Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 59 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: İmam-ı Rabbani’ye göre Mehdi / Mehmet Ali KAYA
MesajGönderilme zamanı: 14.11.09, 16:35 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 657
Yukarıdaki yazımız, M Ali Kaya'ya düzeltme ricasıyla beraber e-mail yoluyla gönderilmiştir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İmam-ı Rabbani’ye göre Mehdi / Mehmet Ali KAYA
MesajGönderilme zamanı: 16.11.09, 10:09 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 904
Subhanallah...

İletişim çok hızlı...

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: İmam-ı Rabbani Mehdiyi anlatıyor-1 / Mehmet Ali KAYA
MesajGönderilme zamanı: 16.11.09, 11:04 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.01.09, 10:20
Mesajlar: 238
İmam-ı Rabbani Mehdiyi anlatıyor-1

Mehmet Ali KAYA
malikaya_111@hotmail.com


15 Kasım 2009


İmam-ı Rabbanî ve Müceddid-i Elf-i Sani, yani ikinci bin yılının müceddidi olan Ahmed-i Farukî Serhandî hazretleri Sünnet-i Seniyyeyi saadet-i dareynin temel taşı, her nevi kemâlatın madeni ve membaı olarak görür. Mektubatında özetle şöyle der: “Ben seyr-i sülûk-i ruhanîde görüyordum ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan mervî olan kelimat nurludur, Sünnet-i Seniye şuâı ile parlıyor. Ondan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve halleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı, evvelkinin en azına mukabil gelmiyordu. Bundan anladım ki, Sünnet-i Seniyyenin şuâı bir iksirdir. Hem o Sünnet, nur isteyenlere kâfidir; hariçte nur aramaya ihtiyaç yoktur.” (Lem’alar, 2005, s. 185)

Seyr-i sülûk ile, yani tarikatle ulaşalamayan makamlara Peygamberin (sav) sünnetine uymakla ulaşılabileceğini belirtmiştir. “Sonra gelen Evliyâdan birini, bu ni'met ile şereflendirmek ve Eshâb-ı kirâmın terbiyesi ile yetişdirmek isterlerse, cezbe ve sülûk mertebelerini geçirip ve bunların ilm ve ma'rifetlerini atlatdıkdan sonra, bu devlete erişdirirler. Bu mertebelere yetişebilmek, insanların en üstününün 'aleyhi ve alâ âlihissalevât' sohbeti ile mümkin olabilir. Onun izinde gidenlerden pekaz kimseye de, bu bereketi ihsân edebilirler. Bunun sohbetine kavuşan da, bu mertebelere ulaşdıran nisbet ile, yol ile şereflenir. Bu makam Eshab-ı Kiramdan sonra Hz. Mehdi’de görülecektir” (İmam-ı Rabbani, Mektubat, 1:32. Mektup) buyurmaktadır.

Hz. Muhammed’den (sav) önce yüce Allah her bin senede bir ulul-azm peygamber göndererek yeni bir şeriatle din kuvvetlendirilirdi. Hz. Muhammed (sav) peygamberlerin sonuncusu olduğu ve dini değişmeyeceği için onun dinini kuvvetlendirme işi ümmetinin âlimlerine verildi. Bundan dolayı onun ümmetinin âlimleri Benî İsrail’in peygamberleri gibi oldu. İslamiyeti bunlar kuvvetlendirdiler. Böylece “Kur’ânı biz inzal buyurduk; onu koruyacak olan da biziz” (Hicr, 15:9) ayeti gereği din müceddid âlimler eliyle güçlenmiş oldu.

Resulullah’ın (sav) vefatından bin sene geçtikten sonra ümmetinden gönderilen âlimlerin sayısı az ise de, islâmiyeti tam kuvvetlendirmek için çok yüksek olacaklardır. Resulullah (sav) Hz. Mehdi’nin geleceğini haber vermiştir ve bin sene sonra gelecektir. İsa (as) da bin sene sonra gökten inecektir. Bin sene sonra gelen evliyanın yükseklikleri Eshâb-ı Kiramın yüksekliklerine benzeyecektir. Her ne kadar peygamberden sonra insanların en üstün olanları sahabeler ise de sonra gelenler bunlara çok benzedikleri için peygamberimiz (sav) “Beni görmeden iman eden ve dine hizmet edenler sahabelerime benzedikleri için hangilerinin daha üstün oldukları anlaşılmaz gibi olmuştur” buyurmuşlardır. “Ben bilmem” buyurmadı, “bilinemez” buyurdular. Peygamberimiz (sav) bildiği için “En üstün olanlar sahabelerimdir” buyurmuşlardır.

Sonradan gelenlerin sahabelere benzemesi zamanın dehşetinden ve bidaların yaygın olmasındandır. Peygamberimiz (sav) “Bidaların yaygın olduğu, ümmetimin fesadı zamanında sünnetime sarılıp sünnetimi ihya eden yüz şehit sevabını kazanır” (Feyzü’l-Kadir, 9:171) buyurduğundan dolayıdır. İşte Hz. Mehdi bunlardandır” buyurur İmam-ı Rabbanî hazretleri… (İmam-ı Rabbanî, Mektubat, 1:209. Mektup)

İmam-ı Rabbanî hazretleri Sahabe-i Kiramın ve bilhassa “Aşere-i Mübeşşere”nin ilk dördü olan “Hulefa-i Raşidinin” yüksekliklerini ve hiç kimsenin onlara yetişemeyeceğini izah ederken bu dört büyük sahabeyi bizzat peygamberimizden (sav) ders alan kimseler olması münasebeti ile kendilerine kitap verilen peygamberlere benzeterek şöyle der: “Hz. Ebubekir-i Sıddık (ra) ve Hz. Ömer (ra) velâyet-i Mustafavî’in derecelerine kavuştukları için velayet bakımından Hz. İbrahim’e (as) ve insanları dine çağırmak bakımından Hz. Musa’ya (as) benzer. Hz. Ali (ra) de her iki bakımdan da Hz. İsa’ya (as) bağlıdır. Hz. İsa (as) ruhullah ve kelimetullahtır. Bu nedenle Hz. İsa’nın (as) velayet yönü daha kuvvetlidir ve Hz. Ali (ra) ona bağlı olduğu için Hz. Ali’in (ra) de velayet yöne daha kuvvetlidir. Dört halifenin de mertebe-i taayyünleri “İlim Sıfatı”dır. Geleceği haber verilen Mehdi’nin sıfatı da ilim sıfatıdır.” (İmam-ı Rabbanî, Mektubat, 1:251. Mektup)

İlimlerinin membaı doğrudan Vahyin kaynağı olan Resulullah (sav) olduğu için onun getirdiği “İman ilmi” en yüksek ilimdir. Peygamberimiz (sav) “Ben ilmin şehriyim Ali onun kapısıdır” buyurmuşlardır. Mehdi de Hz. Ali’in (ra) menevi evladı olduğu için ilim sıfatı ile şöhret bulacak ve ilmi ile bütün âlimleri ilzam edecek, şeriatın hakkaniyetin ispat edecek ve ehl-i dalaletin ve ehl-i küfrün davasını ve iddialarını iptal edecektir. Bu sebepledir ki Hz. İsa (as) semadan nüzul ile kendisine tabi olacaktır. Zira Mehdinin davası İman ve Kur’ân ve Hak ve Hakikat olacaktır. İmana ve Kur’âna, hak ve hakikate hizmet etmek isteyen onun ile beraber olması iktiza eder. Ona muhalefet İmana ve Kur’âna, hak ve hakikate muhalefet sayılır. Yine bu nedenledir ki Mehdi’ye onun ilmini bilen âlimler tabi olacak ve cahiller ona muhalefet edeceklerdir.

İlimden maksat “Marifetullah” yani “İman İlmi”dir. İlimlerin şahı ve padişahı iman ilmidir. Nitekim İmam-ı Gazali (ra) buyuruyor ki, halife Hz. Ömer (ra) şehit edilince oğlu Abdullah b. Ömer (ra) “İlmin onda dokuzu Ömer (ra) ile beraber öldü” buyurdu. Bazıları bu sözü anlamayınca “İlimden maksat Allah’ı bilmektir. Abdest ve gusul bilgileri değildir” şeklinde izah etti. Üstünlük kitaplarda yazılı olan bilgileri ezber bilmekte değil onlardan elde edilen marifette ve Allah korkusundadır. Marifetullah ise bütün ilimlerden elde edilen amaç ve anlayıştır. Her ilim insanı Allah’a götürür, kişi bunu anlayamamışsa ansiklopedileri ezberlemenin kendisine faydası yoktur. Bu nedenledir ki marifeti olmayanın ilmi yoktur. Nitekim şeytanın Allah hakkındaki bilgisi, münafık ve kâfirlerin imanı olmadığı için marifetleri de yoktur. Onların Allah hakkındaki bilgileri cehalettir. Cehalet ise bilmemek değil, yanlış bilmektir.

Nitekim peygamberimiz (sav) “Yeryüzünden ilim kalkar. Âlimlerin fetva vermede ilimleri olmaz, halk arasında imtiyazları da kalmaz. İşte o zaman neslimden Mehdi gelir de ilmi yeniden ihya eder. Önemsiz hale gelmiş olan dine yeniden önem kazandıracaktır” (Müslim, İlim, 5; Tirmizi, İlim, 5; İbn-i Mâce, Mukaddime, 1) buyurarak bu hususa dikkatimizi çekmiştir. İmam-ı Rabbanî hazretleri de Mektubat’ında bu hususa dikkatimizi çekerek “Hz. Mehdi’nin velayetin en yüce mertebesinde olmasını” kendisinde bulunan ilme bağlamıştır. (Rabbanî, Mektubat, 1:251. Mektup) Çünkü peygamberler mal miras bırakmazlar, onların malı ilimdir. Bu nedenle “Âlimler peygamberlerin varisidir.” Burada kastedilen ilim “İman ve Marifet ilmidir.” Bu ilme kim daha çok sahip olursa gerçek âlim odur. Bu da o âlimin bu konda yazdığı eserlerinden ve ümmetin meselelerini halletmesinden belli olur. Müceddidlerin en belirgin özelliği de zaten ilimleriyle kendilerini ulemaya kabul ettirmiş olmasıdır. Yoksa bu konuda ilim ve ihtisas ehli olmayan cahillerin ve inkârcıların hiçbir değeri ve kıymeti yoktur. Milyonlarca ehl-i ihtisas ve ilim sahibi olmayan bir ispat edici âlim kadar olamaz.

Biz bu makalemizde şahıs ve isim üzerinde durmuyoruz. Vasıf üzerinde duruyoruz. Peygamberimiz de (sav) ondan dersini alan İmam-ı Rabbanî’de (ra) ve her ikisinden dersini ve ilmini alan Bediüzzaman hazretleri de isim üzerinde durmamışlardır. Mehdinin yapacağı hizmeti ve vasıflarını nazara vermişlerdir. İsme ve resme takılmamak öze, esasa ve vasfa bakmak lazım. Mehdilik ve Mehdiyet bir dava ve ilim işidir; iddia meselesi değildir. Kendisinde Marifetullah ilmi ve vasfı olmayan Mehdi olamayacağı gibi, birilerine “şeref ünvanı” olarak Mehdiyet vermek de onu Mehdi yapmaz.

İnşaallah konuya devam edeceğiz…


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İmam-ı Rabbani’ye göre Mehdi / Mehmet Ali KAYA
MesajGönderilme zamanı: 16.11.09, 11:37 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 904
Nurcu yazar bakalım Mektubat-ı Rabbanî'den yola çıkarak Said-i Nursi'nin Mehdi olduğunu nasıl isbat edecek?

"Kar"ın siyah ve sıcak olduğunun isbatı kadar imkansız bir çaba...
:D

Okuyalım bakalım...

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İmam-ı Rabbani’ye göre Mehdi / Mehmet Ali KAYA
MesajGönderilme zamanı: 16.11.09, 13:02 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 657
:D

Gönderdiğim maile henüz cevap vermedi sn. Kaya. Bekliyorum.

Alıntı:
Müceddidlerin en belirgin özelliği de zaten ilimleriyle kendilerini ulemaya kabul ettirmiş olmasıdır. Yoksa bu konuda ilim ve ihtisas ehli olmayan cahillerin ve inkârcıların hiçbir değeri ve kıymeti yoktur. Milyonlarca ehl-i ihtisas ve ilim sahibi olmayan bir ispat edici âlim kadar olamaz.


Kimleri kastediyor, devam eden yazısında inşallah açıklık getirir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İmam-ı Rabbani’ye göre Mehdi / Mehmet Ali KAYA
MesajGönderilme zamanı: 17.11.09, 10:58 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 904
Tasavvufta Makamat konusunun önemi bir defa daha ortaya çıktı.

Adam "bu konuların cahili" oldugu için İmam-ı Rabbani'nin seyr u suluk şemasının ortalarındaki "Nübüvvet Kemalat"ı konularını Peygamberlik görevleri ile karıştırmış.

Komikotesi bir durum.
:)

Bkz.

TASAVVUFTA MAKAMAT : Manevi Dereceler

viewtopic.php?f=68&t=15

5. Daire

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İmam-ı Rabbani’ye göre Mehdi / Mehmet Ali KAYA
MesajGönderilme zamanı: 18.11.09, 11:01 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.01.09, 10:20
Mesajlar: 238
İmam-ı Rabbani Mehdiyi anlatıyor-2

Mehmet Ali KAYA


malikaya_111@hotmail.com

18 Kasım 2009

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Şualar” isimli eserin “Marifetullan ve Tevhit” dersini en güzel şekilde ehl-i küfür ve inkâra da ders verdiği 7. Şuası olan “Ayetü’l-Kübra” Risalesinin “Berahin-i Tevhidiyeye Dair” olan ikinci kısmında İmam-ı Rabbani Hazretlerinin talebelerine ders verirken “Bütün tarikatların en mühim neticesi hakaık-ı imaniyenin inkişafıdır. Bir tek mesele-i imaniyenin vuzuh ile inkişafı, bin kerâmata ve ezvaka müreccahtır” dediğini belirtir. Ayrıca “Mütekellimînden ve İlm-i Kelam Ulemasından birisi gelecek hakaik-i imaniye ve islâmiyeyi delâil-i akliye ile kemal-i vuzuhla ispat edecek” dediğini nakleder. (Şualar, 2005, s.264)

Din demek iman ve ibadet demektir. İman vahye şeksiz şüphesiz inanmak, ibadet ise peygamberin (sav) ibadet hayatını ve ahlakını örnek almak ve onun yaptığını yapmaktır. Dini özel hayata ve sosyal hayata hâkim kılmak ancak peygamberin sünnetini ihya etmekle mümkündür. Bu nedenle mücedditler dini ihya için sünnetleri ihya etmeye çalışmışlar ve başarılı olmuşlardır. Her sünnet bir bid’atı ve yanlışlığı ortadan kaldırır. İmam-ı Rabbani hazretleri de “Tarikat Adabı” adı altında dine sokuşturulan bidatları ve yanlışları ortadan kaldırmak ve onların yerine sünnetleri ikame etmek için gayret göstemiş ve bu konuda başarılı da olmuştur.

İmam-ı Rabbanî hazretleri şöyle der: “Sünnet ile bidat, birbirlerinin zıddıdır, tersidir. Birinin bulunduğu yerde, ikincisi bulunamaz, gider. Birini diriltmek, ötekini yok etmekdir. Sünneti diriltmek, bidati yok eder. Bidati diriltmek de, sünneti yok eder. İster hasene, yanî güzel desinler, ister seyyie, çirkin desinler, her bidat, sünneti yok eder. Belki, bir bakımdan güzel denilmiş olabilir. Hiçbir bidatin kendisi güzel olamaz. Çünki Allahü teâlâ, sünnetlerin hepsini beğenir. Sünnetlerin zıddı ise, şeytânın beğendiği şeylerdir. Bugün, bidatler, her yere yayılmış olduğundan, bu sözümüz çok kimseye ağır gelir. Fekat, âhıretde, hangimizin doğru olduğunu anlıyacaklardır.

Mehdi geldiği zaman dini yayarken sünnetleri diriltmeye çalışacak ve bidatlala amel işlemeye alışanlar ve bidatları güzel sandığı ve ibadet bildiği için Medinedeki âlimler de Mehdi için ‘Bu bizim dinimizi yok etti ve milletimizi yok etti’ diye karşı çıkacaklardır. Mehdi ise bu âlimleri öldürecek ve onların güzel sandığı bidatların çirkinliğini, sünnetin önemini ortaya koyacaktır. Bu Allah’ın bir nimetidir.” (Rabbani, Mektubat, 1:255. Mektup)

İmam-ı Rabbanî’nin bu ifadelerinden Mehdi’nin bidatçı âlimleri öldürteceği anlaşılmaktadır. Ancak bu zamanda bilhassa din âlimini bid’atçı diye öldürmek kabul edilemez bir durumdur. Ayrıca sünnete ve şeriate de aykırıdır. Hadise göre bir insanın ‘kısas, recim ve irtidat’ halleri dışında öldürülmesine fetva verilemez. Dolayısıyla Mehdi bid’atları ilmi ile ölüdürüp sünnetleri yine ilmi ile ihya edecektir. Bid’atkar ulemayı da ilmi ile ilzam ve iskat ederek manen öldürecek ve Müslümanlar üzerindeki imtiyazlarını ve etkilerini yok edecektir. İmam-ı Rabbani hazrelerinin anlatmak istediği husus budur.

İmam-ı Rabbani hazretleri “Tarik-i Nakşide iki kanatla sülûk edilir. Yani, hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve ferâiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa o yolda gidilmez.” (Bediüzzaman, Mektubat, 2005, 5. Mektup, s.40) demektedir. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Tarik-i Nakşî’nin üç perdesi var. Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbani de (ra) âhir zamanında ona sülûk etmiştir. İkincisi, Feraiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir. Üçüncüsü, Tasavvuf yoluyla emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalp ayağı ile sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vacip, üçüncüsü ise sünnet hükmündedir” (Mektubat, 5. Mektup, s. 40-41) buyurarak Nakşi Tarikatının esaslarını özetlemiştir.

İmam-ı Rabbani bu hususları Mektubat’ında şöyle anlatır: “Farz, vacip ve sünnet olan ibadetler hep âlem-i halktan olan ceset ile yapılmaktadır. Âlem-i emr ile ilgili olanlar nâfilelerdir. Nafilelerin kıymeti farzların yanında hiç kalır. Okyanusun yanında bir damla su gibidir. Nafilelerin değeri sünnet olan ibadetlerin yanında da böyledir. Sünnet de farzların yanında okyanustan bir damla gibi değersiz kalır. Çok kimseler bunu bilmedikleri için farzları bırakıp nafilelerin yayılmasına çalışıyorlar. Cahil sofiler de zikre ve fikre sarılıp farzları ve sünnetleri yapmada gevşek davranıyorlar. Kırk gün çile çekip riyazet yapacağız diye Cuma namazına ve cemaatle namaza gitmiyorlar. Hâlbuki farz namazı cemaatle kılmak, onların binlerce defa kırk gün çektikleri çilelerden daha kıymetli olduğunu bilmiyorlar. Cahil hocalar nâfilelerin yayılmasına hizmet edip farzların ve sünnetlerin terkine sebep oluyorlar. Hâlbuki farzları ve sünnetleri tam olarak yaptıktan sonra islamın edeplerini gözetmek şartı ile zikir ve fikir insana fayda verir ve çok kıymetli olur. (Rabbanî, Mektubat, 1:260. Mektup)

Mü’min farzları ve sünnetleri yapma ve haramlardan sakınma oranında imanda terakki ve tekâmül eder. Sahabe-i Kiram bu yolla Allah’a yakınlık kazanmışlardır. Tabiin ve Tebe-i Tabiînin de yolu ve sünneti budur. Bundan sonra Müslümanlar farzları ihmal, sünnetleri terk ederek ve haramlara helal diyerek işlemeyi meşru görerek dinden uzaklaşacaklardır ve dinden uzaklaşma zaten budur. Bunun başlıca sebebi de iman konusundaki zafiyettir. Nübüvvetin yolu da Allah’ın farzlarını yapmak, Allah’ın emirlerini sünnete uygun ifa etmek, yani sünnetleri ihya etmek ve haramlardan kesinlikle kaçmak şeklindedir. Velayetin diğer makamları ve nafileler ancak bunların zıllı, yani gölgesi ve mütemmimidir. Asıl olmayınca elbette gölge de olmaz, ancak hakikati olmayan serap olur, insanı aldatmaktan başka şeye yaramaz. İşte Hz. Mehdi geldiği zaman sahabeler gibi imana hizmet eder, farzlara ve sünnetlere hizmet eder ve dini yeniden ihya eder. İmam-ı Rabbani hazretleri 260. Mektupta bu hususları açıklığa kavuşturur.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de “Telvihat-ı Tis’a” namındaki eserinde İmam-ı Rabbani’nin de belirttiği hususlara dikkat çekerek tarikata girenlerin düşecekleri vartaları gösterip kurtuluş çarelerini farzları yapmak, haramdan kaçmak ve sünnet-i seniyyeye elinden geldiği kadar uymak olduğunu izah etmektedir. “İmam-ı Gazali ve İmam-ı Rabbani gibi muhakkikîn-i ehl-i tarikat derler ki, bir tek sünnet-i seniyyeye ittiba noktasında hâsıl olan makbuliyet, yüz adab ve nevâfil-i hususiyeden gelemez. Bir farz bin sünnete müreccah olduğu gibi, bir sünnet-i seniyye dahi, bin adâb-ı tasavvufa müreccahtır demişlerdir.” (Mektubat, 770)

İmam-ı Rabbani hazretleri bu farzların önemini ve sünnetin değerini izah ettikten sonra namaz ibadetinin kıymetini ve kemâlatını anlattığı 261. Mektubunda ahir zamanda Mehdi’nin imana ve dine yapacağı hizmetin önemini vurgular. Peygamberimizin (sav) “Ümmetimin başı mı sonu mu daha iyidir bilinmez” ve “Bu ümmetin en iyileri başında ve sonunda gelenlerdir. Ortası ise bulanıktır” “İslam dini garip başladı, sonu da garip olacaktır; ne mutlu o gariplere” hadislerini naklederek Mehdinin yapacağı hizmeti alkışlar. (Rabbani, Mektubat, 1:261. Mektup)

İmam-ı Rabbanî hazretleri insanın kurtuluşa ermesi için her şeyden önce itikadını “Ehl-i Sünnet” itikadına göre düzeltmesi gerektiğini belirtir. Uhrevi necat ve ebedi saadetin ancak fırka-i nâciye olan “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” inancı olduğunu, bu inanca muhalefetin öldürücü zehir ve ebedî azaba vesile olduğunu izah eder. Kötü itikadın bu inanca muhalefet olduğunu söyler. “Allah kendisine şirk koşanı affetmez bunun dışında dilediğini affeder” (Nisa, 4:48) ayetinde belirtilen şirkin “Ehl-i Sünnet” itikadına muhalefet olduğunu söyler. (Rabbani, Mektubat, 2:380. Mektup)

İmam-ı Rabbanî’nin açıkladığı “Ehl-i Sünnet” itikadını Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatına aklî ve ilmî delillerle izah ve hakkaniyetin ispat eder. Risale-i Nur’un değeri de buradadır. “Hakaık-ı imaniyeye sağlam bir surette itikat etmek ve feraiz-i diniyeyi imtisal etmekle” kurtuluş mümkün olur. İmam-ı Rabbani hazretleri Mektubatında demiş ki: “Hakaik-ı imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevacid ve keramata tercih ederim. Bütün tariklerin nokta-i müntehası hakaık-ı imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır” (Bediüzzaman, Mektubat, 40)

Daha sonra Bediüzzaman şöyle buyurur: “Madem hakikiat böyledir; ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdulkadir Geylânî (ra) ve Şâh-ı Nakşibend (ra) ve İmam-ı Rabbani (ra) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini hakaık-ı imaniyenin ve akaid-i islâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennete gidemez; fakat tasavvufsuz cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-ı islamiye gıdadır” (Bediüzzaman, Mektubat, 41) buyurarak imanı zayıf bu zamanda Müslümanların ve tüm insanlığın imana ve hakaık-ı islamiyeye ihtiyacı olduğunu belirtir.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri başta imam-ı Rabbani’nin müjde verdiği gibi “Hakaik-ı İmaniyeyi ve İslamiyeyi aklî ve mantıkî delillerle ilmen izan ve ispat eden ve ilm-i kelam ulemasından gelceği beklenen zattır” ve Risale-i Nur eserleri de onun Tevhid ve Marifetullah konusundaki bilgisinin delildir. Böyle bir zat ve eser bu zamana kadar yazılanların en mükemmelidir. Buna eski âlimleri ve eserlerini okuyan ve Risale-i Nurları da okuyarak kıyaslayan âlimlerin tümü şahittir. Okumayanların ve taklidi surette konuşanların bu konudaki sözlerinin bir değeri yoktur.

Konuya devam edeceğiz…


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İmam-ı Rabbani’ye göre Mehdi / Mehmet Ali KAYA
MesajGönderilme zamanı: 18.11.09, 18:59 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 657
Ebu Hamza Hocam, bendeniz 32. Mektubun arapçasını elimdeki e-kitaptan tespit etmeye çalışıyorum. Özellikle ilk kısmını kelime kelime tercüme etme imkanımız var mıdır?


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İmam-ı Rabbani’ye göre Mehdi / Mehmet Ali KAYA
MesajGönderilme zamanı: 18.11.09, 19:41 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 19.09.09, 21:50
Mesajlar: 103
ankebut yazdı:
İmam-ı Rabbani Mehdiyi anlatıyor-2

Mehmet Ali KAYA


malikaya_111@hotmail.com

18 Kasım 2009

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Şualar” isimli eserin “Marifetullan ve Tevhit” dersini en güzel şekilde ehl-i küfür ve inkâra da ders verdiği 7. Şuası olan “Ayetü’l-Kübra” Risalesinin “Berahin-i Tevhidiyeye Dair” olan ikinci kısmında İmam-ı Rabbani Hazretlerinin talebelerine ders verirken “Bütün tarikatların en mühim neticesi hakaık-ı imaniyenin inkişafıdır. Bir tek mesele-i imaniyenin vuzuh ile inkişafı, bin kerâmata ve ezvaka müreccahtır” dediğini belirtir. Ayrıca “Mütekellimînden ve İlm-i Kelam Ulemasından birisi gelecek hakaik-i imaniye ve islâmiyeyi delâil-i akliye ile kemal-i vuzuhla ispat edecek” dediğini nakleder. (Şualar, 2005, s.264)




Sonra, o seyyah-ı âlem asırlarda gezerken, Müceddid-i Elf-i Sâni İmam-ı Rabbânî Ahmed-i Farûkî’nin medresesine rast geldi, girdi, onu dinledi. O imam, ders verirken diyordu:

"Bütün tarikatlerin en mühim neticesi hakaik-ı imaniyenin inkişafıdır" ve "Birtek mesele-i imaniyenin vuzuhla inkişafı, bin kerâmâta ve ezvâka müreccahtır."

Hem diyordu: "Eski zamanda, büyük zâtlar demişler ki: ’Mütekellimînden ve ilm-i kelâm ulemasından birisi gelecek, bütün hakaik-i imaniye ve İslâmiyeyi delâil-i akliye ile kemâl-i vuzuhla ispat edecek.’ Ben istiyorum ki, ben o olsam, belki o adamım" diye, iman ve tevhid bütün kemâlât-ı insaniyenin esası, mayası, nuru, hayatı olduğunu ve düsturu, tefekkürat-ı imaniyeye ait bulunması ve Nakşî tarikatında hafî zikrin ehemmiyeti ise, bu çok kıymettar tefekkürün bir nev’i olmasıdır diye tâlim ederdi.


En son Ebu Hanif tarafından 18.11.09, 19:45 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İmam-ı Rabbani’ye göre Mehdi / Mehmet Ali KAYA
MesajGönderilme zamanı: 18.11.09, 19:44 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 19.09.09, 21:50
Mesajlar: 103
dünya zulüm içinde inim inim inlerken Bediuzzaman'a Mehdi diyen ahmakları karşıma alıp tokatlamak istiyorum...

bu zımnen peygamberimizi yalancı çıkarmaktır...

Mehdi bendendir, yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi onu doğruluk ve adaletle doldurur. (Süneni-i Ebu Davud, 5/93).

adalet uygulama olmadan tesis edilemez...sözle adalet olmaz...şeriatı ve sünneti uygulayarak adalet gerçekleşir....


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 59 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye