simurg yazdı:
İmam-ı Rabbani’ye göre Mehdi
Mehmet Ali KAYA
malikaya_111@hotmail.com12 Kasım 2009
İmam-ı Rabbani ve Müceddid-i Elif-i Sani olan Ahmed-i Faruk-i Serhandi (ra) Tarikatta müceddid olduğu gibi şeriatta da müceddittir. Tarikatların şeriat dairesi içinde kalması ve hakikatten nemalanması gerektiğini ifade etmiştir. Peygamberin (sav) sünnetini muhafaza etmenin önemini izah etmiş ve şeriatın bir hakikatini ve bir adabını muhafaza etmeyenin ibadetinin önemsiz ve değersiz olduğunu açıklamıştır.
Manevi makamları ve bu makamlara ulaşmanın yollarını izah etmiştir. Tarikatta seyr-i sülûk ve makamlardan geçmek vardır. Ancak İmam-ı Rabbani Farzları yapıp haramlardan kaçan ve peygamberin sünnetini esas alanların tarikatın seyr-i sülukuna ihtiyaç duymadan tarikatın makamlarından daha yüce makamlara çıkabileceklerini söyler. “Öyle makamlar vardır ki, cezbe ve süluk onlara yanaşamaz. Bu son makamlar çok yüksek ve pek kıymetlidir” der. Bu yüce makamın sahabelerde göründüğünü belirten İmam-ı Rabbani “Bu makam sahabe-i kiramdan sonra ahir zamanda gelecek olan Mehdi’de görüneceğini” belirtmiş ve “Tasavvuf büyüklerinden pek az kimse bu makamdan haber vermiştir” buyurur.
Sahabe-i kiramın peygamberin (sav) sohbetinde bir an bulunmakla erebileceğini belirtir. Zira bu makamlar imanın inkişafına, farzların yapılmasına, haramlardan kaçmaya ve sünnet-i seniyyeye göre yaşamaya bağlıdır. İmam-ı Rabbani bu hususları şöyle ifade eder:
“Tasavvuf yolculuğunda, her makamın, ayrı bilgileri, marifetleri, hâlleri vardır. Her makam için ayrı vazîfe, zikir ve teveccüh lâzımdır. Bazı makamda zikir, başka makamda Kur'an-ı kerim okumak, namaz kılmak, bazısında cezbe, bazısında sülûk, bazısında ise bu nîmetim her ikisi vardır. Öyle makamlar da vardır ki, cezbe ve sülûk oraya yanaşamaz. Bu son makamlar çok yüksek, pek kıymetlidir. Peygamberimizin Eshâb-ı kirâmının hepsi, bu makamlara kavuşmuş, bu büyük nîmet ile şereflenmiştir. Bu makamların sahipleri, başka makamların sahiplerine benzemez. Başka makamların sahipleri ise, birbirlerine az çok benzer. Bu makam, Eshâb-ı kirâmdan sonra, Hz. Mehdîde görünecektir. Tasavvuf büyüklerinden pek az kimse, bu makamdan haber vermiştir. Bu makamın ilimlerinden, marifetlerinden söyleyen ise, yok gibidir. Bu makam, Allahü teâlânın, öyle büyük bir nîmetidir ki, dilediği, seçtiği bahtiyârlara nasip olur. Eshâb-ı kirâm bu pek yüksek mertebeye, daha ilk sohbette ayak basardı ve zamanla bu mertebelerde yükselirlerdi. Sonra gelen Evliyâdan birini, bu nîmet ile şereflendirmek ve Eshâb-ı kirâmın terbiyesi ile yetiştirmek isterlerse, cezbe ve sülûk mertebelerini geçirip ve bunların ilim ve marifetlerini atlattıktan sonra, bu devlete eriştirirler. Bu mertebelere yetişebilmek, insanların en üstününün sohbeti ile mümkün olabilir. Onun izinde gidenlerden pek az kimseye de, bu bereketi ihsân edebilirler. Bunun sohbetine kavuşan da, bu mertebelere ulaştıran nispet ile, yol ile şereflenir. Cezbe, sülûkten önce olduğu zamanlarda yaptıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçta gösterilir, tattırılır.”
(
İmam-ı Rabbani, Mektubat, 1. Cilt, 32. Mektup)
İmam-ı Rabbani, ahir zamanda geleceği müjdelenen Mehdi’nin (ra) velayetin en yüksek derecesinde olacağını, bunun sebebinin de sıfatı olan ilimden kaynaklandığını özellikle belirtir. (
Mektubat, 1. Cilt, 251. Mektup) Muhyiddin-i Arabî’de (ks) Mehdi’nin ilminin Hz. Ali’nin (ra) ilminden mülhem “Marifetullah” ilmi olduğu için bütün ilimlerden üstün olduğunu ve “ilimlerin şahı ve padişahı olan iman ilminin” üstünlüğünden kaynaklandığını belirtir.
Sonuç olarak ahir zamanda gelecek olan Mehdi (ra) ilimle ve bilhassa “Marifetullah” ilmi ile tanınıp bilinecektir. Bu ilim ilimlerin şahı olduğu ve bu ilim peygamberimizden (sav) Hz. Ali’ye intikal etmiştir. Hz. Ali (ra) peygamberimizin ilmine varis olduğu için ilim sıfatı ile tanınmıştır. Mehdi de Hz. Ali’nin manevi evladı olduğu ve ilmine varis olduğu için “ilim sıfatı” ile tanınacaktır. Zaten peygamberimiz (sav) “Ahir zamanda ilim kalkar. Neslimden Mehdi gelerek ilmi yeniden ihya eder” buyurmuşlardır.
http://www.risalehaber.com/author_artic ... hp?id=6752 Kaya’nın esas aldığı Hüseyin Hilmi Işık’ın tercümesidir ve anlaşılması gayet zor bir tercümeyi esas almıştır. Biz ise 32. Mektub’a bir de Akçiçek, Yasin Yayınevi ve Merve Yayınevinin tercümelerinden baktık. Üçünde de farklılık yoktur. Ve konu yansıtıldığı gibi değildir:
simurg yazdı:
İmam Rabbani’ye göre Mehdi
Mehmet Ali KAYA, 12 Kasım 2009
1- Tarikatta seyr-i sülûk ve makamlardan geçmek vardır. Ancak İmam-ı Rabbani Farzları yapıp haramlardan kaçan ve peygamberin sünnetini esas alanların tarikatın seyr-i sülukuna ihtiyaç duymadan tarikatın makamlarından daha yüce makamlara çıkabileceklerini söyler.
2- “Öyle makamlar vardır ki, cezbe ve süluk onlara yanaşamaz. Bu son makamlar çok yüksek ve pek kıymetlidir” der. Bu yüce makamın sahabelerde göründüğünü belirten İmam-ı Rabbani “Bu makam sahabe-i kiramdan sonra ahir zamanda gelecek olan Mehdi’de görüneceğini” belirtmiş ve “Tasavvuf büyüklerinden pek az kimse bu makamdan haber vermiştir” buyurur.
3- Sahabe-i kiramın peygamberin (sav) sohbetinde bir an bulunmakla erebileceğini belirtir. Zira bu makamlar imanın inkişafına, farzların yapılmasına, haramlardan kaçmaya ve sünnet-i seniyyeye göre yaşamaya bağlıdır. İmam-ı Rabbani bu hususları şöyle ifade eder:
4- Bu makam, Eshâb-ı kirâmdan sonra, Hz. Mehdîde görünecektir. ... Bu makam, Allahü teâlânın, öyle büyük bir nîmetidir ki, dilediği, seçtiği bahtiyârlara nasip olur. Eshâb-ı kirâm bu pek yüksek mertebeye, daha ilk sohbette ayak basardı ve zamanla bu mertebelerde yükselirlerdi. Sonra gelen Evliyâdan birini, bu nîmet ile şereflendirmek ve Eshâb-ı kirâmın terbiyesi ile yetiştirmek isterlerse, cezbe ve sülûk mertebelerini geçirip ve bunların ilim ve marifetlerini atlattıktan sonra, bu devlete eriştirirler. Bu mertebelere yetişebilmek, insanların en üstününün sohbeti ile mümkün olabilir. Onun izinde gidenlerden pek az kimseye de, bu bereketi ihsân edebilirler. Bunun sohbetine kavuşan da, bu mertebelere ulaştıran nispet ile, yol ile şereflenir. Cezbe, sülûkten önce olduğu zamanlarda yaptıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçta gösterilir, tattırılır.”
(İmam-ı Rabbani, Mektubat, 1. Cilt, 32. Mektup)
Alıntı:
032. MEKTUP
(Mutercim: Abdulkadir Akçiçek)
MEVZUU : Ashab-ı kirama mahsus kemal derecesinin beyanına dairdir. Allah onlardan razı olsun. İşbu kemal derecesine evliyadan pek azı nail olmuştur. Bu münasebetle daha başka şeyler de yazılmıştır.
NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Mirza Hüsameddin Ahmed'e yazmıştır.
***
İltifat olarak, gönderilen mektubunuz ulaştı.
Sübhan Allah'a hamd ve şükürler olsun ki; uzağa atılan unutulmaya terk edilmemiş; söz arasında olsa dahi, hatırlananlarla hatıra gelip anılmıştır. Bu manada bir mısra:
Bırakınız bizi, tatlı hatıralarımızla teselli bulalım.
Mektubunuzda şu hususta şikâyet var: Hazreti Şeyhimize bağlılık hali bulunmadığı, bunu vicdanen bulmanın zorluğu.. Ayrıca, bunların sebebi sorulmaktadır. Üstün Şeyhimize, Yüce Allah'ın has rahmetini dileriz.
Ey Mahdum,
Bu misillu sözlerin yazı ile, hattâ sözle şerh edilmesi uygun değildir. Şunun için ki: İnsanın zihninde, ne gibi mana hâsıl edeceği bilinmez; hatta, onlardan ne anlaşılacağı da belli olmaz. Bu iş için lâzım olan, iyi zan besleyip huzurda olmaktır yahut ne yoldan olursa olsun sohbetin uzun sure devamıdır. Bunun dışında kalan, kopup uçan ağaç dikenleri gibidir. Bu manada bir şiir:
Bir gece arıyorum sal, hoş mehtabı var;
Sana anlatacağım tatlı masallar var..
Ancak, suale cevap kabilinden, aşağıdaki mikdarı açıklayacağım.. Şöyle ki:
Her makamın, kendi başına, ilimleri ve elde edilecek marifetleri vardır. Hattâ, birbirinden ayrı, halleri ve vecidleri vardır.
Bir makam vardır ki, orada: Zikir ve teveccüh uygun düşer.
Bir makam vardır ki, orada: Kur'an okumak ve namaz kılmak gerekir.
Bir başka makam vardır ki: Cezbeye mahsustur.
Bir başka makam dahi: Sülûke mahsustur.
Bir başka makam dahi: Hem cezbe, hem de sülûk içindir.
Bir başka makam dahi: Cezbeden ve sülûkten yana halidir. O kadar ki orada, cezbenin yeri olmadığı gibi, sülûkle bir ilgisi dahi yoktur. İşbu makam, cidden pek yücedir. Resulûllah Efendimizin Ashabı, bu makama çıkma imtiyazına nail olmuşlardır. Halk arasından seçilip bu muazzam devletle şerefyab olmuşlardır. Allah onlardan razı olsun. Bu makamın sahibi için; diğer makamların sahiplerine nazaran, tam bir imtiyaz (ayrıcalık) vardır. Bu makam sahipleri arasında bulunan birbirine benzerlik; diğer makamların sahipleri arasındaki benzerliğe nazaran pek azdır. Ama, diğer makamların sahipleri, bir yönde olmasa bile, diğer bir yönde birbirlerine benzerler. Bu makama bağlılık, Ashab-ı Kiramdan sonra, inşaallah tam bir şekilde Mehdî Aleyhisselâm'da zuhur edecektir. Bu makamdan haber veren tabakat meşayihi azaldı.. O makamın ilimlerinden ve maarifinden kelâm şöyle dursun.. İşbu makam, şu âyet-i kerimede manasını güzel bulur:
«Bu, Allah'ın fazlıdır; dilediğine verir. Allah, büyük fazlın sahibidir.» (62/4)
Bu babda esas anlatılacak mesele şudur: Bu, pek değerli olan makam nisbeti, ilk adımda, Sahabede zuhur edip zamanla, tam kemal mertebesine erişir. Ancak, Sahabenin gayrı için bu devletle şerefyab olmak, sahabenin izince oraya varmak arzu edilirse, bu: Cezbe menzillerinin, sülûk mertebelerinin kat edilmesine bağlıdır. Ve; bu iki makama dair ilimlere de sahib olmak gerekir.
Bu mübarek makama bağlanmanın, başlangıçta zuhuru, Seyyid'ül-Beşer efendimizin sohbeti bereketine mahsustu. Ona ve âline salât, tahiyyat, berekât ve teslimat.. Ama, Resulûllah Efendimize tebaiyet yolu ile bağlı bulunan bazı “Zatların”, bu bereketle şerefyab olmaları mümkündür. İşte, böyle bir “Zatın” sohbeti; başlangıçta, bu üstün makama bağlanmış olmanın zuhuruna bir sebeptir. Yani: İlk halde ve cezbe ve sülûk menzillerini kat etmeden evvel.. (Yani Peygamber Efendimize tebaiyet –uyup tabi olma- yolu ile bağlanan bazı Zatların da sohbeti, Peygamber Efendimizin sohbetinin tesiri gibidir)
Bu manada bir şiir:
Şayet bulursa kudsî ruhun feyiz yardımını;
İsa'dan başkası, dahi çıkarır aynısını..
Bu zamanda, bu üstün makama nisbet, nihayetin bidayette oluşu şeklinde (yani Nakşibendi yolunda) tahakkuk etmektedir. Nitekim bu mana, cezbenin sülûke takdim edilmesi sureti (önce gelmesi yoluyla) ile tahakkuk ediyor. (gerçekleşiyor)
Bu hususta daha fazla yazmaya durum müsait değildir. Bu manayı anlatan bir şiir şöyledir:
Bundan ötesinin beyanı ince;
Gizlemek pek hoş, pek de güzel bence..
***
Eğer bundan sonra, bir karşılaşma durumu olursa, dinleyenlerden de hüsn-ü zan hissedersem; zuhur meydanına bu makamdan bir nebze varidat gelir.. Haliyle, Allah Taâlâ dilerse.. Başarı ihsan eden, o Yüce Sübhan Allah'tır.
İlk iki alıntı KAYA'dan. Yazdığı yazı, ikinci mesajda özellikle 32. Mektupta şunlar geçiyor diyerek verdiği yerler numaralandırılarak özetlenmiştir. Görmek kolay olsun diye.
Üçüncü alıntı da İmam Rabbani Hz.lerinin ilgili Mektubu. (Mektubun devamı vardır ancak devamında konu değiştiği için kısa olması açısından kalanı alınmamıştır. Buraya alınan kısım Kaya'nın yazısında bahsettiği yerdir.)
İki alıntıyı, yani Kaya'nın yansıttığını ve Mektub'un kendisini okuyunca siz de fark edeceksiniz:a- Kaya'nın renklendirdiğim 2 cümlesi 32. Mektupta yoktur. Kaya, bilerek ya da bilmeyerek, belki de sehven İmam Hz. adına o cümleleri araya sıkıştırmıştır. Üstelik bu sıkıştırdığı iki cümle baştan aşağıya Mektubun anlamını bozup değiştirmiş, adeta değirmeni tersine döndürmüştür. Yani öyle basit, ihmal edilecek bir araya sıkıştırma, cümle karıştırma değildir. Velev ki hata ile yapılsa da...
b- İmam Hz.lerinin Mektubunda "kırmızı" ile kalınlaştırdığım iki cümle ise Kaya'nın aktardıkları arasında kendine yer bulamamıştır. Bunlar öyle cümlelerdir ki ilgili konunun en can alıcı, ne anlatıldığını en açık biçimde verecek cümlelerdir. Bunları vermez ya da dikkate almaz iseniz Mektubu istediğiniz gibi sonuçlandırmanız kolay hale gelmektedir.
Kaya, cezbeye ve süluka gerek olmayan yani kendi anladığı ve/veya yansıttığı biçimde Tarikata ihtiyaç bırakmayacak bir "üstün yoldan" bahsederken İmam Hz.leri, aksine Sahabe Efendilerimizden sonra Sahabenin tarzına ancak cezbe ve sülukun yani Tarikatın ulaştırabileceğini bildiriyor:
Ancak, Sahabenin gayrı için bu devletle şerefyab olmak, sahabenin izince oraya varmak arzu edilirse, bu: Cezbe menzillerinin, sülûk mertebelerinin kat edilmesine bağlıdır. Ve; bu iki makama dair ilimlere de sahib olmak gerekir.Kaya, ilgili Mektuptan yola çıkarak Mehdi As'a ait ve Tarikat'ten başka bir üstün yoldan bahsederek konuyu günümüze ve maalesef kendi cemaatine dolaylı yoldan tatbik etmeye çalışıyor. Açıkça söylemese de yazısını bütün halinde okuduğunuzda ne söylemeye çalıştığı ortadadır. Yazının yayınlandığı linke tıklar iseniz, yapılan okuyucu yorumları yazının dolaylı mesajını almışlardır, göreceksinizdir.
Henüz bir yer ve zaman yokken Nursi merhumun Mehdi olduğunun ima edilmesini bir yana bırakıyorum. Bu hamur çok su götürür dediklerinden... Fakat Kaya, ima ettiği bu yargıya varırken İmam Hz.lerinin neticeyi kendi yolu olan Nakşibendi Tarikatına bağladığını görmüyor ve/veya göstermiyor ve ister istemez perdelemiş oluyor:
Bu zamanda, bu üstün makama nisbet, nihayetin bidayette (sonun başlangıçta) oluşu şeklinde (yani Nakşibendi yolunda) tahakkuk etmektedir. Nitekim bu mana, cezbenin sülûke takdim edilmesi sureti (önce gelmesi yoluyla) ile tahakkuk ediyor. (gerçekleşiyor)Parantez içi tarafımdan verilmiştir. "Bu zamanda, bu üstün makama nisbet,
nihayetin bidayette oluşu şeklinde" denilen anlatımın Nakşi Tarikatı olduğunu başka Mektuplardan görmek mümkündür. Mektubat'ta defalarca defalarca geçen bir ifadedir.
Mesela 202. Mektupta geçmektedir:
"
Bu yolun büyükleri, bu isimlerin sâhibinde yok olmağı aramakdadırlar. Onlar, dahâ ilk bakışta, sıfatların dışında olan varlığı istemektedirler. İsimlerden, sıfatlardan geçerek Zâtı taleb ederler. Bunun içindir ki başka yolların sonu, bunların başlangıcında yerleşmiştir."
Mesela daha 1. Mektub'un ilk satırlarında yazar:
"
Kamil ve herkesi kemale kavuşturan, Velayet derecelerine ulaşmış, nihayeti başlangıca yerleştirmiş olan yolda gidenlerin önderi, Allah Teala’nın beğendiği dinin kuvvetlendiricisi, Şeyhimiz ve İmamımız Şeyh Muhammed Baki Nakşibendi ve Ahrari ..."
Mesela 21. Mektuptan:
"
Bu büyükler, çabuk geçen, hemen gaybete dönen bir huzura kıymet vermezler. Bu büyüklerin yüksekliği, bütün yüksekliklerin üstündedir ve bunların nisbeti, bütün nisbetlerden daha üstündür. Bunlar, zatın devamlı olan huzuruna 'Nisbet' demişlerdir. 'Bizim nisbetimiz, bütün nisbetlerden üstündür' buyurmuşlardır. Bundan daha çok şaşılacak şey, bu büyüklerin yolunun sonu, başlangıçta yerleştirilmiştir. Burada Resulullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem Ashabının yolunu tutmuşlardır. Çünkü onlar Resulullah’ın ilk sohbetinde, sonda varılabilecek şeylere kavuşurlardı. Bu ise, nihayetin başlangıca yerleştirilmesidir. "
Ayrıca çeşitli Mektuplarda: "
Büyüklerimizin, 'Sonda olan şeyler, başlangıca yerleştirilmiştir' sözü ..." "
Bu fakir’in sülukü ile müşerref olduğu yol, cezbeyi ve sülukü cami (kendinde toplayıcı) bulunmaktadır", "
Bu tarikat, elbette vuslata erdirir", "
Bu yol, Enbiyanın yoludur", "
Velayeti hasıl eden tarikat ve hakikata gelince, her ikisi de, şeriatın hakikatini ve Nübüvvet kemalatını tahsil için olan şartlar arasındadır", "
Mukarrebun amelleri arasında sayılan müptedinin zikri, kamil ve mükemmel Şeyhten alınandır", "
Peygamberlere uyarak ve varis olarak, onların kemalatına kavuşturan yol ancak Nakşibendi tarikidir", "
Nakşi büyüklerinin yolu, Ashab-ı Kiramın yoludur" bu ve buna benzer ifadelere okuyanlar mutlaka rastlamışlardır.
Sonuçta İmam Rabbani, başka bir cemaat ya da cemiyetten değil, kendi yolundan
Nakşibendi Tarikatından bahsetmektedir. Zaten Mehdi As.'ın Nakşi Tarikatı silsilesinden olacağını da açıkça işaret etmiştir. Bakınız:
"
Geleceği vaad edilen Mehdî As., velayetin ekmeliyetini alacaktır. Bu Tarikat-ı Aliyye üzerine gelecek ve bu Silsile-i Aliyye'yi tamam ve tekmil edecektir. Zira bütün velayet nisbetleri, bu Nisbet-i Aliyye'nin altında bulunmaktadır. Sair velayetlerin, nübüvvet makamı kemalâtından nasibi azdır. Amma, bu velayetin ondan yana bol nasibi vardır. Bunu da: daha önce anlatıldığı gibi, Hazret-i Sıddık'a bağlanması dolayısı ile alır." (Akçiçek Tercümesinden 251. Mektup)
İkinci bir netice, sayın Kaya'nın bu ciddi hatalara, kasıt ve ard niyetle düşmediğine, Hüseyin Hilmi Işık'ın zor anlaşılır ve kapalı tercümesinin azizliğine uğradığına ve diğer tercümelere baktıktan sonra hatasından rücu edeceğine hüsn-i zan ediyorum.
Ves'selam.