‘buzağı sevgisini’ saklayanlardır.

Şii Mehdi'ye karşı Sünni Mehdi

Nitekim Amerika’nın da böyle bir Mehdi hazırlığı olduğunu işittim. Ahmedinejad’ın ‘Şii bir Mehdi” yaratma projesine karşılık, Amerika da –yani Siyonist zındıka komitesi de- bir ‘Sünnî Mehdi’ projesi üzerinde çalışıyormuş. Hatta hazırmış ve İstanbul’da el altında tutuluyormuş. İran mehdisini çıkarırsa, Amerika da Sünni mehdiyi devreye sokacakmış.

(Nerede? Tabii ki İstanbul’da. Neden İstanbul?

Çünkü İslam’ın uruku (hayat damarı) burada kesildi. Eğer o kökten yeniden Rahmani filiz yeşerecekse o kökün bulunduğu yerden fışkıracaktır. Bunu Siyonistler ve Amerikalılar bizden dana iyi bilirler. Adamlar, boşuna gelip Fatih’in gemilerini karayı çıkardığı yere Robert Kolej kurmadılar. Ne ise bizimkiler de aynı ferasetle karşısına Kuleli Askeri Lisesi’ni oturtarak hadlerini bildirdiler ve inşallah oradan yetişenler yarın Deccal kuvvetlerine de hadlerini bildireceklerdir diye bir remizdir. Ümitvar olunuz…

Görülüyor ki bu savaşın merkezi Türkiye. Daha doğrusu Anadolu! Dolayısıyla burada cereyan eden her bir siyasî ve sosyal mesele, dünyanın tamamını ilgilendiren bir hadisedir. Sıradan bir seçimin, bir anayasa değişikliğinin, bir cumhurbaşkanı değişiminin neden büyük kıyametlerin koparılmasına neden olduğunu anlayın işte!)

‘Böyle şeyler olur mu?’ derseniz, ben olur derim. Çünkü -yine bir kısım kesimler köpürecek ama- Vehhabiliğin kurucusu Muhammed Vahhap, bir İngiliz projesidir. İngiliz entelijansiyasının o mezhebin oluşmasında ve büyümesinde ciddi emeği vardır. Bunu bilen çok iyi bilir ve bu konuda yazılmış eserler de vardır… Koca bir mezhep kurdurabiliyorlarsa, bir Mehdi niye oluşturamasınlar? Üstelik Mehdi’nin bir yanı hep siyasete baktığı için, onu kurgulamak ve milleti ona inandırmak daha kolaydır. Taha suresindeki, ‘çocuk’ Musa’nın Firavun’un sarayına yerleştirilmesi bahsini aktaran ayet dikkatle incelendiğinde, sevginin de kimliğin de yapay yollardan üretilebileceği görülmektedir.

Elbette önünde sonunda foyası ortaya çıkar ama gözünün karalığının yapay olduğunu öğreninceye kadar milletin derisi yüzülmüş olur!

Bunları kesin doğrular diye algılamayın ama düşünün

Bu açıdan, şu meseleleri biraz izah etmekte yarar gördüm. Size Mehdi’den, Mesih’ten ve Deccal’dan, Sufyan’dan, Dabbetülarz’dan ve Zulkarneyn’den ayrıca söz etmek istiyorum inşallah.

Tabii bu izahlar da bana göredir. Bunları kesin doğrular diye almayın, siz de aklınıza vurun ve imanınızla inceleyin. Türkiye’de neden bazı kesimlerin –özellikle ulusalcı kesim- Mehdi meselesine mesafeli duruyor düşünün. Çünkü bu uğurda çok yapay çalışmalar var ve global güçler kutsalların içini boşaltıp onları toplumları ele geçirmek amacıyla kullanabiliyorlar.

Evet, Mehdi haktır ve gelecektir. Hz. İsa da gelecektir. Fakat bunlar gerçekten bizim sandığımız gibi mi gelecek veya onlar gelmeden önce birileri onlara benzerini önümüze çıkarıp bu odur mu diyecek zaman gösterecek. Biliyorsunuz, Deccal için şöyle bir rivayet de vardır. Deccal ilahlık taslar. İnsanların ekseriyeti ona inanır çok az bir kesim inanmaz. O da onları da ikna etmek için bir insanı ikiye yarar ve sonra birleştirip diriltir ve der ki, ‘İşte bunu ancak yaratıcı yapabilir, hâlâ bana inanmayacak mısınız?’ Deccal’a inanmayan o azınlık kesim de, ‘Evet tam da bunu yaptığını gördüğümüz için senin Deccal olduğuna inandık.’ derler.

Mümin Allah’ın nuru ile bakar. Deccal’ın ve Deccal kuvvetlerinin tuzağını başına geçirir…


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Şii Mehdi'ye karşı Sünni Mehdi nerede hazırlanıyor?
MesajGönderilme zamanı: 10.04.12, 10:45 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 10.11.09, 16:02
Mesajlar: 30
Dikkat...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Şii Mehdi'ye karşı Sünni Mehdi nerede hazırlanıyor?
MesajGönderilme zamanı: 10.04.12, 11:52 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 657
Kur'an-ı Kerim'i kendi anlayışına göre tefsir etmek tehlikelidir. Bulut'un yazısını okudum. Kendi şahsi fikir ya da bilgilerine Ayet-i Kerimeleri delil göstermiş, kendisince tefsir etmeye girişmiş. Biz bu tarzın yanıltıcı olabileceğini, bu tarza zann, vehim ya da batılın karışabileceğini söyleyerek; yazıda geçen Ayet-i Kerimelerin muteber tefsirlerinden misaller verelim:


Fahri Razi Hz. İsra 64 Tefsiri:

Onların içinden, gücünün yettiği kimseleri, sesinle yerinden oynat. Onlara karşı süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkar. Mallarına ve evladlarına ortak ol. Onlara vaad et. Şeytan, onlara bir aldatıştan başka ne vaad eder? “Benim gerçek kullarım var ya, senin onlar üzerinde hiçbir hakimiyetin yoktur. (Onlara) vekil olarak Rabbin yeter” (İsra, 64-65)

Bil ki İblis, âdemoğullarını kendisine bağlamak için, Allah’tan, Kıyamete kadar mühlet vermesini isteyince, Allah Teâlâ ona şunları söyledi:

1) “Defol git...” Bu, “Ben, sana bu müddet için mühlet verdim” demektir.

2) “Onların içinden, gücünün yettiği kimseleri, sesinle yerinden oynat” ifadesi. Arapçada, “korku onu yerinden oynattı, kökünde söktü, kuş gibi uçurdu” manasında denilir. Şeytanın sesi, onur insanları Allah’a İsyana, günaha davet etmesi, vesvese vermesidir. Bunun, şeytanın şarkısı, oyun ve eğlencesi demek olduğu da söylenmiştir. Ayetteki emir, tehdid üslubu iledir. Bu tıpkı, “Haydi yap, çalış, ama yarın başına ne geleceğini göreceksin!” denilmesindeki emir gibidir.

3) “Onlara karşı süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkar” ifadesi. Ayetteki eclib kelimesi ile ilgili şu izahlar yapılmıştır:

a) Ferrâ şöyle der: “Bu, bağırmak çağırmak, yaygara koparmak demek olan celebe masdarındandır. Araplar tıpkı, “galebe” ve “galeb”, “şefekat” ve “şefak” dedikleri gibi, çoğu kez celebü derler. Leys ve Ebu Ubeyde de, gerek edebe, gerek celebe şekillerinin, bağırıp-çağırmak manasına geldiğini söylemişlerdir.

b) Zeccâc, bu fiilin celebe ve edebe kalıplarının, bir kişi yanında süvariler birikip, düşman üzerine saldırdığında, şeklinde kullanıldığını söyler.

c) İbnü’s-Sıkkit de, “Onlar, ona yardım ediyorlar” manasında, şeklinde kullanıldığını söylemiştir.

d) Sa’leb, İbnü’l Arabî’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Bir kimseyi, bir kimsenin kötülüğü tehdid edip, o bir kimse aleyhine, bir grup birleşince, denilir.” O halde, ayetteki bu lafzın manası, Ferra’ya göre “Piyadelerin ve süvarilerinle, onlara karşı yaygara kopar” şeklinde; Zeccac’a göre, “Onlar üzerinde, yapabileceğin her türlü hile ve tuzağını yap” şeklinde olur. Bu görüşe göre, bi haylike ifadesindeki bâ harf-i cerri, zaide olur. İbnü’s-Sikkît’e göre ise bunun manası, “Atınla, arabanla, topunla, tüfeğinle onların aleyhine, kendine destek sağla” şeklinde olup, buna göre fiilin mef’ulü hazf edilmiştir. Buna göre sanki şeytan, insanları aldatmak için, süvari ve piyadelerinden destek alır. Bu da, İbnü’l-Arabi’nin görüşüne yakın bir görüştür.

Hayl ve Recil Kelimelerinin Anlamı

Alimler, buradaki “hayl” ve “recil” kelimelerinin manaları hususunda ihtilaf etmişlerdir:

1) Ebu’d-Duhâ, İbn Abbas (r.a)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Allah’a isyan ve günah nüfusunda çalışan her binitli ve yaya, İblis’in süvarisi sayılır ve onun ordusundandır.” Bu idenin içine, Allah’a isyan eden her binitli ve yaya girer. Bu izaha göre, şeytanın “hayli” ve “recili”, Allah’a karşı günaha teşvik hususunda şeytana ortak olan, onun gibi davranan herkes girer.

2) İblisin, bir kısmı yaya (piyade), bir kısmı süvari olan, şeytanlardan müteşekkil bir ordusunun bulunması da muhtemeldir.

3) Bununla, bir darb-ı mesel (benzetme) kastedilmiştir. Bu tıpkı, işinde ciddi olan kimseye, “Sen bize süvarini, piyadeni getir” demen gibidir. Bu izah, doğruya daha yakındır. Çünkü “hayl” (at),kelimesi, “süvari” manasına da kullanılır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) “Ey Allah’ın süvarileri, binin” buyurmuştur.

Bu kelime, esas olarak atlar için kullanılır. O halde burada kastedilen mana, birincisidir. “Recl” ise, “râcil” (yaya) kelimesinin çoğuludur. Bu tıpkı, “tacir (çoğulu: tecr) sâhib çoğulu: sahb)”. “râkib- (çoğulu: rekb)” kelimelerinde olduğu gibidir. Hafs, Asımın bu kelimeyi cim’in kesresi ile okuduğunu rivayet etmiştir. Başkaları ise onun bunu, cim’in zammetmesiyle okuduğunu söylemişlerdir. Ebu Zeyd, “racil” ve “racül” kelimelerinin aynı manaya geldiğini söylemiştir. Bu tıpkı. hadis -hadüs ve “nedis-nedüs” (zeki) kelimelerinde olduğu gibidir.

İbnü’l-Enbârî şöyle der: “Sa’leb, bize Ferrâ’nın şöyle dediğini haber vermiştir: “Arapçada racil-racül ve reclin kelimeleri aynı manayadır.”

4) “Mallarına ve evlatlarıma ortak ol” ifadesi. Diyoruz ki: şeytanın, insanlara mallarında ortak olması, onun mallar hususundaki yaptığı her türlü çirkin tasarruflardır. Bu çirkinlik ister insanın, hakkı olmadığı halde mal alması, gasp etmesi sebebi ile olsun yahut da malı, kullanılmaması gereken yerde kullanma» sebebiyle olsun, bu ifadenin içine, faiz, gasb, hırsızlık ve benzeri dinen caiz olmayan muameleler girer. Kadi de böyle söylemiştir ki bu, güzel bir anlayıştır. Müfessirler bu hususta birtakım izahlar yapmışlardır: Mesela Katade, bunun, Arapların “bahire” ve “sahibe” adını verip, bazı helâl develeri haram saymaları olduğunu söylerken; İkrime bunun, müşriklerin, hayvanlarının kulaklarını dilmeleri manasına olduğunu söylemiştir. Bunun, onların mallarından, Cenâb-ı Hakk’ın dışında, putlarına hisse ayırmaları olduğu da söylenmiştir. Bu, “Onlar, kendi boş zanlarınca, “Şu Allah’ın, şu da ortaklarımız (olan putların)” dediler” (En’am 136) ayetinde ifade edilen şeydir. En doğru olan, Kâdî’nin yaptığı tefsirdir.

Şeytanın Evlatlara Ortaklığı

Şeytanın, insanlara, evlâdları hususunda ortak olmasına dair alimler şu izahları yapmışlardır:

1- Bu, şeytanın, onları zinaya sevk etmesidir. Esamm bu görüşü, “çocuk, ana-babasının zinasından dolayı kınanamaz” diyerek tenkid etmiştir. Buna şöyle cevap verilebilir: Bununla, şeytanın çocuk edinme esnasında ana-babaya ortak olmaları kastedilmiştir. Bu ortaklık da, onun onları zinaya davet etmesi ile olmuştur.
2- Müşrikler çocuklarına, Abdullat, Abduluzzâ (Lâfın kulu, Uzza’nın kutu) şeklinde adlar koyuyorlardı.
3- Onların, çocuklarını, yahudi ve hristiyanlık gibi batıl dinlere teşvik etmeleridir
4- Onların, çocuklarını öldürmeleri ve diri diri gömmeleridir.
5- Onların, çocuklarını çeşitli ahlaksız şiirleri ezberlemeye, adam öldürmeye savaşa ve âdi-çirkin mesleklere sevk etmeleridir. Bu hususta, genel kaidenin şöyle olduğu söylenebilir: İnsanın, çocuğu hususunda, onu dinen yasak olan kötü ve çirkin bir şeyi yapmaya götüren her türlü tasarrufu bu ifadenin içine girer.

Şeytanın Aldatma Yolları

5) idhüm “onlara vaad et” ifadesi. Bil ki şeytanın maksadı, batıl inançlara, batıl amellere teşvik etmek ve salih amellerden nefret ettirme olunca, bir şeye teşvikin de ancak, o şeyin o kimseye, yapılması halinde kesinlikle zarar vermeyeceğini, aksine büyük faydalar sağlayacağını anlatmakla; bir şeyden nefret ettirme de, ancak o kimseye onu yapmada bir faydanın bulunmadığını, yapılması halinde büyük zararlara gireceğini anlatmakla olacağı malumdur.

Bunun böyle olduğu sabit olunca biz diyoruz ki, şeytan insanı günaha çağırdığında, onun ilk önce, insana bunu yapmada hiçbir zararın olmadığını anlatır. Bu da ancak şeytan, “Ahiret yok, cennet yok, cehennem yok. Bu dünya hayatından sonra başka bir hayat yok” demesi ile olur. Böylece, o insanın aklında, bu günahları işlemede hiçbir zararın olmayacağı fikri yer eder. Şeytan onu bu noktaya getirdiğinde, insana, yapacağı bu fiilin çeşitli lezzet ve sevinci sağlayacağını, insan için sadece bu dünya hayatının söz konusu olduğunu, bu hayatı hakkıyla yaşamamanın bir aldanış, bir zarar olduğunu anlatır. Nitekim şair demiştir ki:

“Sevinç ve lezzetten nasibinizi alın. Zaman her ne kadar uzasa bile, ancak ne var ki, her şey bitip tükenir.” İşte şeytanın günaha davet yolu budur. Onun, taat ve ibadetlerden nefret ettirme yolu ise şudur: O önce insana bunlarda bir fayda olmadığını telkin eder. Bunu da şu iki şekilde yapar:

a) Şeytan insana, “Cennet de yok, cehennem de yok, mükâfat da yok, azab da yok” der.

b) Yine der ki: “Bu ibadetlerin ne ibadet edene, ne de edilene bir faydası var. Binâenaleyh sırf abes ve boş bir şeydir.” İşte şeytan bu iki yol ile, insana, ibadetlerde hiçbir fayda olmadığını telkin eder. Bunları tamamlayınca, telkinine söyle devam eder: “Hem sonra bu ibadetler, büyük bir yorgunluğa ve sıkıntıya sebep olur. Bu ise büyük bir zarardır.” İşte şeytanın gerçeği ters-yüz ettiği ana noktalar bunlardır. Ayetteki “Onlara” ifadesi, bütün bunları içine alır. Müfessirler de, buna şu manayı vermişlerdir: “İnsanlara ne cennet, ne cehennem olmadığını söyleyerek vaadlerde bulun.” Bazıları da buna, “O insanlara, ileride tevbe edersin, henüz gençsin” diyerek vaadde bulun” manasını vermiştir. Diğer bazıları da bu tabire “insanlara batıl kuruntular vererek, vaadde bulun” manasını vermişlerdir. Bu, mesela onun, Hz. Âdem (a.s)’e, “Rabbiniz size bu ağacı, başka bir şey için değil, ancak iki melek olacağınız için yahud ebedî kalıcılardan olacağınız için yasak etti (A’raf, 20) demesi gibidir. Diğer bazıları da bu ifadeye, “Onlara, putların ve soylu kimselerin de Allah katında şefaatçi olacaklarını; dünyayı ahirete tercih etmenin gerekli olduğunu söyleyerek vaadlerde bulun” manasını vermişlerdir. Netice olarak diyebiliriz ki: Bütün verilen bu manalar ve daha fazlası, yukarıda söylediğimiz genel manaya dahildir. Bu konuda geniş bilgi almak istiyorsan, büyük âlim Gazâlî’nin “İhya” adlı eserinin, “Zemmü’l-Garûr” (Şeytanın kınanması) adlı bölümünü oku. Böylece, İblisin nasıl ortalığı karıştırdığının ana noktalarını anlarsın.

Aldatıcı Sahte Lezzetler

Bil ki Allah Teâlâ, “Onlara” buyurunca, bunun peşi sıra, şeytanın vaadlerini kabul etmemeyi sağlayacak bir ifadeyi getirerek, “Şeytan onlara bir aldatıştan başka ne vaad eder?” buyurmuştur. Böyle denmesinin sebebi şudur: Şeytan ancak şu üç şeye çağırır:

a) Şehvetin gereğini yerine getirmeye,
b) Öfkeyi neticelendirmeye ve
c) Riyaset (başkanlık ve liderlik) elde etmeye uğraşmaya. O, kesinlikle insanı Allah’ı tanımaya ve Allah’ın hizmetinde bulunmaya çağırmaz. O üç şey ise, birçok açıdan görülmez:

1) Onlar gerçekte lezzet değildir.
2) O üç şey, aslında lezzet olsalar bile, köpekler, kurtlar, böcekler ve benzeri varlıklar arasında müşterek, dolayısıyla da adi lezzetlerdir.
3) Onların lezzet oluşu, tad verişi kısa vadelidir, geçicidir, çabucak son bulur.
4) Onlar, birçok yorgunluk ve meşakkat neticesinde elde edilirler.
5) Midenin ve avret mahallinin lezzeti, ancak birtakım kokan pisliklerin atılması (bedenden çıkarılması ile) tamamlanır.
6) Onlar devamlı değillerdir. Aksine onların peşinden ölüm, ihtiyarlık, fakirlik, zamanında yapılamamış işlere hayıflanma ve ölüm korkusu gelir. Dolayısıyla sayılan bütün bu hususlar, zahiren lezzetli görünseler de bu üç şeye sayılan bu büyük afet ve sıkıntılarla iç içe olduğu için, teşvik etmek bir aldatıştır. İşte Cenâb-ı Allah bundan dolayı, “Şeytan onlara bir aldatıştan başka ne vaad eder?” buyurmuştur.

Halis Kullara Şeytan Tesir Edemez

Bi! ki Allah Teâlâ şeytana âdeta, “Elinden geleni yap” deyince, “Benim gerçek kullarım üzerinde hiçbir hakimiyetin yoktur” buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili iki görüş vardır:

Birinci Görüş: Bununla, Allah’ın bütün mükellef kullan kastedilmiştir. Bu, Ebu Ali el-Cübbâî’nin görüşü olup, o şöyle demiştir: “Bunun delili, Allah’ın pek çok ayette, ‘Ancak sana tabi olanlar hâriç’ diyerek, şeytana uyanları bundan istisna etmesidir.” Ebu Ali el-Cübbâî sonra da, bu ayete dayanarak, İblisin ve ordusunun insanları çarpamadığını, akıllarını gideremediğini ve onlara vesvese veremediğini söyler, görüşünü şu ayetle destekler; “Benim sizin üzerinizde bir hâkimiyetim ve nüfuzum yoktu. Yalnız ben sizi çağırdım, siz de bana hemen icabet ettiniz. O halde kusuru bana yüklemeyin, kendinizi kınayın” (İbrahim, 22) ve şöyle der: “Hem sonra şeytan eğer bunları yapabilseydi, daha büyük yara açabilmek için, faziletli, ilim sahibi kimseleri çarpardı. İnsanların aklı, şeytan tarafından değil, ancak bedenindeki bazı bozuk karışımların neticesi zail olur. Akıl hastalığının sebeblerinden birisinin de, insanın, şeytanın gelip kendisini korkutabileceğine inanması olabilir. Böylece onda bu hastalık meydana gelmiş olur.”

İkinci Görüş: Ayetteki, “kullarım” ifadesi ile mü’minler kastedilmiştir. Çünkü Kur’ân’da, “kullarım” ifadesi, daha önce de beyan ettiğimiz gibi, hep mü’minler için kullanılır. Bunun delili, bir başka ayetteki “o şeytanın hükümranlığı ve nüfuzu ancak onu dost edinenler üzerindedir” ifadesidir.

İnsanın Allah’ın Himayesine İhtiyacı

Daha sonra Cenâb-ı Hak, “(Onlara) vekil olarak Rabbin yeter” buyurmuştur. Bu hususta iki bahis bulunmaktadır:

Birinci Bahis: Cenâb-ı Hak, İblis’e, yapma kudreti verip, bu da, insanın kalbinde şiddetli bir korkunun meydana gelmesine sebep olunca, “(Onlara) Vekil olarak Rabbin yeter” buyurmuştur ki, bunun manası şudur: “Şeytan her ne kadar kadir ise de, Allah Teâlâ ondan daha muktedir ve kullarına da herkesten daha merhametlidir. Binâenaleyh, Allah, insandan şeytanın vesveselerini uzaklaştırır, onu o şeytanın saptırma ve tahriklerinden korur”

İkinci Bahis: Bu ayet-i kerime, “masumun” (korunmuş olanın), ancak Allah Teâlâ’nın koruduğu kimse olduğuna; insanın, kendisini dalâlet ve sapıklık noktalarından korumasının mümkün olmadığına delâlet etmektedir. Çünkü, şayet insanın hakka yönelip batıldan kaçınması, ancak ve ancak bizzat o insanın kendi kudretiyle meydana gelmiş olsaydı, o zaman “insan, kendisini şeytandan koruma hususunda yeterlidir ve muktedirdir” denilmesi gerekirdi. Ama Cenâb-ı Hak böyle buyurmayıp, aksine, “Rabbin yeter” buyurunca, biz her şeyin Allah’dan olduğunu anlamış olduk. Bundan dolayıdır ki muhakkik alimler, “Allah’a karşı isyan etmekten, ancak O’nun korumasıyla korunabilir; Allah muvaffak kılmadıkça, Allah’a itaat olunamaz!” demişlerdir. Geriye, ayet hakkındaki şu iki soru kalmıştır:

Allah’ın Tehdidi Şeytanı Niçin Yola Getirmedi?

Birinci Soru: İblis, “Onların içinden gücünün yettiği kimseleri, sesinle yerinden oynat!” diyerek kendisiyle konuşanın, Alemin Rabbi olduğunu biliyor muydu, yoksa bilmiyor muydu? Eğer bunu biliyor idiyse, Cenâb-ı Hak, “Şüphesiz ki cehennem hepinizin cezasıdır, tastamam bir ceza” buyurmuştur. O halde daha niye, İblis onu doğrudan doğruya Allah’tan işittiği halde, bu şiddetli tehdit onu masiyetten ve günah işlemekten men etmedi? Yok eğer, bunu söyleyenin Alemin Rabbi olduğunu bilmiyor idiyse daha nasıl, Benden şerefli kıldığın bu (adam da) kim oluyormuş (isra, 62) diyebilmiştir?

Cevap: Belki İblis her şeyden şüphe ediyordu; yahut da o, hatırına gelen her şey hakkında, zan yoluyla konuşuyordu.

Şeytana Neden Mühlet Verildi?

İkinci Soru: Allah Teâlâ’nın, İblise, Kıyamet gününe kadar mühlet vermesinin ve onu vesvese vermeye muktedir kılmasının hikmeti nedir? Hakîm olan bir kimse bir şey yapmayı murad edip, falanca şeyin de onun meydana gelmesine mani olacağını bilince o, engelleyici olan o şeyi yapmaktan kaçınır.

Cevap: Biz (ehl-i sünnetin) görüşüne gelince, bu konu da gayet açıktır. Mutezile’ye gelince, onların iki görüşü bulunmaktadır:

1) Cübbâî şöyle demiştir: “Allah Teâlâ, İblisin vesvesesiyle kâfir olanların, İblis’in bulunmaması halinde de kâfir olacaklarını bilmektedir. İşte durum böyle olunca, İblis’in bulunmasının, kötülüğü ve günahı artırıcı bir payı yoktur.”

2) Ebu Haşim şöyle demiştir: “Onun bulunmasıyla, günah ve fesadın daha da artmış olması uzak bir ihtimal değildir. Ancak ne var ki buna rağmen Cenâb-ı Hak, bu zorlaştırma sebebiyle kulların daha fazla sevaba ve mükâfata nail olmaları için mükellefiyetleri zorlaştırmak amacıyla o İblisi yok etmemiştir.” Bu iki izah şeklini biz, A’râf ve Hicr sûrelerinin tefsirinde zikretmiş, onları iyice açıklayıp ortaya koymuştuk. Allah en iyisini bilendir

...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Şii Mehdi'ye karşı Sünni Mehdi nerede hazırlanıyor?
MesajGönderilme zamanı: 10.04.12, 21:07 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 657
ahirzaman yazdı:
M. Ali Bulut

İyiler bu savaşı kaybettiğinde, Mülk suresinde bahsi geçen (ayet 17-18) ‘uzaylılar’ (men fi’s-semâi) geleceklerdir ki insanlık ‘korku nedir anlayacak’, Independent Day’ filmindeki sahnelere rahmet okutacak hadiseler gelecek insanlığın başına… (Size hayal ve masal gibi gelebilir ama değil..)

İşte yeryüzünde sizin gördüğünüz ve görmediğiniz alanlarda yaşanan kavga böyle bir şey.


Burda bahsedilen Ayet-i kerimelerin latincesi şöyledir:

Mülk, 17. Em emintum men fiyssemai en yursile 'aleykum hasıben feseta'lemune keyfe neziyri. (17. Yahut gökte olanın üzerinize taş yağdıran (bir fırtına) göndermeyeceğinden emin misiniz? İşte (bu) tehdidimin ne demek olduğunu yakında bileceksiniz!)

18. Ve lekad kezzebilleziyne min kablihim fekeyfe kane nekiyri. (18. And olsun ki onlardan öncekiler de (bunu) yalan saymışlardı; ama benim karşılık olarak verdiğim azab nasıl olmuştu!)


Bu mübarek ve tehdit dolu Ayetlerdeki "men fis semai" ifadesi, dünyaya gökyüzünden gelen taş yağma, şiddetli rüzgar şeklindeki belalardır. Gökte olan Melekler, Allah Tealanın emr-i şerifiyle bu tarz doğa felaketlerini (afatı) meydana getirerek yeryüzündeki kavimlerin üzerine ceza yağdırıp onları kısmen ya da tamamen helak edebilirler. Nitekim tarihte pekçok kez böylece helak edilen kavimler görülmüştür.

Bulut ise men fis semai ifadesini "uzaylılar" olarak, Ayeti de uzaylılar dünyaya bela yağdıracaklar manasında yorumlamıştır ki tam bir saçmalık... Zırva tevil götürmez derler. Subhanallah. İlimle irfanla uzaktan yakından alakası yok. Melekler sadece gökten değil, yerden, yerin altından dahi afet yağdırabilir... Çok şiddetli depremler bir afet değil midir? Volkan patlamaları, yer kaymaları vs... Bunlar yerden gelen felaketler. Tabii bütün felaketlerde asıl fail, asıl afet yağdıran Allah Tealadır. Melekler bu işlere sebebtir. Melekleri eliyle bu felaketleri veren asıl Allah'tır.

Bulut'un güya kendine göre yorumladığı Ayetlerin muteber tefsirlerine devam ediyoruz:

Mülk Suresi 17-18 Kurtubi Tefsiri

17. Yahut göktekilerin üzerinize taş yağdıran bir rüzgar gönderme­sinden emin mi oldunuz? Hem Benim korkutmamın nasıl olduğunu bileceksiniz.

"Yahut göktekilerin üzerinize" Lût kavmi ve Fil ashabı üzerine gönderdiği gibi semadan taş, bir görüşe göre içinde taş ve çakıl taşları bulunan, bir diğer açıklamaya göre de içinde taş bulunan bulutlardan "taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz? Hem Benim korkutmamın, uyarmamın nasıl olduğunu bileceksiniz?"

Buradaki: "Korkutma"nın "korkutucu" (korkunç bir bela) anlamında olduğu da söylenmiştir.

Bununla Hz. Muhammed (sav)'ı kastetmektedir. Yani siz O’nun doğru söylediğini ve yalanlamanızın akıbetini pek yakında bileceksiniz.

18. And olsun ki onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Benim azabım nasıl oldu?

"And olsun ki onlardan öncekiler" Nuh, Âd, Semûd, Lût kavmi, Medyen ashabı, Ress ashabı, Firavun kavmi gibi geçmiş ümmetlerin kâfirleri de yalanlamışlardı. Benim azabım nasıl oldu?" Onların bu hallerini İnkârım, reddedişim nasıl oldu? Daha önceden (el-Hac, 22/45) geçmiş bulunmaktadır.

(Bir önceki ayet-i kerimede geçen): "Benim korkutmam" lafzı ile buradaki "Benim azabım" anlamındaki lafızları vasıl halinde okuduğu takdirde Verş "ye" ile; diye okumuştur. Yakub her iki halde de "ye"h okumuşken, diğerleri mushafa uyarak "ye"yı hazf ile okumuşlardır.

b]Mülk Suresi 17-18 Razi Tefsiri[/b]

Cenâb-ı Hak, bu tehdidi ve korkuyu iyice artırarak şöyle buyurmuştur:[76]

"Yoksa göktekinin, üstünüze taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz? Siz, tehdidimin nasıl olduğunu göreceksiniz" (Mülk, 17).

İbn Abbas (r.a), bunun bilfiil tahakkukunun Cenâb-ı Hakk'ın Lût Kavmine böyle bir rüzgarı göndermesiyle olduğunu ve Cenâb-ı Hakk'ın bu hususta, "Şüphesiz Biz, onların üzerine taş yağdıran bir rüzgar saldık" (Kamer, 34) buyurduğunu söylemiştir. "Hasıb" içinde taşların ve kumların bulunduğu bir rüzgârdır. Bu rüzgar, çok şiddetli olduğu için, taşları, çakılları kökünden söküp savurmaktadır. Bunun, "içinde taşlar olan bulut" manasına olduğu da söylenmiştir.

Daha sonra Cenâb-ı Hakk tehdidini artırarak, "Siz tehdidimin nasıl olduğunu göreceksiniz" buyurmuştur. Ayetteki "nezir" (tehdid) kelimesinin, "munzir" (tehdid eden, ikaz eden) manasına olduğu ve bununla Hz. Muhammed (s.a.s)'in kastedildiği ileri sürülmüştür ki bu, Ata'nın rivayetine göre İbn Abbas (r.a)'ın ve Dahhâk'ın görüşüdür. Buna göre mana, "Sizler Benim Peygamberimi ve onun doğruluğunu anlayacaksınız. Ama bu anlayıp tanıma, size fayda vermeyen bir zamanda olacak" şeklinde olur. Bu kelimenin, "inzâr" (tehdid) manasına geldiği, ayetin, "Sizi o kitab ve peygamberimle inzârımın neticesini görecek, anlayacaksınız" manasında olduğu da ileri sürülmüştür.

Ayetteki, (nasıl) soru edatı, o Peygamberin doğruluğunu ve inzârın neticesini bildiren bir ifadedir.

Öncekilerden İbret Alın

Bil ki Allah Teâlâ, kâfirleri bu şekildeki tehditleri ile korkutunca, bu korkutma işini hem bir misal, hem de bir delil ile pekiştirmiştir. Bu misal, onlardan önceki kafirlerin, inkarları sebebiyle, bu gibi ilahî azabları görüp müşahede etmeleridir. İşte bu sebeple Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"And olsun ki onlardan evvelkiler de yalanlamışlardı. Benim inkarım nasıl oldu?" (Mülk, 18).

Cenâb-ı Hak bu ayetle, Âd, Semûd ve benzeri kafir kavimleri kastetmiştir. Bu hususta şu iki izah yapılabilir:

1) Vahidî, buradaki "nekîr" kelimesinin, "Benim inkarım, benim ayıplamam, kınamam" manasına geldiğini, "Onlar benim ilgili azabımı gerçek olarak bulmadılar mı?" demek olduğunu söyler.

2) Ebû Müslim, bu ifadenin, "Münkire verilecek cezam (azabım) nasılmış" manasına geldiğini söyler. Ebû Müslim sözüne şöyle devam eder: "Buradaki nezir ve nekîr kelimelerinin sonundaki yâ-ı mütekellim, önceki ve sonraki ayetlerin sonları ile birbirlerine benzesin diye, düşmüştür."

Kudretin Bazı Delilleri

Cenâb-ı Hakk'ın burada aklî delil olarak kudretinin mükemmel olduğunu gösteren şeyi zikretmiştir. Allah'ın kudretinin mükemmelliği sabit olduğunda, kafirlere çeşitli azaplar vermeye kadir olduğu da sabit olmuş olur.

Not: Yazıda geçen ve Bulut'un kendi hezeyanlarına güya delil yaptığı diğer Ayetleri ve tefsirlerini ele alacaktık. Gerek kalmadı. İsra 64 ve Mülk 17-18 ile ilgili yazdıklarımız Bulut'un yazısını itibardan düşürmeye yeter. Delilsiz mesnedsiz, İslam'ın isnadlarından kopuk fikirler ancak indi (keyfi) fikirlerdir. Kendine de başkasına da faydası olmayan vehimlerdir. Boş hayaller... Her ne kadar Bulut peşinen vehim ve hayal olmadığını iddia etse de bomboş...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye