Alıntı:
MUHABİR: Tasavvuf ve tarikatlarla diyor aranız nasıl? Bakış açınız ne, ne durumda, yararlı buluyor musunuz, sizin de birine intisabınız var mı diyor hocam?
ADNAN OKTAR: Evet, benim intisabım Şeyh Nazım Hocamı çok severim. Eğer bir intisab ise ona intisablıyım. Mahmut Hocamı çok severim, Mahmut Hocayı. Eğer intisab anlamında alınıyorsa ben ona da intisablıyım. Yani o anlamda çok seviyorum. Kadiri birçok şeyh efendiyle görüştüm, onlara da intisablıyım o anlamda. Esat Coşan Beyefendi, Allah rahmet eylesin, onla da görüşmüştüm, ona da intisablıyım.
MUHABİR: Cemaatlerin hepsini seviyorsunuz yani hocam.
ADNAN OKTAR: Evet, onların hepsi benim canım ciğerim. Bunlar çok samimi, Osmanlı’dan bize emanet kalan, onlardan bize varis kalan tertemiz insanlar. Ve Osmanlının dimdik ayakta kalmasına vesile olmuş, Türk İslam Birliği’nin oluşmasında büyük emekleri geçen yiğitlerdir onlar. Tabii ki bu tarikatlara karşı derin bir sevgim var, ama çok çok nadir böyle sapkın tarikatlar olur, çok çok, ama onlar kale alınmaz. Yani onu oturup, yani bu cümleden olarak değerlendirmek ayıp olur, yakışık kalmaz. Onun için Sünni olan, samimi tarikatlara karşı sevgim büyük. Ama ben Caferileri de seviyorum, Alevileri de seviyorum, Bektaşileri de seviyorum, Vehabileri de seviyorum. Hepsi bunların benim kardeşim, hepsi ayrı ayrı takvadır. Hepsi Allah’a, dine aşkla, muhabbetle bağlı olan insanlardır. Bu Osmanlı coğrafyası içinde her zaman birlik beraberlik içinde yaşadık biz. Bektaşilerle, Alevilerle, Caferilerle iç içe yaşadık. Hepimiz aynı milletin içindeyiz, hepimiz İslam milletindeniz, hepimiz Türk’üz Allah’a çok şükür. Onun için böyle ayrı gayrı değerlendirmek doğru olmaz, hepsine sevgiyle bakmak lazım. Çünkü Allah’ımız bir, kitabımız bir, kıblemiz bir. Daha ne istiyoruz.
MUHABİR: Peki hocam, bu tarikatlar İslam’ın bir emri mi? Yani tarikat olmak veya tarikatlarla ilgili, İslam bir emir mi veriyor, yani böyle bir şey yapın ve ya İslam’dan mı alıyorlar bu şeyi? Tarikatlar nereden
ADNAN OKTAR: Tabiki değil, ama bir okuldur. Mesela asrımızda okullar var, bir ihtisas okulları var. Tarikatlar da bir ihtisas okuludur ve gönüllü kurulmuş okullardır. Ve din eğitimi veren bir okul hükmündedir adeta. Bir “Ahlak okulu”dur, aslında onu daha çok söyleyebiliriz yani. Bir ahlak okuludur. Sabrı, nefsi teskiye etmeyi öğreten, şefkati öğreten, derinleşmeyi öğreten, Allah’ı derin sevmeyi, Allah aşkını öğreten bir okuldur. Yani, ama tabiki bir mecburiyet yok, yani din, Allah tarikat kurun demiyor.
MUHABİR: İşte, yanlış yapanlar da var mı hocam, yani bu okul gibi görüp de bunu yanlış yapanlar. Bu Tarikatların içinde yanlış yapanlar tarikatlar da var mı yani? Herkes, her vatandaş tarikatların çok iyi olduğuna inansınlar mı yani?
ADNAN OKTAR: Tabiki o anlamda değil. Ama bizim milletimiz çok akıllı, zekidir. Yani milletimizi böyle saf görüp aman tarikatlara kapılmayın, aman şunlara kapılmayın. “Aman sol cereyanlara kapılmayın, sağ cereyanlara kapılmayın” bunlar laf değil. İnsanlara saygı duymak lazım, bir insan doğru bildiğini yapar zaten. Anormal olan bir şeyi bir insan görür, çünkü internet var, kitaplar var, bilgi alabileceği bilgi hazinesi olan çok kaynağı var insanların. Yani bütün bunlara rağmen insanları çocuk gibi görmek, aman oğlum şuraya gitme, aman çocuğum buraya gitme. Bunlar yersiz. Hayır, anlatabilir bir insan, ikaz edebilir ama ikaz ettikten sonra güvenmesi lazım o insanlara.
MUHABİR: Evet.
ADNAN OKTAR: Yani, zora gerek yok. Yani, zorla engellemelere gerek yok. Tabi ki, tarikatlar olacak, Masonluk derneği de olsun, efendim, başka komünist dernekler de olsun. Ama şiddet uygulamasınlar, vatanı milleti bölmeye kalkmasınlar. Yani, fikir özgürlüğü güzel olan bir şeydir. Çünkü insanların dürüst olmasını sağlar bu. Baskı olan yerde dürüstlük olmaz, münafıklık başlar. Yani tek yanlı bir fikre insanı mecbur edersen, o fikrin münafığı olur. Tek yanlı fikir empoze edilmez. İnsanları hür bırakmak lazım, samimi kanaatleri neyse onu yapsınlar. Ama, yani işte tarikatlar sapkındır, dikkatli olun falan, ne münasebet. Osmanlı’yı ayakta tutan güç neydi, İstanbul’un fethindeki manevi güç neydi? Bunları sağlayanlar kimlerdi, Akşemseddinler, Fatih Sultan Mehmetler, Kanuniler, bunlar hep tarikat ehliydi. Bütün Osmanlı padişahlarının tamamı tarikat ehliydi. Ve bize güzel bir yurt bıraktılar. Onun için bu konuda çok samimi olmak lazım. Osmanlı’nın medeniyeti gözler önünde, Tarikatlar da bir ahlak okulu olarak, içten içe bütün Osmanlı coğrafyasını eğitmişlerdir. Bütün Osmanlı coğrafyasını bir okul haline getirmişlerdir. Çok yanlış aksini düşünmek.
KAYNAK: ADNAN OKTAR’IN SİVAS SİPAS TV RÖPORTAJI (2 Eylül 2008)
İntisabın ne anlamından ne de öneminden dan habersiz bir mürşit (!)
Alıntı:
MUHABİR: Peki, baktığımızda Harun Yahya ismi ön plana çıktı bu zamana kadar, son dönemde Adnan Oktar olarak ciddi anlamda tanınmaya başladınız öncelikle neden Harun Yahya ismini ön plana çıkarttınız bu zamana kadar bir de vatandaşlar mutlaka bir kalıba oturtmak istiyor insanlar kafasında bu tür düzende, tarikat dinde olan bir şey bir tarikat mı? Harun Yahya ve çevresindeki insanlar, bilimsel araştırmalar vakfı mı bu cemiyetin oluşum yeri, yoksa direk Harun Yahya isminin de oluşumu mu? Nedir bu?
ADNAN OKTAR: Eğer illa bir isim konulması gerekirse Harun Yahya kitaplarını sevenlerin oluşturduğu bir insan topluluğu, bir insan grubu diyebiliriz. Ama bu dünyanın her yerinde yani en az benim şu an gördüğüm yani 300-400 milyon insan var, en az benim kitaplarımı muntazam takip eden dünyada, yani kitaplarımı okuyan. Nerdeyse 1 milyar kitap dağıtılmış olabilir şu ana kadar yani gerek internet yoluyla, gerek CD yoluyla, gerek kasetler yoluyla, ses kasetleri yoluyla, yani benim anlattığım konular en az 1 milyar insana ulaşmıştır. En az. Bu tabi çok büyük bir yekûn, ama buna cemaat denebilir mi? Bence gerek yok yani benim kitaplarımdan istifade eden Müslümanlar diyebilirim. Benim kitaplarımı okuyan, beğenen, seven Müslüman kardeşlerim diyebilirim.
MUHABİR: Evet, bunu sormamın sebebi şuydu, bu tür oluşumlarda mesela muhakkak sizinde yanınızda bazı insanlar vardır,
ADNAN OKTAR: Var tabii arkadaşlarım,
MUHABİR: Yani insanlar hep bir cemaat, bir sohbet ortamı yani sadece kitaplar, görsel yayınlar değil sizin yanınıza da gelip dini sohbetleri yapabileceği bir ortam böyle bir oluşumda var mı bunun içinde?
ADNAN OKTAR: Hayır yok ben samimi bir insanım yani iyi niyetli olmam samimi olmamdan dolayı arkadaşlarım beni severler, bana bir şeyler danışırlar, konuşuruz, sohbet ederiz ama onlarda çok kültürlü. Benim arkadaşlarım gece-gündüz kitap okurlar, araştırırlar, çok çok bilgili insanlar, birkaç üniversite mezunu, en az 2-3 yabancı dil bilen insanlar, yani birçok konuda uzmanlık alanları var, baya kültürlü insanlar, dolayısıyla benim dizimin dibinde oturup böyle gece-gündüz benden ders dinleyen insanlar yok çevremde. Hatta ben zaman zaman onlardan bilgi aldığım da oluyor, yani şu nedir diyorum, anlatıyorlar, hocam şunu işte şöyle araştırdık şöyle bir netice bulduk diyorlar, benim zaten kitap çalışmalarımda da onların bilgilerinden geniş çaplı istifade ediyorum, yani mesela ben bu atlası yaparken, fotoğrafları, belgeleri hep arkadaşlarımdan temin ettim, ben kendim bizzat bulmuş değilim, bilgileri de onlar bana toplayıp getiriyorlar, tercümeleri onlar yaptırıyorlar, ben hazır bilgileri yorumluyorum, bir araya getiriyorum kitap düzenini açıklıyorum nasıl olacağını, seçilecek resimleri seçiyorum o kadar.
Yani ben ondan sonra redaktöre veriyorum, öyle detaylarla uğraşmıyorum, ama yani klasik anlamda ben demek istediğinizi anladım böyle bir tarikat hiyerarşisi var mı gibi, öyle bir şey yok, ben o benim yapabileceğim bir şey değil, yorar beni o, yani istediğim bir şey de değil, bir de tarikat kökeninden gelmiyorum yani gerçi birçok şeyhe efendiye manen bağlıyım mesela hepsini çok severim, Mahmut Hocamızı çok severim, Esat Coşan hazretlerini çok severim bizzat görüştüm kendileriyle, Şeyh Nazım Kıbrısi hazretleriyle bizzat görüştüm, bir manevi bağım var, bir sevgim var, eğer bir intisapsa bir anlamda intisabımda var onlara, ama yani bir tarikat yapılanması olmadığı da çok açık çünkü bilimsel bir çalışma yapıyoruz. Kültürel çalışma yapıyoruz, daha ziyade iknaya yönelik bir çalışma bu da hep kitaplarla ve CD ile oluyor o yüzden tarikat diyemeyiz tabii.
MUHABİR: Şimdi tarikat diyemeyiz ama birçok isimle, birçok hazretlerle beraber oldum, sohbet imkânım oldu dediniz ama ben kitaplarınıza veya yayınlarınıza baktığımda özellikle Said Nursi hazretlerinin isminin ön plana çıktığına dikkat ediyorum,
ADNAN OKTAR: Evet doğru,
MUHABİR: Şimdi baktığınızda Said Nursi hazretlerinin gösterdiği yolda veya onun anlayışıyla hareket eden Türkiye de bir grup var yani Fethullah Gülen cemaati bildiğimiz adıyla Nur cemaati, bunda bir bağınız var mı? İnorganik, organik, böyle bir bağ var mı?
ADNAN OKTAR: Fethullah hocayı ben severim insan olarak, kişilik olarak ben samimi buluyorum yani ben anlatılanlara inanmıyorum aleyhinde konuşulan şeylere inanmıyorum, o cemaati de ben çok samimi buluyorum, ellerinden geleni yapıyorlar dünya şartlarında olabilecek imkânları kullanarak kendilerince güzel ahlak için, İslam’a faydalı olmak için güzel bir çizgide devam ediyorlar. Bilimsel yöntemlerle de çalışıyorlar, güzel yani kimseyi rahatsız edecek bir tavırları yok,
MUHABİR: Bir bağ anlamında,
ADNAN OKTAR: Ama benim bağım olmadı yani özen de gösterttim ben Fethullah hoca hazretleriyle bizzat görüşmemeye özen gösterttim yani öyle dedikodu olmasın bir rahatsızlık olmasın gibisinden yoksa istesem görüşebilirdim, daha önce Türkiye’deyken böyle bir imkanım vardı hatta bir keresinde böyle çok yakın geldik 2-3 metre kadar yakınımdaydı istesem görüşürdüm özellikle görüşmedim yani herhangi bir dedikodu olmasın, tedirginlik meydana gelmesin diye.
KAYNAK: ADNAN OKTAR’IN KONYA SUN TV RÖPORTAJI (14 Eylül 2008)