Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Mehdî Raporu / 2011
MesajGönderilme zamanı: 22.02.11, 15:12 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 299
“Postmodern Mehdi” Bu Yıl Güncellenir mi?

Dr. Hayati BİCE


10 Şubat 2011

Haber10.com sitesinde yayınlanan son yazılarım arasında en çok ilgi çekeni ‘Âhir Zaman’ın Medyatik “Hoca”ları başlığını koyduğum yazım oldu. (1) Sözkonusu yazımın gördüğü ilgide büyük katkısı olduğu muhakkak olan ilgili yazıdaki grafikte görülen ‘çağımızın iki güncel figürü’ arasındaki -düzeyi zaman zaman çok aşağılara inen- tartışmalardan da ister istemez haberdâr olan okurlardan ulaşan mesajlar ise teşekkür yanında konunun havada kaldığından ve konunun neden bu şekilde sonuçlandırılmadan bırakıldığından şikayetleri içeriyordu.

Aslında “Âhir Zaman” konusunun bütün zamanlarda müslümanların ilgi alanında olduğu yazımda alıntıladığım Hoca Ahmed Yesevî şiirlerinden de kolayca anlaşılabilirdi. Günümüzden 900 yıl kadar önce yaşamış olan Pîr-i Türkistan’a izafe edilen şiirlerde, Hz. Rasûlullah (S.A.V.)’in vefatından henüz 500 yıl geçmemişken “âhir zaman” sorgulaması yapılması ilginçtir. (2)

“Âhir Zaman” ilgisinin bu derecede ilgi çekici oluşunun nedenleri üzerinde düşünüldüğünde hadis külliyatında “Kıyamet Alâmetleri” olarak tasnif edilmiş haberlerin büyük etkisi olduğu hemen anlaşılır. Kıyametin kopmasının yaklaşıldığı dönemde ortaya çıkacak kevnî (tabiatla ilgili) değişiklikler, “melhame” olarak adlandırılan büyük savaşlar ve nihayet “Deccâl” ile “ Mehdî” kodları ile tasvir edilen “âhir zaman şahısları” bu alâmetlerin başlıcaları olarak öne çıkar. Tarih boyu bu konudaki hadisler ve hadislerde tarif edilen olaylar ve şahıslar üzerinde konuşulmuş, tartışılmış ve bu tür haberleri derleyen risaleler vücuda getirilmiştir. (3)

“Mehdi” konusunda ortaya çıkan ilginin analitik düşünceye yabancı olan kitleleri ifsad etme ihtimali tarih boyu söz konusu olmuş ve konunun istismara sonuna kadar açık oluşu tehlikesi, başta konu ile doğrudan ilgili tasavvufî çevrelerden bazı ilim adamları olmak üzere kendisini topluma karşı sorumlu hisseden müslümanları bu konuda düşünme ve toplumu uyarma görevini yerine getirmeye sevketmiştir. Bu yazım -ve muhtemelen yazacağım bu konu ile ilgili sonraki yazılar da- sadece ve sadece bu çerçevede değerlendirilmelidir. Önce istihbarat örgütlerinin “İslam ülkelerini yönlendirme” kapsamında “Mehdî” konusuna nasıl yaklaştıklarını gözler önüne seren bir senaryoyu sunduktan sonra tasavvuf çevrelerinin “âhir zaman ve Mehdî” yaklaşımını somut örnekleri ile ele alıp günümüzdeki güncel gelişmelere değinmek istiyorum.

***

“Mehdi” konusu sözkonusu olduğunda hiç unutamadığım önemli bir araştırma vardır ki öncelikle onu Haber10 sitesinin mudakkik okurlarına iletmek isterim. İnternet sitelerinin henüz oluşturulmağa başlandığı dönemde yayınlandığı için internet sitelerinde bulunamayacak bu yazı dizisi Yeni Şafak gazetesinde 18-22 Mart 1997 günlerinde yayınlanmıştı.

Muhammed Han Kayani imzasını taşıyan araştırma “Postmodern Mehdi ve Taliban Hareketi” başlığını taşıyor ve dünyanın önde gelen istihbarat örgütlerinden birisinin İslam dünyasını manüple etmek üzere nasıl bir ‘Mehdî Üretim Projesi’ yaptıklarını ayrıntılı olarak dile getiriyordu. (4) Tarihî bir önemi olan bu araştırmadan önemli bir kısmını ilgili okurun hafızasında ve daha da önemlisi artık en önemli bilgi kaynağı haline gelen internet arşivinde yer almasının yararına inandığım için hemen hemen hiç kısaltmadan naklediyorum (İlgili metin yazı içerisinde hemen fark edilmesi için italik olarak verilmiştir) :

Postmodern Mehdi

İran Devriminden (1979) hemen sonra, CIA'nin Operasyon Dairesi Müdürü Morton Hawke tesadüfen Kuala Lumpur'da bulunuyordu. Hawke, Asya turunun son ayağındaydı ve bölgedeki bir adamı ona, Malezya'nın başkenti dışındaki sakin ormanlık tepelerde yarı inziva hayatı yaşayan ünlü bir meslekdaşına nezaket ziyaretinde bulunmasını tavsiye etti. Pritchard adlı meslekdaşı İngiliz idi; ya da öyle olduğu sanılıyordu. Ortadoğu'da, İngiliz Savaş Dairesi'nin bir bölümünde çalışırken tanınmıştı. Kahire'de Arap bir kadınla evlenmiş, daha sonra Türkiye'ye gitmişti. Oxford'da okuyup Saygon'a ve oradan da Endonezya’ya gitti. Bazıları O’nun Hollandalılar tarafından da kullanıldığını düşünmekteydiler. (…) Öyle görülüyor ki Pritchard sadece Fransız, Hollanda, Japon, Rus hükümetleri ve birçok diğer hükümetler için ikili ajan olarak çalışmakla kalmamış, aynı zamanda bu hükümetlere karşı olan çeşitli örgütler için de çalışmıştı.

Hawke düşünmeye başladı: Neden İngilizler bu ikili oyuna izin vermekteydiler ve nasıl oluyor da Pritchard’ın bu zamana kadar yaşamasına izin verilmişti? Pritchard'a göre bunun cevabı basitti; İngilizler'e teslim ettiği her rapordaki bilgiler gerçekti ve yararlı olmuştu. Bu durum diğer hükümetlere verdiği raporlar için de geçerliydi. O “usta bir casus" ve bir "efsane" idi, ama aynı zamanda bir bilmeceydi. Hawke onun yüzündeki baskın bir hususiyetten, büyük ve kancalı olan burnundan etkilenmişti.

Pritchard sorar: "Ortadoğu'dan ne haber?"'

Hawke şaşırır: "Ne olmuş Ortadoğu'ya?"

Pritchard kendi fikrini ortaya koyar: “Din.”

Hawke yine sorar "Ne olmuş dine?"

Böylece Pritchard tezini takdim eder: "İslam gittikçe yayılan saldırgan ve genç bir dindir. Onun otoritesine sahip olursak dünya üzerindeki bir milyar kadar Müslüman'ı kontrolümüz altına alabiliriz."

CIA’nin adamı Hawke gülümser : "Bunu nasıl yapabiliriz?"

Pritchard konyağından bir yudum alır: "Bir mucizeyle…''

Hawke bir kahkaha atar "Diyelim ki bu mucizeyi gerçekleştirebiliriz. Bunun amacı ne olacak?"

Pritchard: "Bu mucize hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde yeni Mehdi'nin gelişini tasdik edecek."

Pritchard "Usta", toy Amerikalı'ya ‘Müslümanlar'ın nasıl uzun zamandır Mehdi'nin gelip kendilerini içinde bulundukları çöküntüden kurtarmasını beklediklerini’ anlatır: “Birçok yalancı Mehdiler ortaya çıkmıştır, en son olarak da Suudi Arabistan'da (Cuhaymen) . Esas Mehdi büyük bir güce sahip olacaktır.”

Pritchard ekler: "İslami fundamentalizmde büyük bir artış gözlenmektedir. Suriye, Libya ve Suudi Arabistan gibi totaliter devletler bile hali hazırda “Müslüman Kardeşler” gibi radikallere karşı savaş vermektedirler. Fakat Mehdi'nin gelişiyle birlikte, zaman içerisinde her Müslüman devletin siyasetini etkilemek ve hatta Batı’nın hoşuna gitmeyen hükümetleri devirmek mümkün olabilir."

Amerikalı Hawke konu ile ilgilenmeye başlar. "Pekâlâ" der. "Mucizeyi ayarlayıp Mehdi’yi ortaya çıkarırsın. ama ya planımız ortaya çıkarsa?...""

Pritchard: "Bırak senin operasyonlarını başka bir istihbarat örgütü üstlensin. Böylece bir şeyler yanlış gidecek olursa, suçu üzerinden atar, ortadan kaybolursun."

Hangi istihbarat örgütü? Sadece iki örgüt gereken vasıflara uygundu: İngilizler'inki ve İsraillilerinki. Hawke ve Pritchard İngilizler'inki üzerinde anlaştılar.

Operasyonun büyük bir bölümü Suudi Arabistan’da yer alacağı için ABD ilişkileriyle ve daha da önemlisi parasıyla katkıda bulunacaktı ve sonuç ne olursa olsun diğer projeler için faydası olacaktı. İngilizler tabii ki uzmanlık hizmetini sağlayacaklardı.

İngilizlerin Oxford’da kurulmuş Oryantal ve Afrika Araştırmaları Merkezi (SOAS) ve Araplar üzerine uzmanları vardı, bölgeyi biliyorlardı ve dünyanın o kısımlarında işbaşında olanlar onların öğrencileriydi.

Pritchard "Usta", Müslüman dünyasında (Mehdi'nin ortaya çıkmak üzere olduğuna dair ilk söylentileri yaymaktan başlayarak geçmişine ve yaygın tanınışına göre gerekli kişinin seçimine kadar olan bir planı zaten hazırlamıştı.

Esas mesele Mehdi'nin yaratılmasından sonra nasıl kontrol edileceğiydi. Fakat eğer bir kimse bir Mehdi yaratacak kabiliyete sahipse, aynı zamanda yaratığıyla başa çıkabilme kabiliyetine de sahip olmalıdır.

Hawke bu fikri CIA’nin Virginia Langley'deki karargâhında anlatır. Langley'dekiler tartışmalar ve pazarlıklardan sonra nihayet razı olurlar. İngilizler işin içine sokulur ve ortak proje başlar.

Pritchard "Usta"nın Planı dikkatle hazırlanmıştır: Medya ve uzman kişiler kullanılarak bütün İslam dünyasında sadece Mehdi'nin son verebileceği bir kıyamet ortamı yaratılacak ve bu örgütün elemanları olan sufiler ve din adamlarının Mehdi'nin hakikaten gelmek üzere olduğuna dair yoğun rüyaları ve kehanetleri ile desteklenecektir:

“Mehdi kendisini gelecek Hacc mevsiminde gösterecektir.”

Böylece bütün dünyadan romantik ve hayalci Müslümanlar Hacc'a koşacaklardır.

Fakat Müslümanlar bu adamın gerçek Mehdi olduğundan nasıl emin olacaklardır?

Mehdi rolüne uygun görülen dindar, saf -fakat planın sadece bilinçsiz bir parçası olan- kişi kendisinin gerçekten Mehdi olduğuna nasıl inanıp oyunun kendi üzerine düşen bölümünü oynayacaktır?

İşte burada olağanüstü bir "mucize" devreye girecektir, modern teknoloji tarafından üretilen mucize.

Mehdi'nin geldiğini bütün İslam dünyasına yayacak olan iki milyon kadar hacının hadiseye şahit olması için "mucize"nin Hacc günlerine denk gelmesi üzerinde anlaşıldı.

"Adamımız (üretilen Mehdi) müridleri tarafından sarılmış ve söylentiler sayesinde tanınmış olduğu halde (hacıların koyun, keçi ya da deve kurban ettikleri) Mina vadisinde kalabalığın ortasına doğru ilerleyecek ve kesilmiş bir koyunu yere koyacaktır.

İnananları ‘kahraman’ın (üretilen Mehdi) etrafında büyük bir halka oluşturacaklar ve sözde ‘Mehdi’ kurbanını kabul etmesi için Allah’a yakaracaktır.

Sonra açık-bulutsuz mavi gökten (uydudan), iki milyon kadar hacının hepsinin de açıkca göreceği, hatta Cidde'den bile görülebilecek parlak yeşil bir ışın gelecektir. Işın koyuna isabet edecek ve koyun duman halinde yok olacaktır.

“Ve böylece Mehdi gelmiş olacaktır" diyor bir Arap uzmanı ve MI6 Operasyon Dairesi Başkan Yardımcısı olarak plana dahil olan Peter Gemmel…

Mehdiliği kanıtlayacak olan "Mucize" üzerinde anlaşıldıktan sonra Gemmel "Mehdi" rolü için olası onbir adayın dosyalarını takdim eder. Bu dosyalar bütün Arap dünyasında yapılan yoğun araştırmalar neticesinde hazırlanmıştır.

Arab olmayan İslam ülkeleri göz önünde bulundurulmamıştır. Çünkü Arablar'ın Arab olmayan bir Mehdi'yi kabul etmeleri pek mümkün değildi. Adaylar üçe indirildi ve bir İslam uzmanı olan Leo Falk'ın fikri soruldu. Falk'a göre Mehdi İslam’ı oluşturan bütün gruplar ve milletler tarafından kabul edilebilir olmalıydı ve bu nedenle onun inançları ve bunları uygulaması aşırı derece fundamentalist olmalıydı.

“Mehdi” adayı olarak finale kalan Medineli çoban ile El-Cizzeli bedevî arasında bir seçim yapmakta bir kararsızlık yaşandı. Nihayet herkes Falk'ın tercihi üzerinde anlaştı: Medineli Çoban Ebu Kadir “Beklenen Mehdî” adayı oldu her şeyden habersizce...

Ebu Kadir Muhammed bin Abdullah’ın iri siyah gözleri kancalı bir burnu ve kalın dudaklı geniş bir ağzı vardı. Medine'de doğduğu söylenen Ebu Kadir’in ailesi Riyad'da, Kahire'de ve Cezayir'de yaşamış ve ailesi Cezayir'deki bir depremde ölen Ebu Kadir ülkesine (Arabistan’a) geri döndüğünde yaşlı teyzesi onu zorlukla tanıyabilmişti. Ebu Kadir hafızdı: sadece namaz kılıp dua etmek için değil- sessizce oturup düşünmek için sıkça Hz. Muhammed (S.A.V.)’in mescidine giderdi.

Adamın -Ebu Kadir’in- etrafını saran mistik ve esrarlı bir hava vardı. Birçoğu O’nu basit ve saf olarak görmekteydi ve hakikaten de öyleydi. Medine-i Münevvere yakınlarındaki El-Hafa mağaralarında inziva yapmak için çoğunlukla iki gün boyunca yürürdü. Ebu Kadir bir keresinde meraklı bir çocuğa bu yorucu yolculuğunun sebebini "sessizliği duymak ve kendini görmek için" diye açıklamıştı.

EI-Hafa'daki inziva mağarası yakında vericilerle donatılacak ve "Mehdi" gaibden kendisine "Cidde'ye git. Orada Ashab’a, Muhacirun ve Ensar'a benzer bir adama rastlayacaksın ve bu adam sana Hz. Ömer'in (R.A.) Hz. Muhammed'e (S.A.V.)’e olduğu kadar yakın olacaktır…' şeklinde esrarlı sesler duymaya, bunlara inanmaya ve emirleri uygulamaya başlayacaktı. Böyle bir kıyaslama normal bir Müslüman'a göre küfür sayılabilirdi, ama "Mehdi"nin üreticileri bu iş için sağduyusunu kullanamayacak kadar saf olan bir kişiyi seçmişlerdi.

Herhangi bir ihtilafa sebebiyet vermemek için “Üretilmiş Mehdi” sadece Kur'an'dan bahsetmeliydi.

Bütün bu gibi mistik hikâyelerde gerçekten önemli olan kimse ikinci şahsiyet olan “vezir”dir. Görünürde yakın ve sadık bir mürid, ama aslında "Mehdî"yi kontrol eden kişi. Bu kontrol eden kişinin kendisi de başka bir yerdeki ‘efendisi’ tarafından yönlendirilip kontrol ediliyordu.

Peter Gemmel, Mehdi’yi ve O’nun sayesinde dünyadaki İslami hareketi bu şekilde kontrol edip yönlendirecekti.

Daha önce bu iş için, ikinci adam olmak üzere “ imam”lar ve “artist”ler gibi çok değişik karakterlerdeki ajanları kullanmışlardı, şimdi bir "yardımcı"nın yardımıyla bir "kutsal kişi"yi kullanacaklardı. Bu “Mehdi” yardımcısı, bölgedeki birçok “uyuyan ajan” arasından seçilen Hacı Merdan idi.

"Uyuyan ajan" yaşadığı toplumda normal ve saygıdeğer bir kişi olarak tanınan aktif olmayan bir ajandır. Böylece "uyandırıldığında" ve göreve çağrıldığında hiç kimse onun bir ajan olduğunu düşünmeyecektir.

Gerçekte, ARAMCO (Arab-Amerikan Petrol Şirketi) sayesinde zengin olan Irak kökenli bir Arap olan Hacı Merdan, Ciddeli bir tüccar olarak yaşıyordu. Son derece dindar bir insan olarak tanınmakta ve toplum içerisinde alçakgönüllülüğü ve cömertliği nedeniyle kendisine saygı duyulmaktaydı.

Operasyon başladı: Kuzeybatı’daki El-Hafa mağaraları seslerle dolmaya başladı. Hacı Merdan “uyandırıldı”. Cidde'de genellikle namaz kıldığı caminin imamına kendini takdim etti ve imam ile konuşmağa daldı:

“Bazı rüyalar görüyorum..." dedi

İmam: ”Rüyalar mı ?..”

"Evet, birbirine benzeyen rüyalar."

İmam: "Ne gibi rüyalar?”

"Bir adam görüyorum. Çölde yürüyen ‘mübarek’ bir adam."

İmam: “Onu tanıyor musun?”

"Hayır, ama onu açıkca görüyorum ve her zaman aynı."

İmam: "Kutsal olduğunu nereden biliyorsun?..."

"Sadece biliyorum.”

İmam: "Ne söylememi bekliyorsun?

“Bunun hakkında konuşayım mı?..."

İmam: "Hayır. Rüya rüyadır."

Fakat bu sözlerden etkilenen İmam konuştu ve konuştukça rüyayı dallandırıp budaklandırdı.

Ve Cidde’den çok uzaklarda, Afrika’da, güneydoğu Asya’da söylentiler yayılmaya başladı: Madagaskar'dan Endonezya'ya, Jakarta'ya ve ötesine: Pakistan'a, Afganistan'a, İran’a, Türkiye'ye Suriye'ye, Sudan'a, Mısır'a, Nijerya'ya ve her yere ‘mübarek” adamın, “Mehdi”mizin haberi yayıldı...

Herkes Suudi Arabistan'a doğru yola koyuluyordu: "Bu sene Hacc'da zuhur edecek..."

Hacı Merdan, İmam üzerinde durmadan çalışıyordu. Sonra bir gün “Mehdî olarak üretilmiş adamımız” Ebu Kadir Muhammed bin Abdullah, Cidde’deki camiye geldi, tıpkı Hacı Merdan'ın imama söylediği gibi… Hacı Merdan “Mehdi”mize doğru yürüdü ve "Allah’ın adıyla... Elhamdülillah, nihayet geldin..." dedi.

“Mehdî olarak üretilmiş adamımız” elini Hacı Merdan'ın omuzuna koydu: "Seni bulmaya geldim." dedi.

Böylece "Mehdi" ve yardımcısı Hacı Merdan, İslam'ın maddî ve manevî otoritesini ele geçirmeye, elliden fazla Müslüman ülkedeki bir milyar kadar Müslüman'ı “küresel efendiler”in kontrolüne vermeye yönelik görevlerini yerine getirmeye koyuldular.



***

Muhammed Han Kayanî cümlelerini “Bu bir senaryo.” kaydı ile noktalıyor….

“Mehdî olarak üretilmiş adamımız”ın tüm özellikleri hadislerde nakledilen verilere uygun olarak belirlenmiştir, isminden, babasının adından, sırtındaki et benine kadar… Mekânlar özenle seçilmiştir… Ses ve görüntü efektleri mükemmeldir. Nasıl bir film ama….

Şaka bir yana, şimdi arkanıza yaslanıp bir düşünün: Dün Irak’ta, bugün Mısır’da olanları, -ne yazık ki belki yarın Türkiye’de olacakları- LCD TVlerden “live” olarak izleyen “senarist”leri görebiliyor musunuz? Daha da önemlisi yarın ülkemiz meydanlarındaki kalabalıklar arasına salınacak Hacı Merdan’ları, Ebu Kadir’i görebilecek misiniz?...

Özellikle Hacc zamanında Mina vadisinde bulunmuş veya bulunacak iseniz iki kere düşünün: Hacc-ı Ekber olan birHacc döneminde gökten gelen bir ışın ile Rabb’ine adadığı kurban Tanrı katına yükseltilen bir ‘mübarek” adamın, Hazret-i Mehdî’nin Kâbe avlusunda sabah namazı sonrası biat kabul edeceği fısltı gazetesi ile size de ulaşsa ne yapardınız?

Hele de bu yılın Arafat vakfesi, Cuma gününe rastladığı için ‘Hacc-ı Ekber’ olarak ilan edilmesi muhtemel olan bu yılki Hacc için ‘kutsal topraklar’da iseniz ne yapardınız?

Bu yıl Hacc’a gidecek müslümanlardan bu satırları okuyanlar olacaksa Arafat’ta, Mina’da, Kabe-i Muazzama’da bu yazıyı hatırlasınlar ve yazarı için de dua etsinler…

(Devam edecek)

İletişim: atahayati@gmail.com

-----------------------------------------------------------------------------------

(1) Bice H, ‘Âhir Zaman’ın Medyatik “Hoca”ları http://www.haber10.com/makale/22486/

(2) Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet , Yayına Hazırlayan: Dr. Hayati Bice ; Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, 5. Baskı , Hikmet-147, s.308, 2009- Ankara.

(3) Bir örnek: Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhanevî, Kıyamet Alâmetleri, Yay. Haz. Osman Çataklı , Lütfi Doğan, M. Cevad Akşit., İstanbul.

(4) Bu yazı dizisinin orijinalini Milli Kütüphane gibi gazete arşivi bulunduran kütüphanelerde okuyabilirsiniz. Yazıdaki bir isim, gerçek bir şahsa benzerlik nedeniyle yanlış anlaşılmaması için değiştirilmiş ve birkaç önemsiz hata metnin daha iyi anlaşılması için düzeltilmiştir.

http://haber10.com/makale/23023/


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mehdî Raporu / 2011
MesajGönderilme zamanı: 22.02.11, 15:14 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 299
'Gayb Haberler Ajansı, Mehdî Raporunu Sunar'

Dr. Hayati BİCE


15 Şubat 2011

İnsanoğlu yaratıldı-yaratılalı gelecekte neler olacağını merak etmiştir denilse yeridir. Bu merak nedeniyle olsa gerek, gelecekte olacak şeylere işaret eden söz ve yazılar daima dikkat çekici olmuştur. Hrıstiyan ve Yahudi geleneklerinde en meşhuru olan Nostradamus gibi kâhinlerin verdiği haberleri asırlardır kovalayanlar olduğu gibi İslam geleneğinde de ‘gayb’ olarak bilinen olaylardan, gelecekten haberler veren, olacaklara işaret eden bilginlerin risaleleri, sözleri daima ilgi odağı olmuştur.

Gayb, kişinin duyularından uzak ve hakkında bilgi sahibi olmadığı herşeydir. Kıyametin vakti gibi Allah'tan başkasının bilemeye­ceği konular ‘mutlak gayb’, yani tam gayb; Allah’ın izni ile sadece belirli bazı kulların vâkıf olabildiği konular ise göreceli gayb olarak değerlendirilmiştir. Hakkında günümüze intikal eden bir belge veya tasdik edilmiş bilgi kalmamış tarihi olaylar da, yaşandıkları dönemde gayb değilken giderek mutlak gayba dönüşürler.

Genel olarak “gayb” kavramı ile ifade edilen gelecekte olacak olaylara keşif denilen bir tür önceden algılama ile vâkıf olarak kendilerinden sonra gelecek nesiller için birer şifre ile kodlayıp kaydedenler arasında büyük bir kısmının sufi bilginler olduğu da dikkat çekmektedir. Gayb haberlerinin çoğunluğu sufiler tarafından şifreli olarak nakledildiği halde bazı sufilerin daha açık bir ifade ile kayda geçirdikleri görülmektedir.

Gayb haberlerinin nakledilmesi konusu tarih boyunca İslam bilginleri arasında ciddi ihtilaflara yol açmıştır. Bu tür gaybî haberleri veren sufileri sapıklık ile suçlayan normatif kuralları gözeten ulema, genel olarak “gaybın Allah’ın ilminde olduğu”; “gaybın anahtarlarının Allah’a ait olduğu”, “gelecekte olacakları Allah’ın bileceği” konulu ayetlere dayanırlar. Kur’an-ı Kerim’deki 39 ayetin gayb ile ilgili olduğu tesbit edilmiştir.(1) Allah’ın, her çeşit gayb haberlerinden dilediğini, yalnız peygamberlerine, vahyederek bildirdiği de kabul edilir. Bu istisnayı genişleterek gaybe ait bazı hususları Allah’ın bazı kullarına da açabileceği görüşünü savunan sufiler ise, bu konuda, Musa A.S. ile Hızır adı verilen “ledün ilminden nasibli kullardan bir kul” arasındaki ilişkiye ilişkin rivayetleri içeren Kehf suresindeki ayetleri esas alırlar. Bilindiği gibi bu surede “ledün ilminden nasibli kul” hikmetini Allah’ın peygamberinin (Musa A.S.) anlayamadığı bazı fiiller işlemekte ve bu bazıları dehşet verici fiillerin gerekçesi olarak gelecekte olacağını söylediği bazı ‘gaybî’ olayların yönünü değiştirmek olarak izah etmektedir. (2)

Ayrıca bazıları çok ileri giderek sufileri yalancılıkla suçlayanların önemli bir argümanları da bu tür gaybe dair haber verme tarzı olguların ashâb ve tabiîn devrinde görülmemiş olduğunu ileri sürerler. Buna karşılık bu büyük sufi önderlerin yalanlanmasına karşı çıkanlar ise “gaybı ancak Allah’ın bileceği” tesbitini “Allah ve Allah’ın izni ile bildirdikleri” olarak genişletme yoluna giderler. Tasavvufta nefsî arınmanın bir aşamasının “nefs-i mülhime” olması da sadece sufi mürşidlerin değil seyr ü sülûk yolunda ilerleyen müridlerin de “ilham” denilen bir tür ‘ilahî’ haberlendirmenin muhatabı olacağına işarettir.

Gayb ile ilgili bu bilgilendirme sonunda istismar edilmesi tehlikesine karşı ilham ile vahiy kavramları arasındaki ayrımın altını özellikle ve kalın çizgilerle çizmek isterim.

Büyük Sufiler; Önemli Haberler

Tarih boyunca geleceğin olaylarına işaret eden sufilerden en ünlüsü (ve dolayısıyle en fazla eleştiriye maruz kalanı) Şeyhü’l-Ekber olarak bilinen Muhyiddin ibn Arabî’dir. Muhyiddin Arabî’den (ö. 1240) gayb perdelerini aralama babında pek çok rivayet var ise de, tarih kitaplarına kadar girmesi vesilesi en yaygın olarak bilineni kabrinin Yavuz Sultan Selim tarafından bulunup imar edileceğine ilişkin olanıdır.

Muhyiddin ibn Arabî’nin Şeceretü’n-Nu'mâniyye fî Devleti’l-Osmâniyye isimli eserine düştüğü; “Sin, Şın'a gelince, Muhyiddîn'in kabri meydana çıkar.” işaretinden Mısır seferi sırasında haberdâr edilen Yavuz Sultan Selim Şam’da bu büyük velinin kabrini araştırıp buldurdu. Şam’ın Salihiyye şehrinde çöpler altında kalan kabri keşfederek temizletti ve kabrinin üzerine güzel bir türbe, yanına bir câmi ve yoksullara hizmet için bir imâret yaptırdı. Yavuz Sultan Selim’in İstanbul’un Fatih semtinde oğlu Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan camiin avlusundaki türbesinde bu ibarenin Arapça aslının yazılı olduğu bir kitabeyi görebilmek bugün de mümkündür.

Gaybden haberler vermesi ile tanınan ve ismi son zamanlarda bazı TV’lerde yapılan programlar sonrası daha fazla bilinir olan bir diğer sufi mürşid de Müştak Baba’dır. Müştak Baba (ö. 1832) yazdığı bir şiirde “Hacı Bayram’ın şehrinin (=Ankara) İstanbul yerine başkent olacağı”nı tek tek harflerini vererek -Ankara başkent olmadan yaklaşık 100 yıl önceden- divanında kayda geçirmiştir.

‘Günümüz Sufileri’nden Ne Haber : Mehdî Gelecek mi? Ne Zaman?.

Bu tarihî örneklerden sonra acaba yakın tarihin sufilerinden de böylesi haberler verenler var mı ? Varsa nedir bu haberler; yoksa niye yok ? sorularının sorulması beklenir bir durumdur. Ülkemizde yaşayan -ve bazı müntesiblere göre etrafında milyonla mürid halkalanan- mürşidler neden bu tür haberler vermezler? Bu günümüz mürşidlerinin gayb âlemiyle manevi bir bağları kalmamış mıdır yoksa?...

Yanıtlanması çok ama çok zor olan bu tür sorulara yanıt olarak, ülkemizin anlı-şanlı mürşidlerinin bağlılarına manevî rahatsızlık vermemek için ülke sınırları dışına çıkarak yurtdışından bir sufi mürşidden örnek vermek istiyorum. Günümüzde de sufi mürşidlerin ‘gayb haberleri ajansı’ olarak haberler vermeye devam ettiğinin somut ve kitaplara kaydedildiği için refere edilebilir bir örneğini teşkil edecek habere kaynaklık eden bu sufi mürşid, Abdullah Dağıstanî’dir.

Abdullah Dağıstanî’den Mehdî Zuhuru Hakkında İşaretler

Dağıstan’da 1891 yılında başlayan dünyamızdaki hayat çizgisi, Suriye’nin başkenti Şam’da 1973 yılında noktalanan Abdullah Dağıstanî, ömrünün gençlik yıllarını ise ülkemizde geçirmiştir. Kafkasya’nın ünlü imamı Şeyh Şamil silsilesinden yakınları ile ülkemize gelerek henüz çocukluk çağında Yalova yakınlarındaki Güneyköy (önceki isimi Reşadiye) köyüne yerleşir. Abdullah Dağıstanî, 1936 yılında aldığı manevî bir işaret ile Suriye’nin başkenti Şam’a hicret eder ve burada kurduğu mütevazi dergahında Nakşbendiyye tarikatı çerçevesinde sürdürdüğü 37 yıllık irşad hayatı sonrası 30 Eylül 1973 günü ahirete göçeder. (3)

Konumuz açısından neler söylediğini izleyecek olursak, vefatına yakın bazı yakın müridlerini yanına çağıran Abdullah Dağıstanî, gelecekle ilgili bazı öngörülerini dile getirir ve en önemlisi bu öngörülerin kaydedilmesini emreder. Tasavvufî çevrelerde bu tür anlatılar, çok fazla olmasına karşın bu rivayetin ayrıcalığı bu öngörülerin sadece rivayet olarak kalmayıp yazı ile tesbit edilmesi ve bir ileri aşamaya taşınıp kitap halinde yayınlanmış -ve dolayısıyle artık ilgili herkesin ulaşabileceği bir belge halini almış- olmasıdır. (4) İşin daha da ilginç olanı bu kitabın, İngilizce basılmış olması nedeniyle sadece müslümanlar için değil diğer insanlar için de erişilebilir durumda oluşudur. Abdullah Dağıstanî, kayda aldırdığı ve bazıları yakın tarihteki kimi gelişmelerle test edilip çoğunluğu doğrulanan bu öngörülerinde İslam dünyası ve ilişkili olarak dünyanın diğer ülkelerinde olması muhtemel olaylar yanında Mehdi zuhuru hakkında da haberler vermiştir.

Bu haberleri değerli -ve dolayısıyle dikkate alınır- kılan husus, verilen haberlerden Sovyetler Birliği, Lübnan, İsrail ve Irak ile ilgili olanlarının hemen hemen aynı ile kayıt altına alınmalarından kısa sayılabilecek bir süre sonra tahakkuk etmiş olmasıdır.

İlgilisi için kolayca ulaşılabilecek bu ‘gaybî’ haberlerden konumuz ile ilgili olan öngörü şöylece özetlenebilir: Mehdî zuhur etmeden önce ortaya çıkan ve Türkiye’nin coğrafi bütünlüğünü de tehdit eden bazı siyasi-askeri gelişmelerden sonra başlayacak dehşetengiz bir savaş esnasında, -henüz savaş sona ermeden- Mehdî zuhur edecektir.

Bu haberi kayda alan yazılı kaynak, Mehdi zuhuru öncesindeki bu savaşı “horrible war” olarak kaydetmiştir ki bunun anlamı ‘korkunç, canhıraş, dehşetli savaş’ gibi birbirinden vahim anlamları içerir. (5) Bu dehşetengiz savaş başlamadan kendisinin -veya bir başka kişinin- Mehdi olduğunu iddia veya ima edenler ya da Mehdîlik vehmedenler, Abdullah Dağıstanî’nin işaret ettiği ‘gaybî haber’e göre bir yalancıdan -veya bir psikiatrik vakadan- başka bir şey değildirler.(6) Özellikle ehl-i kitap kaynaklarında ‘Armageddon’ İslami literatürde “Melhâme-i Kübrâ” olarak işlenen “büyük kıyamet savaşı”nın ardından Mehdî zuhur edeceği konusundaki hadisler ve evliyaullah istihraçlarının Mehdî taslaklarını aşırı derecede rahatsız ettiği ve her türlü konforlarını bozduğu-bozacağı anlaşılmaktadır. Rahat döşeklerde yan gelip yatarken bütün dünyayı ilgilendiren siyasi ve ekonomik değişikliklere imza atmak nasıl olacaksa ?!...

Bu noktada Abdullah Dağıstanî’nin verdiği ve kayda geçirttiği haberin bir iman rüknü gibi sunmak istemediğimi; öyle algılanmaması gerektiğini belirtmeliyim. Sufi geleneğinde olduğu gibi “Allahu A’lem”, deyip geçebilirsiniz… Birgün bu haberlerin işaret ettiği hadiseler zuhur etmeğe başlarsa hatırlamak üzere unutabilirsiniz de…

Mehdi İddialarının Çürük Kanıtları

Abdullah Dağıstanî’nin gaybe dair verdiği haberler arasında yer alan bu haberlerini güncel anlamda önemli kılan bir nokta da, günümüzün önde giden Mehdi propagandistlerinin tasavvufî silsileden bazı mürşidleri Mehdîyyet iddialarının destekçisi olarak lanse etmeleridir. Oysa bu Nakşbendi silsilesinin en önemli referans kaynağı olan Nakşbendi Sufi Yolu (orijinali: Naqshbandi Sufi Way) isimli kitabı temin edip Abdullah Dağıstanî’nin verdiği haberleri görmek ve Mehdî iddiacılarının çürük kanıtlarını sorgulamak ilgilisi için günümüzde çok kolaydır. (7)

Konunun bir makale sınırlarını zorlamaması için Abdullah Dağıstanî’nin verdiği diğer manidâr işaretlerin Türkiye’nin yakın geleceği konusundaki anlamına değinmemiz mümkün olmamıştır. Coğrafyamızda olması muhtemel gelişmeler, mecbur bıraktığı takdirde o konuları da ele almak üzere Mehdi iddialarına dayanak edilen bir manevi mirasın takipçilerinden birisi olarak bu seviyesiz manevîyat istismarının verdiği rahatsızlığın bu yazının yazılmasını zorunlu hale getirdiğini kaydetmeliyim.

Gaybî Haberleri Tarih ile Test Etmek

Allah dilerse, yeryüzünde olacak hadiselerden haber verecek habercilerin her zaman görevini ifa edeceğine işaret eden bu yazımı, tarih boyunca bu tür haberlerin sadece müslümanlar tarafından değil, bütün insanlar tarafından merak ile takip edildiğini tekrar vurgulayarak bitirmek isterim. Tarih sayfaları, nice hükümdarın sefere çıkarken, ya da bir karar alacağı zaman başvurduğu ‘gaybden bilgi veren danışman’ öyküleri ile doludur. Bu ‘danışman kâhinler’den alınan işaretlerin, çoğu zaman kof çıkması bazı ‘gayb habercileri’nin vereceği haberlerin doğru olma ihtimalini ortadan kaldırmaz. Burada en şaşmaz kriter verilen haberin tarihin testinden geçip geçemediğidir. Kâhinler insanları kandırabilirler, ancak ‘tarih dede’yi asla….

Bugünün Mehdi taslakları da muhtemelen tarih boyunca gelip geçen diğerleri gibi yakında -tarihin tozlu raflarında bile yer alamadan- gaybûbete karışıp gideceklerdir… Ömrü yeten görecektir.

Allahu a’lem bis-savab…

-----------------------------------------------------------------------------------

(1) Bkz. Kur’an-ı Kerim; 2:3,33; 3:44, 179; 6:50,59,73; 7:188; 9:94 ; 10:20; 11:31,123; 12:102; 13:9 ; 16:77; 18:26; 19:61; 21:49; 23:92; 27:65; 32:6 ; 34:3, 53; 35:18 ,38; 36:11; 39:46; 49:18; 50:33; 52:41; 53:35 ; 57:25;59:22; 62:8; 64:18; 67:12; 68:47; 72:26; 81:24.

(2) Bkz. Kur’an-ı Kerim; Kehf Sûresi, 18: 65-82. ayetler.

(3) Abdullah Dağıstanî (1891-1973) hayatı hakkında geniş bilgi için bakınız: Dr. Hayati Bice, İşaret Taşları, s. 261-280, İnsan Yay., İstanbul-2006. Abdullah Dağıstanî türbesi bugün Şam’ın Cebel-i Qasiyyun bölgesindeki mescidi içerisinde yer almakta olup Türkiye ve dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçileri ile dolup taşan bir ziyaretgâhtır.

(4) Kabbani M.H. Shaykh; Naqshbandi Sufi Way; pp.370-373 ; KAZI Publications; Chicago-1995.

(5) İlgili paragrafın İngilizce metni: “Suddenly, in the midst of peace, an attack will be made on Turkey from a neighboring country and a war will start, followed by an invasion of Turkey by a close neighboring country. This will threaten the U.S. bases in Turkey and will cause a greater battle to ensue.

This will result in a great disaster on earth and a horrible war. During the course of the war, Mahdi (as) will come forth and Jesus (as) will return.”

(6) Psikiatri kliniklerinde daima çok sayıda, kendisini peygamber, mehdi, kutbu’l-aktâb sanan ağır psikoz vakaları bulunur.

(7) Tasavvuf ve Nakşbendilik konusunda referans kitaplardan birisi olan Naqshbandi Sufi Way (Nakşbendi Sufi Yolu) kitabını internet üzerinden sipariş ile temin edebilirsiniz: http://www.amazon.com/Naqshbandi-Histor ... t_ep_dpi_5

http://haber10.com/makale/23099/

Bu makale 2,173 kez okundu.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mehdî Raporu / 2011
MesajGönderilme zamanı: 22.02.11, 16:55 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 06.07.10, 17:50
Mesajlar: 277
Hayatımda bu kadar güvenlik ve tedbir ihmali içinde olup, ehl-i sünnet inancına ve erbabına yapılan saldırılara bi-gâne kalan ve ses çıkarmayan üstelik ismi de "sufi" olan bir başka forum görmedim desem yalan söylemiş olmam !


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye