Alıntı:
Anla ki dalâlette olan hidâyet edilir. Bilmem îzâh edebildim mi?
Peygamberimizin peygamberlik gelmeden önceki hayatı malumunuzdur.O zamanda bile ahlakının güzelliği ile ,emin ve güvenilir olması ile toplumda özel bir konumda idi.Buna rağmen duha suresi 7. ayeti kerimede;"Ve vecedeke dâllen fehedâ"buyuruldu.
Demekki,mehdilik de,özel bir konuma hidayet edilmektir.Yoksa sapıtmış bir durumdan müslümanlığa hidayet edilmek olmasa gerek.Çünkü hidayette kademe kademe yükseliş var." la ilahe illallah muhammedürrasulullah "denince biten bir hadise değil.bu belki birinci kademedir.
“Allah, dilediğini kendine seçer, O’na yönelenlere de kendisine varan yolu gösterir.”
Allah, kendisine yönelenleri vücûd-ı ruhanîlerinin nûraniyyetine ulaşdırır. Bu Allah’ın, sırad-ı müstakîme ulaşdırmasıdır. Bu hidâyete ermek için Kur’ân ve sünnete temessük yani tam sarılmak şarttır.
bakara suresinde Kuranın muttakilere hidayet olduğu söylenir.
Mahmud Sami Ramazanoğlu efendinin dosdoğru yola hidayet edilmekle ilgili bir yazısını alıntılıyorum;
Alıntı:
Dosdoğru Yola Ulaşmak
M. Sâmi Ramazanoğlu
2006 - Subat, Sayı: 240, Sayfa: 030
Allah Teâlâ buyuruyor:
“Bizi sırât-ı müstakîme ulaşdır!” (Fâtiha sûresi: 6)
Kul, önündeki mesafeleri Allah'a ibâdet, ubudiyet ile kat edip bu esnada karşılaştığı engel ve musibetlerde Cenâb-ı Hak'tan istiâne edecek, insanlardan gördüğü cefâlara sabır edecek, önündeki nefis dağını Allah'ın inâyetiyle yapacağı mücâhede ile aşacak ve müşahedeye erecektir!
Cenâb-ı Hakk'a vusul için müşâhede ile neticelenen bir mücâhede yolu bulmak ve o yola ulaşmak, sırât-ı müstakîme ulaşmak demektir ki muhakkikînin reyine göre sırât-ı müstakîmden murâd budur.Cenâb-ı Hak:
"İşte size dosdoğru yolum ki onu takip edin. Bunun haricindeki yollara tabî olmayın ki sizi O'nun yolundan ayırır ve parça parça eder!" (En'âm Sûresi, 153) buyurmaktadır.
Kul, Allah'tan gayri her şeyden yüz çevirmedikçe sırât-ı müstakîme ulaşamaz. Bunun için de mârifetullahı kazanması şarttır. Sırât-ı müstakîm, mârifetullahtır.Bir kavle göre sırat-ı müstakîm ibâdette ifrat ve tefrite düşmeyip îtidali muhafaza ile bu yolda sebat etmektir. Bu da emrolunanı emrolunduğu şekilde yapmaktır ki Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-'in "Beni ihtiyarlattı!" diye buyurduğu Hûd süresindeki:
"Emir olunduğun gibi istikâmet üzere ol!" âyet-i celîlesi bunu ifâde eder.
İnsan, yetişmesi, zâhirî ve bâtınî kuvvetleri bakımından bir kısım tabiî ve rûhânî ahlâk ve sıfatlara sahiptir ki kimisinde ifrat halindedir, kimisinde tefrit halindedir. Kula gereken îtidali muhafaza etmektir.
Dinimizde cimrilik de mezmumdur, israf da mezmumdur.
Bazı sahâbiler bütün sene oruç tutmak, bütün gecelerinin tamamını ibâdetle geçirmek, zürriyetten kesilmek ve bütün ömürlerini bir çeşit ibâdete hasreylemek üzere Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-'den izin istediler. Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz de bunların cümlesinden nehyederek istikâmet yolunu gösterdi ki, bu Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in emrettiğini yapmak, nehyettiğinden ictinab etmektir.Âyet-i celîlede:
"Rasul size neyi verirse alınız, hangi şeyden nehyederse ondan sakınınız." (Haşr Sûresi, 7) buyrulmuştur ki dini yaşamakta sırât-ı müstakîm yani istikâmet yolu budur.
***
Hâce Abdülhâlık Gucdüvânî hazretlerine:
- Nefsin istediğini mi yapalım, istemediğini mi, diye suâl olundukta:
- Bunu tayinde insan çok defa yanılabilir. Allah'ın emrettiği yapılır, nehyettiği yapılmaz. Hakîkî kulluk budur.
- Sâlikin yoluna şeytan karışır mı, diye sual olundukta:
- Nefsi ifna etmenin son hududuna varmayan bir sâlik, öfkeye düşünce şeytan onun yoluna karışır. Nefsini ifna eden sâlikte öfke bulunmaz. Yalnız gayret ile öfkeyi karıştırmamak lâzımdır. Gayret, Allah ve Rasûlü'ne ittibâ hususunda muhalefet edenlere karşı davranıştır, celâdettir. Bu gayret zuhur edince şeytan kaçar, diye buyurmuşlardır.
***
Bir gece Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- dolaşırken Hazret-i Ömer -radıyallahu anh-'ın evine uğradı.
Ömer -radıyallahu anh- yüksek sesle Kur'ân okuyordu. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
- Niye böyle yapıyorsun, diye sual buyurdukta:
- Uyuyanları uyarmak, şeytanı da kovmak için yâ Rasûlallah, diye cevap verdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem:
- Sesini biraz hafiflet, diye buyurdular. Ve oradan Ebû Bekir es-Sıddîk -radıyallahu anh-'a uğradılar. O da Kur'ân'ı çok hafif sesle okuyordu. Ona:
- Niye böyle yapıyorsun, diye suâl buyurdukta.
- Kendisine münâcat ettiğim bu kadarını da işitiyor, diye cevap verdi. Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem- Ebû Bekir'e:
- Sen de sesini biraz yükselt, buyurdular.
Rasûlullah'in yaptığı veçhile şu âyet-i celîle bu iki hâlin îtidalini beyân eder: "Namazını tamamen cehretme, onu iyice de kısma, bu ikisinin arasında bir yol tut!" (İsrâ Sûresi, 110)
Âyet-i Celîlede buyuruluyor ki:
“Allah, dilediğini kendine seçer, O’na yönelenlere de kendisine varan yolu gösterir.”
Allah, kendisine yönelenleri vücûd-ı ruhanîlerinin nûraniyyetine ulaşdırır. Bu Allah’ın, sırad-ı müstakîme ulaşdırmasıdır. Bu hidâyete ermek için Kur’ân ve sünnete temessük yani tam sarılmak şarttır. Âyet-i celîlede:
“Muhakkak ki sen sırâd-ı mustakîmi, Allah’ın yolunu gösteriyorsun. O Allah ki semâlardakiler ve arzdakiler hep onundur. Biliniz ki bütün işler dönüp dolaşıp nihâyet Allah’a varacakdır.”