Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Cübbeli Ahmed Hoca ve Murat Bardakçı
MesajGönderilme zamanı: 19.08.09, 10:00 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 13.02.09, 15:55
Mesajlar: 29
Komik olan ne?

Murat Başaran

murat.basaran@tg.com.tr

19 Ağustos 2009


Ne dediği anlaşılmayan malumatfuruş tarihçimiz Murat Bardakçı, bir önceki hafta Cüppeli Ahmet Hoca ile yapılan programdaki halini eleştiren seyirciye, “Sana ne, istediğime kıkırdar, istediğime surat asarım” diyor ve kendi programının daimi konuklarına dönüp, “Yahu, siz olsanız, altınıza iş...., adam komik ne yapayım” diyerek nezaketinin çapını sergiliyor.

Ahmet Ünlü Hoca da, gayet samimi bir şekilde “Murat Abi...” diyerek, Bardakçı’ya önyargısız bir saygı ve muhabbetle davranıyordu oysa...

Halkın büyük kesimi kıyafetini yadırgasa ve o manzaradan ürkse de, Ahmet Hoca gayet aklı başında, ilmi, seviyeli bir üslupla anlatıyordu derdini. Derdi ne ola ki; elbette insanı ahirette kurtaracak yolun esasları... Fakat şunu düşünüyorum, acaba sempatik Hoca, genel alışkanlıklara uygun bir kıyafetle yaşasaydı o programa çıkarırlar mıydı?

Bu soruyu lütfen düşünün.

Yine de yıllardır “irtica geliyor” hezeyanlarına malzeme yapılan ve halkın korkup çekinmesi için karalanan bu geleneksel kıyafet ve hayat modeli, Ahmet Hocanın samimiyeti ve sempatisiyle, üzerindeki önyargıları kaldırdı sanıyorum.

***
İnançlı olmanın güzelliği ve handikabıdır; insani kusurlar bir türlü yakıştırılmaz... Yani dindarım diyorsanız, yaşamamalısınız. Hata yapmamalısınız. Bu tuhaflığı iddia edenlerin her türlü haltı yemeleri normal; çünkü zaten onlar çağdaş! En ufak bir eleştiride, “Biz de Müslümanız kardeşim” diye sızlanırlar ve fakat İslamiyeti kendi çarpık yaşayışlarına en güzel uyduran, reformist, peygamber tanımaz, mealci zümrenin kucağına otururlar...

Onun için diyorum, Ahmet Hoca’nın kıyafeti onlar açısından “arıza” teşkil etmeseydi acaba saatlerce konuştururlar mıydı?

Çünkü onların ekranı, “modern din adamları”na açıktır.
***
Her şey suiistimal edilebilir. Fakat suiistimal edilen konu din ve tarih ise, kimi dinlediğimize, kimi okuduğumuza dikkat etmek ve karşı çıkmak zorundayız. İsimlerin başındaki unvanlara veya şişirilmiş cv’lere itibar etmemeliyiz. Çünkü kapı gibi akıl ve mantığımız var. Karşınızdakinin veya ekrandakinin yüzüne, eğer kitapsa baktığınız satırların samimiyetine kalbinizi şahit tutun. Kalp, akla ve mantığa yol veren üstattır...
“Allah rızası için” çırpınanla, dünya için didineni kalbiniz ayırt eder...
∞∞∞
Sayın Bardakçı, keşke komik olsa... Kabalığın yanında daha tahammül edilebilir çünkü...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca ve Murat Bardakçı
MesajGönderilme zamanı: 19.08.09, 10:14 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 13.02.09, 15:55
Mesajlar: 29
Kadın yazarlar Cübbeli Ahmet'i nasıl buldu?

Ayşe Böhürler ve Rahşan Gülşan, bugünkü köşelerinde Cübbeli Ahmet Hoca için ilginç yorumlarda bulundu. İşte kadın gözüyle Cübbeli analizleri.


Rahşan Gülşan, Cübbeli Ahmet Hoca yanına kadın girmesine izin vermeyince kapı aralığından kendisini izleme yolunu seçmiş. İşte Gülşan'ın Habertürk'teki köşesine aktardığı izlenimleri:

Fatih Altaylı'nın Teke Tek programına Cübbeli Ahmet Hoca'nın konuk olacağını duyduğumda ne yalan söyleyeyim çok heyecanlandım. Barbie bebeklere ayar veren, kadınlardan "karı" diye söz eden, cemaatine televizyonu yasaklayan ama jetski ile fotoğrafları olan bu ilginç şahsiyeti hayatta bir kez olsun canlı görme şansını tepemezdim. Ve yayının başlamasına yarım saat kala Fatih Altaylı ile Murat Bardakçı'nın odalarının bulunduğu büyük holde sekreter masalarından birine konuşlandım. Ahmet Hoca ve yaklaşık 10 kişilik ekibinin gelişi gerçekten heybetliydi. İki tane saçsız sakalsız sert görünümlü koruma ve görevinin ne olduğunu anlamadığım sakallı geniş pantolonlu adamların arasında bembeyaz tenli güleç yüzlü adamı görünce açıkçası çok şaşırdım. Ben asık suratlı, militan bakışlı bir adam beklerken karşımda gayet neşeli bir Cübbeli Ahmet Hoca vardı. Gri cübbesi belli ki usta ellerden çıkmıştı. Kesimi, kumaşı, duruşu hocaya hafiften hard rock bir hava verip çaktırmadan Matrix'i bile andırıyordu. Bıyıkları ve saçı olmaksızın bıraktığı uzun kıvırcık sakalı yüzünü saklasa da aslında gayet yakışıklı bir adam olduğu görülüyordu. Hoca, Murat Bardakçı'yı görünce çok sevindi. Bardakçı'nın iyi bir hayranı olduğunu belli ederek elini sıkması ve "ilminizden faydalanıyoruz" demesi Murat Bardakçı'yı (saklamaya çalışsa da ) pek sevindirdi. Ayrıca yanında getirdiği kitapları hediye etmekten de gurur duyduğu bakışlarından belliydi. Çaktırmadan Bardakçı'nın odasına sızma girişiminde bulunacaktım ki ilginç haber geldi: Hoca, bulunduğu ortamda kadın istemiyordu. Açıkçası buna çok bozuldum. Herkesin ilminden hikmetinden bahsettiği bir adam bunu kadınların gözlerine bakarak anlatmıyorsa ne anladık o hikmetten bilmiyorum. Bu durum karşısında Bardakçı'nın odasının kapısını aralıktan gören bir konumda sotelendim. Şansıma hoca tam karşımdaydı. Çok neşeli, konuşkan ve hatta eğlenceli bir adam olduğunu ses tonundan ve içten gülümseme ile konuşmasından anlıyordum. Ama bir kadın olduğum için bu eğlenceden mahrum bırakılmaktan nefret ettim. Kendimi ilk kez varlığıyla erkeklerin rahatını kaçıracak, onları tahrik kara sularına meyillendirecek sadece memeden ibaret bir varlık gibi hissettim. Sonra programın çekim saatleri geldi ve Hoca Murat bardakçı ile yeniden görüşme sözü alarak çekime indi. Bense Cübbeli Ahmet Hoca şokuyla oturduğum sandalyeye çakıldım kaldım...

***

Ayşe Böhürler ise, Yeni Şafak'taki köşesinde, ekrandan gördüğü Cübbeli Hoca ile ilgili olarak şunları yazdı:

Cübbeli Ahmet Hoca'yı ilk defa görenlerden birisiyim. Sert, ciddi, katı bir hoca beklentisi ile ekranlarının başına oturan herkes gibi hayal kırıklığına uğradığımı itiraf ediyorum. Fatih Altaylı'nın konuğu olan Hoca, eminim bir çok kişiyi ekran karşısına kilitledi. Ekranlardaki Cübbeli Hoca, hoş sohbet, inandığı gibi konuşan sevimli bir dini şahsiyet profili ile hepimizi şaşırttı. Görüntüye bakıp "aman Allah'ım Cumhuriyet Türkiyesi'nde bu tablo" nefreti ile ekranlarını kapatanlar çok şey kaçırdı diye düşünüyorum.

İnanıp inanmamak, fikirlerine katılıp katılmamak ayrı meseleler. Ancak din gibi önemli bir alanda dinleyecek insan bulmakta zorlandığımız ortada. Çünkü mevcut dünya düzeni, insanların dini alanda ihtiyaçları olabileceği gerçeğini görmezden geliyor. Din adamı, imajını alaycı ve çağdışı figürlerle özdeşleştirerek böyle bir ihtiyaç alanını yok edeceğini düşünüyor. Nitekim Sovyet modelinde bunun en acımasızca örneği uygulandı ancak başarısız oldu. "Rusya'da Tanrıya Dönüş" kitabı sanırım 1970 lerde basılmıştı.

Yaklaşık bir 10 yıl önce Cevat Akşit hoca ile Hayat Dersleri programını başlattığımızda bu ihtiyacı gelen izleyici ilgisi içinde görmüştük. İyi bir konuşmacı, içten ve samimi bir şekilde din anlattığında her kesimden büyük ilgi görüyor.

25.07.09 12:34


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cübbeli Ahmed Hoca ve Murat Bardakçı
MesajGönderilme zamanı: 21.08.09, 08:32 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator

Kayıt: 01.01.09, 18:04
Mesajlar: 142
Konum: http://askinsonhecesi.com
Nebevî Verasetin Getirdiği Sorumluluklar: Şuur ve Vakar

Nebevî veraset Hz. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’e varis olmak, onun geriye bıraktığı “ilm”e sahip olmak demek. Nebevî veraset deyince akla ulemanın peygamber varisi olduğunu belirten hadis geliyor. Tirmizî, Ebu Davud, İbn-i Mâce ve diğer birçok hadis mecmuasında[1] Ebu’d-Derdâ (radıyallahü anh)’dan nakledilen hadis-i şerif şu mealde: “Âlimler peygamberlerin varisleridir, peygamberler geriye ne dinar ne de dirhem bırakırlar. Onlar geriye ancak ilim bırakırlar. Kim bu ilmi alırsa büyük bir pay almış olur.”[2]
Bugüne kadar Hz. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’in mübarek ağızlarından çıkan bu sözleri genelde ulemanın faziletini beyan sadedinde okuduk, kürsülerde ve sohbet meclislerinde hep ilme teşvik için zikrettik durduk. Yanlış değildi şüphesiz; ama meselenin sadece fazilet meselesi olduğunu düşünürsek önemli bir inceliği atlamış oluruz. Her lütuf liyakat muhasebesini iktiza eder fehvasınca faziletin sorumluluk boyutu unutulmamalıdır. Öyleyse bugün Hz. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’e varis olmanın ulemaya kazandırdığı manevi makamı değil, onlara yüklediği sorumluluğu konuşmanın sırası olduğunu söylersem beni mazur göreceğinizi umuyorum.
Hadis-i şerifte faziletin herhangi bir surette değil de veraset suretinde zikredilmiş olması, bizi verasetin hususiyetleri üzerine düşünmeye zorluyor. İyi düşünülürse verasetin sadece muristen kalan bir değere sahip olmak demek olmadığı, murisin şahsiyeti, hak ve ödevleri karşısında varisin mesuliyetini de doğuran derin bir ilişki biçimi olduğu anlaşılacaktır. Evet, veraset muris ile varis arasında bir ilişkidir, hem de dost ahbab arasında olmayan derin ve özel bir ilişki. Ve bu ilişkide varisin murisi temsil sorumluluğu merkezi yer işgal eder. Demek oluyor ki, ulema Hz. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’e varis olmakla bir yere kadar nübüvvet makamını temsil sorumluluğunu yükleniyor.
Verasetin bu cihetini esas alarak burada ulema için hadis-i şerifin tazammun ettiği sorumluluklar sadedinde iki hususa değinmek istiyorum. Birincisi, verasete sahip çıkma sorumluluğu. İkincisi verasete yaraşır bir vakar ve ciddiyet sorumluluğu.
Nebevî verasete sahip çıkmak derken Hz. Nebî’nin bizlere emanet bıraktığı ilmi sahiplenmeyi; talim, tedris, telif, tatbik ve gerektiğinde müdafaa yoluyla hayatiyetini sürdürmeyi kastediyorum. Hz. Peygamberimiz’den tevarüs ettiğimiz bu ilim tabii olarak temelde Kur’an ve Sünnet bilgisidir. Temelde diyorum; çünkü Kur’an ve Sünnet’in ihtiva ettiği ilim yine kendilerinden müstahreç usul ve anlayışla bugün “İslamî ilimler” diye bilinen muhtelif ilim dallarında müesses hale kavuşmuştur. Tefsir, hadis, fıkıh, akaid, tasavvuf ve usul ilimlerinde tecessüm eden “kavramsal yapı”, başta Hz. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’in öğrencileri bulunan Ashab olmak üzere ilk nesil imamlarının elinde Kur’an ve Sünnet’in müşahhas ve mufassal bir muhtevaya kavuşturularak “sistemleşmiş” halidir. Kur’an ve Sünnet naslarında açık ifadesini bulan dinî bilgileri bir tarafa koyacak olursak meseleyi şöyle de anlayabiliriz; Kur’an ve Sünnet dinî bilginin “öz hali”ni teşkil ederken anılan ilimler, Kur’an ve Sünnet’in işaret ettiği yönde liyakat ve ciddiyet esasında bu bilginin detaylandırılması, pratiğe dönüştürülmesi diyebileceğimiz “müesses hali”ni teşkil etmektedir. Söz konusu detaylandırma ve pratiğe dökme işinin önce Kur’an ve Sünnet’in açık ya da zımnen işaretlediği istikamette icra edilmesi sonra bu icranın gerek donanım gerekse takva açılarından liyakatli şahsiyetler tarafından gerçekleştirilmesi son derece önemlidir. Zira tabiî seyri içinde dinî bilginin murad-ı ilahiye paralel zengin bir anlam ve uygulama sistemine kavuşturulmasıyla yabancı metod ve telakkiler esasında murad-ı ilahîden uzaklaşıp tahrif edilmesi/modernleştirilmesi arasındaki hayatî fark burada yatmaktadır. Şu halde nebevî mirası temsil eden öz dinî bilginin hem hayatın muhtelif alanlarında uygulanabilir “tesis edilmiş bilgi” olması hem de kaynağından tabiî biçimde kaynayıp gelen “güvenilir bilgi” olması zarureti bizi bir yandan katı selefî anlayışa karşı, diğer yandan modernist islamcı anlayışa karşı mesafeli durmaya sevk ediyor. Katı selefî anlayış tesis edilmiş İslamî bilgiye arkasını dönerken hesabı verilmiş bir anlam/istinbat ve izah/ictihad sistemi tesis etmeden tepeden inme bir surette nasları tatbike kalkmakla indirgemeci bir okuma biçimini idealleştirmektedir. Esmâ ve sıfat naslarındaki zahirci yaklaşımları bunun tipik örneği olarak görülebilir. İslamî ilimlerin ortaya koyduğu anlam ve izah sistemini reddeden diğer bir kesim olan Modernist İslamcı çevre de konjonktürel baskıların altında “modern değerleri” vahyin değerlerine öncelemekte, islamî ilimlere alternatif olarak sundukları modern anlam ve izah teorileri sebebiyle murad-ı ilahîye yabancı bir yorum biçimini Cenab-ı Allah’ın hitabına uygulamaya kalkmakta ve böylece ürettikleri bilgide güven krizine yol açmaktadır. Modernist Fazlur Rahman’ın günümüz ribasının/faizinin haram olmadığı yönündeki görüşü sözünü ettiğim güven krizine başka örnek gerektirmeyecek kadar açıktır.
Şu halde söz konusu ilimlerle Kur’an ve Sünnet arasındaki soyut mahiyet farkını burada konuşmanın bir faydası olmadığını, dolayısıyla nebevî mirasa sahip çıkmanın bir yolu varsa bunun İslamî ilimlere sahip çıkmaktan geçtiğini söylemek gerekecektir.
Şu halde hem nebevî mirasa sahip çıkmak adına hem de Kur’an ve Sünnet bilgisini hayata tatbik adına bu ilimlere sahip çıkmak herkesten önce ulemanın sorumluluğundadır. Bu ilimlere sırt çevirmek, modern anlama ve yorumlama yöntemleri içinden alternatiflerini aramak redd-i mirasa eş değer nankörlük ve cahillik örneğinden başka bir şey değildir.
Hadis-i şerifin ulemaya yüklediği ikinci sorumluluk verasete yaraşır bir vakar ve ciddiyettir. Hz. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’in mirasının azametine yaraşır üstün ahlak, vakur bir duruş sadece bir sorumluluk değil, ayrıca ulemanın ayırt edici özelliğidir. Bugün üçüncü nesil patronları tarafından yönetilen köklü aile şirketleri var. Babalarından şirket yönetimini tevarüs eden bu yeni kuşak patronlarında bile bir veraset ahlakını gözlemlemek mümkün. Bunların, akranları arasında şirket mirasının onur ve ciddiyetine mütenasip bir iş adamı vizyonuyla temayüz ettiklerini görüyoruz. Hz. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’e varis olmanın da ahlakî sorumluluğu var şüphesiz. Herkesten çok ulema bunun şuurunda olmalı, yerine ve zamanına göre tavırlarını bu mizanda tartabilmelidir. Ne var ki ekranların büyüleyici etkisi imaj yapma, daha geniş kitlelere hitap etme takıntısıyla birleştiğinde işbu vakar sorumluluğunu unutturuyor. Televizyon ekranlarında kaş göz işaretiyle konuşmak, şuurlu islami çevrelere hor gözle bakan sekülerlere “abi” çekmek, okuduğu ayet-hadis metinlerini bastıran müstehzi kahkahalar arasında şeâir-i diniyyeyi ayağa düşürmek nebevî verasetin vakar ve ciddiyetiyle örtüşmez.
Nereden baksan dinî şiarların alay konusu edildiği “ofli hoca” tiplemeleriyle islamî izzetin habire hırpalandığı bir dönemde, bizim açımızdan hedefi ve getirisi ne olursa olsun egemen medya mahfillerinin alternatif “şovmenler” üzerinden yeni reyting alanları açmak gibi kirli amaçlarına alet olmak asla “izzetli bir âlim tavrı” olamaz.

Hele yüzyıllardır bu toprakların değer kaynağı iman, kültür ve ideallere kast eden hak ihlalcisi zorbaların tahrip ve tahrifleri karşısında anılan değerlerden feragat ilanı anlamına gelen “savunmacı” ve “biz aslında sizin bildiğiniz gibi değiliz” mealindeki üslup ve zımnında bu coğrafyanın mazlum âlimlerini zan altında bırakan “güdük gerekçeler” değil bir âlim; tarihe vefa duygusu taşıyan sıradan bir müslüman için bile zillet göstergesidir.


Talha Hakan Alp

[1] Hafız Sehâvî hadisin kendisini takviye eden şahitleriyle birlikte güvenilirlik seviyesine çıktığını ifade etmiştir. Bkz., es-Sehâvî, el-Makâsıdü’l-hasene, c. 1, s. 458.
[2] Tirmizi, 2682; Ebu Davûd, 3641; İbn-i Mâce, 223.



http://www.darulhikme.org.tr/?sf=haber& ... 353&ktg=17


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye