Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 16 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Akaid: Allah’ın Zâtı ve Sıfatları
MesajGönderilme zamanı: 18.01.10, 09:39 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
15. Bölüm: Zât’a Zâid Sıfatların Varlığı:

Ehl-i Hak, Allah’ın sıfatlarının var olduğunu kabul etmişlerdir. Bu sıfatları, zâtın varlığına zâid bilirler.

Allah Teâlâ’nın ilim (sıfatı) ile bildiğini, kudret (sıfatı) ile kâdir olduğunu bilirler. Diğer sıfatlar da bu şekildedir.

Mu‘tezile, Şîa ve filozoflar ise Allah’ın sıfatlarını kabul etmezler ve derler ki: Sıfatlarla ilgili olan her şey, zâtın kendisi üzerinde bulunmaktadır. Meselâ mahlûkâtın ortaya çıkması (keşf olunması, bilinmesi) Allah’ın ilim sıfatına bağlıdır. Allah Teâlâ için bu keşf olunmanın Allah’ın zâtında gerçekleştiğini söylerler. O hâlde zât, bu yönden ilmin hakîkatidir. Kudret ve diğer sıfatlar da böyledir. Vahdet-i vücûda (varlığın birliğine) inanan sonraki dönem sûfîlerinden bazıları Allah’ın sıfatlarını (zâttan ayrı olarak) kabul etmeme konusunda Mu‘tezile ve filozoflara uymuşlardır.

Eğer bir kimse: Bu zikredilen sûfîler Allah’ın sıfatlarının mefhûm (anlam) ve taakkul hasebiyle zâttan ayrı olduğunu söylüyorlar. Tahakkuk hasebiyle yani hâricî vücûd îtibâriyle ise zâtın aynısı biliyorlar. O hâlde onların mezhebi filozoflar ile kelâm âlimleri arasında bir orta yol olmaktadır. Çünkü filozoflar “sıfatlar zâtın aynısıdır” diyorlar, kelâmcılar da “zâttan ayrıdır” diyorlar. Bu sûfîler ise “sıfatlar, hâricî varlık îtibâriyle zâtın aynısı, mefhûm îtibâriyle ise zâtın gayrıdır”, diyorlar.

Buna cevâben deriz ki: Bu açıklamayı kabul etmeyiz. Çünkü filozoflar taakkul ve mefhûm îtibâriyle de sıfatların zât ile aynı olduğunu söylüyorlar. Tartışma zihnî varlıkta değil, hâricî (varlık sahasına çıkmış) varlıktadır. Mevâkıf sâhibi bunu açıklamıştır . Kelâm âlimleri sıfatları, zâta zâid bir varlık ile hâriçte mevcûd bilirler. Mu‘tezile sıfatların hâriçte zâtın aynısı olduğunu söylüyorlar. Söz konusu sûfîler de bu meselede kesinlikle filozoflar ve Mu‘tezile ile hem-fikirdirler. Fakat onlar bu meselede zikredilen fark ile kendilerini filozoflar ve Mu‘tezile’den ayırırlar, sıfatların yok sayılmasını kabul etmezler. Ancak sen de biliyorsun ki, bu fark, onlara fayda vermez.
Onların (vahdet-i vücûdu kabul eden sûfîlerin) şeyhi ve reisi şöyle demiştir: “Bir grup insan, Allah’ın sıfatlarını yok saymaya yöneldiler. Oysa peygamberler ve velîlerin zevki bunun tersine şehâdet eder. Bir grup ise sıfatların var olduğunu kabul edip bunların Allah’ın zâtından tam olarak farklı olduğuna hükmettiler. Bu hâlis küfür ve katıksız şirktir."

Bazıları da şöyle demiştir: Kim Allah’ın zâtını kabul eder fakat sıfatlarını kabul etmezse câhil ve bid‘atçı olur. Kim de sıfatları kabul eder ancak bunların zâttan tam olarak ayrı olduğuna inanırsa, o kişi senevî (dualist) bir kâfir ve küfrüyle câhildir.

Bu söz, sıfatları mutlak yok saymak ile mutlak var saymak arasında orta bir yolu ispata çalışmaktadır. Tam olarak yok sayan ile filozofu, tam olarak var sayan ile de kelâm âlimini kastediyor. Ancak sen biliyorsun ki, bu, orta yol değildir. Aksine onlar sıfatları yok sayanlara dâhildirler.

Onların cür’etlerine şaşılır ki, sâdece keşflerine îtimâd ederek Ehl-i Sünnet ve Cemâat’in üzerinde icmâ ettiği bir konuda onları hatâlı görüyorlar. Buna inananları da kâfir ve senevî diye adlandırıyorlar. Gerçi bu kelimelerle gerçek anlamda küfür ve senevîliği kastetmiyorlar (ama bu lafızları kullanıyorlar). Doğru bir îtikâd sâhibi için bu kelimeleri kullanmak çok çirkindir. Keşfte ne kadar hatâ ediyorlar ve bilmiyorlar ki belki bu keşf de o türdendir ve doğru îtikâda muhâlif olunmaz.

Bu fakîrin bu konuda müstakil bir sözü (görüşü) vardır. O da şudur: Allah Teâlâ’nın zâtı, sıfatlarıyla irtibatlı olan bütün işlerde tek başına kâfîdir. Ancak bu, erbâb-ı ma‘kûlün (felsefe ve mantık gibi aklî ilimlerle uğraşanların) dediği gibi, meselâ ilim sıfatıyla ilgili olan inkişâf (açılma, bilme) zât için de geçerlidir, şeklinde değildir. Şu mânâdadır ki, Allah’ın zâtı tam bir usûl ve müstakillik üzeredir ve bütün işleri yapar. Yani ilim ve bilgi ile yapılması gereken bir işi Allah’ın zâtı ilim sıfatı olmadan yapar. Aynı şekilde kudret sıfatı ile ortaya çıkan bir şey için bu sıfat olmaksızın zât kâfîdir.

Daha iyi anlaşılması için bir örnek verelim: Bir taş, (yukarıdan bırakılınca) yapısı ve tabiatı gereği yukarıdan aşağıya doğru düşer. Taşın zâtı, ilim, irâde ve kudret işlerini yapmış olur. Oysa onda ilim, irâde ve kudret sıfatları yoktur. İlmin gerektirdiği durum şudur: Taş, kendi ağırlığı sebebiyle aşağıya yönelir ve yukarıya meyl etmez. İrâde, ilme tâbîdir. İrâde, aşağıyı tercih etmesini gerektirir. Hareket de kudretin gereğidir. O hâlde taşın tabiatı, bu üç sıfat olmaksızın onların işini yapmış olur.

Binâenaleyh, “En yüce misâller (sıfatlar) Allah’a âittir” (en-Nahl, 16/60) âyeti gereğince, aynı şekilde Allah’ın zâtı bütün sıfatların işini yapar ve bu işleri yaparken sıfatlara ihtiyâcı yoktur. Ancak inkişâf (bilme), tesir (etkileme) ve tahsis (tercih) ilim, kudret ve irâde gibi sıfatlar üzerinde cereyân eder. Zâtı ile değil ilim (sıfatı) ile bilir, kudret ile tesir edip etkileyicidir, irâde ile tahsis ve tercih edendir. Bu sıfatlarla yapılması gereken her şey hakkında Allah’ın zâtı kâfîdir. Ancak bu mânâlar sıfatlar üzerinde gerçekleşir. Bu mânâlar olmadan zâta âlim (bilen), kâdir (gücü yeten) ve mürîd (irâde eden, dileyen) denemez. Meselâ aynı taşta ilim, kudret ve irâde sıfatı yaratırlarsa, o taşa bilen, gücü yeten ve dileyen denebilir. Ancak bu zâid mânâlar (özellikler) olmadan bu sıfatların işini yapsa bile onlarla vasıflanmış olamaz. Şüphe yok ki bu özelliklerin onda bulunması onun kemâlini ve üstünlüğünü gerektirir.

O hâlde sıfatlarla ilgili bütün işlerde Allah Teâlâ’nın zâtı her ne kadar yeterli ise de, bu üstün özelliklerin sübûtu için sıfatlar lâzımdır. Zât, bu özelliklerin bulunması ile kemâl sıfatları ile vasıflanmış olur.

Şöyle denmesin ki: “Bu yoruma göre, Allah’ın zâtının, kendisinden farklı olan sıfatlar sâyesinde kemâle ulaşmış olması îcâb eder. Bu durum zâtın nâkıs (eksik) olmasını ve başkasıyla kemâle ermesini gerektirir. Oysa bu imkânsızdır”. Buna cevâben deriz ki: İmkânsız olan şey, Allah’ın zâtının kemâl sıfatını kendisinden başka bir şeyden alması ve istifâde etmesidir. Yoksa, o sıfat zâttan başka (zâta zâid) olsa bile, kendi zâtı ile kemâl sıfatıyla vasıflanması imkânsız değildir. Kelâm âlimlerinin mezhebinde lâzım olan ikinci şıktır, birinci değil.

Nitekim Seyyid (Şerîf Cürcânî) bu konuyu Şerhu’l-Mevâkıf’ta açıklamıştır.


***

MA‘ÂRİF-İ LEDÜNNİYYE (ARİFLERİN HALLERİ)

İMÂM-I RABBÂNÎ

Doç Dr. Necdet TOSUN

SUFİ Kitap


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Akaid: Allah’ın Zâtı ve Sıfatları
MesajGönderilme zamanı: 18.01.10, 09:51 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
18. Bölüm: Allah’ın Bilgisinin Bilinen Şeyle İrtibâtı:

Allah Teâlâ zâtına zâid bir ilim ile bütün bilinen şeyleri (ma‘lûmâtı) bilmektedir. O bilinen şey ister vâcib (ilâhî âleme âit) olsun, ister mümkin (kâinâta âit) fark etmez.

İlim, ma‘lûma (bilinene) taalluk eden, zâtın hakîkî bir sıfattır.

Allah Teâlâ’da o sıfatın mâhiyeti bilinmediği gibi –nitekim daha önce anlatıldı- o ilmin bilinen şeylerle irtibâtı da aynı şekilde bilinmemektedir.


Şu kadarı anlaşılabilir ki, bu irtibat, bilinen şeyin inkişâfına (açılıp bilinmesine) sebep olmaktadır. İnsanlardan çoğu bu hakîkati anlayamadıkları için gâibi şâhide (görülmeyeni görülene) kıyâs ettiler, ızdırap ve hayrette kaldılar.

***

MA‘ÂRİF-İ LEDÜNNİYYE (ARİFLERİN HALLERİ)

İMÂM-I RABBÂNÎ

Doç Dr. Necdet TOSUN

SUFİ Kitap


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Akaid: Allah’ın Zâtı ve Sıfatları
MesajGönderilme zamanı: 18.01.10, 09:55 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
19. Bölüm: Kudret ve İrâde:

Kudret ve irâde, Allah’ın zâtına zâid sıfatlardandır.

Kudret, âlemin yaratılmanın ve bu yaratma işinin terk edilmesinin sahih olmasından ibârettir (Allah yaratmaya da yaratmamaya da gücü yetendir). O hâlde yaratmak ve yaratmamaktan hiç birisi Allah’ın zâtı için lâzım değildir. Bütün mezheplerin mensupları bu konuda hem-fikirdirler.

Ancak filozoflar diyorlar ki, mevcut nizâm gereğince Allah’ın âlemi yaratması zâtı için gereklidir. Bu görüşleriyle onlar Allah’ın bu mânâdaki (yaratma ve yaratmamadaki) kudretini inkâr etmişlerdir. Onlar bu mânâdaki kudretin eksiklik olduğunu düşünüyorlar. Yaratmanın gerekli olmasının Allah için kemâl (üstünlük) alâmeti olduğunu düşünerek O’na gereklilik (zorunluluk) nisbet etmişlerdir. “Kudret”in Allah dilerse yapar, dilemezse yapmaz, anlamında olduğunu söylerler. Bu anlamda Ehl-i İslâm (müslümanlar) ile hem-fikirdirler. Ancak ilk şartı (“dilerse” kısmını) olması gerekli, ikinci şartı (“dilemezse” kısmını) ise imkânsız sayarlar. Hak Teâlâ hakkında her iki şartın da doğru olduğuna inanırlar.

Ayrıca filozoflar “irâde”nin “ilim” sıfatına zâid olduğunu kabul etmezler. İrâde, en kâmil nizâmda ilmin kendisidir, derler ve ona inâyet adını verirler.

Bazı müteahhirîn (sonraki dönemlerde yaşayan) sûfîler “kudret”in mânâsı hakkında filozoflara uymuşlardır. İkinci şartı (“dilemezse yaratmaz” ifâdesini) imkânsız sayarlar. Ancak kendi görüşlerini filozoflardan şöyle ayırırlar: Filozoflar irâde sıfatını kabul etmez ve irâdenin ilmin (bilmenin) kendisi olduğunu söylerler. Onlar ise zikredilen anlamda kudretin bulunmasıyla birlikte ilme zâid bir irâdeyi de kabul ederler ve “Allah mürîddir (irâde sâhibidir, dileyendir)” derler. “Allah zorunludur” (yaratmaya mecburdur) demezler. Filozoflar ise aksine Allah’ın mecbur olduğunu söylerler ve O’nun irâde sıfatını ortadan kaldırırlar.

Bu fakîrin burada (bu sûfîlerin görüşüyle ilgili) şüphesi vardır. O şüphe de şudur:
İrâde, olması veya olmamasına güç yeten iki işten birini tercih etmektir. İkinci şık (“olmaması”) imkânsız olunca birinci şık (“olması, yaratması”) zorunlu olur. O hâlde irâde niçin kabul ve ispat ediliyor? Çünkü irâdenin ürünü olan tercih (seçme özgürlüğü) iki eşit konuda olmuş oluyor. Eşitliğin olmadığı yerde tercih de olmaz, irâde de. Bu sebeple filozoflar (yaratma ve yaratmama şeklindeki) iki tarafın eşitliğini inkâr edince, irâdeyi de kabul etmediler ve irâdeyi bir neticesi olmayan hayâl saydılar. Bu söz ve görüşte filozoflar (kendi mezheplerinin kudret konusundaki yapısına göre) haklıdırlar.

Âlemin var olması ile olmaması arasında bir eşitlik bulunmamasına rağmen söz konusu sûfîler Allah’ın irâde sıfatını kabul etmişler ve böylece filozoflardan ayrılmışlardır. Bu fark sâyesinde, Allah için “dileyen” ve “seçme özgürlüğü olan” sıfatlarını kullanırlar. Onların sözünün neticesi bu farkta görülmemektedir. Allah’ın tercih özgürlüğünü (ihtiyâr) yok sayma konusunda bu sûfîlerin mezhebi (görüşü) aynen filozofların mezhebidir. İrâdeyi kabul etmeleri ise boş lâftan başka bir şey değildir.

Doğruyu doğru olarak gösteren ve doğru yola ileten Cenâb-ı Haktır.

Eğer bir kişi şöyle derse: Söz konusu sûfîler âlemin var olmasını, Allah’ın zâtının lâzımı (zorunluluğu) olduğunu söylemiyorlar (Allah varsa âlem de mutlaka olacaktır, demiyorlar) ve âlemin Allah’tan sudûrunun Allah’ın irâdesi ile olduğunu söylüyorlar.

Buna cevâben deriz ki: İkinci şart yani âlemin var olmasını dilememe durumu imkânsız ve âlemin var olmasını dilemek gerekli olunca, iki eşitten birini tercih etmek olan irâdenin, âlemin var olmasında hiçbir etkisi olmaz. Sâdece onun için irâde ismi kullanılır. Bu kadar (lâfta kalan) irâdeyi filozoflar da kabul ediyorlar. Öyleyse irâdenin bu türünü kabul etmek, Allah’a nisbet edilen mecbûriyet ve zorunluluğu gidermek için yeterli olamaz. Ve âlemin var olması ile olmaması arasında eşitliğin bulunmaması fikrinden, Allah’ın (yaratmaya) mecbur olduğu neticesi çıkar.

Nitekim bu anlatıldı.

***

MA‘ÂRİF-İ LEDÜNNİYYE (ARİFLERİN HALLERİ)

İMÂM-I RABBÂNÎ

Doç Dr. Necdet TOSUN

SUFİ Kitap


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Akaid: Allah’ın Zâtı ve Sıfatları
MesajGönderilme zamanı: 18.01.10, 09:56 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
20. Bölüm: Şuûnlar ve Sıfatlar Arasındaki Fark:

İlâhî şuûnlar, Allah’ın zâtı üzerine fer’dir, Allah’ın sıfatları da şuûnlar üzerine fer’dir (tafsîldir).


el-Hâlik (yaratan) ve er-Râzık (rızık veren) gibi isimler, sıfatlar üzerine fer’dir (sıfatların detaylarıdır).

Allah’ın fiilleri de isimleri üzerine fer’dir. Diğer varlıklar ise Allah’ın fiillerinin neticesi, fer’i ve tafsîlâtıdır. Allah Teâlâ en iyisini bilir.

O hâlde anlaşıldı ki, Allah’ın şuûnları başkadır, sıfatları başkadır. Birinciler yani şuûnlar zâtın aynısıdır ve hâriçte mevcûddur. İkinciler yani sıfatlar zâta zâiddirler ve hâriçte mevcûddurlar.

Bu farkı anlamayanlar, şuûnların sıfatlarla aynı olduğunu zannetmişler, şuûnlar gibi sıfatların da zâtın aynısı olduğuna hükmetmişlerdir. Böylece sıfatların hâricî varlığını inkâr etmişler, sıfatların hâriçte zâta zâid olduğu konusundaki ehl-i hakkın icmâına muhâlefet etmişlerdir.

Gerçeğin gerçek olduğunu bildiren ve doğru yola ileten Allah Teâlâ’dır.

***

MA‘ÂRİF-İ LEDÜNNİYYE (ARİFLERİN HALLERİ)

İMÂM-I RABBÂNÎ

Doç Dr. Necdet TOSUN

SUFİ Kitap


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Akaid: Allah’ın Zâtı ve Sıfatları
MesajGönderilme zamanı: 18.01.10, 12:48 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
28. Bölüm: Allah’ın Sıfatlarını İnkâr Etmenin Sebebi:

Meşâyıhtan bazıları Allah’ın vâcibî sıfatlarını inkâr etmişler ve sıfatların hâriçte zât ile aynı olduğunu söylemişlerdir.

Bunun sebebi şudur: Onlar sıfat tecellîleri mertebesindedirler. Sıfatlar, Allah’ın zâtını görme konusunda onlara ayna olmuştur. Ayna olmanın hükmü, görenin nazarından gizlenmektir. O hâlde sıfatlar ayna olma yönüyle o kişilerin gözünden gizlenmişlerdir. Sıfatları göremeyince onların hâriçte zât ile aynı olduğuna hükmederler.

İlim mertebesinde (taayyün-i sânîde) ise, sıfatları tümüyle reddetmemek için sıfatların zâttan farklı olduğunu kabul etmişlerdir.

Bu bir kısım sûfî bu makâmdan yükselselerdi ve görüşleri sıfat aynalarından çıksaydı, işin hakîkatini bilirlerdi.

Sünnet âlimlerinin zâta zâid olarak sıfatların varlığını kabul eden görüşünün doğru ve gerçeğe uygun olduğunu, nübüvvet kandilinden alındığını anlarlardı.

***

MA‘ÂRİF-İ LEDÜNNİYYE (ARİFLERİN HALLERİ)

İMÂM-I RABBÂNÎ

Doç Dr. Necdet TOSUN

SUFİ Kitap


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Akaid: Allah’ın Zâtı ve Sıfatları
MesajGönderilme zamanı: 14.04.11, 19:17 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Allah razı olsun


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 16 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye