Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 9 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Sahte Mehdi’nin ölümü / Mustafa Özcan
MesajGönderilme zamanı: 19.08.09, 10:07 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 13.02.09, 15:55
Mesajlar: 29
İran’ın ruhani lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamaney: "Mehdi Geliyor Birleşelim !.."

Yakında ‘Mehdi’nin geleceğini iddia eden İran’ın ruhani lideri Ayetullah Hamaney, ‘Türkiye de dahil tüm İslam ülkelerinin silahlı güçlerini birleştirerek hazırlanması’ çağrısında bulundu.

Hamaney adına Sözcüsü Ali Saidi aracılığıyla yapılan açıklamada, “Dürüst kuvvetlerimizi, Mehdi’nin gelişini engellemeye çalışmaya kalkabilecek ABD ve İsrail gibi ülkelere karşı eğitmeliyiz. İran silahlı kuvvetleri, Hamaney’e bağlıdır ve Mehdi’nin emirlerini yerine getirecektir” dendi.

İran’ın ruhani lideri Ayetullah Hamaney, yakında Mehdi’nin geleceğini belirterek, aralarında Türkiye’nin de yer aldığı İslam ülkelerine “askeri güçleri birleştirme” çağrısında bulundu.

Hedef ABD ve İsrail

El Arabiya Televizyonu’na göre, Hamaney'in Sözcüsü Ali Saidi, “Türkiye, Irak, Lübnan, Pakistan ve Afganistan, güçlerini birleştirip el-Mehdi el-Muntazar’ın dönüşüne ve kökten değişikliklere hazırlıklı olmalıyız” dedi.

Ali Saidi, “Dürüst kuvvetlerimizi, Mehdi’nin gelişini engellemeye çalışmaya kalkabilecek ABD ve İsrail gibi ülkelere karşı eğitmeliyiz. İran silahlı kuvvetleri, Hamaney’e bağlıdır ve Mehdi’nin emirlerini yerine getirecektir. Ayetullah Hamaney, Mehdi’nin doğrudan temsilcisidir, ruhani lidere itaat etmek, Mehdi’ye itaat ve bağlı olmak anlamına gelir” diye konuştu. Şii inancında Mehdi’nin dönüşü son derece önemli. Mehdi’nin, 1141 yıl önce ortadan kaybolan 12’nci İmam olduğuna inanılıyor.

Şia inancına göre Kaybolan Mehdi; dini merkez olan Kum kentinde ortaya çıkacak

Samarra’dan gözlerden kaybolan Mehdi’nin, İran’ın Kum kentinde ortaya çıkması bekleniyor. İnanışa göre, Mehdi Kıyamet Günü’nden önce ortaya çıkıp dünyadaki bütün haksızlıkları yok edecek. Mehdi, yeryüzünde yedi, dokuz veya 19 yıl kalacak.

Bazılarına göre, Hıristiyanlık ve Siyonizmin zulmüne karşı koyulacak. Kum kentinde konuyla ilgili çalışmalar yapan Ayetullah İbrahim El Amini, Mehdi’nin, Hıristiyanlar ve Yahudiler’den İslam dinine geçmelerini isteyeceğini, bunu kabul etmezlerse öldürüleceklerini söylüyor.

Alıntı:
Ayetullah Humeyni'nin 1 Şubat 1979 günü Paris'ten Tahran'a gelişinden on gün sonra 11 Şubat 1979 tarihinde Pehlevi rejimi yıkılmış ve yerine 1 Nisan 1979 tarihinde İran İslam Cumhuriyeti ilan edilmiştir.

Daha sonra hazırlanan Anayasa halkoyuna sunularak kabul edilmiş ve 3 Aralık 1979 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 1989 yılında revize edilen İran Anayasasında, egemenliğin, yasama, yürütme ve yargı organları tarafından Dini Liderliğin gözetimi altında kullanılacağı ifade edilmektedir. Anayasaya göre, Cumhurbaşkanı yürütmenin başıdır. Ancak, iç ve dış politika önceliklerinin belirlenmesi ya da Silahlı Kuvvetlerin ve Emniyet Güçlerinin sevk ve idaresi Dini Lider’in yetkisindedir.

Dini Lider / Rehber (Veliyy-i Fakih)

Şii inancı uyarınca, On İkinci İmam olan Muhammed el-Mehdi şu anda gayıpta ve görünmezdir. Bilinmeyen bir tarihte Mehdi olarak geleceğine ve zulümlere son vererek adaleti tesis edeceğine inanılmaktadır. On İkinci İmam (İmam Zaman) dönünceye kadar topluma liderlik edecek birinin olması ve ona vekalet etmesi anlayışı üzerine, icra ve içtihad yetkisiyle Müslümanların önderliğini üstlenen Dini Rehber, İran'daki en üst makamdır.

Humeyni tarafından geliştirilen doktrinde, İslam'da din ve siyasetin ayrı olamayacağı belirtildiğinden, Dini Rehber sadece bir dini önder değil, aynı zamanda en yüksek siyasi otoritedir. Dini Rehber ömür boyu süreyle din adamlarından oluşan Uzmanlar Meclisi tarafından belirlenmektedir.

Humeyni’nin 3 Haziran 1989’da vefatının ardından Dini Lider olarak seçilen Ayetullah Seyyid Ali Hamaney bu görevini halihazırda sürdürmektedir.


http://www.millethaber.com/55172-Hamane ... aberi.html


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ayetullah Hamaney: "Mehdi Geliyor; Birleşelim..."
MesajGönderilme zamanı: 07.02.11, 14:06 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 10.11.09, 16:02
Mesajlar: 30
Şianın Mehdi a.s. hakkında hadis rivayetlerini içeren hangi hadis kitaplarıdır?

***

Humeyni'nin kurduğu bugünkü İran, Mehdi stratejisi üzerinden hareket ediyor ve daha da yetmiyor "İran İslâm Cumhuriyeti"nin Anayasası'nın anayasasının ilk maddesinde "Bu anayasa MEHDİ zuhur edinceye kadar geçerlidir." yazılıdır.

İran'ın Şia ideologları, her vesile ile Hz. Mehdinin emrinde yapacağımız "Evrensel Savaş" için hazırlanıyoruz ve bunun için yirmi milyon askerimiz var." demektedirler.


En son ahirzaman tarafından 07.02.11, 14:14 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ayetullah Hamaney: "Mehdi Geliyor; Birleşelim..."
MesajGönderilme zamanı: 07.02.11, 14:08 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 10.11.09, 16:02
Mesajlar: 30
Yakında 'Mehdi'nin geleceğini söyleyen İran'ın ruhani lideri Ayetullah Hamaney ne istedi? Aydınlar ne düşünüyor? İşte tüm gelişmeler...

19 Ağustos 2009


Resim

Yakında 'Mehdi'nin geleceğini söyleyen İran'ın ruhani lideri Ayetullah Hamaney, 'Türkiye de dahil tüm İslam ülkelerinin silahlı güçlerini birleştirerek hazırlanması' çağrısında bulundu.

Hamaney adına yapılan açıklamada, “Dürüst kuvvetlerimizi, Mehdi'nin gelişini engellemeye çalışmaya kalkabilecek ABD ve İsrail gibi ülkelere karşı eğitmeliyiz. İran silahlı kuvvetleri, Hamaney'e bağlıdır ve Mehdi'nin emirlerini yerine getirecektir” dendi

Hedef ABD ve İsrail

Sözkonusu çağrıyı Ayetullah Hamaney, Sözcüsü Ali Saidi aracılığıyla yaptı. El Arabiya Televizyonu’na göre, Ali Saidi, “Türkiye, Irak, Lübnan, Pakistan ve Afganistan, güçlerini birleştirip el Mehdi-el-Muntazar’ın dönüşü ve kökten değişikliklere hazırlıklı olmalıyız” dedi.

Ali Saidi, “Dürüst kuvvetlerimizi, Mehdi’nin gelişini engellemeye çalışmaya kalkabilecek ABD ve İsrail gibi ülkelere karşı eğitmeliyiz. İran silahlı kuvvetleri, Hamaney’e bağlıdır ve Mehdi’nin emirlerini yerine getirecektir. Ayetullah Hamaney, Mehdi’nin doğrudan temsilcisidir, ruhani lidere itaat etmek, Mehdi’ye itaat ve bağlı olmak anlamına gelir” diye konuştu.

Şii inancında Mehdi’nin dönüşü son derece önemli. Mehdi’nin, 1141 yıl önce ortadan kaybolan 12’nci İmam olduğuna inanılıyor.

Kum’da çıkacak

Samarra’dan gözlerden kaybolan Mehdi’nin, İran’ın Kum kentinde ortaya çıkması bekleniyor.

Buna göre, Mehdi, İran’ın Kum kentinde ortaya çıkacak. İnanışa göre, Mehdi Kıyamet Günü’nden önce ortaya çıkıp dünyadaki bütün haksızlıkları yok edecek. Mehdi, yeryüzünde yedi, dokuz veya 19 yıl kalacak.

Bazılarına göre, Hıristiyanlık ve Siyonizmin zulmüne karşı koyulacak. Kum kentinde konuyla ilgili çalışmalar yapan Ayetullah İbrahim El Amini, Mehdi’nin, Hıristiyanlar ve Yahudiler’den İslam dinine geçmelerini isteyeceğini, bunu kabul etmezlerse öldürüleceklerini söylüyor.

‘Hafife almamak lazım’

Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç, açıklamayı şöyle değerlendirdi: “İslam dünyası kendi içinde birleşmek istiyor. İran, 1979’dan bu yana ABD’ye karşı savaşarak, İslam dünyasının patronajlığına oynuyor ve kısmen de başarılı. 160-200 milyon arası olduğu düşünülen Şii nüfus üzerinde bir nüfuz kurdu. Bunu da mehdi ve mehdiliğe dayandırıyor. Türkiye’yi işin içine katıyor. Türkiye’nin Batı’nın yanında, İslam dünyasının karşısında olmasını istemiyor. İran Türkiye’yle, Türkiye İran’la karşı karşıya gelmek istemiyor. Bu iki ülkenin karşı karşıya gelmesi, ABD ve Batı’nın kontrol edemeyeceği boyutlara varır. Bölgemizdeki bütün güçlerin yeniden durum almasını gerektirir. Hamaney’in açıklamasını hafife almamak lazım.”

‘Ahmedinejad siyasallaştırdı’

İSLAMİ Deccal isimli kitabı yeni yayınlanan yazar Joel Richardson, “Mehdi inancı, daha çok Şii Müslümanlar arasında yaygındır, ancak İran’da Mahmud Ahmedinejad’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle siyasi bir anlam yüklenmeye başlandı” dedi. Nitekim, 2008’de Ahmedinejad, İran’ı İmam Mehdi’nin yönettiğini söylemiş, Mollalar Mehdi’nin siyasallaşmasına karşı çıkmıştı.Hatta bir Molla, “Allah korusun, Mehdi’nin hükümetin işlerini desteklediğini söylemek yanlıştır. İmam Mehdi, yüzde 20’lik enflasyonu ya da ülkemizdeki hataları desteklemez” demişti.

Mehdi, Deccal, Mesih nedir

Büyük Larousse Ansiklopedik Sözlüğü’nde mehdi, deccal ve mesih şöyle tarif ediliyor:

Mehdi: İslami inanca göre, kıyametten önce dünyada adaleti, dirlik ve düzenliği sağlamak için gizlendiği yerden çıkıp, dünyayı egemenliği altına alacağına inanılan kişi. Mehdilik, İslam’ın ilk yıllarından bu yana çeşitli İslami gruplara göre farklı inanışları da kapsıyor.

Deccal: Kıyametten az önce ortaya çıkacağına ve Hazreti İsa tarafından öldürüleceğine inanılan yalancı mesih. Hadislere göre Deccal, Mekke ve Medine dışında bütün dünyaya egemen olacak. 40 gün ya da 40 yıl saltanat sürdükten sonra, Filistin ya da Suriye’de, İsa ya da mehdi tarafından öldürülecek.

Mesih: Dinler tarihinde kusurlu ya da kötü olan düzene son verip, bir adalet ve mutluluk düzeni kuracağına inanılan tanrısal kişi. İbranilerin kutsal kitabı Eski Ahit’te, İsrailoğulları’nın kurtarıcısı ve Yehova’nın saltanatının kurucusu olarak anılıyor. Yeni Ahit metinlerinde ve Hıristiyan inancında ise, mesih, “Tanrı’nın oğlu”, düşmüş insanların günahlarını bağışlatacak İsa’dır. Mesih İslami inançta ise Hz. İsa’nın Kuran’da geçen lakabı ya da ikinci adı olarak kullanılır.

Radikal


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ayetullah Hamaney: "Mehdi Geliyor; Birleşelim..."
MesajGönderilme zamanı: 07.02.11, 14:46 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 30.12.08, 13:50
Mesajlar: 163
Şia'nın Mehdisi nasıl bir Mehdi,bir mübarek çıkıp anlatabilir mi???


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ayetullah Hamaney: "Mehdi Geliyor; Birleşelim..."
MesajGönderilme zamanı: 07.02.11, 17:47 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 06.07.10, 17:50
Mesajlar: 277
İslâmi kesimde kendilerine bir köşe tutumuş şu yazar-çizer takımı var ya, azizim bunlar bazen öyle halt yiyorlar ki insanın çıldırası geliyor ! Yaw, Mehdi Aleyhisselâmla Şia'nın nasıl birilliyet bağı olabilir ki, birisi tutmuş Şia Cumöhurbaşkanının açıklaması için "Hamaney’in açıklamasını hafife almamak lazım.” diyor ! Bunlar kafayı mı yemişler ne ?


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ayetullah Hamaney: "Mehdi Geliyor; Birleşelim..."
MesajGönderilme zamanı: 07.02.11, 23:49 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 10.11.09, 16:02
Mesajlar: 30
Kıyamet ve Mehdi Alametlerinden Kabe Baskını

Alıntı:
Mehdi çıkacağı yıl, insanlar hacca, başlarında bir emir bulunmadan gidecekler... Hep birlikte Beyt-i Şerif'i tavaf edecekler, sonra Mina'ya indiklerinde, köpekler gibi birbirine saldıracak, hacılar soyulacak, kanlar Akabe Cemresinin üzerine akacak. (Kıyamet Alametleri, s. 168-169)

İnsanlar başlarında bir imam bulunmaksızın hac ederler. Mina'ya indiklerinde etrafları, köpeklerin sarışı gibi sarılıp, kabilelerin birbirine girmesi ile büyük savaşlar olur. Öyle ki ayaklar kan gölü içinde kalır. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 35)


1979 Kabe Baskını Ve 16 Gün Süren Savaş

1979 Ramazanında Arabistan ın büyük kentlerinde dağıtılan bildiride Suudi rejimi eleştiriliyor devletin dini niteliğini kaybettiği belirtiliyor ülkede yeni bir İslami rejimin kurulmasının gerektiği anlatılıyordu. Bu bildirilerin Cuheyman el-Uteybi önderliğindeki radikal bir sünni gruba ait olduğu Mescid-i Haram'ın işgalinden çok sonraları anlaşıldı.

Tarihler 20 Kasım 1979'u gösteriyordu. Kabe'ye sabah namazı kılmaya gelen binlerce kişi namazın bittiği anda bir yandan "Allahuekber" seslerini bir yandan da havaya sıkılan kurşun seslerini duydu. Eylemciler mescid'in mikrofon sistemini ele geçirdi. Eylemcilerin lideri Cuheyman konuşmaya başladı. Yanında bulunan kayınbiraderi Muhammed el-Kahtani'nin İslam aleminin beklenen mehdisi olduğunu söylüyordu. Mehdiliği sağlam kanıtlara oturtmak için ilgili hadisleri detayıyla anlatıyordu.

Cuheyman Suudi rejiminin dini niteliğinin kalmadığını dolayısıyla Müslümanların rejime itaat etme yükümlülüklerinin kalmadığını söyledi. Ülkedeki kötü gidişatın önüne geçilmesi için hayatın her alanında şeriatin tekrar uygulanmaya başlamasının gerektiğini vurguladı.

Cuheyman bu konuşmasını yaparken adamları da işgalden önce mescidin alt katlarına sakladıkları silahları mescidin ilk katına çıkardılar. Silahlar eylemcilere dağıtıldı dış kapılar kapatıldı yüksek minarelere silahlı nöbetçiler yerleştirildi mevziler planlara göre hazırlandı. İçeriye giriş-çıkışlar yasaklandı.

İşgalcilerin Talepleri

Devrimcilerden bir tanesi mikrofonlar aracılığı ile isteklerini ilan ediyordu:

1. Batıdan ithal edilen kültür taklid ve değerlere son verilerek islamiyetin adaletli kültür ve değerlerinin yerleştirilmesi emperyalist batılı ülkelerle ilişkilerin kesilmesi.

2. Babadan oğula geçen kraliyet düzeninin yıkılarak İslam devletinin kurulması hain Suud ailesinin yargılanması ve halktan çaldıklarının geri verilmesi.

3. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen ülkeyi emperyalistler ve yabancı firmalara otlak yapan Kral Halid ve ailesinin kafirliklerinin ilan edilmesi.

4. İslam'a ve müslümanlara karşı düşmanca tutumu nedeniyle ABD'ye petrol ihracatının durdurulması ülkenin ihtiyaçlarına uygun olacak şekilde petrol üretiminin azaltılarak Milli Servetin heder edilmemesi...

5. Arap yarımadasını ellerine geçiren tüm yabancı askeri uzmanlar ve danışmanların yurt dışı edilmesi yabancı askeri üstlerin kaldırılması...

Taleplerin ilanından sonra Hacerül-Esved ile İbrahim makamı arasındaki bölümde Mehdi Kahtani'ye biat etme merasimi düzenlenir. Kahtani'nin eli öpülüp sonuna kadar itaat edileceği bildirilir.

Sabah namazına gelen binlerce sivile çıkmakta serbest oldukları söylenir. Çoğunluğu çıkar. yaklaşık 30 kişinin eylemcilerle kaldığı tahmin edilmektedir.

Suudi Hükümetinin Şaşkınlık Dönemi

İşgalden 3 saat sonra Mescid-i Haram çevresine gelen Suudi askerleri içeri girme denemelerinde yoğun ateşle karşılık görünce geri çekilirler.

İşgalin ilk günlerinde Suudi hükümeti tam bir şaşkınlık ve ne yapacağını bilememe durumu içindedir. İçeride rehine var mıdır varsa kimlerdir kaç kişilerdir? Eylemciler kimler ve kaç kişilerdir gibi hiç bir bilgiye ulaşamazlar

Kabe'yi kuşatan Kraliyet Muhafız Alayı mutaasıp asker ve subaylardan müteşekkildir. İnançlarından dolayı Mescid'de silahlı bir çatışmaya girmeyeceklerini beyan ederler. Suudi hükümeti bu dönemde tam bir şakınlık dönemindedir. Kabe'nin kan dökülerek alınmasının İslam aleminde yaratacağı olumsuz etkiden çekinmektedir.

Suudi kralı Halid hemen muhafızları teftişe gider. Kabe'nin Harici isyancılar tarafından işgal edildiğini görevlerinin Allahın Evi'nin temizlenmesi olduğunu görevlerini yapmazlarsa Pakistanlı paralı askerleri kullanacağını söyler. Bazı muhafızlar ikna olur olmayanlar ise tutuklanır.

1979 Kabe baskını yapan eylemcilerin sayısı en az 500 olarak tahmin ediliyor.

Eylemden önceki gecelerde büyük miktarda yiyecek malzemesi ilk yardım malzemesi ve cephane mescidi haram'ın alt katındaki mahzenlerde saklanıyor. Böylece eylemcilerin çok uzun süre dış destek almaksızın direniş yapabilmesi mümkün oluyor.


DÜNYADAN TEPKİLER

Eylemcilerin ve onlara dışarıdan destek verenlerin tam olarak anlaşılabilmesi için dört günün geçmesi gerekecektir. Bu olaydan birkaç ay evvel İran'da islam devrimi olmuştur. Kabe baskınını İran devrimi izinde gören oldukça fazla kişi vardır başlarda. Bunlardan biri Mısır devlet başkanı Enver Sedat'tır. Hedefi İran göstermiştir.

İran lideri Ayetullah Humeyni ise işgalden Amerika'yı sorumlu tutmaktadır. Humeyni "Büyük şeytan" Amerika'yı kutsal topraklardan çıkarmak için tüm dünya müslümanlarını cihata çağırmaktadır.

Suudi yetkililerin işgalciler için "hariciler" terimini kullanması Pakistan basınında yanlış anlaşılarak yabancılar anlamına gelen hariciler terimiyle Amerikalıların/İsraillilerin kasdedildiği şeklinde yorumlanır ve Humeyni'nin ifadesiyle örtüşür. Fas'dan malezya'ya kadar dünyadaki hemen tüm İslam ülkeleri ayağa kalkar ve Amerika-İsrail alyehinde gösteriler düzenlenir. İslamabad'daki binlerce kişinin gösterisi sırasında bir ABD askeri linç edilir diğeri ise yakılılarak öldürülür.

Türkiye'de ise Milli Talebe Birliği işgali "gerçekleştiren" siyonistleri kınayan basın açıklaması yapar. istanbul ve izmir'de kimi öğrenciler boykot yapar ABD ve İsrail bayrakları yakılır.


SUUDİ REJİMİ İLK ŞOKU ATLATTIKTAN SONRA

Suudi yönetimi ilk günlerdeki şoku atlattıktan sonra bazı önlemleri uygulamaya sokar:

1) Eylemcilerle bağlantısı olacağı şüphesiyle tüm üniversiteleri geçici olarak kapatıp binlerce yabancı müslüman öğrenciyi uçaklarla memleketlerine gönderirler.

2) Mısır El-Ehram Gazetesi'ne göre Mekke Medine ve Taif şehirlerinde sokağa çıkma yasağı konuldu.

3) Yabancı gazeteciler Mescid-i Haram'a yaklaştırılmadılar. Bu önlem kimilerine göre operasyonda kullanılacak Amerikalıları gözden gizlemek içindi.

4) Silahlı Kuvvetlerde seferberlik ilan edildi. İzinler kaldırıldı.

5) Kara ve deniz sınırlarında güvenlik artırıldı. Karayollarında zırhlı yelekli güvenlik kuvvetleri sık kontrol noktaları kurdu.

6) Yönetim aleyhinde yayınları kontrol amacıyla postanelerde denetim kuruldu.

HER İKİ TARAF DA KENDİ DURUMUNA UYGUN AYETLERİ TEMEL ALIYOR

Cuheyman ve grubu için Maide suresinin 97. ayeti kendi durumlarını tanımlamada uygundu:

"Allah Beyt-i Haram (Olan) Kabe'yi İnsanlar İçin Bir Kıyam Yeri (Ayaklanma Yeri) Kıldı..."

Diğer yandan Müslim referanslı bir hadis kendilerini motive ediyordu:

"Resullullah buyurdu ki: Karanlık bir gecenin parçaları gibi olan fitneler ortaya çıkmadan önce hayırlı ameller işlemede acele edin..."

Cuheyman'a göre zaman gelmişti.

Öte yandan Suudi rejimi Mescid'e operayon için devlete yakın İslam alimlerinden fetva almayı başardı. Fetvada kendilerini haklı gösteren ayet ve hadisler yer alıyordu örneğin:

"Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Siz birlik halinde iken size gelip de birliğinizi bozmak bütünlüğünüzü parçalamak isteyen biri olursa boynunu vurun." (Ebu Müslim)

Karşı tarafın da Ebu Müslim'in ilettiği bir diğer Hadisi kendisine dayanak yaptığına dikkat edin.

Görünen o ki her iki taraf da kendi çıkarına/hedefine uygun hadis ve ayetleri kırpıp almaktadır.

Suudi kraliyet tarafının elde ettiği fetvada başka hadis ve ayetler de kullanılmıştır. Bunlardan biri şuydu:

"Kim orada (Kabe'de) zulümle haktan sapmak isterse ona acı bir azap tattırırız." (Hac Suresi 25)

Askeri operayon için artık fetva alınmıştı. Operasyon safhasına geçmden önce Cuheyman el-Kuteybe'yi ve Mehdi ilan ettiği kayınbiraderi Muhammed Kahtani'yi geçmişlerini ideolojilerini biraz daha tanıyalım.

CUHEYMAN EL-UDEYBİ KİMDİ?

Cuheyman ve grubu kendilerini Yeni İhvancı olarak tanımlıyordu. Bu nedenle İhvancılığın ne olduğununa değinmekte fayda var.

Resim

İhvancılar 1920 li yıllarda Suudi Arabistan'ı kuran Vehhabilerin yerleşik düzene geçirttiği göçebe kavimlere deniyordu. Cihatcı/militarist bir güçtü. Bugün Suudi Arabisitan haritasına baktığınızda oldukça geniş yüzölçümü olduğunu farkedersiniz. İşte Suudi Arabistan'ın bu kadar genişlemesini sağlayan güçte İhvancılar adı verilen cihatçı sünni grubub rolü büyüktür. Suudi sınırları o dönemde İngiliz egemenliğinde bulunan Ürdün Irak Kuveyt sınırlarına varınca kral Suud İngilizlerle çatışmamak için cihata son verir. Ancak İhvancılar devam etmek isterler. Böylece Vehhabilerle İhvancıların arası bozulur. Vehhabiler İhavancıların varlığına son verir.

İşte Cuheyman eski İhvancı hareketin bu mirasını devralmştı. İhvanclığı yeniden canlandırmaya çalışıyordu. 1926'dan sonra Suudi yönetimi görece barışçıl politikalara dönmüştü. Cihatı bırakmıştı. petrolün çıkmasıyla batıyla ve ABD ile yakın ilişkilere girmişti. Kimi seküler kurum ve kuralları Suudi Arabistan'da uygulamaya başlamışlardı. Örneğin kadın ve erkek aynı işyerinde çalışabiliyordu. Alkol yasak olmasına rağmen üstünde sıkı bir denetim yapılmıyordu.

Cuheyman 18 yıl boyunca Kraliyet Muhafız Birlikleri'nde çalıştıktan sonra meşru görmediği devletin kurumunda çalışmak istemez ve ayrılır. Medine İslam Üniversitesi'nde öğrenim görmeye başlar. Hocalarının devlete bağlılığını aşırı bularak derslerden uzaklaşmaya başlar. Kendi risalelerini yazar. Arkadaşlarıyla alternatif dersler hazırlar. Devletin şeriatten çıktığını düşünmektedir.

Cuheyman'ın dedesi 1929 yılında Suud yönetimine karşı İhvancı saflarından çarpışırken öldürülmüştür. Şimdi torun Cuheyman da Suud yönetimine karşı savaşacaktır.

MEHDİ MUHAMMED KAHTANİ

Cuheyman'ın kayınbiraderi olan Muhammed Kahtani mehdi yani İslam alemini kurtaracak olan önder olarak tanıtılır. Kuran'da mehdilikle ilgili ayetler bulunmasa da konuyla ilgili hadislerin bulunduğu bilinmektedir.

Ebu Davud'un rivayet ettiği bir hadis şöyledir:

Dünya tek bir gün kalsa bile Allah Teala muhakkak o günü uzatır ve yüce Allah o günde benim neslimden yahut da Ehl-i Beyti'mden adı adıma babasının adı da babamın adına uygun olan (yani Abdullah oğlu Muhammed olan) kemal sahibi bir kimseyi gönderir buyurmuştur.

Cuheymanın kayınbiraderi Muhammed Kahtani bu tanıma uymaktadır. Onun da babasının adı Abdullah adı ise Muhammed'dir.

Bir diğer Ebu Davud hadisine göre mehdi Hacerül Esved ile İbrahim Makamı arasınaki alanda biatı (İslami itaat) kabul edecektir. Cuheyman bu hadise uygun şekilde davranarak kayınbiraderini Hacerül Esved ile İbrahim Makamı arasına koyarak yüzlerce militanının onun elini öperek biat ettiği bir töreni hayata geçirir.

Cuheyman hadislerin-ayetlerin anlamlarını esnetme veya mecazi anlam yükleyip farklı yorumlama yerine metni olduğu gibi alma eğiliminde idi. Örneğin İsrail'in elinden Kudüs'ü almanın yolunun tanklar toplar uçaklar değil bir hadise dayanarak mehdi döneminde ellerinde kılıçlar altlarından atlarla ahir zaman askerleri tarafından başarılacağına inandığını kendi yazdığı risalede belirtmektedir.

MESCİD-İ HARAM'A ASKERİ OPERASYON

Devlete yakın Suudi ulemasının fetvasını arkasına alan Suudi yönetimi biraz rahatlar. Fetva gereği önce işgalcilere süre verilip teslim olmaları isteniyor. Cuheyman bunu kabul etmiyor. Ardından askeri operasyon işgalin 6. günü başlar.

Önce kapıları tutan direnişçilere yoğun ateş ile uzaklaşmaları denenir. Kapılar iyi istihkam edildiği için bu başarılamaz. İsyancılardan Mescid'in minareleri yerleşen keskin nişancılar Suudi askerlerini avlamaya başlar.

Ardından ağır zırhlı araçlarla mescidin kapıları kırılarak içeri girilir. Bir yandan da helikopterlerden mescide indirme yapılır. İndirme sırasında gene çok sayıda Suudi askeri kaybedilir. Bu arada bazı helikopterler mesciddeki direnişçilerin üzerine bombalar atar. Mescidin zemin ve üst katlarından göğüs göğüse çarpışmalar sonucunda Suudi güçleri zemin katı ve üst katları ele geçirir.

Fransız timi GIGN'de doğrudan doğruya alt katlara girmeyi düşünmez. Bunun yerine alt katlara göz yaşartıcı gazlar verilir bu gazların etkisiyle kimi direnişçi teslim olur kimisi elinde silah ateş ederek dışarı çıkar ve vurulur. Ancak alt kat hala temizlenememiştir. Bu sefer alt katlara tonlarca su boşaltılır. Su iyice yükseldiğinde ise yüksek voltajlı elektrik verilir. 5 aralık 1979 günü Kabe işgalcilerden kurtarılmış olur.

Mehdi Muhammed Kahtani ölmüş Cuheyman ise sağ yakalanmıştır.

Bir Fransız gazetesinin haberi üzerine Fransız özel timinin Kabe'yi kurtardığı açığa çıkar.

Bilanço:

Operasyonda Suudi güçlerinden ölenlerin sayısı 127 isyancılardan ölenlerin sayısı 117 olarak açıklanmıştır. Hacılardan namaza gelenlerden ölenlerin sayısı 26'dır. Yüzlerce de yaralı vardır.

Yargılamalar sonucunda 63 kişi idama mahkum olur kafaları kesilerek infaz edilir.

***

21 Kasım 1979 günü Suud hükümetinin yayınladığı bir bildiride şu ifadelere yer veriliyordu:

“İslam dininden çıkan bir zümre 1 Muharrem 1400 günü sabah namazını fırsat bilerek beraberlerindeki silah ve mermilerle birlikte Kabe’ye sızdılar.”

Hemen ardından dışişleri bakanı Suud el-Faysal bu zümreyi aşırı ve deli diye tanımlayarak şöyle diyordu:

“Aşırılardan ve delilerden bir gurup…”

“Kabe baskını”nın, Cüheyman el-Uteybi liderliğinde bir gurup samimi ve ihlaslı Müslüman’ın bu kutsal beldeyi Suud rejiminin tahakkümünden kurtarma teşebbüsü olduğu görülecekti.

Hicri (1400) yılın ilk günü…Günlerden Salı…Sabah ışıkları henüz ortalığı aydınlatmaya başlamadan biraz önce…Kabe çevresindeki caddelerde duran arabalardan yolcular iniyordu. Yaklaşık 1000 kadar silahlı, Şeyh Muhammed b. Sebil’in imamlığında sabah namazının kılındığı Mescid-i Haram’a girdi. Biraz sonra Mescid-i haram ele geçirildiğinde bir gurup silahlının “Allahu Ekber” nidaları mescidi çınlatırken diğer bir gurup da mescidin kapılarını kapatıyor, Kabe’nin güvenliğinden sorumlu birlikleri tutukluyorlardı. Üçüncü bir gurup da Mekke semasına kuşbakışı hakim olan minarelere doğru yönelmişlerdi.

Kabe’nin dışında ise devrimci guruplar arka tarafı güvenlik altına alabilmek için Mekke içerisinde uzanan Ebu Kubays dağında mevzilendiler. Kabe çevresindeki evlerde de devrimciler bulunuyordu.

Bu arada Kabe’nin içerisinde bulunan çok sayıda gizli polis tabanca ve sopalardan ibaret hafif silahlarıyla devrimcilere karşı koydular. Devrimcilerin yoğun ateşi önünde kaçmak zorunda kaldılar.

Genelde devrimcilerin silahları otomatik silahlardan oluşuyordu. Ayrıca ağır makineliler, eski yapı tüfekler, tabanca ve hançerleri de vardı.

İstekleri şunlardı:

1-Batıdan ithal edilen kültür, taklit değerlere son verilerek İslamiyet’in adaletli kültür ve değerlerinin yerleştirilmesi, emperyalist batılı ülkelerle ilişkilerin kesilmesi.

2-Babadan oğla geçen kraliyet düzeninin yıkılarak İslam devletinin kurulması, Suud ailesinin yargılanması.

3-Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen, ülkeyi emperyalist ve yabancı firmalara otlak yapanların cezalandırılması.

4-İslam’a ve Müslümanlara karşı düşmanca tutumu nedeniyle ABD’ye petrol ihracatının durdurulması, ülkenin ihtiyaçlarına uygun olacak şekilde petrol üretiminin azaltılarak milli servetin heder edilmemesi…

5-Arap yarım adasını ellerine geçiren tüm yabancı askeri uzmanlar ve danışmanların yurt dışı edilmesi, yabancı askeri üslerin kaldırılması…

Hükümet 21 kasım 1979’da yayınladığı ilk bildiride, devrimcileri “İslamiyet’ten çıkmış bir zümre” diye nitelendiriyor ve “olay, siyasi içerikten uzaktır.” diye açıklama yapıyorlardı.

Ancak; Washington Post gazetesinde şöyle geçiyordu:

“Mescid-i Haram’a silahlı saldırı, Suud hükümeti ve iktidara doğrudan bir meydan okuma sayılır. Olayı, güvenliğin hakim olmasıyla sona erecek bir vaka şeklinde değerlendirmek çok büyük bir yanlışlıktır.”

Kabe baskını Suud yönetimi için çok şiddetli idi. Yetkililerin kalplerine korku yaymış, şimşekler çakmıştı. Kurtulamayacakları bir çıkmaza girmişlerdi. Olayın tamamıyla gün ışığına çıkmasının ardından yönetim yıkılmaya yüz tutan Suud tahtının korunması için seferberlik ilan ederek ülke tarihinde ilk defa bazı önlemler alıyordu.

1-Polis ve askerler silahtan arındırıldı ve silah depoları kapatıldı.

2-Bakanlıklar ve Cidde’deki Amerika Birleşik Devletleri büyük elçiliğinin korumaları yoğunlaştırıldı.

3-Yönetim aleyhinde afişlerin dağıtılması korkusu ile postaya denetleme konuldu.

4-Bütün yollar muhafız birliklerince kontrol altına alındı.

5-Mekke, Medine ve Taif’de sokağa çıkma yasağı uygulandı.

6-Silah kaçakçılığını önlemek için kara ve deniz sınırlarında güvenlik artırıldı.

7-İki hafta içerisinde ülkedeki çok sayıda yabancı sınır dışı edildi.

8-Öğrencilerin devrimcilere katılmaması için bazı okullar kapatıldı.

9-Basın mensuplarının inkılapçılarla temas kurmasını yasaklayan hükümet, etraftaki Amerikan askeri araçlarını görmemeleri ve gizli kapaklı haberleri yaymamaları için basın mensuplarını Mescid-i Haram’a dahi yaklaştırmadı.

10-Bütün iç ve dış telefon bağlantıları kesildi.

11-Ordu birlikleri, Milli Muhafız Alayı, İç güvenlik kuvvetleri ve istihbarat teşkilatında tam seferberlik ilan edildi. Piyadeler ve zırhlı kuvvetler, kentlerin girişlerine ve bakanlıklara yığıldılar. Hava alanları kapatıldı.

Suud makamları Mescid-i Haram çevresindeki bölgelerden halkı boşalttılar. Bölgeye büyük çapta güvenlik kuvvetleri yönelerek, Kabe etrafındaki bölgelerde mevzilendiler. Aynı anda, eylemcilerin yerlerini ve mevzilerini tespit etmek üzere Kabe üzerinde uçuşan birkaç tane helikopterle resimler çekmeye başladılar. Daha sonra Suud rejiminin isteği üzerine gelen Amerikan birlikleri ile daha önce hiç kullanılmamış uçaklar getirildi. Uçaklarda kimyasal silahlar bulunuyordu. Devrimciler bu uçaklardan iki tanesini düşürdüler ancak atılan zehirli gaz bombaları bir çoğunu şehit, bir çoğunu kör ve sağır, bir kısmını da felç etti. Bu nedenle ikinci kata inmek zorunda kaldılar. Ama zehirli gazlar her tarafı sarmıştı. İnkılapçılar o ana kadar üç bin askeri vurmuşlardı. Suud rejimi Amerikan birliklerinden yardım istedi. 3000 Amerikan komandosu Suud komandoları kıyafetine bürünerek Mekke’ye girdi. Aynı anda Ürdünlü komandolarda yardıma ulaşmış ve ordudan getirilen 30.000 askerle büyük bir güç oluşturulmuştu. Bu kuvvet karşısında devrimciler zor durumda kaldılar. Askerler tanklardan açılan ateşlerin ve ağır silahların etkisiyle dış duvarlarda açtığı aralıklardan ilerlemeye başladılar. Mescid-i Haram meydanlığına zehirli gaz sıktılar bunun üzerine devrimciler bodrumlara inmek zorunda kaldılar. Zehirli sular ve yanan lastiklerden çıkan zehirli dumanların bulundukları odalara kadar sızmasına rağmen teslim olmayınca bu kuvvetler oksijenli ve yakıcı gazlara başvurdular. Ve bunun sonunda 400’den fazla devrimci yandı.

Kabe’deki bu savaş 22 gün devam etti. Suud rejimi çok sayıda kayıplar verdi.

Devrimcilerin tutuklanmasından sonra iğrenç işkenceler başlamıştı. Vücutlarında yaralar açılıyor, elleri, ayakları ve parmakları kesiliyordu Yemek verilmiyordu. İşkence, eziyet, kan, susuzluk, açlık ve yanık izleri bariz bir şekilde yüzlerinde görülüyordu.

Yapılan gizli ve hızlı yargılamadan sonra 180 kişi, hiçbir ilan yapılmadan gizlice idam edildiler. Bunu 8 ilde yapılan 63 kişilik bir kafile izledi.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ayetullah Hamaney: "Mehdi Geliyor; Birleşelim..."
MesajGönderilme zamanı: 07.02.11, 23:52 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 10.11.09, 16:02
Mesajlar: 30
Tam 30 yıl oldu Kabe baskını esrarını hâlâ muhafaza ediyor

Murat Bardakçı


01.12.2009

Resim

İSLAM dünyasının kurban bayramını kutladığı ve haccın tamamlandığı şu günlerde, Mekke'de yaşanan ve İslam tarihinin en kanlı olaylarından olan bir baskının 30. yıldönümü olduğu gözlerden kaçtı, belki de hatırlanması istenmedi.
Bundan tam 30 sene önce kalabalık ve silâhlı bir grup Kabe'yi basmış, Harem-i Şerif haftalarca işgal altında kalmış, çatışmalarda yüzlerce kişi hayatını kaybetmiş ve baskın çok kanlı bir şekilde, hem de Fransız antiterör birlikleri kullanılarak sona erdirilebilmişti. Ama, aradan geçen bu kadar seneye rağmen Kabe baskınının sebepleri hiçbir zaman resmî olarak açıklanmadı, ayrıntıları tam olarak öğrenilemedi.
Herşey, 1979'un 20 Kasım sabahı başladı. Kabe'ye sabah namazını kılmaya gelenler bir anda "Allahuekber" nidaları ve silâh sesleri işittiler.
Baskıncıların Kabe'deki ses sistemini ele geçirmelerinden hemen sonra, liderleri mikrofonun başına geçti. "Mehdî'nin geldiğini" söyledi, Suudi rejimini şeriatı terketmekle suçladı, yanında bulunan kayınbiraderi Muhammed el Kâhtânî isimli genci "Mehdî" olarak tanıttı ve Mehdî'ye biat edilmesini istedi.

DAĞLAR DA İŞGAL EDİLDİ

Liderin ismi, Cuheyman ibn Muhammed ibn Seyf el Oteybî idi. Baskının hazırlıkları çok önceden başlamış, Kabe'nin altında bulunan eski devirlerden kalma yüzlerce metrelik dehlizlere aylar boyunca gizlice silâh, mühimmat ve yiyecek depolanmış, dehlizlerin şehre giden uzantıları, meselâ Ecyad Kalesi'ne uzanan yeraltı yolları da tutulmuş ve baskından sonra güvenlik kuvvetlerinin Haremi-Şerif'e girmeleri imkânsız hale getirilmişti.
Minarelere çıkan baskıncılar, Kabe'yi çeviren Suudi askerlerin her hareketini görebiliyor ve alınan her tedbire kurşunla karşılık veriyorlardı. Birliklerin avluya girebilmelerini bir tarafa bırakın, Harem-i Şerife yaklaşmaları bile mümkün değildi. Kabe'nin arka tarafına hâkim olan Ebu Kubays Dağı da baskıncıların elindeydi, yani Kabe tamamen işgal altındaydı.

KABE'DEKİ HRİSTİYANLAR

Olup bitenleri kendi başlarına halledemeyeceklerini farkeden Suudi yönetimi, Pakistan'dan destek istedi ama Mekke'ye sevkedilen Pakistan askerleri de hiçbirşey yapamadılar. Bunun üzerine, Fransa'dan antiterör birlikleri talep edildi. Ama, gayrimüslimlerin Mekke'ye girmeleri dinen yasaktı. Yasak, Mekke Kadısı Bin Bas'ın verdiği bir fetva ile halledildi, Fransız askerlere Mekke'ye varmalarından önce kâğıda yazılmış Kelime-i Şehadet okutuldu, böylece güya Müslüman oldukları kabul edildi ve Mekke'ye getirilerek Kabe'nin etrafına yerleştirildiler.
Baskın, işte bu Fransız birlikleri tarafından ama akla zor gelecek bir şekilde sona erdirildi: O günlerde Mekke'nin su şebekesi yenileniyor ve şehrin her tarafına geniş borular döşeniyordu. Su şebekesinin planları değiştirildi, borular Kabe'ye ve Harem'i Şerifin altındaki dehlizlere uzatıldı, sonra içeriye tonlarca metreküp su basıldı, suya elektrik verildi ve antiterör timlerine suda yüzmeye başlayan cesedleri toplamak kaldı.
Suudiler, baskının lideri Cuheyman el Oteybî ile birkaç adamını sağ olarak ele geçirdiler ve Bin Bas'ın fetvası ile taksit taksit doğradılar. Önce kollan, sonra ayakları ve en nihayet kafaları kesildi ve iki hafta devam eden baskın böylece şeklen son bulmuş oldu.
Ama, 1979'un 20 Kasım'ında başlayan olayın sebepleri ve ardında kimlerin bulunduğu hiçbir zaman resmen açıklanmadı. Sonraları, işin içerisinde bazı Suudi prenslerinin de yeraldığı, ama zamanın kralı Halid'in prensleri cezalandırmaktan çekindiği ve bazılarını sadece sürgüne göndermekle yetindiği öğrenildi, hepsi bu kadar...
Kabe'de 1979 senesinin Kasım'ı ile Aralık'ında yaşananların üzerindeki esrar perdesi hâlâ örtülü duruyor ve aralanacağı günü bekliyor.

Resim

Kaynak: http://www.haberturk.com/HTYazi.aspx?ID=6132


Alıntı:
Juhayman’s Sins
Nasser Al-Huzeimi: My story with the so-called Mahdi



By Khaled Al-Mushawah

Published: Saturday 21 November 2009 Updated: Sunday 22 November 2009

Thirty years later, Juhayman’s movement still leaves Saudi and Middle Eastern communities in a state of shock. Accordingly, many have linked modern extremist movements to Juhayman’s thought, while on the other hand many believe that Juhayman was but a man with a naive perception of the state. The Majalla has held an interview with Nasser Al Huezzeimi, the man who refused to pledge allegiance to Al Mahdi and refrained from storming the Holy Mosque.

Nasser Al-Huzeimi is a thinker who was witnessed the rise of Juhayman Al-Otaibi, and even approached him from within his group to the extent that he came to define the smallest details of his personality and mentality. He watched closely the establishment stages of the Salafist movement, and knew everything that went on in their secret meetings, in addition to how Juhayman became the leader of the group. Hence, what Al-Huzeimi reveals about the initiation of the group, its establishment and the idea of salvation, may not be known to many. Al-Huzeimi says that Juhayman avoided other groups like the Muslim Brotherhood and Al Jamaat Al Tablighia (Conveying Groups). He also sheds light on Juhayman's relationship with Sheikh Ibn Baaz and Sheikh Al-Albani, his shift from public to secret activities and how the idea of storming the Holy Mosque (Al-Haram) came to mind. Al-Huzeimi also highlights the nature of the Saudi society at the time of Juhayman the impact of the economic situation.

The aforementioned assumption was not endorsed by social studies, but we note that Juhayman grew up in an urbanized area of the desert called Sager. Sager was one of the settlements of the Brotherhood that were established under the rule of King Abdul Aziz for housing nomads. These settlements were a center for teaching nomads religious sciences. Later on, Sager got involved in a battle against King Abdul Aziz in Sabala, and accordingly Juhayman was affected by the conflict, since Juhayman's father, Muhammed ben Saif had migrated to Sager earlier and thus involving Juhayman in the first generation of settlers.

However, Juhayman remained loyal to his tribe and Sager was just a place to live in. He never forgot that he belonged to the desert all throughout growing up. He was more a nomad than an urbanized person.

The Majalla: Was there a relationship between the urbanized desert area to which Juhayman belonged in Sager and the Brotherhood?

I was introduced to a lot of Ikhwanis by Juhayman in the 1970s who participated in robberies, which were of course of old. They told us in their meetings tales of the Brotherhood, Jihad and miracles of Ikhwanis during Jihad. They considered these tales as the second stage of Salaf tales including the conquests of Sahaba (Prophet Muhammed's companions) and the like. These tales were noticeable in their culture and deeply rooted in their mentality.

The Majalla: Did these tales affect their subconscious?

Yes, certainly these tales had a direct effect on them. Even in Juhayman's later acts and stances, we noticed that he took into consideration incidents that had happened to the Brotherhood earlier. For instance, when Juhayman was wanted by the Saudi security forces around 1398 A.H., he justified his escape and refusal to surrender himself based on his fear of meeting the same destiny faced by Ikhwanis before, like Sultan Bin Bijad and many others.

The Majalla: Juhayman worked in the National Guard, and joined the Islamic University. When did he start thinking of establishing the "Salafist Group”?

He founded the Salafist group by the year 1965 A.D. He was oscillating between Al Jamaat Al Tablighia and groups of almost semi-nomadic people from the old Ikhwanis who were still alive. He started his activities before 1965 A.D. After 1965, six men met together, the most prominent of them were Nasser ben Hussain, Sulaiman ben Shteiwi, Saad al-Tamimi and Juhayman Otaibi. They all agreed to establish the Salafist Group. Nearly two of them belonged to Al Jamaat Al Tablighia, one of whom, Suleiman Shteiwi, was a salafist who received learning at the feet of Sheikh Nasser Aldin Al-Albani and the other was Juhayman. Juhayman was still oscillating between the Salafist movement and Tablighi group. As we know, the Al Jamaat Al Tablighia do not focus on Tahweed (monotheism). This group rather focuses its preaching on renunciation, good manners and fair exhortation without any clashes with the authorities. The six men agreed. I only remember four of them because I forgot the names of two of them. But one of them might have died before he joined the group and the other one was excluded because he was a member in the Muslim Brotherhood. He wanted to deviate from the Salafist course of preaching and adopt the approach of Muslim Brotherhood. In brief, this group went to Sheikh Abdul Aziz ben Baaz who was then in Medina. They met him and told him that they wanted to establish a preaching group that would tread in the footsteps of the righteous predecessors, fight heresies in religion, and judge by the Holy Quran and the Prophet's Sunna.

Sheikh Abdul Aziz ben Baaz asked them about the name of this group and they answered him that they chose the name, "Salafist group".

He told them as long as they relied in their exhortation on God, they would call their group "God-Trusting Salafist Group". Thus, the group adopted that name from that time on. The name meant that the group expected to get rewarded by God alone for their actions. And so the group was publicly launched as an Islamic preaching group. The group's first headquarters was a house in the area of El-Hora El-Sharqyia, which Shaykh Ibn Baaz rented for them. It was a large house with a place for giving lectures and lessons (a courtyard), in addition to many other rooms. Sheikh Abdul Aziz bin Baaz and some Sheikhs (religious leaders) from Medina attended these lessons, including Sheikh Abu Bakr El-Gaziaary. And so the group became one of the Salafist groups devoted solely to God. Its arguments were based entirely on the doctrine of the righteous predecessors and Sahih Hadiths (trusted sayings of the Prophet which have an authentic line of narrators up to the Prophet and free from anomalies or defects). They advocated a pure form of monotheism, and fought all kinds of heresies in religion. The group had its own Shura Council (consultative council), which would meet and discuss things in private without the knowledge of Bin Baaz and the other sheikhs.

The Majlla: How did Sheikh Muhammad Nasiruddin al-Albani influence the path of the group? Did he play a role in choosing the group's path?

The Salafist trend suggested by Sheikh Albani became an essential part of the Salafist concept of the group. It is a concept based on the rejection of sectarianism, the upholding of the right sayings of The Prophet, and the purification of the Sunnah (the sayings and living habits of The Prophet) from weak and wrong Hadiths. Thus, the right Salafi ideology and the Salafi way of understanding monotheism became the substantial equivalent which the group was compelled to embrace. Their concept of monotheism and faith was taken from the books of Salafist religious scholars, particularly those of Sheikh Muhammad bin Abdul Wahhab, Shaykh Ibn Taymiyah, and Sheikh Ibn al-Qayyim. Their rejection of sectarianism and weak Hadiths, was probably taken from the writings of Sheikh Mohammed Nasser al-Albani, and his disciples. Hence, the group's concept of Salafism was based on a combination of the concepts of those two schools of thought.

The Majalla: The group started as a public group. When did they start their secret activities and begin recruiting followers?

The group started as a public group, because its rationale was based on reminding people of true Islam. At that time there was no prohibition, or any law that prevented the formation of any kind of Islamic groups, as long as theses groups did not affect the important issues of monotheism or form a threat to national security. As a result, there were various Islamic groups, as well as preachers who were known to be affiliated with the Muslim Brotherhood and the Salafist Group. Any underground work by the group was done on a very limited scale, such as meetings of the Shura Council.

The Majalla: How had these secret meetings evolved in the phase of mobilizing followers, especially at the end of 1970s? And how come there were a large number of young people from various parts of the Kingdom among the group's followers?

The group began with a small number of followers. Most of them were students at the Islamic University and scientific institutes. However, the group started to grow. Instead of having a single house in El-Hora El-Sharqyia, the group now had a second house: that of the Muslim Brotherhood in Mecca. Some of the members of the Muslim Brotherhood were living at that second house. They were mostly students at the Institute of Holy Mosque in Mecca. After that the Muslim Brotherhood house in Riyadh was founded. I remember that the justification for the establishment of the houses was to further expand the group. This was before 1398 A.H. The Muslim Brotherhood's first house was founded in Riyadh, and then they established a second house in Manfuha beside Alroehl mosque. A third house was established in Al-Qanam Street. To my knowledge, the Muslim Brotherhood now had three houses in Riyadh, one in Jeddah, and one in Taif. But the group continued to grow. It now had various supporters. Some of them even considered themselves as part of the Salafist Group, while others were devoted supporters. Also, at that time, by 1398 A.H/1979 A.D, the group managed to attract "many people", particularly from Al Jamaat Al Tablighia (Conveying Groups)

The Majalla: But when did those large numbers of followers start to join the group?

This happened after 1398 A.H/1979 A.D, following the first arrest conducted against the group. A false report was submitted to the authorities claiming that the group had an arsenal of weapons. Nevertheless, the State confirmed that the report was vexatious and untruthful.

The Majalla: Was it easy to join the group? Were there any kind of restrictions that prevented anyone from becoming a member?

The group had none of the restrictions found in other groups. It did not adopt the method of hierarchical ordering. To join the group, one only needed to be a scholar or a seeker of knowledge, and to obey its leader - Juhayman at that time. These were mostly the qualifications needed to join the group. But after Juhayman became wanted by the security authorities, the group became more careful in choosing the elements wishing to join it. Anyone from outside could join the group, but could not have access to many of the secrets of the group, such as the publications that were printed in Kuwait. Not many members in the group knew how these publications were printed, how they were smuggled in and out, or how Juhayman was contacted. Many of them did not know how to contact Juhayman, and who represented the linkage between them and Juhayman, and so on.

The Majalla: You said there were four founders. What was the status of the group from its beginning until Juhayman became the leader? What were his distinguishing qualities?

At the beginning Juhayman was not the leader of the group, yet the group went through several phases. At first Juhayman was on good terms with the four founders and the Shura Council, such as Ahmed Hassan al-Moallem and Sheikh Adil Mazrui and they all agreed on certain issues. But what happened was that Juhayman was the real leader of the group, although this was not declared, he was the most visible one of the four. He led the group in Hajj (pilgrimage to ). He drove his car to attend Zikr sessions (sessions of spiritual rites), which made him very popular. As soon as it was known that he was in the city, everybody started asking about him. On the contrary, no one for example, asked about Solomon El-Shetiwe, Saad Al-Tamimi, or Nasser Bin Hussein, everyone asked about Juhayman. After a period Juhayman took control of the group, in the sense that he began to put the group in difficult situations that often led to its being reprimanded or its preachers receiving negative comments on their speeches.

The Majalla: Is it possible to say that Juhayman had a tendency from the very beginning to become the leader of the group?

Yes, of course. Juhayman was the informal leader. He sought to become the actual leader. He named himself the leader of the group, took leadership of the group and, he very well deserved to be so. He always made initiatives, moved a lot, and devoted all his time to the group, unlike, for example, the remaining three founders mentioned earlier. These three were teachers and had little time to spend in preaching for Islam. At that time, people only had a holiday on Friday, and the only spare time they had was during summer vacation. This highlights the difference between a man who devoted himself to the cause during the entire year, and a group of people who were busy doing their job.

The Majalla: The first clash between the Salafist group and security forces occurred in 1398 A.H. What was the nature of this clash, and how did it happen?

Actually, there was no clash, but a series of arrests that included the group's prominent figures in all places, and then Juhayman fled.

The Majalla: What was the cause of the arrests?

It was a vexatious report, and we heard at the time that the man who wrote it was reprimanded because he mentioned that this group had stores full of weapons.

The Majalla: Let's move on to the main idea that was adopted by Juhayman for his movement, and that is the seizure of the Holy Mosque in Mecca. Who was the source of this idea at the beginning? And how did the idea of seizing the Holy Mosque occur to the Salafist group?

The case of entering the Holy Mosque in Mecca is originally linked to the expected Mahdi issue. They entered the Mosque because they had a scenario for the course of the group, after swearing allegiance to Mohammed Abdullah Al-Mahdi (Muhammad Abdullah Al Qahtani).

They adopted the scenario from the apocalyptic books of Dissentions and Signs of Doomsday. This scenario states that "The man swears allegiance at the corner of the Mosque, and this man performs a sit-in there and then an army comes from Tabuk only to be destroyed. Then this man comes out of the Holy Mosque, travels to Medina and fights the Antichrist.”

Later on, he leaves Medina and travels to Palestine and fights the Jews there and kills them. Jesus Christ then comes back to break the cross and kill the swine. Afterwards, they will go to Syria and pray at the Umayyad Mosque and then Doomsday will occur.

This is the scenario of the group according to the books of Dissentions and Signs of Doomsday.

But three days later, it became clear that Al-Mahdi was killed in the Holy Mosque. Juhayman also refused to believe that Mahdi was killed, and refused to declare that Mahdi was killed. He forced the group to deny his killing, boycotted them and poured his wrath on those who said Mahdi was killed.

He also said that Mahdi could not be killed, but he was only surrounded at the Holy Mosque and would eventually come out. Of course this was an illogical vision, and almost occurred to them because of their obsession with the idea of salvation through the Mahdi.

The Majalla: We can say that the group was primarily obsessed, controlled and motivated by a metaphysical idea of salvation, non-existant in reality but was derived from books of dissentions, legends and metaphysical thoughts. They tried to translate these thoughts into reality, didn't they?

This is an accurate diagnosis and in fact true because this group originally did not have a project for an Islamic state, as we find in groups such as the Muslim Brotherhood or the Liberation Party. This group had the issue of Mahdi rooted in their mentalities; they followed the doctrine that reiterates that the nation's salvation would be through Al-Mahdi, not by establishing a state.

The Majalla: You were not among those who entered the Holy Mosque in Mecca although you were with the Salafist group?

Six months before the incident of storming in the Holy Mosque and swearing allegiance to Mahdi, the group split; one group was not convinced that Mohammed Abdullah Al-Qahtani was the Mahdi and did not also believe in carrying arms inside the Holy Mosque, and I was among this group which was not convinced of entering the Mosque.

The Majalla: This means that the idea emerged 6 months before storming the Holy mosque?

The idea of Mohammed Abdullah Al-Qahtani was discussed one year before breaking into the Holy Mosque. It was based on the belief of some that Mohammed Abdullah Al-Qahtani was the expected Mahdi, because his name was Mohammed Abdullah Al Qahtani, it matched the characteristics mentioned in the religious texts. The texts say that his name and his father's name must match those of Prophet Muhamed (PBUH). He also had a short nose and a tight forehead and was a descendant of the Prophet's family. Based on these features, it was said that Mohammed Abdullah Al-Qahtani was the Mahdi. Things continued like this and 6 months before their breaking into the Holy Mosque a rebellion happened. As a result, we announced that we did not believe in the Mahdi cause.

The Majalla: Speaking about the Islamic groups and movements, you mentioned earlier in your speech that there was a man from the Muslim Brotherhood who withdrew from founding this group. What is the relationship between the Salafist group and other Islamic movements like the Muslim Brotherhood, the Jamaat Al Tablighia and Islamic movements?

In his letter "Removing the Confusion", Juhayman tried to diagnose his attitude towards these groups, and found it relatively naïve. He opposed the Muslim Brotherhood because of their interest in politics, and blamed the missionary group because of their lack of interest in preaching for monotheism. The same goes for their vision of other groups.

They criticize the Muslim Brotherhood for keeping a low-profile but the truth is that their secrecy is almost the same as that of the Salafist Group.

The Majalla: After this analysis, was Juhayman a rebellious personality, a religious utopian or was he both?

Juhayman almost had the two qualities, the rebellious and the utopian character. Juhayman acted with a retaliatory vision, influenced by what had happened to the Brotherhood in Sebla. By the way, he often repeated that the Muslim Brotherhood members who were at Sebla were wrongfully killed and considered them martyrs. This was his vision and he often repeated it. So I believe that Juhayman developed the revolutionary and revengeful attitude earlier, but he needed a legitimate reason for the group to accept it.

The Majalla: But what was the attitude of Juhayman towards the society he lived in, and towards the state? Did he accuse it of apostasy, did he cope with it, or did he live isolated?

Of course Juhayman did not reconcile with his society for several reasons: his character was originally nomadic; society in general was moving towards civilization while the nomadic character of Juhayman opposed this aspect. Moreover, Juhayman saw that this society was showing signs that Doomsday was looming. Juhayman believed that dissentions overwhelmed the whole society. Juhayman specified the types of seditions in the Letter of Dissention and Signs of Doomsday: banknotes which resemble photos, television, etc. These dissentions were widespread and accordingly he developed a negative attitude towards this issue both at the levels of society and state. In addition, Juhayman opposed working for the government and believed a governmental job would prevent you from saying the truth. He believed that as long as one took a salary from the state, one wouldn't not be able confront it with the truth.

The Majalla: Is it possible to say that Juhayman was an intellectual extension of the nomadic group of Brothers in God's Obedience? Or did he follow a different path?

Juhayman was almost an intellectual extension of this group, with some additions. If you read the literature of the Muslim Brotherhood in cases of monotheism and faith, you will find it the same literature of the group of Brothers in God's obedience, but with the addition of new issues. These issues included the Prophet's traditions, and repudiating sectarianism.

The Majalla: Some people try to link Juhayman’s movement and modern extremist groups that have emerged recently along with Jihadist tides. They also say that Juhayman’s movement paved the way for these recent movements.

In general, we can not say that recent groups are an extension of Juhayman’s thought for several reasons. The most important one is that Juhayman's thought is based on spiritual salvation and does not have a project for establishing a state. If you look at Juhayman's letters, you will find him talking about the Mahdi establishment of the state of justice, but where are the details?

There are not any, unlike the case of current groups such as al Qaeda, they talk about establishing a state and the stages they would go through. They create chaos to force the other side to recognize their right to establish a state.

However, they do not have a project for this state. I do not believe that the current groups, especially the jihadist or extremist ones are similar to the Juhayman group. I always say that Juhayman's influence on the groups that followed him was a temporary one.

The Majalla: After arresting and killing Juhayman, are there any people who still believe in the idea of salvation? Or did it end with the demise of Juhayman?

The idea of salvation in general had ended as soon as Al-Mahdi was assassinated. But some people are fanatic in their belief in Mahdi. Two of them were with us in the group and until now we mock them because they believed Mahdi was not killed but managed to escape and lives in the mountains of Yemen. But this talk has become naive, especially after the incident at the Holy Mosque.

The Majalla: What do you think of the incident of attacking the Holy Mosque?

There was a global rejection of this incident because it happened in the most sacred place for Muslims. The incident occurred in the sacred month of Muharram, in the sacred city of Mecca, and resulted in the shedding of Muslim blood.

The incident was so hideous that everyone condemned it. Even most of the Islamic sects refused these acts. No Islamic group issued a statement to support the attack against the Holy Mosque.

http://www.majalla.com/en/interview/article10940.ece

http://en.wikipedia.org/wiki/People_cla ... supporters

http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/6313433.stm




Alıntı:
The Dream That Became A Nightmare

Juhayman al-Otaibi


Published: Saturday 21 November 2009 Updated: Sunday 22 November 2009

The story of Juhayman, in many ways begins with the action that led to his death – the Seige of Mecca. Understanding what took place in 1979 however would be incomplete with out a review of what drove this man to instigate an event that many claim would impact Saudi society for years to come.

The place: The courtyard of the Holy Mosque in Mecca. The time: the dawn of the first of Muharram 1400 A.H, 20 November 1979. The scene: Thousands of worshippers entering the Mosque, as they usually did every day, to perform the morning prayers, in one of the holiest spots on Earth. Dozens of mourners carrying coffins of the dead on their shoulders. Both the worshippers and the guards of the Mosque were overwhelmed by such a large number of dead people. But they thought nothing about it. They were accustomed to seeing coffins at the Holy Mosque. Many of those living near Mecca wished for the large number of worshipers at the Mosque to pray for their loved ones. However, this time there was something different.

The coffins were filled with firearms and ammunition, which the (God Trusting Salafist Group), led by Juhayman al-Otaibi, had prepared for this day. Juhayman al-Otaibi and his brother- in- law, Mohammed bin Abdullah Al-Qahtani, who claimed to be the Mahdi, stood before the worshipers in the Holy Mosque and announced to the people the news of the Mahdi, his flight from the "enemies of Allah". They told the people that he was ready to receive their pledge of allegiance between Hijr Ismael (a place at the Holy Mosque) and the Maqam (the stone in which Ibrahim stood while he was building the Kaaba) under the shadow of the Kaaba.

Juhayman was not babbling. He was not insane. He was seeking to achieve his dream of leadership, which Qahtani, had told him he would achieve. He told Juhayman so when he confided in him that he had seen in his dreams that he, Qahtani, was the Mahdi! And that he will liberate the Arabian Peninsula and the whole world from evil-doers.

Juhayman was obsessed with the idea of salvation when he decided to pledge allegiance to Qahtani at Hijr Ismael (a place at the Holy Mosque). He recalled some of the sayings of the Muslim prophet that confirmed that the siege will not last more than three days, and that the army which they will be fighting will come from Tabuk (a province in north western Saudi Arabia). But God will order the earth to swallow up the attacking army and a number of miracles will occur confirming that Mohammed al-Qahtani is really the Mahdi. Consequentially, millions of people would start pouring into Mecca to pledge allegiance to the Mahdi.

Juhayman was so enraptured with these thoughts that he made every possible effort to turn this illusion into reality. He was determined to do so even of it meant facing the whole world. In front of this Juhaymani determination the Saudi security forces had nothing to do except besiege the Holy Mosque, which Juhayman and his followers seized, for seventeen days. This was not what Juhayman and his followers had expected. They though that their mission would be an easy one. That only three days would pass before their leader's promise was fulfilled. The earth would swallow the security forces.

But three days passed without anything happening to the security forces. No harm was done to them, and they were not swallowed by the earth. Juhayman and his followers fell into despair. They lost all of hope. And, after Qahtani killed himself, any dreams they might have had, started to vanish. Juhayman did not find a way to control his followers except by threatening to kill anyone who thought of disobeying him or even mentioning the death of the Mahdi. Juhayman could not bear the thought of losing his dream.

He started spreading rumours that the Mahdi was trapped in the (basement), and that he would come out soon. But as they say, "a lie never lasts". It quickly became clear to everyone that Juhayman was lying. He lost control over his followers and did not know what to do. In the end, he surrendered with what remained of his followers in the basement of the Holy Mosque, after abandoning their posts at the top of the Mosque's minarets. The Saudi television broadcast was interrupted, and Nayef bin Abdul Aziz appeared on the screen. His face showed signs of fatigue accompanied by a hint of gladness. He announced that the basement of the Holy Mosque had been purified of all rebellious elements, drawing the curtain at the most difficult stages in the modern history of Saudi Arabia.

The handful of perpetrators who profaned the sanctity of the ancient house were tried. King Khalid bin Abdul Aziz issued order No. 4207 / 2 stipulating the execution of the arrested members of Juhayman's gang who were involved in the seizure of the Holy Mosque. His orders included carrying out their execution in a number of different provinces, to make an example of them. On the same day 63 of those involved in the attack were executed: 15 in Mecca, 7 in Medina, 10 in Riyadh, 7 in Dammam, 7 in Buraidah, 5 in Hail, 7 Abha, 5 Tabuk. Juhayman was one of those who received a death sentence. He was executed on 9 January 1980.

Juhaymen’s death closed the file of the first incident of religious extremism in Saudi Arabia led by the infamous Juhayman. He never expected his fate to end this way. Juhayman, who was born in 1936, and was known as Abu Mohammed, began his career as an ordinary employee at the Saudi National Guard for eighteen years. He stayed in his post from 1955 to 1973, until he finally left the army.

He then moved to Medina, where he studied at the Islamic University and met with Muhammad ibn Abdullah Al-Qahtani, his future brother in-law. Juhayman's life went through a dramatic change after he met with Al-Qahtani. He started spreading their shared ideas in some small mosques in Medina. These ideas of salvation were positively received by some people. The group founded by Juhayman started to grow, until its members grew to the thousands.

The Sheikh Abdul Aziz bin Baz's gave his blessings for the foundation of the group in mid 1960s. The group at first was centrally controlled by a council that consisted of Nasser Bin Hussein, Suleiman Bin Shteiwi, Saad Tamimi, and Juhayman Al-Otaibi. But Juhayman's devoutness to preaching, the internal power that he felt, and his aspiriation for leadership, made him become the driving force of the group. He considered the massage of the group to be his own personal message. He believed that he alone had the right to be its leader. So he did not hesitate to drive his car to roam the villages in the eastern parts of Medina, preaching his message.

Being obsessed with the idea of leadership, he suddenly transformed by anger. It was then, in 1978, that Juhayman and the members of the group were wanted, for the first time, by the Saudi authorities. Their contentious talk about revenging the Sebla brothers had become problematic. In the meantime, he was working on releasing several letters, and most importantly "the seven letters". These letters were concerned with principality, allegiance, obedience, exposing how the rulers of the Islamic world deceived scholars and common people - the later was a letter that he wrote defending the brothers who were in the army of the founder King - and lifting the confusion. These letters were printed in Kuwait. The leftist Kuwaiti magazine "Taleaa" issued a cheap edition of the books of Juhayman, which were smuggled across the northern border of the Kingdom by his followers, who disguised themselves as shepherds and hid the books under dry bread.

Many, to this date, doubt that Juhayman had the intellectual capacity to write those infamous letters. But with his execution, his secrets were buried with him. What remains on Juhaymen is the memory of the event he created, and the impact that still endures in Saudi Society.

http://www.majalla.com/en/profile/article10978.ece




Alıntı:
The End of Jihad

30 Years After the Siege of Mecca


By Jean-Pierre Filiu
Published: Saturday 21 November 2009 Updated: Sunday 22 November 2009

Thirty Years after the attacks on Mecca, Professor Jean Pierre Filiu, traces the evolution of this tactic. Highlighting the rise of nationalist and revolutionary jihad, Filiu illustrates how modern attempts of jihad are demonstrative of a crisis within Al-Qaida. More importantly, it highlights the hallow call of jihad, or the inevitable failure of this tactic to promote global revolution.

November 20, 1979, is the first day of muharram, or the first month of 1400 according to the Islamic calendar. It is also the day the siege of Mecca took place. The fifteenth century of Islam opened with a sacrilege of such magnitude that its impact took time to dawn upon observers and believers alike. On this day, the collective prayer in Mecca haram was disrupted by some two hundred gunmen, who pledged allegiance to Muhammad al-Qahtani, a self-proclaimed Mahdi. This extraordinary pledge was purportedly based on a classical hadith, whereby the Mahdi would appear at the end of time, between Abraham’s station (maqam) and one of the Kaaba’s corner (rukn). Juhayman al-Utaybi, Qahtani’s brother-in-law, led the insurgents and justified his doomsday jihad by the urge to “purify” Islam. He began with its holiest site.

The siege lasted two weeks, resulted in hundreds of casualties and ruined part of the sanctuary. The Saudi public and the Muslim world watched in horror as Utaybi’s followers turned Mecca’s compound into a battlefield. The rebels, holed up in their apocalyptic creed and loaded with ammunitions became completely isolated and their revolutionary pamphlets stirred only shock and disbelief. Their messianic uprising was so incredible that many conspiracy theories started to float, and radical demonstrators even stormed the US Embassy in Pakistan, pretending this was all an American “plot”. Qahtani was killed, but Utaybi survived, only to be executed with dozens of insurgents, a few weeks later. Revolutionary jihad consequently came to be identified in Saudi Arabia with sacrilege and the Sunni community considered any invocation of the Mahdi with utmost suspicion.

While Utaybi’s message ended with his death, a new front opened for jihad in the East: the Soviet army invaded Afghanistan on December 27, 1979, and the resistance rallied under the banner of jihad against foreign occupation, putting aside ethnic and linguistic differences. This Afghan jihad was the last of a long series of anti-colonial insurgencies against European domination. Others also led by charismatic figures included Abdelkader in Algeria (1832-1847), Shamil in the Caucasus (1834-1859) and Umar al-Mukhtar in Libya (1911-1931). The Afghans fought to liberate their country and, in nearly ten years of anti-Soviet struggle, they never exported their violence outside of the Afghan borders.

The Afghan mujahideen requested their fellow Muslims to support their nationalist uprising politically and materially, but they needed many more weapons than volunteers since the anti-Soviet fighters were numerous. Nevertheless, two former militants of the Muslim Brotherhood, the Jordanian Abdallah Azzam and the Saudi Usama Bin Laden, established, the Services Bureau in Pakistan an international network to channel Arab funds and recruits to the anti-Soviet jihad. The operation was launched at a very low key and developed only in 1986-87. Thousands of Arab militants were welcomed in training camps in Western Pakistan, but only hundreds of them crossed the border to actually fight in Afghanistan, where their contribution to the liberation of the country was negligible.

Azzam respected the Afghan freedom struggle, while Bin Laden planned to organize independent Arab units of jihadi militants. He radicalized this vision under the influence of Ayman al-Zawahiri and the militants from the Egyptian Islamic Jihad (EIJ): the liberation of Muslim lands from foreign occupation was only one dimension of an all-out jihad, whose ambition was to topple the Muslim regimes, branded as “apostates”. This accusation of apostasy, or takfir, alienated this group from the rest of the militants and was central in the clandestine founding of Al-Qaida (“the Base”, in Arabic), in August 1988. All the members of Al-Qaida had to pledge personal and absolute allegiance to Bin Laden. Azzam had no place in this grand design and he was killed in a booby-trapped bombing in November 1989.

Competing Jihads

At the beginning of the nineties, the stage was set for a renewed era of competition between revolutionary jihad and nationalist jihad. The nascent Al-Qaida played on both sides to promote its original agenda of global jihad. The “Afghan” veterans were back in the Arab world and while their military credentials were often debatable, their political prestige was impressive. In Algeria and Egypt, they weighed in favor of the escalation of the revolutionary campaign of jihadi terror against the regime and its supporters. Al-Qaida tried to take advantage of these civil wars, but the Algerian Islamic Armed Group (GIA) rejected any foreign interference, even from fellow jihadis. Likewise, the Egyptian activists of the Gamaa islamiyya admitted their defeat in 1997 by suspending their violent campaign.

Frustrated with revolutionary jihad, Al-Qaida tried to hijack nationalist struggles for its own benefit. The jihadi volunteers that traveled to Bosnia after the dismantling of Yugoslavia in 1992, where they were contained by the regular Bosnian army and eventually expelled in the fall of 1995. After 1996 Al-Qaida was more successful in monitoring the training of the Pakistani guerrillas that were smuggled into Kashmir to fight the Indian forces. However, they were also successful in eliminating the local supporters of Kashmiri independence. In the same spirit, the Arab fighters that went to Chechnya helped the radical Shamil Basaiev against the nationalist trend. Their offensive against neighboring Daghestan, in August 1999, gave to the Red army the justification for coming into Chechnya and crushing the independent republic.

At the time, Al-Qaida was still a codename, used only by insiders, but in February 1998 global jihad went public when Bin Laden and Zawahiri announced the launching of the “World Islamic Front for Jihad against the Jews and the Crusaders.” In their manifesto, they urged any Muslim individual, anywhere in the world, to strike anytime at any American or any American ally, without distinction between civilian and military targets. This global jihad was clearly a modern invention, contradicting fourteen centuries of Islamic practice and tradition: jihad had generally been a collective duty. Only through a consensus of the ulama and the religious leaders could individual jihad be considered legitimate, and only in very specific and limited circumstances. Al-Qaida’s free-for-all interpretation of jihad was without precedent, it cut the historical link between jihad and a community to be mobilized or a territory to be defended. Both Bin Laden and Zawahiri lacked any dogmatic credentials to substantiate such an innovation.

Al-Qaida could flourish in Afghanistan under the protection of Mullah Umar’s “Islamic emirate”. A new generation of jihadi volunteers flocked to training camps, this time not to fight an invading army on a specific territory, but to export subversion globally. Al-Qaida’s encompassing vision could articulate the regional agendas of its most vibrant partners, like the Islamic Movement of Uzbekistan (IMU) in Central Asia or the Jemaa Islamiyya (JI) in South East Asia. The Taliban trusted their Arab allies in the international arena letting them implement violent provocations and effectively turning their whole territory into a full-fledged “Jihadistan”, dedicated to the promotion of global jihad.

The attacks on New York and Washington, on September 11, 2001, were planned to trigger a wave of revolutionary jihad all over the Muslim world, while Al-Qaida was betting on American reprisals against Afghanistan and hoping the US would be defeated on that battlefield like the late USSR. Bin Laden’s strategic gamble collapsed with the quick demise of the Taliban regime and with the general outrage against the 9/11 attacks. So Al-Qaida, increasingly isolated, went underground to prepare its own terror campaign against Saudi Arabia. Launched in May 2003, this series of bombings generated a backlash against the jihadi ideology and most of the activist networks were dismantled in less than two years.

The Crisis of Global Jihad

It took the US invasion of Iraq in 2003, for Al-Qaida to reconstitute some of its potential, collaborating with the nationalist insurgency. But the local guerrillas resented Zarqawi’s use of Iraq as a platform to export terror in the neighboring countries, like in Amman in November 2005. So tensions escalated and the national jihadis ultimately expelled Al-Qaida from its stronghold in the Western province of Anbar, in 2007. The defeat of Bin Laden’s followers, not by the US army, but by Sunni guerrillas, was a devastating blow for the global jihad and sent shockwaves all over the Muslim world, weakening Al-Qaida’s prestige and franchises.

This showdown between global and national jihad reached new rhetorical heights when Al-Qaida, frustrated with the absence from Lebanon and Palestine, started a propaganda campaign against Hezbollah and Hamas. It accused them of having “sold” their land and their cause to Israel by accepting ceasefires or elections. It urged Hamas to establish an “Islamic emirate” in Gaza, but Bin Laden’s sympathizers were crushed by Hamas forces. Al-Qaida repeatedly used sectarian slanders to attack the Shi’a guerrillas in Lebanon, without reaching a breakthrough on the ground. Global jihad turned increasingly virtual and relied heavily on Internet, while national jihad was deeply pushing its militant roots.

So Al-Qaida, unable to sustain a revolutionary jihad in Saudi Arabia, also failed to divert national jihad in the Middle East. The crisis of the global jihad was worsened when even the most radical of the jihadi scholars withdrew their support from Al-Qaida (including one of its founding members, the Egyptian “Doctor Fadel”, or Sayyid Imam al-Sharif). Bin Laden and his followers were portrayed as having “betrayed” the core values of Islam. They reacted by stressing the privilege of the jihadi fighters, even those with no religious background, to decide what is right and wrong in Islam. Al-Qaida is promoting a new cult, transferring the theological legitimacy from the ulama to the militants. This escalation of symbolic violence matches the fact that the overwhelming majority of Al-Qaida’s victims are Muslims.

Bin Laden, faced with this growing problem, looked more positively on Utaybi’s revolutionary jihad. But Al-Qaida continues to adhere to its global agenda and does not follow any doomsday countdown. The sacrilege of Mecca has neutralized most of the messianic energies in the Sunni world. The situation is totally different in the Shi’a world, where the longing for the Mahdi, or Hidden Imam, has strong political undertones. Moqtada Sadr, an Iraqi cleric aged only 30, but son and grand-nephew of two “martyred” ayatollahs, played on this dimension when launching his “Mahdi’s army” in 2003. The “sadrist” movement combined military jihad and political maneuvers, while a more clear-cut doomsday militia, “The Supporters of the Imam Mahdi”, developed in Southern Iraq. Their uprising was crushed in the holy city of Najaf, in January 2007, and the outrage was comparable in the Shi’a world to the shock caused in the whole umma, in November 1979, by the storming of the Kaaba.

Utaybi’s Hallow Call

Thirty years after the bloodbath in Mecca, Utaybi’s call for arms rings no echo. Revolutionary jihad has failed everywhere in the Muslim world or, like in Somalia, has engineered endless cycles of civil war. The jihadi scene is therefore dominated by national jihad, especially in the cases of Hamas and Hezbollah, but their confrontation with Israel has made them more popular outside than inside their own territories. Ethno-national jihad is also the name of the game for militant guerrillas fighting for Muslim minorities, as in Thailand or in Philippines, but the lack of unified leadership is weakening their position. In all these crises, the need to convert the military records into political achievements is the main challenge faced by nationalist jihad.

During the past three decades, news headlines have been focusing on the violent dimension of jihad, ignoring the growing popularity of the non-military version of jihad. International campaigns against poverty, illiteracy or pandemics have been launched under the banner of jihad, for instance through the Organization of Islamic Conference. The increased empowerment of civil society led to other initiatives of socially-conscious jihad. While Al-Qaida is drifting away from Islam and promoting its own cult, this grass-root evolution is a welcome reminder that jihad is not necessarily violent and that it is a comprehensive endeavor to fulfill the Prophet’s message.



Professor at Paris Institute of Political Studies (Sciences Po) and was visiting professor at Georgetown University. The French History Convention awarded its main prize to his “Apocalypse in Islam,” to be published in English by the University of California Press.

http://www.majalla.com/en/cover_story/article10926.ece



Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ayetullah Hamaney: "Mehdi Geliyor; Birleşelim..."
MesajGönderilme zamanı: 10.02.11, 23:33 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 10.11.09, 16:02
Mesajlar: 30
Alıntı:
Mustafa Özcan

Yeni Akit 2010-01-25

Fantastik mehdiler


Mehdi meselesi hadisler yoluyla subut bulmuştur. Hatta kimi Şii uleması Kur’an-ı Kerim’de bu meseleye dolaylı atıflar olduğunu ileri sürüyorlar. Sıfat ve umumiyet nevinden elbette her şey söylemek mümkün. Lakin Mesih meselesinde olduğu gibi mesele çok boyutlu ve onun ötesinde müteşabihat arasındadır ve tayinde yanılma payı vardır. Ancak gerçeği, tahakkukundan sonra yakinen bilinebilir. Aksi takdirde, yanılma payı mümkün ve belki de yüksektir. Günümüzde kimileri ya Mehdi’nin sözcüsü gibi davranıyor ya da bizzat Mehdi imiş gibi pozlar ve tavırlar içine giriyorlar. Dolayısıyla günümüzde bolca iddia makamında kendinden menkul mehdiler bulunuyor. Mehdiliklerini, zorlama ve tevil yoluyla doğrudan veya dolaylı olarak ilan ediyorlar. ‘İstim veya icraatlarım arkadan gelir’ diye kendilerine teselli veriyor ve de işin hakikatini sulandırıyorlar. Maalesef bu iddia makamında olan zevat zihinlerin bulanmasına ve toplumsal kargaşaya neden oluyorlar. Halbuki, Mehdi’nin belki de birinci vazifesi kargaşaya son vermektir. Mehdi anlayışında iki tarz vardır. Bu tarzlardan birisi Sünni diğeri de bid’i anlayıştır. Sünnete uygun anlayışa göre Mehdi portresi salih bir kuldur ve onun ötesinde insanların da tensibiyle birlikte ıslaha yönelir ve muslih olur. Salih insan insanların kendisini ataması yani otorite olmasıyla birlikte zulüm ve mezalimi ortadan kaldırmaya çalışır ve İslam dünyasının perişan ve dağınık halini toparlar. Belki bu anlamda Kudüs’ün fatihi olur. Bir de buna mukabil bid’i ve batini Mehdi tasavvuru ve anlayışı vardır ki sünnetullahı tatil eden ve aklı örten bir anlayıştır. Bu batini Mehdi tasavvurları aynı zamanda fantastik mehdi anlayışlarına tekabül etmektedir. Zira sünnetullahı aşarak aklın sınırlarının da dışına çıkmış olur.
¥
Bu veya çakma Mehdilik anlayışında tekellüf, zorlama ve kurgulama vardır. Ve bu halleriyle söz konusu Mehdi taslakları ve adayları toplumun zihnini bulandırır ve kargaşaya neden olur. Bu yönüyle de, Mehdi’nin zıddını çağrıştırır. Nasıl iddia makamındaki Mesih’ler anti Mesih veya Deccal ise sahte veya isabetsiz mehdiler de İmam Rabbani’nin bahsettiği ve uyardığı Mehdicilik hastalığının tezahürleridir. Bu ruşeni veya batini Mehdiler, İmam Rabbani döneminde de epey velveleye neden olmuşlardır. İslam tarihindeki en büyük sapma çığırlarından birisini Mehdicilik çığırları ve cereyanları oluşturmaktadır. Bu hakikatine mani olmasa bile ihtiyata davet eden bir haldir. Son sıralarda kimileri Mehdi adına hoyratça konuşurken kimilerine de bizzat kendi mehdiliklerine işaret etmektedirler. Bu bağlamda, İsmail Çetin Hoca kimilerinin Ayetullah Humeyni’nin mehdiliğine inandıklarını, lakin yanıldıklarını ve isabet kaydedemediklerini söyler. Zaten Ayetullah Humeyni hakkında Mehdi yakıştırması veya tasavvuru bizzat temsil ettiği anlayışa terstir zira onların benimsedikleri Mehdi, Hasan Askeri’nin oğludur. Son sıralarda Mehdilik meselesi Türkiye’de de gündemi meşgul ediyor. Bu bağlamda, ‘el Kaide unsurlarına karşı’ polis operasyonlarında müteferrik gruplara baskınlar yapıldı ve bazı tutuklamalar gerçekleştirildi. Bu tutuklamaların ardından, Kanal D gibi kimi kanallar tutuklananlardan en azından bazılarının Bin Ladin’i Mehdi telakki ettikleri yönünde bir habere yer verdi. Bizzat Bin Ladin’in böyle bir iddiaya sahiplik ettiğini bilmiyoruz. Kanal D’nin söz ettiği gruplar gerçekten de buna inanıyorlar mı? Bunu da, bilmiyoruz. Lakin böyle bir durum varsa bile bu ancak ‘şeyh uçmaz müridi uçurur’ çerçevesinde olmalıdır.
¥
Bu hastalık sadece bize mahsus değil elbet. İddialara göre, 2004 yılında Sa’de vilayetinde Yemen kolluk güçleriyle çarpışırken vefat eden Hüseyin Husi hakkında da taraftarları Mehdi olduğunu ileri sürüyorlar. Zeydiler, İsna Aşeri olmadıklarından onlara göre Mehdi elbette ki on ikinci imam değildir. Bundan dolayı yani onların anlayışına göre, Ehl-i beyt mensuplarından birisi pekala Mehdi adayı olabilir. Lakin ölmüş birisinin geri geleceği inancı olan ricat ilk Şii ayaklanmalarından sonra vefat eden bazı kimseler için de gündeme getirilmişti. Gerçekten de kimi Husiler buna inanıyorlarsa, demektir ki onlar tarihin izini sildiği yanlışlara yeniden geri dönmüş oluyorlar. Yemen yönetimi, Husilerin geleneksel imamet kurumunu ihya etmek istediklerini ileri sürüyor. Kimileri de -belki düşmanları da olabilir- Husilerin, Hüseyin Husi’nin mehdiliğine inandıklarını söylüyor. Gerçekten de bu bir yakıştırma değilse vahim bir durumla karşı karşıyayız demektir. Benzeri iddialarla iltisaklı olarak anılan Türkiye’deki bazı zümreler de İsrail’den gelen misafirlerine Süleyman Mabedini birlikte inşa etme teklifinde bulunuyor. Bütün bunların çaresi, aslında İslam’ın safi kaynağına dönmek ve dünyevi rekabetten olduğu gibi uhrevi rekabet ve çekişmelerden de kaçınmak ve dini Allah için halis kılmaktır. Yoksa kurgu ve zorlama ile çıktığımız yolun sonu hayal ettiğimiz noktaya varmayacak, aksine cadde-i kübranın dışındaki tali yollardan birisi haline gelerek; bizi hakiki yolumuzdan da saptıracak ve koparacaktır.




Mustafa Özcan - Yeni Akit 2009-11-22


Sahte Mehdi’nin ölümü


1979 yılı yani hicri 1400 yılı düğüm yıllardan birisiydi. Kissinger'e göre, 11 Şubat tarihi itibarıyla İran devrimine sahne olması açısından 1979 yılı, 21'inci yüzyılın başlangıcını teşkil etmiştir. O yılın çok mühim olayları arasında Mehdilik adına Kabe baskını ile Enver Sedat'ın Menahem Begin ile yapmış olduğu Camp David anlaşması ve Mısır'ın 'barış' yoluyla Arap camiasından çekilmesi ve saf dışı edilmesi de var. Kissinger'in ifadesiyle, 'Ortadoğu'da Mısır'sız savaş ve Suriye'siz barış olmaz'. Mısır'ın saf değiştirmesiyle birlikte Arap alemi askeri ve siyasi açıdan pasifize edilmiştir. Bugün Mısır, Camp David sürecinin zehirli atmosferini solumaktadır. Camp David merasiminin yapıldığı günü hatırlayan Butros Gali adeta havanın bu merasime isyan ettiğini ifade etmektedir.

20 Kasım 1979 sabahı başlayan veya hicri 1400 yılının ilk günü başlatılan Kabe baskını üzerinden yaklaşık 30 yıl geçti ve hicri yıl itibarıyla da 31'inci yılına giriyor. Bu münasebetle Al Arabiya Kanalına olayın hem sanık ve hem tanıklarından olan Nasır Huzeymi bazı değerlendirmelerde bulunmuş. Olaylar olduğunda ben de 17 yaşında idim ve öncesinde İran Devrimi'ne Suriye'de tanık olmuştum. Zaten devrimin yaşandığı gün olan 11 Şubat'ta da yeni bir yaşıma yani 17 yaşıma basmıştım. Ardından aynı yıl hacca gittim ve Kabe olaylarına dolaylı da olsa tanık oldum zira Cidde'de idim. Olağanüstü tedbirler sayesinde Kabe'nin basıldığını fiili olarak hissetmiş olduk. Cidde'den Medine'ye giderken yolda Hicaz halkının olayla ilgili hararetli bir biçimde değerlendirmelerine tanık oldum. Gazeteler ve zaten her şey olaydan bahsediyordu. 1979 yılının sonlarına doğru da Amman üzerinden Camp David sürecini yaşayan Kahire'ye geçtim. Böylece 1979 yılına damgasını vuran iki tarihi olaya kıyısından veya köşesinden tanıklık etmiş olduk. Kabe baskını gerçekten de ürkütücüydü ve geride küf kokulu etkiler bıraktı. Hadisenin kahramanı olan ve yakalandıktan sonraki fotoğrafıyla birlikte akıllarda yer eden Cüheyman Uteybi eniştesi Muhammed Abdullah Kahtani'nin Mehdi olduğunu ileri sürüyor ve onun adına bir davet başlatıyordu. 1400 hicri yılı başlangıcı münasebetiyle bir kıyamla birlikte Kabe'den dünyayı ona biata davet ediyordu. Ve akabinde olaylar dramatik bir biçimde gelişti.

Büyük kıyama ve Mehdi'nin hurucuna hazırlık olarak tabutlarla birlikte Kabe içine silah sızdırırlar. Ve tabutların içinde cenaze olduğunu ve bunların namazlarının Kabe'de kılınacağını söylerler. Böylece Kabe muhafızlarını iğfal ederler. Akabinde tabutlardaki silahları çıkararak bir taraftan Kabe'nin kapılarını kapatmaya yeltenirler diğer taraftan da buna mani olmak isteyen muhafızlar üzerine ateş açarlar. Zemzem kuyusu etrafında ve minarelerde mevzilenirler ve minarelerden Kabe'ye operasyon yapmak ve içerideki 'Mehdi' taraftarlarını temizlemek için harekete geçen askerler üzerine ateş açarlar. Operasyonun seyri hususunda değişik rivayetler vardır. Kabe içindeki operasyon şüphesiz zor olmuştur. Zira içeride kalan cemaat rehine durumuna düşmüştür ve dışarıdan müdahale de Kabe'ye zarar verme ihtimali taşımaktadır. Kabe içindeki müsademeden sonra bilinen ve beklenen akıbet gerçekleşir ve Mehdi-i Muntazar yani beklenen Mehdi şeklinde takdim edilen Muhammed Abdullah Kahtani ve arkadaşları öldürülür. Canlı olarak ele geçirilen hısımı Cüheyman Uteybi diğer ele geçirilenlerle birlikte bilahare idam edilir. Böylece, Kabe tarihindeki bir başka üzücü fasıl daha kapanır. Grup kendilerine İhvan demektedirler. İhvan zaman zaman Muhammed Bin Abdulvehhab'ın taraftarlarına denmektedir ve Suud devletinin kurulması sırasında da çeşitli gaileler çıkarmışlar ve civar bölge Irak'taki Şiileri tenkil etme arzusu nedeniyle İbni's Suud ile çatışmışlardır. Modern araç gereçlere karşı olmaları da İbni's Suud'la bir başka çatışma nedenidir. Elbette ki bunların Mısır Müslüman Kardeşler hareketiyle bir irtibatı yoktur.

Mehdi taraftarı huruçcular veya kıyamcılarla işbirliğine girdiğinden dolayı 7 yıl hapiste yatan Nasır Huzeymi bu yıllar boyunca kendisini ve fikirlerini gözden geçiriyor. Geriye dönüp baktığında ve geçmişi elediğinde içinde bulunduğu grubun aşırı bir selefi akımı olduğunu hatırlıyor. En bariz özelliklerinin ve vasıflarının da körü körüne itaat olduğunu ifade etmektedir. Kaide ile bu Mehdici zümre arasında ilişki olup olmadığına dair sorulara ise şöyle karşılık veriyor: "Doğrudan bağlantı yok. Lakin aynı kaynaktan besleniyorlar. Cüheyman grubunun el Kaide'nin fikir öncüsü ve ebesi olduğunu rahatlıkla söylenebilir..." Ebu'l Hasan en Nedevi'nin İmam Rabbani'nin hayatıyla ilgili kaleme almış olduğu eserde de ifade ettiği gibi Mehdicilik tarihteki önemli düşünce veya inanç hastalıklarından birisidir. Meselenin hastalıklı yönü dailik yönüdür. Tekellüflü yön burasıdır ve sakimini sıhhatli yönünden ayıran tarafı da burasıdır. İnşallah bu sakim yönler ve benzeri olaylar meselenin sahih özüne engel ve güzel özlemlerin tahakkukuna mani değildir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Sahte Mehdi’nin ölümü / Mustafa Özcan
MesajGönderilme zamanı: 15.02.11, 21:45 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 10.11.09, 16:02
Mesajlar: 30
Mustafa ÖZCAN

Mehdi ve Mesih'in temsilcileri


Mim Kemal Öke’ye göre Ahmedinejad ve Bush aynı kalibreden liderler. Ortak özelliklerinden birisi irrasyonalist olmaları. Timothy Garton Ash gibi kimi Batılı yazarlar da Ahmedinejad için ‘yarı deli’ ifadesini kullanıyorlar. Deli olmadığı kesin olmakla birlikte pek rasyonalist olmadığı da bir gerçek. Rafsancani ile katıldığı ikinci tur seçimlerin arefesinde veya seçim kampanyasında Ayetullah Ahmet Cenneti gibi taraftarları bu seçimin Amerika ile Mehdi arasında geçeceğini ileri sürmüşlerdi. Cenneti, ‘Bu seçimlerde Mehdi, Amerika’ya karşı’ demişti. Ayetullah Cenneti, ‘12’inci İmam Mehdi’nin ABD’ye karşı olduğunu ve seçmenlerden sandık başlarına bu şuurla gitmelerini istemişti. Seçim günü sandık başlarında ‘Kahrolsun Amerika’ diye haykırmalarını da talep etmişti. Cenneti seçimleri yönlendirici konuşmasında şöyle söylemişti: “Ben kendim ve İmam Humeyni ve şu anki Rehber Ali Hamaney ve 12’inci İmam Mehdi-i Muntazar seçmenlerden sandık başlarına gittiklerinde ‘Kahrolsun Amerika’ diye haykırmalarını istiyor...”

Cumhurbaşkanı Ahmedinejad da çeşitli münasebetlerde Mehdi meselesine temas etmiş ve İran devriminin asıl görevinin Mehdi’nin zuhuruna zemin hazırlamak olduğunu söylemişti. Cuma hatiplerinin önünde yaptığı bir konuşmasında aynen şunları söyleyecektir: “Görevimiz Mehdi’ye zemin hazırlamaktan ibarettir. Devrimimizin en önemli görevlerinden birisi de Mehdi’nin zuhurunun yolunu hazırlamaktır...”

Şii düşünceye göre 12’inci İmam olan Mehdi-i Muntazar miladi 941 yılından beri gaybubet-i kübra halinde bulunuyor. Ve kıyamete yakın da zulümle dolan dünyayı adalete gark etmek için geri dönecektir. İran devrimi de bunu kolaylaştırmayı ve çabuklaştırmayı amaçlıyor. 17 Haziran 2005 seçimlerinden sonra Ağustos ayında iktidarı devralan Nejad sık sık Mehdi meselesine atıfta ve vurguda bulunuyor. Eylül ayında da BM Genel Kurulunda yapmış olduğu konuşmasında benzeri temalarda bulunmuştu. BM’deki konuşmasından sonra İran’a dönüşünde şöyle sözler sarf edecektir; “Gruplardan birisi bana şunu söyledi: Allah adına konuşmaya başladığımda benim etrafımda ve konuşma salonunda bir nur halesi ve halkası görmüş (The Sunday Times, West battles to pull Iran’s leader back from Judgment Day bomb (15 Ocak 2006)” Kısaca, BM’de yaptığı konuşması sırasında olağanüstülüklerle karşılaştığını ve konuşması sırasında yüzüne nur huzmeleri vurduğunu ileri sürmüştü.

***

Galiba Batılı gazeteci ve yazarlar bu sebepten dolayı Ahmedinejad’a ‘yarı deli’ muamelesi yapıyorlar. Bazı söylentilere göre Ahmedinejad hâlâ gaybubet halinde olan Mehdi’ye çeşitli vesilelerle gizli mektuplar göndermeye teşebbüs etmiş. Nejad’ın dinî kurumların dışından gelen ikinci cumhurbaşkanı olduğu ve 1953’te kurulan Huccetiyye Birliği cemiyetinin anlayışından etkilendiği ileri sürülüyor. Nejad’ın Ayetullah Muhammed Taci Misbah Yezdi’ye çok yakın olduğu ve ona aşırı derecede hürmet gösterdiği ifade ediliyor. Yezdi ise Huccetiyye Birliği’nin kurmuş olduğu Kum’daki Hakaniye medresesiyle yakın ilişkiler iiçinde bulunan muhafazakâr bir din adamı. Huccetiler Mehdi’nin zuhuruyla kaos içinde olan alemin birden istikrar kazanacağını ve düzeleceğini düşünüyor ve ümit ediyorlar. Nejad ve hükümetin bakanlarından birçoğunun Huccetiyye Birliği’nin kurmuş olduğu Hakaniye Medresesi çıkışlı olduğu da ileri sürülüyor (19/11/2005, Azzaman gazetesi) Bu bağlamda Nejad isim vermeden selef cumhurbaşkanları Haşimi Rafsancani ve Muhammed Hatemi’yi İslâmî çizgiden ve İmam’ın hattından sapmakla ve batılılara şirin görünmeye çalışmakla suçlamıştı.

***

Bu gibi harikuladelikler iddia etmenin irrasyonalizmle bir alakası varsa elbette ki Nejad irrasyonalist bir insandır. Bush da kendisini yüce Allah tarafından görevlendirilmiş bir kişi; istihdam edilen bir kişi olarak görmüyor mu? Hatta İsrail’i koruma, Filistin devletini kurma ve Saddam’ı cezalandırma konusunda Allah’tan emirler aldığını Şarm el Şeyh’de birçok kişinin huzurunda dile getirmemiş miydi? Şahitler arasında Filistin Başbakanı Ahmet Kurey de vardı. Mahmud Abbas da bu konuşmaya şahit olmuş, ama şahitlik yapmaktan imtina etmişti. Zıt taraflar aynı iddialarda bulunuyorlar. Aynı harikuladelikleri ileri sürüyorlar. Bush kendisini Mesih’in temsilcisi görüyor. Nejad ise Mehdi’nin temsilcisi veya hazırlayıcısı makamında görüyor. Şiilikte güçlü bir Mehdi vurgusu var. Mesih’in nüzulü konusunda mezhepleri ne diyor bilmem, ama Mehdi meselesinde bilinen görüşleri var. Galiba sorun şurda: Bir hakikatı zıt iki taraf birbirine karşı kullanıyor. O hakikatın kimin yanında tecelli edeceğini de zaman gösterecek. Bu tür görüşlerin sağlamasını zaman gerçekleştirecek.

24.01.2006

Yeni Asya


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 9 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye