Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Âlimler ve Ulu’l-Emre İtaat/ Bediüzzaman, F.Gülen, Fadlallah
MesajGönderilme zamanı: 03.07.10, 18:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
Âlimler ve Ulu’l-Emre İtaat

Ahmet Varol


Vakit
2010-07-03


Uluslararası Müslüman Âlimler Birliği’nin açılış toplantısının son konuşmacısı teşkilatın kurucusu ve başkanı Prof. Dr. Yusuf el-Karadavi oldu. Üstat Karadavi sadece bu teşkilatın değil daha birçok uluslararası İslâmî teşkilatın kuruluşuna öncülük etmiş ve 84 yaşında olmasına rağmen hâlâ gayretli, pratiğin ulemasından örnek bir şahsiyettir. Özellikle Filistin davasında insanları duyarlı ve hareketli olmaya yöneltme konusunda önemli faaliyetlerde bulunmuştur.

Üstad Karadavi konuşmaya başlamadan önce onun açılış konuşmasının Arapça metninin basılı şeklini dağıttılar. Üstadın konuşmalarını genellikle irticali yaptığını, bu tür konuşmalarda kâğıttan metin okumadığını bildiğim halde birçokları gibi ben de dağıtılan metni okuyacağını sandım. Ama o yine adeti üzere irticali konuştu ve bayağı uzun süren, pek çok farklı konuyu ele aldığı, zaman zaman şiirlerden beyitler okuduğu konuşmasını hiç takılmadan yaptı. Bu da Yüce Allah’ın ona lütfettiği bir kabiliyet ve temennimiz bütün ömrünün kendisine lütfedilen kabiliyetlerle birlikte geçmesidir. Konuşmasının irticali olması sebebiyle ben yazılı metni sonra okudum. Bazı konular ortak bazıları farklıydı. Farklı konularda da önemli bilgiler ve vurgular yer aldığını ifade etmekte yarar görüyorum.

Üstad Karadavi Müslüman Âlimler Birliği’nin bugün geldiği durumdan ve geniş bir daire çizmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdikten sonra bu teşkilatın herhangi bir mezhebe, cemaate veya siyasi harekete değil doğrudan ümmete nispet edildiğini, yola çıkarken bu prensip üzere hareket ettiklerini bugün de bu prensibe dayalı bir temsil mekanizmasının söz konusu olduğunu, böyle ümmetin bütün kesimlerini temsil eden bir âlimler ittifakının da “büyük ümmet” konumunda olacağını dile getirdi. Müslümanların aslında güçlü ve pek çok zenginliğe sahip olduklarını hatırlatan Karadavi bunun ortaya çıkması için ümmet bilincinin, kardeşlik anlayışının, ittifak ve işbirliğinin güçlendirilmesine ihtiyaç olduğunu vurguladı.

Ümmetin birlik ve bütünlüğünün sağlanmasında, uygulamalarda da hak ile bâtılın ayrıştırılmasında ilmin ve âlimlerin devreye girmesinin zorunluluğu konusunda aramızda bir ihtilaf olmadığını sanıyorum. Fakat bugün İslâm âlemindeki hakim sistemlerin en önemli arızası buradadır. Emperyalizmin güdümündeki totaliter sistemler İslâm’ın hükümlerini hayattan uzaklaştırmak için başlangıçta, zulme boyun eğmeyerek haktan yana tavır koyan, Allah’a karşı sorumluluklarını bildiklerinden dünya hakimiyetini ellerinde bulunduranları memnun etmek amacıyla Allah’ın hükümlerini evirip çevirmekten korkan âlimleri ya idam ya da sürgün ve hapis yoluyla devreden çıkardılar. Sonra da onların yerine kendilerinin uygulamalarına dinî kaynaklardan delil bulmak için nassların kolunu bacağını budamaktan çekinmeyen murtezika yani sahibinin sesi hocalar yetiştirme gayreti içine girdiler. Bundan dolayı İslâm âleminde bugün hâkim sistemlerle sahih ilim ve salih âlimler arasında irtibat kopukluğu yaşanıyor. İlim sistemlere değil sistemlerin batıl ideolojileri ilme yön vermeye çalışıyor.

İşte bu noktada Üstad Karadavi’nin konuşmasında “ulu’l-emr” kavramına getirdiği izaha temas etmekte yarar görüyorum. Bilindiği üzere “ulu’l-emre itaat” konusu sık sık tartışılmakta, nerelerde itaat edilmesi ve nerelerde karşı durulması gerektiği konusunda farklı görüşler ortaya atılmaktadır. Son dönemde bu konunun “otoriteye itaat” çağrısıyla işgalci katillerin Gazze’deki mağdur Müslümanları ablukaya alan insanlık dışı uygulamalarına bile itaati gerekli görecek derecede genişletildiğini, buna karşılık günümüzde yaygınlaşan “sivil itaatsizlik” kavramının öne çıkarıldığını görüyoruz.

Üstad Karadavi, birçok ilim adamının buradaki “ulu’l-emr” ile kastedilenin âlimler olduğunu söylediğine çünkü halkın yöneticilere onların da âlimlere itaat etmek zorunda olduklarına buna göre toplumdaki itaat sirkülasyonunun en üst kademesinde âlimlerin yer alması gerektiğine o sebeple asıl “ulu’l-emr”in onlar olduğuna dikkat çekti. Tabii burada kastettiği hâkim sistemlerin sesi ve avukatı olmaya çalışan murtezika değil Allah’a itaat sorumluluğunu yerine getiren sâlih âlimlerdi.

Aslında böyle bir itaat sirkülasyonu sağlanabilse “nerede itaat nerede itiraz” meselesi de çözülmüş olur. Toplumsal disiplin ve düzenin sağlanabilmesi için yönetilenlerin yöneticilere ve adalet temelli yasalara, yönetilenlerin de Allah’ın koyduğu ilkeleri doğru anlama duyarlılığı ve bilinci içindeki âlimlere, genel çerçevede de herkesin Allah’a itaat etmesi. Yüce Allah’tan dileğimiz Müslüman toplumları işte böyle bir düzen ve disipline kavuşturmasıdır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Âlimler ve Ulu’l-Emre İtaat/ Bediüzzaman,F. Gülen,Fadlallah
MesajGönderilme zamanı: 12.07.10, 20:17 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
Bediüzzaman, Fethullah Gülen ve Fadlallah

Mustafa ÖZCAN

12 Temmuz 2010

Bediüzzaman, zamanın ilcaatı ve icabatı bağlamında ihtisasa önem vermiştir. Bununla birlikte İslami hizmetlerde hizmetin kuyruğunu hakim cereyanlara kaptırmaması için kurumsallaşmaya gitmeyi zamanın olgunlaşmasına talik etmiştir. Kurumsallaşma hakim cereyanların ve ideolojilerin tortusundan kurtulduğunda tabii ki elzemdir. Lakin bunun dışında hizmet eksenli kurumsallaşmalar hakim cereyanların etkisi altına girebilir. Bundan dolayı dikey değil belki yatay kurumsallaşma daha az riskli olabilir. Bediüzzaman’ın en önem verdiği hususlardan birisi ihtisaslaşmadır. Günümüzde bilimde patlama ve hayatın karmaşıklığından dolayı buna bir nevi mecburiyet hasıl olduğunu düşünmektedir. Lakin bu kurumsallaşma ilimlerin tasnifinde olduğu gibi birbirini daha iyi tanıma ve derinleşe içindir. Yoksa ihtisaslaşma profesyonelleşme anlamında bir körlüğü de beraberinde getirebilir. Bundan dolayı ihtisasın disiplinler arasında işbirliğini de beraberinde getirmesi gerekir. Bazen tek disiplin üzerinde kökleşme ve derinleşmenin insanı diğer disiplinlerden kopardığı ve kamil, mütekamil bir insan olmaktan alıkoyduğu gerekçesiyle buna karşı çıkanlar da olmuştur. Burada da kısmi bir cihetle haklılık payı vardır. Öyleyse ihtisas bir mecburiyettir lakin ihtisaslaşma parçalanmayı ve diğer disiplinlere yabancılaşmayı beraberinde getirmemelidir. Bu dikkate alındığında, ihtisaslaşmanın da yan tesirleri önlenmiş olur.

İhtisaslaşmanın zaruretini idrak bağlamında günümüzde Bediüzzaman’a benzeyen isimlerden birisi Lübnanlı Şii ulemadan Muhammed Hüseyin Fadlallah’dır. O da Bediüzzaman’ın dediğine benzer şeyler söylemektedir.

Bediüzzaman’ın “Günümüz tarikat (veya şeyhlik) zamanı değil cemaat zamanıdır” sözü bu anlamda bayağı vaveyla koparmıştır. Bunu neden söylemiştir? Günümüzdeki meydan okumalar fertlerin takatini aşan bir boyuttadır ve dolayısıyla bu meydan okumalara kolektif olarak mukabele edilmelidir. Şeyhin gücü ne kadar büyük olursa olsun günümüzdeki kolektif ve çok boyutlu meydana okumalara karşı bir fert olarak yapabileceği mukabele sınırlıdır. Bediüzzaman böyle dediği için ona karşı çıkanlar olmuş lakin ona karşı çıkanlar bile fiiliyatta cemaatleşme dönemine girmişlerdir.

Günümüzde Hamalı Şeyh Muhammed el Hamid ve benzerleri, elyak şeyh kalmadığını ve mevcut şeyhlerin de teberrük şeyhi olduğu yönündeki ifadelerini bir yana bırakacak olursak; tarikat eksenli bazı yapılanmalar bile fert düzeyini aşmış ve kolektif boyutlar kazanmış ve kolektif hizmet anlayışına gelmiştir.

Dolayısıyla bu bağlamda, Bediüzzaman’a muhalefetleri lafzidir. Bediüzzaman da bu sözleriyle şeyhlik kurumunu hedef almamış ve buna karşı çıkmamış bilakis bu zamanda hizmet metodlarının alması gerektiğe şekle ve forma işaret etmiştir. Fadlallah da aynen Bediüzzaman gibi ‘ Zaman ferde dayalı merci-i taklit dönemi değil ulama şurası dönemidir’ demiştir. Bediüzzaman’la aynı sözleri söylemiş ve Şia içindeki geleneksel mercii- taklit yapısına karşı çıkmıştır. Zira bizdeki geleneksel tarikat yapısını andırmaktadır. Elbette ki bu sözlerini yadırgayanlar olmuştur.

Bu anlamda, geleneksel merci-i taklit, işlevini dar dairede yakınlarıyla birlikte yürütmekteydi. Fadlallah ise ilcaat-ı zaman bağlamında bu yapıyı modernize etmek istemiştir. Belki Fadlallah’a göre merci-i taklit klasik haliyle biraz dedelik kurumunu andırmaktadır. El-Veşia kitabında Musa Carullah Bigiyev bu boyuta çok kapsamlı bir biçimde temas etmiştir. Fadlallah da günümüzün karmaşık ve grift bir yapıyı andıran konjontüründe mercii- taklidin yapısının kolektifleştirilmesinden başka çare kalmadığını savunmuştur. Fiiliyatta da bunu denemiştir. Bundan dolayı geriye onlarca kurum bırakmış ve bu kurumlarda binlerce kişi barınmakta ve binlerce kişi çalışmaktadır. Hatta bu nedenle Fadlallah’dan sonra bu kurumların geleceği ve kimler tarafından ve nasıl tedvir edileceği tartışılmaktadır. Merci-i taklit anlayışı itibarıyla Bediüzzaman’ın fikirlerinin ruhuna yakın şeyler söyleyen Fadlallah, baba Hui ve Abdulmecid Hui ile birlikte modernizasyon denemesinde bulunmuştur.

2003 yılında Irak’a gelmesiyle birlikte öldürülen Abdulmecid Hui ve Fadlallah okullar ve yetimhaneler açarak kurumsallaşmakta ve bu açıdan da hizmet metodu Fethullah Hoca’ya benzemektedir. Özellikle Abdulmecid Hui sadece hizmet açısından değil Şii olmasıyla birlikte Batı kurumlarıyla girdiği yakın fikri münasebetler açısından da Fethullah Gülen’i hatırlatmakta idi.

Fadlallah’ın kurumsallaşmanın ötesinde en fazla başvurduğu kavramlardan birisi de diyalogdur ki, Fethullah Gülen hareketi ile bu konuda aynı dalga boyunu temsil etmektedir.

Bununla birlikte, merci-i taklidin yapısını kurumsallaştırma bağlamında Fadlallah’ın teklif ettiği Vatikan modeli maksadı aşan bir ifade olmuştur. Bilindiği gibi, ihtisaslaşma merkezileşme anlamına gelmemelidir ve dine açıdan Vatikan bir merkezileşme ve tekelleşme üssüdür. İncil yorumu üzerine vesayet kurmuş ve bu yönüyle Protestanlıktan ayrılmaktadır. Protestanlığın doğmasının asıl nedeni bu merkezi yapıdır. Kırılıncaya kadar insanlık birçok badireler atlatmıştır. Elbette merkezi yapının karşısında dağınıklık da hoş görülemez. Lakin orta bir yol olarak esnek yapı tasavvur edilebilir. Velhasıl, Fadlallah merciiyyetin heyet halinde gelmesini savunmakta idi. Bu da bize esasında Bediüzzaman’ın kullandığı başka bir kavramı hatırlatmaktadır: Şahsı manevi.

Bu anlamda Fadlallah merciiyyetin şahsı manevi haline getirilmesini savunmuştur. Şura Fukaha veya Fakihler Meşveret Heyetini tavsiye etmiştir( İbrahim Bayram, En Nehar gazetesi, 8/7/2010).

Günümüzde içtihad meselesinde bazı fakihler kolektif içtihadı savundukları gibi merhum Ebu’l Hasan en Nedevi de belki de İslam milletler topluluğunun veya camiasının farklı bir versiyonu ya da eş anlamlısı olarak kolektif hilafeti savunmuştur. Bu da siyasi dairede bir şahs-ı manevi anlayışı sayılabilir. Bediüzzaman da bilhassa tefsir ve benzeri hususlarda artık ihtisas kurullarının devreye girmesinin zaruretine dikkat çekmiştir.

Bediüzzaman’ın bu husustaki fikirlerine muttali olmak için aşağıdaki fıkrayı nazarlarınıza sunuyoruz:

“Kur'ân-ı Azîmüşşan bütün zamanlarda gelip geçen nev-i beşerin tabakalarına, milletlerine ve ferdlerine hitaben Arş-ı A'lâdan irad edilen İlahî ve şümullü bir nutuk ve umumî, Rabbanî bir hitabe olduğu gibi; bilinmesi, bir ferdin veya küçük bir cemaatin iktidarından hariç olan ve bilhassa bu zamana ait pek çok fenleri ve ilimleri câmi'dir.Bu itibarla zamanca, mekânca, ihtisasça daire-i ihatası pek dar olan bir ferdin fehminden ve karihasından çıkan bir tefsir, bihakkın Kur'ân-ı Azîmüşşana tefsir olamaz. Çünki Kur'ân’ın hitabına muhatap olan milletlerin, insanların ahval-i ruhiyelerine ve maddiyatlarına, câmi' bulunduğu ince fenlere, ilimlere bir ferd vâkıf ve sahib-i ihtisas olamaz ki, ona göre bir tefsir yapabilsin. Hem bir ferdin mesleği ve meşrebi taassuptan hâlî olamaz ki, hakaik-i Kur'âniyeyi görsün, bîtarafane beyan etsin. Hem bir ferdin fehminden çıkan bir dava, kendisine has olup, başkası o davanın kabulüne davet edilemez. Meğer ki bir nevi icmaın tasdikine mazhar ola.

Binaenaleyh Kur'ân’ın ince mânâlarının ve tefsirlerde dağınık bir surette bulunan mehasininin ve zamanın tecrübesiyle fennin keşfi sayesinde tecelli eden hakikatlarının tesbitiyle, herbiri birkaç fende mütehassıs olmak üzere muhakkikîn-i ulemadan yüksek bir heyetin tedkikatıyla, tahkikatıyla bir tefsirin yapılması lâzımdır. Nitekim kanunî hükümlerin tanzim ve ıttıradı, bir ferdin fikrinden değil, yüksek bir heyetin nazar-ı dikkat ve tedkikatından geçmesi lâzımdır ki, umumî bir emniyeti ve cumhur-u nâsın itimadını kazanmak üzere millete karşı bir kefalet-i zımniye husule gelsin; ve icma-ı millet hücceti elde edebilsin.

Binaenaleyh Kur'ân’ın ince mânâlarının ve tefsirlerde dağınık bir surette bulunan mehasininin ve zamanın tecrübesiyle fennin keşfi sayesinde tecelli eden hakikatlarının tesbitiyle, herbiri birkaç fende mütehassıs olmak üzere muhakkikîn-i ulemadan yüksek bir heyetin tedkikatıyla, tahkikatıyla bir tefsirin yapılması lâzımdır. Nitekim kanunî hükümlerin tanzim ve ıttıradı, bir ferdin fikrinden değil, yüksek bir heyetin nazar-ı dikkat ve tedkikatından geçmesi lâzımdır ki, umumî bir emniyeti ve cumhur-u nâsın itimadını kazanmak üzere millete karşı bir kefalet-i zımniye husule gelsin; ve icma-ı millet hücceti elde edebilsin.

Evet Kur'ân-ı Azîmüşşanın müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nâfiz bir içtihada mâlik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz bir zât olmalıdır. Bilhassa bu zamanlarda, bu şartlar ancak yüksek ve azîm bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telâhuk-u efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassuplarından âzâde olarak tam ihlâslarından doğan dâhî bir şahs-ı manevîde bulunur. İşte Kur'ân’ı ancak böyle bir şahs-ı mânevî tefsir edebilir.İşte büyük ulemâ-i İslâm ve meşâyih-i kiram çok tecrübe ve imtihanlarla şöyle bir kanaata varmışlardır ki: Bediüzzaman ne söylerse hakikattır. Bediüzzaman'ın eserleri, sünuhât-ı kalbîye olup, cumhur-u ulemânın tasdik ve takdîrine mazhardır.Risale-i Nur, Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyânın bu asırda bir mu'cize-i mâneviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsiridir. Evet Risale-i Nur kalblerin fatihi ve mahbubu, ruhların sultanı, akılların muallimi, nefislerin mürebbii ve müzekkîsidir…”

Ne diyelim, akıl için yol bir…


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye