Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Cevşen, Bir Şia Bidati Midir?
MesajGönderilme zamanı: 11.06.11, 18:37 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 19.08.10, 04:41
Mesajlar: 69
Cevşen, Bir Şia Bidati Midir?

Bu meselede 2 farklı görüş vardır. Bu yazımızda bu 2 farklı görüşe tarafsız kalarak yer vermek istiyoruz...

Görüş 1: Cevşen, Bir Şia Bidatidir ve Uydurulduğu Kat'idir.

Cevşen'in Fârisî kökenli olduğu ve Ehl-i Sünnet itikadına Şia'dan sızdığı, âşikar bir gerçektir. Özellikle Türk tasavvufunda yer bulması, zaten Şia mahrecinin gizli bir nişânesidir. Tasavvuf ekolü, her ne kadar Şia'ya karşıymış gibi görünse de, Tasavvuf içindeki ve hayat dinamiklerindeki Şia patentli dînî sembolleri çıkardığımızda; ortada ne tasavvuf, ne de İslam'dan bir eser kalır!

Cevşen, Farsça kökenli bir kelime olup lügât olarak “zırh , zırhlı gömlek” anlamındadır. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'nin Cevşen maddesinde özetle diyor ki: "Farsça asıllı olduğu kabul edilen Cevşen kelimesi, sözlükte "zırh, savaş elbisesi" anlamına gelmektedir. Terim olarak Şii kaynaklarında Ehl-i Beyt târikiyle (yoluyla) Hz. Peygamber'e isnat edilip, Cevşen-i Kebîr ve Cevşen-i Sagîr denilen iki duanın ortak adıdır." [1]
Cevşen-i Kebîr (Büyük Cevşen)

Rivayete göre Uhud'da savaşın şiddetlendiği bir sırada, Hz. Peygamber ellerini açarak Allah'a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve "Ya Rasûlullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua; hem sana, hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır." demiştir.

Bu olayla ilgili Şii kaynaklarında Hz. Peygamber'e şöyle isnat edilir: "Allah (c.c.), Cevşen-i Kebîr'i dünyayı yaratmadan 50.000 yıl önce Arş'a yazmıştır. Bu duayı okuyan veyâ yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünyada her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebîr ile Allah'a münacatta bulunan kimseye, Bedir şehitleri derecesinde 900.000 şehit sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez. Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur, her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir, ayrıca insan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap kazanır, asla Cehenneme girmez." (!) [2]

Cebrail, Hz. Peygamber'den [bu] duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takvâ sâhibi kişilere tâlim etmesini istemiş. Kefenlere de yazılmış. Cevşen-i Kebîr, özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş; gerek müstakil olarak, gerekse çeşitli duâ mecmuâları içinde birçok defa basılmıştır.
Cevşen'in Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i Beyt târikiyle rivayet edilmiş olmasının yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur.

Duâ, Şia bölgelerinde özel matbaalarca kefen üzerine yazılmakta ve cenazenin kefenlenmesinde kullanılmaktadır.

Cevşen-i Kebîr, her biri Allah'ın isim ve sıfatlarından 10 tanesini ihtivâ eden 100 bölümden ibâret uzunca bir duâdır. Her bölümün sonunda "Subhâneke yâ lâ ilâhe illâ ente'l-emâne'l-emân hallisnâ/ecirnâ/neccinâ mine'n-nâr" (Subhânsın yâ Rab! Sen'den başka yoktur ilâh! Emân diliyoruz Sen'den, Koru bizi Cehennem'den!) ibaresi tekrarlanmaktadır.

Cevşen-i Kebîr, Türkiye'deki bazı câhil Sünnî çevreler arasında da ilgiyle karşılanmıştır. Duâyı, Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddin, tarikatla ilgili “Mecmuatü'l-Ahzab” adlı eserinde nakletmiş, daha sonra özellikle Risâle-i Nûr cemaati tarafından müstakil olarak birçok defa basılmış ve Türkçe'ye de tercümeleri yapılmıştır. Ayrıca Şii kaynaklarında zikredilen metinle bu eserlerdeki metin arasında bazı eksiklik veya fazlalıklar göze çarpmaktadır.
Cevşen-i Kebîr diye bilinen ve Musa el-Kâzım'dan itibâren imamlar yoluyla Hz. Peygamber'e nispet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen, yaklaşık 15 sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir.

Duânın sünnî hadis mecmualarında yer almaması, ayrıca Şii hadis külliyâtının ana kaynağı durumundaki “Kütüb-i Erbea”da da bulunmaması, sadece dua mecmuaları gibi ikinci derecede kitaplarda mevcut olması da bu görüşü desteklemektedir.
Cevşen, Sahih Olamaz

Cevşen'in faziletleriyle ilgili olarak nakledilenlere gelince, Allah'ın insana verdiği imkan ve yetenekler, ona tanıdığı haklar ve yüklediği görevler karşısında kişinin bir duayı okumakla dünya ve ahiretin bütün kötülüklerinden korunup mutluluğa erişmesi, İslamiyet açısından, hatta bütün semâvî dinler bakımından mümkün değildir. Ayrıca her bölümünde tevhidi vurgulayan ve yoğun kudsî duygularla örülmüş bulunan bir duanın iman etmeyenler tarafından okunmasının ne anlamı var ki; Cebrail, bu konuda Hz. Peygamber'i uyarmış olsun?! Kaldı ki bu dua, herkesin vâkıf olabileceği bir açıklıkla literatüre geçtiğine göre, gizli tutulması da fiilen imkansızdır.[3]

Diyanet Ansiklopedisi'ndeki bu bilgiye göre, Cevşen duasının Ehl-i Sünnet kaynaklarında bulunmaması ve fazîleti ile ilgili rivâyetlerin İslamiyet ve Ehli Sünnet inançlarına aykırı bulunması, Şiilerce muteber kabul edilen Kütüb-i erbea'da bulunmaması da, bunun sahih olmadığını göstermektedir.

Bu duayı üstünde taşıyanın asla Cehenneme girmemesi de, ilimle bağdaşmayan bir ifâdedir. Çünkü hepsinden kıymetli olan Mushaf'ı (Kurân-ı Kerîm'i) bile üstünde taşıyan kâfir, Cehennemden kurtulamaz.

Şiiler, Cevşen'i savaşlarda kullanmışlarsa da, bir faydasını görmemişlerdir. Mesela Irak-İran harbinde ölen Iraklı Şii askerlerle, İranlı Şii askerlerin üstlerinde Cevşen duası bulunmuştur. Ayrıca üzerinde Cevşen olduğu halde kaza geçiren çok kimse görülmüştür.

Güyâ Cevşen'ül-Kebîr ismindeki duâ, Peygamber Efendimize, Uhud Harbi esnasında Cebrail (a.s) tarafından getirilmiştir. Cebrail gelerek Hz. Muhammed'e (S.A.V.): "Üzerindeki zırhı çıkar ve bu duâyı oku. Bu duâyı üzerinde taşır ve okursan zırhtan daha büyük tesiri vardır." demiş (!).

Peygamber Efendimiz, duânın tesirinin sadece kendine mi mahsus, yoksa ümmete de şâmil mi olduğunu sorunca, Cebrail (A.S.), şöyle buyurmuştur:
"Yâ Rasûlullah, bu duâ, Cenab-ı Allah'ın sana ve ümmetine bir hediyesidir. Bunun sevabını Allah'tan başka kimse takdir edemez." [4]

Davut Aydüz, der ki; "Şiî kaynaklarına dayalı olarak rivâyet edilen Cevşen'in faziletine dair hadis, Ehl-i sünnet'in prensipleri doğrultusunda kabule şâyan değildir. Meselâ, "Cevşen'i okuyan dört semavî kitabı okumuş gibi olur, Bunu okuyan asla Cehennem'e girmez, Üzerinde Cevşen yazılı kefenle gömülen kişi kabir azabı görmez"... gibi. ihtimal bunları bu duâya kudsiyet kazandırma düşüncesiyle -Ehl-i Beyt imamları kanalıyla geldiği için- bazı ifratkâr kişiler uydurmuş olabilir…" [5]

Cevşen vesilesiyle düşülen bir şirk şöyle anlatılıyor;

"Cevşen, sürekli okunduğunda, okuyana birtakım maddî-manevî faydaları vardır ki, birçok Ehl-i keşif ve İslâm âlimi buna işaret etmişlerdir. Bunlardan birisi olarak Said Nursî , el-Cevşen'ül-Kebîr'i okuma neticesinde gördüğü faydalardan şöyle bahseder: "Münâfık düşmanlarımın maddî ve manevî zehirlerine karşı gerçi Cevşen ve Evrâd-ı Kudsiye-i Şâh-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar..." [6]

Şia ve Nurcular, Cevşen duâsının Ehlibeyt imamları vasıtasıyla geldiğini iddia ederek teyakkûza düşmüşlerdir. Zira zehirlendiği rivâyet edilen Hasan (R.A.) ve diğer Ehlibeyt imamları, Kerbela şehidi Hüseyin (R.A.) ve etrafındakiler Cevşen'in bu faziletinden neden istifade edemediler? Düşündürücüdür!

Peygamber Efendimiz'in (S.A.V.) mağarada Hazret-i Ebu Bekir'e (R.A.) -hâfî zikir talim buyurduğu gibi, Cevşen de büyük kutupların ve güvenilir evliyânın uhdesinde mevsuk bir şekilde bulunmakta ve tâlim edilmekte olduğundan, ayrıca rivayet edilmesine ve meşhur kitaplara alınmasına ihtiyaç duyulmamıştır zırva savunumuyla senetsiz ve uydurma olduğunu itirafına rağmen meşruiyet kazandırılmaya çalışılması ancak cahillerin kabulleneceği işlerdir.

Cevşen hakkında Fikret Şanlı'nın yazısı da şu şekilde;

"Cevşen- i Kebîr ve Cevşen'i Sagîr olmak üzere iki dua vardır. Uhud harbi esnasında Efendimizi öldürme teşebbüsleri çoğalıp havanın da sıcak olması hasebiyle zırhında yük yaptığı bir ortamda Cebrail (a.s.) gelir ve “Ey Muhammed! Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua, hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır.”

[ İslam Ansiklopedisi Cevşen bölümünde güzel mülahazalar vardır. Konuyu daha derin araştırmak isteyenlere tavsiye olunur. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c: 7, s: 462-3-4]

Aşağıdaki veya aşağıdakine benzer metinler, Cevşen satılırken ufak bir kağıtla beraber verilir;

"İşte yaklaşık 15 sayfa olan bu dua bize böyle gönderilmiştir. O günden bu güne kim onu üzerinde taşırsa başına musibet gelmez. Evinde olursa evi yanmaz. Çocuğunda olursa başına bir şey gelmez."

Dini kasko olsa olsa budur herhalde!

Bu konu hakkındaki ilmî mütalaalardan şu sonuçlar çıkmıştır:

1. Peygamber Efendimiz, Uhud'da zırhını çıkarmamıştır. Hatta üzerinde iki zırh birden vardı.[7]

2. Cevşen'in Sünnî kaynaklarda bulunmaması, Şiîler'ce muteber kabul edilen Kutub'ul-Erbaa'da bulunması, bunun uydurma olduğunu gösterir.

Cevşen ile ilgili rivâyetlerin, hadîs usûlünde kabul edilen rivayet usulleri ve özellikle hadîsin kabulünü gerektiren mütevâtir, sahih, hasen kategorileri içerisinde olmaması, Cevşen'in sıhhati hakkında epeyce ipucu vermiştir. Üstelik bunun Musâ el-Kâzım - Ca'fer es-Sâdık - Muhammed el-Bâkır - Zeynelâbidîn - Hz. Hüseyin ve Hz. Ali tarîkiyle Hz. Peygamber'e isnat edilmesi, yani hep Şiâ'nın sahip çıktığı şahsiyetler yoluyla intikâli, Sünnî âlimlerin ve toplumunun bu rivâyeti göz ardı etme neticesine götürmüştür.

Cevşen'in mana ve muhtevası ne kadar güzel ve müsbet olduğu varsayılsa bile, İlim erbabı Sünnilerce mevzûnun sened tenkidi açısından yapılan değerlendirmeye itibar edilmektedir. Öyle de olmalıdır. Hadis usulü ilim dalı boşuna oluşmamıştır. Metni güzel diye tüm uydurma hadisleri sahihlersek ortalıkta uydurma ve zayıf hadis bırakmayız.

Altının değerini sarrafı bilir misali Hadisin değerini (sahihliğini) de hadis usulü ilmine vakıf alimler bilir. Hiçbir hadis usulü âlimi, Cevşen hakkındaki bahsedilen metne sahih diyememişlerdir. Her ne kadar sofiye Ehlince hadis usulü diye bir şey olmasa da (onlara göre hadisin sahihliği şeyhlerine evliyalarının kalbine Allah tarafından hadisin keşfolunmasıdır. Ehl-i Sünnet, ne kadar uydurma olduğunu ilmî olarak ispat etse de, tasavvufun şeyhleri okeylemişse; o, neredeyse âyet mesabesindedir.) Ehl-i Sünnet'e göre vardır.

Şimdi buraya Fethullah Gülen'in kendi yazısından konuyla ilgili itikatlarını aktaracağım:

“Bazen hadîs kriterleri ölçü olmayabilir. Ehlullah'ın Efendimiz'den keşfen hadîs alması hiç de az vaki olmuş hâdiselerden değildir. İmam Rabbânî der ki: "Ben, İbn Mes'ûd'dan, Muavvizeteyn'in (Felak ve Nas sureleri) Kurân'dan olmadığına dair rivâyetini görünce bu sûreleri farz namazlarımda da okumamaya başladım. Ne zaman ki, Efendimiz'den onların Kurân'dan olduğuna dair ihtâr aldım, ancak o zaman bu sûreleri farz namazlarımda da okumaya başladım". [8]

Bazılarının bizim kunut duâsı olarak okuduklarımızı, Kurân'dan kabul etmesi de, yukarıda işaret etmek istediğimiz husûsa ayrı bir delil kabul edilebilir. Ve yine İmam Rabbânî'den bir misâl diyor ki: "Ben bazı hususlarda İmam Şâfiî'yi taklit ediyordum. Ancak bana İmam Ebû Hanîfe'nin peygamberlik mesleğini temsil ettiği ihsâs edildi. Ben de Ebû Hanîfe'ye iktidâ ettim...". [9]

"Bu durum da elbet belli kriter ve ölçü gerektirir. Yoksa önüne gelen herkes keşfen bir şeyler aldığını söyler ve ortalık bir sürü uydurma keşiflerle dolar. Ama bazı büyük zatları bu kategoriye dahil etmek çok büyük yanılgı olur. Onlar "Keşfen aldık" dediklerini mutlaka öyle almışlardır ve dedikleri de katiyen doğrudur. Ne var ki, bunları belli hadîs kriterleri içinde tahlîl etmek imkansızdır. Onun için de, hadîsçiler bu tür ifadelere iltifat etmemişlerdir. Ama onların iltifat etmemesi bu ifadelerin doğru olmadığı manasına da gelmez. Bütün bu söylediklerimiz Cevşen için de aynen geçerlidir. Onun için biz kesinlikle diyoruz ki, Cevşen manası itibariyle Efendimiz'e ilhâm veya vahiy yoluyla gelmiştir. Daha sonra da Ehlullahtan birisi bu Cevşen'i keşif yoluyla Efendimiz'den almış ve Cevşen bize kadar öyle ulaşmıştır." [10] (işte senet (!))

"Bu hususlara şunu da ilâve etmek faydalı olur kanaatindeyim. Gümüşhânevî gibi bir büyük veli ve Bedîüzzaman gibi bir sahip-kıran, Cevşen'i kabullenip onun vird edinmişlerdir. Cevşen'in me'hazindeki kuvvet ve kutsiyete ait başka hiçbir delil ve burhân olmasa, sadece isimlerini verdiğimiz büyüklerin bu kabullenişleri ve yüz binlerce insanın Cevşen'e gönülden bağlanıp değer atfetmeleri, Cevşen hakkında en azından ihtiyatlı konuşmaya yetecek güç ve kuvvette delillerdir. Sadece senedine ait bir boşluktan dolayı Cevşen'e dil uzatmak en ılımlı ifadeyle bir haksızlıktır." [11]

Hatadan münezzeh önderleri ve kalabalık yığınların bu senetsiz metni güzele kapılmalarını şantaj olarak göstererek Ehli sünnete uygun şekilde hadis usulüne uymamızı kınıyor ve aba altından tehdit ediyor. Bu bidatçilere sözümüz; “Hadi oradan sen de” olacaktır .

3. “Cevşen'i okuyan, dört semavî kitabı okumuş gibi olur.", "Bunu okuyan, asla Cehennem'e girmez." veya "Üzerinde Cevşen yazılı kefenle gömülen kişi, kabir azabı görmez." ...v.b. akideye muhalif inançlar, Cevşen'in ne olduğu hakkında bırakın Sünnî kesimi, Ehl-i Kitab'a (Yahudiler ve Hıristiyanlara) bile tebessüm ettirecek boyuttadır.

4. 15 sayfalık metnin sahih olması, çok zor görünmemektedir. Çünkü bu metin, bilinen bir vakıayı, bir kıssayı veya tarihî bir olayı anlatan, hafızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak her kelime ve cümlesinin büyük bir titizlikle zapt edilip tekrarlanması, Hz. Peygamber'den alınıp rivayet edilmesi uzun ve çok zor denecek kadar güçtür.

5. Madem bu dua, Peygamber Efendimiz'i koruyacaktı da; Efendimiz, Uhud harbinde niye yaralandı?

“Ebu Said el Hudri der ki: 'Rasulullah'ın yüzüne baktım. Her iki şakağında gümüş para yerini andırır iz, alnında saçının dibinde de bir yara vardı. Alt dudağı yarılmış, sağ yanındaki rebaiye dişinden birisi de kırılmıştı... Yardım edilmedikçe attan inemedi... Her iki Sad'a (Sa'd b. Ubade ile Sa'd b Muaz'a) dayanarak evine girdi.'” [12]

Hani bu dua zırhtan daha iyiydi? Bu savaştan sonraki savaşlarda niye yaralanmalar oldu? Efendimiz mübarek dişini niye yitirdi? 70 kadar sahabe neden şehit oldu ?

6. Cevşen'i takarak güvende olma itikâdı, İslam'ın tevekkül mantığına ters. O halde bu hadis, nerede geçiyor diye araştırdığımızda şu sonuca varırız ki, bu olay Ehl-i Sünnet'in ne birinci derece hadis kitaplarında, ne de ikinci derece hadis kitaplarında [mevcut]. Peki bu uydurma şey, bize nasıl ulaştı diye bakarsak şu sonuca varırız:

Bu duanın aslı, Cevşen kelimesinde saklı. Cevşen, Farsça (şia) bir kelimedir. Zırh demektir. İran kaynaklarına göre Cevşen-i Kebîr ile Allah'a müracaatta bulunan kimseye Bedir şehitleri derecesinde 900.000 şehit sevabı verilir. Bu duayı kefenin üzerine yazan mü'min azap görmez. Onu okuyan kimse, dört semâvî kitabı okumuş gibi olur... v.s, v.s....

Cevşen baskılı kefenlerin Ehl-i Sünnet cenaze işleri müdürlüğünde bulunması an meselesidir. Hakikaten buna inanılır mı derdim; ama inanılıyor. İran'da binlerce cevşenli kefen var. Bizde de câhil ve tasavvuf tıyniyetli binlerce insan.

Her dönemde dinini bilmeyen insanları istismar etmek için birileri çıkıp din adına bir şeyler uydurup onunla menfaat sağlamak isteyen insanlar çıkmıştır. Hıristiyanlar da cennetten arsa satmadılar mı?

Yıllar önce, Zaman Gazetesi'nin ikinci sayfasında, Fethullah Gülen'in "Cevşen" adı altında üç gün boyunca tam sayfa yazısı çıkmıştı. Sonuç olarak şu kanıya ulaşılıyordu:

"Evet! Bu olay Ehli sünnetin hadis kitaplarında yok. Evet! Bu olayın silsilesi, Şia silsilesi. Evet! Bu olayın aslı olmayabilir. Ama bu duayı Üstad'ın [Bediuzzaman'ın] okuması bizim için yeterlidir."

Bundan sonra iki konunun izah edilmesi gerektiği kanısındayım.
1. Mesele:

Madem bu olayın aslı yok; zira "din isnattır.” buyruluyor. Peki niye halen Cevşen satılırken bu kayıtlar veriliyor. Bu tip insanlara ancak şu ayet mealini söyleyebiliriz: “Allah'ın ayetlerini az bir paraya satmayın.”

Az bir paraya satmayın, yani dini istismar edip dinin sırtından zengin olmaya kalkarsanız, ne kazanırsanız kazanın o az bir para olacaktır, haberiniz olsun.
Nur Cemaatinin ayrılmasının sebeplerinden ve Risalelerdeki ebcet hesabı hatalarından bahseden bir kitapta; "...bu sebeplerin başında Risalelerin kârının kimde kalacağında anlaşılamamasıdır." der.[13]
2. Mesele:

Aslında bu, en önemli meseledir. İnsanların Cevşen'i takarken bu inançta olmalarıdır. Kendilerini bu kağıdın koruyacağını zannederler ve kağıdı asarak yardım beklerler ki bu, insanları cahiliyyedeki puta tapanlar gibi putperestliğe alıştırma gibidir. Oysa Allah, istemedikçe dünya ve içindekiler ne isterse istesinler onlara bir şey olmaz.

Kuvvet ve kudret sahibi olan Allah'tır ki insanlara bunun ilâhî bir yönünün olmadığı söylense ve sadece bunda Allah'ın güzel isimleri, dualar, Bedir ashabının ismi var denseydi, Cevşen bu kadar yayılır mıydı?

Ezcümle ; İsnat olarak sabit olmayan Cevşen duasının –savunanların da kabullendiği gibi - şia uydurması olduğu sabittir.[14]

Nurcular; "Şiilerin rivayetlerinde de sahih şeyler bulunabilir, Ehli Sünnet alimleri şiadan hadis almaktan çekindikleri için pek çok doğru şeyden mahrum kalabiliriz." bahanesiyle Cevşen'e meşrûiyet kazandırmaya çalışıyorlar. Bu sözler, ilimden nasipsizlerin sözüne benzemektedir. Zira Allah-u Teala, -itikâdı sahih olsa bile- fâsık (günâhkâr) birinin getirdiği habere itibâr edilmemesi beyan ederken, yalan söylemeyi dinen vacip olarak gören Şiilerin anlattıklarına nasıl itibar ederiz?

Ehl-i Sünnet âlimlerinin Şia'dan hiçbir rivayette bulunmadıkları yolundaki iddia da çok su götürür. Ehli Sünnet muhaddisleri, bidat fırkalarından rivayet hususunda hassas kriterler koymuşlardır. Bunlardan bazıları; rivayette bulunan kişinin kendi fırkasının davetçilerinden olmaması, yalanı caiz gören fırkalardan birine mensup olmaması gibi hususlardır. Bu ve benzeri şartların haricinde kalanların rivayetleri Ehli Sünnet kaynaklarda mevcuttur. Dolayısıyla Rafızilikte aşırı olmayan Ali bin Zeyd bin Cüdan, Cerîr bin Abdülhamid, Atiyyetul Avfi gibi pek çok Şii râvîler Kütüb-ü Sitte ricâli arasında yer bulmuştur.

Şii râvîlerin rivayet ettiği hadislerden sahihi, zayıfı ve uydurma olanları Ehl-i Sünnet kaynaklarda mevcut olup, Cevşen ile ilgili rivayete asla itibar edilmemiştir. Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevi'nin nakletmesine gelince, bilindiği gibi o, sûfîdir.

Sufiyye ise özellikle son dönem sufileri, Ehli Sünnete pek çok hususta muhalefet ederek Batınîlik ve Şia'ya meyillidirler. İsmail Hakkı Bursevi gibi pek çok sûfî, Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e isnat edilen rivayetin sahih yada uydurma olmasına aldırmadan amel etme gereğine inanmışlardır.
Halbuki Allah Azze ve Celle dünyevî hususlarda bile zanna tabi olmayı yasaklamıştır. Kaldı ki dini hususta zan bile ifade etmeyen, uydurma oluşu alenen ortada olan bir hikaye ile nasıl amel edilebilir?

Cevşen'in isnadının sağlamlığından dem vuranlar, rivayetin isnadını Musa Kazım r.a. ile başlayarak zikrederler ve sahihmiş gibi bir görüntü vermeye çalışırlar. Fakat Musa el Kazım'dan bunu rivayet ettiği söylenen Şii râvîlerden bahsedilmez!

Muhtevası hakkında ise; "Bu duanın içeriğinde sakıncalı bir husus yok, esma-ul Hüsnâ ve ayetler içeriyor" denilerek aklen güzel görülerek savunulmaktadır. Bir amelin makbul olabilmesi için iki şartın birlikte olması zorunludur; ihlas ve sünnete uygunluk.

Fudayl Bin İyâd (R.A.) der ki; "Bir amel Allah için halis olup da, doğru olmazsa kabul edilmez. Yine bir amel doğru olup da Allah'a has kılınmazsa yine kabul edilmez. Amelin halis olması; yalnız Allah rızası gözetilerek yapılmasıdır. Doğru olması ise; sünnete uygun olmasıdır." [15]

Bidatlerin çirkinliğinden Daha önceki yazılarımızda bahsederek delillendirmiştik.

Ebu Zerr'in rivayet ettiği sahih hadiste, Rasûlullah Sallallâhu aleyhi ve selem; "Sizi cennete yaklaştıracak olan ve cehennemden uzaklaştıracak olan her şeyi açıkladım" [16] buyurmuştur.

O halde neden ayetlerle ve sahih hadislerle sabit olan dualar bırakılıp tavsiye edilmeyen bir dua metni ile nesiller boyu meşgul olunur? İmam Malik de şöyle der;

"Kim güzel bularak bidat çıkarırsa, Muhammed s.a.v.'in risâlet görevine ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Zira Allah Teala; "Bugün dininizi kemale erdirdim" (Mâide 3) buyurmuştur. O gün dinde olmayan bir şey bu gün de dinden olamaz." [17]

Nafî (R.A.) anlatıyor;

İbni Ömer'in yanında birisi aksırdı ve “elhamdulillah vesselâmu ala Rasûlullah” = Allah'a hamd Rasûlüne selam olsun dedi. Bunun üzerine İbn Ömer şöyle dedi: "Ben elhamdulillah vesselâmu ala Rasûlullah mı diyorum Rasûlullah (S.A.V.) bize böyle öğretmedi. Bize “elhamdulillahi ala külli hal” = Her zamanda ve her zeminde Allah'a hamdolsun dememizi öğretti.” [18]

Görüldüğü gibi bahsedilen şahıs aslında görünüşte kötü bir şey söylememiştir. Fakat sünnette öğretilen dua yerine kendi uygun bulduğu şekilde dua ettiği için, İbni Ömer r.a. tarafından tepkiyle karşılanmıştır.

Abdullah Bin Mugaffel (R.A.), oğlunun; “Allah'ım Senden cennetin sağında beyaz bir köşk istiyorum” dediğini duyunca; “Peygamber Aleyhisselam'ın şöyle buyurduğunu işittim; “Bu ümmette duada haddi aşanlar olacaktır.” [19]

Berâ b. Âzib (R.A.)'den rivâyete göre, Peygamber Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Yatacağında namaz abdesti gibi abdest al, sonra sağ tarafına uzanıp şöyle de;

“Allah'ım irademi sana teslim ettim yönümü sana çevirdim senden korkup seni isteyerek işlerimi sana bıraktım sırtımı sana dayadım senden kaçıp kurtulmak ancak sana dönmekle mümkündür. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere iman ettim.”

Bunları söylediğin gece ölürsen fıtrat üzere tertemiz ölürsün, sabaha çıkarsan hayır kazanmış olarak sabahlamış olursun.”.

Berâ diyor ki:

“Ben, gönderdiğin Resûle dedim…” Bunun üzerine Peygamber Sallallâhu aleyhi ve sellem göğsüme vurdu ve; “Gönderdiğin peygambere de ” buyurdu.[20]

Burada da görüldüğü üzere, aynı anlama gelen iki kelime arasında dahi bir değişiklilik yapılması caiz görülmemişken, Rasûlullah Sallallâhu aleyhi ve Sellem'den geldiği sabit olmayan bir dua ile nasıl dua edilebilir?

Rasûlullah (S.A.V.)'ın sünnetinde bulunmayan dualarla dua edenlerin, Esma-ul Hüsnâ'dan belirli isimleri belirli sayılarda okuyanların bulunduğu ortamdaki cinleri rahatsız ettiği, cinlerin de bu kimselere musallat olduğu söylenmektedir. Özellikle günlük virdleri çok sayıda olan sufilerde ve Cevşen'i çok okuyanlarda aklî rahatsızlıklar sık görülmektedir.

Hayvani gıdalardan riyazet ederek “çile” dedikleri halvete giren ve orada zikir yaptıkları esnada şeytanların telkinine kapılarak mehdilik iddiasında bulunanlara sık rastlanılmakta, bunlardan bazılarında görülen olağanüstü işlerin keramet olduğu zannedilmektedir. Aslında bu İslâmî bir usül değil, hatta sünnette yasaklanmış hususlardandır. Bunun en büyük göstergesi de aynı şekilde riyazete çekilen rahiplerin de bir takım harikuladelere sahip olmasıdır.

İslam'da gaye keramet elde etmek değil, istikameti muhafaza etmektir. Mehdilik iddiasıyla birkaçı ortalıkta dolaşarak kendilerinin bir takım füyuzâta ve keşiflere muhatap olduklarını, Mehdilik görevinin kendilerine verildiğini söylemektedirler. Bunlardan birisi Hz. İsa'nın manen nüzul ettiğini ve kendisinin arkasında namaz kıldığını söylerken, diğeri de çıkardığı ebced hesaplarıyla kendisinin Mehdi ve oğlunun da aslında Hz. İsa olduğunu söylüyordu. Belki iyi bir niyetle işe başlamışlardı; ama sünnetten sapmak onları bu şekilde mecnunlar haline getirmişti.

İmam Müslim, Sahih'in Mukaddimesinde "İsnadın Dinden Olduğunu Beyan Bab" açar ve şöyle der:

"Bu babta, rivayetin ancak mevsuk râvîlerden kabul edilmesi lâzım geldiği; râvîlerde bulunan kusurlar sebebiyle onları cerh etmenin caiz, hatta vacip olduğu; bunun haram olan gıybet değil, bilâkis şer'-i şerifi müdafaa manasına geldiği görülecektir." [21]

Muhammed b. Sirin demiştir ki:

"Şüphesiz ki bu ilim (isnat) dindir. Öyle ise, dininizi kimlerden aldığınıza dikkat edin!"

Abdullah b. el-Mübarek de şöyle demiştir:

"İsnat dindendir. Eğer isnat olmasaydı, muhakkak her isteyen istediğini söylerdi." [22]

Allah, ümmeti (Ehl-i Sünneti) İslam'ın iki kaynağı olan Kuran ve sahih sünnete uygun şekilde amel ve ibadet eden muvahhid Müslümanlardan eylesin .

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ وَكَفَى بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا

Anlamı: "Sen ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak o yeter." [23]

وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

Anlamı: “İnanlar ancak Allah'a güvensinler.” [24] [Kaynak 1]
Görüş 2: Cevşen ile ilgili Bazı iddialara Cevaplar [Üstteki Makaleye Karşıt Görüş]
a. Rivâyet Yönüyle Yapılan Tenkit

Bu konudaki tenkit: "Cevşen'in Sünnî kaynaklarda bulunmaması, Şiîler'ce muteber kabul edilen Kütüb-ü Erbaa'da bulunması, bunun uydurma olduğunu gösterir" [25] şeklindeki iddiadır.

Cevşen ile ilgili rivâyetlerin, hadîs usûlünde kabul edilen rivayet usulleri ve özellikle hadîsin kabulünü gerektiren mütevâtir, sahih, hasen kategorileri içerisinde olmaması, Cevşen'in sıhhatine gölge düşürmüştür. Üstelik bunun Musâ el-Kâzım - Ca'fer es-Sâdık - Muhammed el-Bâkır - Zeynelâbidîn - Hz. Hüseyin ve Hz. Ali tarîkiyle Hz. Peygamber'e isnat edilmesi, yani hep Şiâ'nın sahip çıktığı şahsiyetler yoluyla intikali, Sünnî dünyanın bu rivayeti göz ardı etme neticesini vermiştir. Yalnız bu husus, sened tenkidi açısından yapılan bir değerlendirmedir. Bunun ise Cevşen'in mana ve muhtevasına menfî yönden bir tesirinin olması düşünülemez. Ayrıca, Hz. Ali veya ondan sonraki dönemler içinde çıkan Sünnî-Şiî ihtilâfı sadece Cevşen değil, sayılamayacak kadar çok sahih hadislerin gerek Sünnî, gerekse Şiî kaynaklarında yer almamasına neden olmuştur. Öyleyse bazılarının ortaya çıkıp "Cevşen'in Sünnî kaynaklarda bulunmayıp, sadece, Şiîler'ce muteber kabul edilen Kütüb-ü Erbaa'da bulunması, bunun uydurma olduğunu gösterir" [26] demelerinin aklî, mantıkî ve İslâmî bir temeli olmasa gerektir. Bu konuda Sünnî ve Şiî dünyasının hadîs usûl kitapları, hadîsi kabul (ahz-ı hadîs) şartları açısından incelense ve elde edilen bilgiler ışığında hadîs kitapları mukâyese edilse, karşımızda Cevşen örneğinde olduğu gibi birçok sahih hadîsin çıkacağı muhakkaktır. Fakat ne yazık ki, Sünnî-Şiî ihtilâfı ve mezhep taassubu bu tür bilgilerin sadece Sünnî veya sadece Şiîler'in malı olmasını sağlamıştır.

Bu konuda son olarak şunu söyleyebiliriz; Gümüşhânevî hazretlerinin Mecmûatü'l-Ahzâb adlı eserinde Cevşen'i nakletmesi ve Bediüzzaman hazretlerinin de bu duâyı Mecmûatü'l-Ahzâb'ın içinden çıkartıp talebelerine vird ü zebân etmelerini emretmesi, bu zatların senet açısından yukarıda ifade edilen olumsuzluklara rağmen, bunu kabullendiklerini gösterir. [27]

Metin tenkidinde bulunanlara da kısaca şöyle diyebiliriz; acaba Cevşen'in metninde Kur'an'a zıt bir şey var mıdır? Hayır, bilâkis, Bediüzzaman'ın ifadesiyle Cevşen'in Kur'an'a zıt olması bir yana, o bizzat Kurân'dan alınmış bir duâdır. "Yani, bin bir esmâ-i ilâhiyeye sarîhan ve işâreten bakan ve bir cihette Kurân'dan çıkan bir hârika münâcat olan ve marifetullahta terakkî eden bütün âriflerin münâcâtlarının fevkinde bulunan...(bir duadır)." [28]
b. Fazîletiyle İlgili Uydurma Rivâyetler Yönünden Tenkit

Şiî kaynaklarına dayalı olarak rivâyet edilen Cevşen'in faziletine dair bazı hadisler, Ehl-i sünnet'in prensipleri doğrultusunda kabule şâyan değildir. Meselâ, "Cevşen'i okuyan dört semavî kitabı okumuş gibi olur.", "Bunu okuyan asla Cehennem'e girmez." veya "Üzerinde Cevşen yazılı kefenle gömülen kişi kabir azabı görmez."... gibi. Yalnız bu ve benzeri rivayetlerin hepsinin Allah Rasûlü'ne isnat edilmemekte olduğunu da bilmekte fayda vardır. ihtimal bunları bu duâya kudsiyet kazandırma düşüncesiyle -Ehl-i Beyt imamları kanalıyla geldiği için- bazı ifratkâr kişiler uydurmuş olabilir. Fakat Cevşen'in fazîletine ait aşırı dozda kabul edilebilecek bu şeyler Cevşen'in aslına, mahiyet ve muhtevasına yani onun hâlis duâ olma özelliğine halel verecek değildir. Bir diğer ifadeyle fazileti hakkında söylenen bu sözler dolayısıyla "Cevşen, uydurmadır." demenin hiçbir mantıkî ve İslâmî dayanağı yoktur. [29]
c. Bu Kadar Uzun Bir Duânın Ezberlenerek Rivâyet Edilmesi Mümkün Değildir İddiası

Bu husustaki tenkit ise: "Hz. Peygamber'e nispet edilmiş bir hadîs olarak rivayet edilen yaklaşık on beş sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir. Zira bu metin, bilinen bir olayı, bir kıssayı veya tarihî bir vakayı anlatan, hafızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak her kelime ve cümlesinin büyük bir titizlikle zapt edilip tekrarlanması, Hz. Peygamber'den alınıp rivayet edilmesi imkânsız denecek kadar güçtür." [30] şeklindeki iddiadır.

Bu konu ile alâkalı uzun açıklamalarda bulunulabilir. Ezcümle: Hadîs rivayetinde kabullenilen prensipler açısından, sahabe-i kirâm'ın öncelikle hassasiyeti, öte yandan hepsinin birer hafıza dahisi olduğu, şifahî kültür diye adlandırabileceğimiz bir şekilde, metinlerin aynıyla nesilden nesile intikali -ki bunların hepsi en ince ayrıntılarına kadar hadîs usûlü kitaplarında ele alınmış ve anlatılmıştır- açısından Cevşen ilmî bir incelemeye tabi tutulabilir. Buna göre Cevşen'in metin yönüyle sahih olamayacağına gerekçe olarak getirilen bu sözlerin, İslâmî bir temeli yoktur. Bu konuda vakalar kendi dilleriyle bu gerekçeyi yalanlamaktadır. Zira hadis kitaplarında, kelimesi kelimesine aynı çıkan nice farklı râvîlerin rivayet ettikleri hadisler vardır. Bunlardan hareketle Cevşen'i de içine alacak şekilde bir genelleme yapmak elbette doğru olmaz. Fakat bu durum meseleye en azından ihtiyatlı bir şekilde yaklaşmamızı icap ettirir. Ezbere yapılacak olan bu tür indî ve şahsî yorumlar, tahminler, kanaatler ilmî usûl ve adaba yaraşmayan şeylerdir. [31]

Ayrıca, hadisleri bize rivayet eden devâsâ kametler, aynı zamanda maneviyat âlemlerinin sultanları -derece farkı mahfuz- hükmündedirler. İslâm'ın derunî hayat adına getirdiği prensipleri, hiç ödün vermeden tatbîk eden bu insanların "geceleri gündüz" kadar aydındır. Bizim idrak ufkumuzun çok ötesinde bu büyük insanlar, Allah Resûlü ile manevî bağlarını daima muhafaza etmişlerdir. Değil rüyada, yakazaten Nebiler Sultanı ile defaatla görüştüklerini, sıhhati üzerinde şüphe edilen bir hadîsi Efendimiz'e arz edip, cevap aldıklarını bizatihi kendileri bizlere ifade etmişlerdir. Yalnız hemen belirtelim, bu tür bilgiler, İslâm'ın genel geçer kaidelerine göre objektif değil, sübjektiftir. Yani bunların inanç ve amel platformunda bağlayıcılıkları bahis mevzuu değildir. inanan inanır, gereğine göre amel eder; inanmayan da günaha girmez ama büyük bir hayır kapısını kendi elleriyle kendi hakkında kapatmış olur.[32]

Cevşen'in uzunluğundan dolayı kelimesi kelimesine ezberlenip rivayetini uzak görenlerin gözden kaçırdıkları bir konu da; Cevşen'den çok daha uzun olan ve genellikle küçük yaşta Kurân'ın ezberlenmesi meselesidir. Bu kadar uzun bir metni âdeta noktası ve virgülüne kadar, bir harekesini dahi yanlış okumadan -hatta kurrâ olanlarının kıraât farklılıklarına varıncaya kadar- ezberlemeleri ve genellikle unutmamaları; bir çok yeri itibariyle Kur'an metnine benzerlik arz eden ve Kurân'dan âyetler olan Cevşen gibi uzunca bir duânın da rahatlıkla ve daha kolay bir şekilde ezberlenebileceğinin açık bir delilidir. [Kaynak 2]

Dipnotlar

[1] Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, "Cevşen" Maddesi, c. 7, s. 462-3-4.
[2] Musâ el-Kâzım - Ca'fer es-Sâdık - Muhammed el-Bâkır - Zeynelâbidîn - Hz. Hüseyin ve Hz. Ali tarîkiyle.
[3] a.g.e. İslam Ansiklopedisi, c.7, s.462-464.
[4] Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddin , "Mecmuatü'l Ahzab", İstanbul 1298 R, s. 231-261.
[5] Prof. Dr. Davut Aydüz, Yeni Ümit - 51. Sayı
[6] Risâle-i Nûr Külliyâtı, II,1738 (Emirdağ Lâhikası I)
[7] İslam Tarihi, Mustafa Asım Köksal, c. 3, s. 172.
[8] M. Fethullah Gülen, "Prizma-1", İzmir 1995, s.119-122.
[9] a.g.e., s.119-122.
[10] a.g.e, s.119-122..
[11] a.g.e., s.119-122.
[12] İslam Tarihi, Mustafa Asım Köksal, c. 3, s. 233.
[13] İşarât-ı Gaybiye ve Ayniye, Yazan M. Ali Nebioğlu, 1964, Ankara
[14] Şia'nın dua kitaplarından el Kummî'nin Mefatihul Cinan adlı eserinde, el Kef'ami'nin Beledul Emin adlı eserinde kopuk bir isnat ile zikredilmiştir.
[15] Ebu Nuaym, Hilye, 8 / 95.
[16] Taberânî Mucemul Kebîr, 1647.
[17] Şatıbî el-İtisam (1/64).
[18] Tirmizî (2738), Hakim (4/265) isnadı hasendir.
[19] Sahihtir. Ebu Davud (96,1480) Deylemî (3440) Ahmed (1/172) İbni Hibban (15/166) Hakim (1/267) Beyhakî (1/196) Abd Bin Humeyd Müsned (1/180) Hüseyni El Beyan Vet Tarif (2/181) Tuhfetul Ahvezî (1/157) Neylü'l Evtâr (1/215) Tayalisi (1/28) Feyzü'l Kadir (4775) İbni Mâce (3864) Kenz (3295) benzerini; Cem'ül Fevaid'de (9252) Rudanî nakleder.
[20] Buhârî, Daavât 7, 9; Tevhid 34; Müslim (2710) Tirmizî (3391) Ebu Dâvud (5046, 5047, 5048.
[21] Müslim, Mukaddime, 5. Bab.
[22] a.g.e.
[23] Kurân-ı Kerîm, Furkan Sûresi, 58. âyet.
[24] Kurân-ı Kerîm, Al-i İmran Sûresi, 160. âyet.
[25] İslâm Ansiklopedi, Cevşen maddesi.
[26] a.g.e.
[27] Ahmet Kurucan, Duâ İkliminde CEVŞEN, Zaman Gazetesi, 2 Ağ. 1996.
[28] Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, İstanbul 1996, I,872 (3.Şua, son paragraf); I,973 (11.Şua, Onuncu Mesele); I,1128 (15.Şua, Beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci küllî şehadetler)
[29] Ahmet Kurucan, a.g.e.
[30] İslâm Ansiklopedi, Cevşen maddesi.
[31] Ahmet Kurucan, a.g.e.
[32] Ahmet Kurucan, a.g.e.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye