Besmele-i Şerif Tefsiri (Ruhu'l-Beyan)
MUKADDİME 2 Mütercimin Önsözü 2 İSMAİL HAKKİ BURSEVÎ HAZRETLERİ 3 İsmail Hakkı Hazretlerinin Çektiği Çileler 4 Günah İşleyenler 4 Ruhu’l-Beyân Tefsirinin Yazılması 4 İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri'nin Şairliği 5 İsmail Hakkı Bursevî İle Alakalı Akademik Çalışmalar 5 Tez Adı, Yazan, Tez Türü Ve Yılı 5 Yazdığı Eserler 6
MÜELLİFİN MUKADDİMESİ 6 İSTİÂZE 6 İstiâze Ne Zaman Okunur? 7 İlk İnzal Olan 7 İstiâze'nin Manâsı 7 Şerrin Çeşitleri 8 İlimleri İçine Alan (B) Harfidir 8 Şeytanın Adı 8 Cinler Ve İmam Zemahşerînin İmam Gazal! Karşısında İtirafı 9 Cinler Gaybı Bilemez 9 Cin Ve Şeytanların Hakikati 9 İnsan Ve Cin Şeytanları 10 Şeytan Ariflerin Nurundan Kaçar 10 Şeytan'in, Efendimiz (S.A.V.) Hazretlerine İtirafları 11 Şeytan Ve Nefs-İ Emâre Nin Islâh Yolu 11 Şeytân-ı Merîd 12 Şeytan ve Dünya Ehline 12 Hafız (k.s.) buyurdu: 12 Şeyh Sadî (k.s.) Buyurdular: 12 Şeytan Müminlerle Uğraşır 12 Hikâye 13
BESMELE-İ ŞERÎFE 13 Bismillâhirrahmânirrahıym 13 (Rahman ve Rahıym olan Allah'ın adı ile...) 13 Besmelenin İstiâzeden Sonraya Tehir Edilmesinin Hikmeti 13 Zaman Allah'ın Yed-i Kudretindedir 13 Kitabullah'nı Be Harfiyle Başlamasının Hikmeti 13 Be Harfinin On manası 14 İsm-i A’zam ve Duanın Kabul Şartlan 15 Kutbu'l-Aktâb ve İsm-i Azam 15 "Rahman ve Rahîm 15 Varlık Allah'ın Mahlûkâtına Hayır Dilemesinin Tezahürüdür 16 Cenâb-ı Allah'ın Güzel İsimlerinin Sayısı 16 Besmele-i Şerifenin Havass ve Esrarı 16 Besmele-İ Şerife'yi Bir Kağıda Yazarsa 17 Hazret-İ Ömer'in (r.a.) Rum Kayserine Baş Ağrısı İçin Besmele-İ Şerifeyi Yazması 17
MUKADDİME
Mütercimin Önsözü
Ruhu'l-beyan tefsirini tercüme etmeyi mukadder ve müyesser kılan Rabbime Hamdü senalar olsun. Hayatları bizim için âb-ı hayat olan Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine ve birer yıldız gibi önümüzü aydınlatan ashabına ve Nuh Aleyhisselâm'ın gemisi gibi bizleri sahili selâmete çıkaran ehli beytine salât-ü selâm olsun.Ruhu'I-beyân tefsiri, gerçekten ihlâs. aşk, vecd ve tasavvuf ehli tarafindan büyük bir zevk ve heyecan ile okunan bir tefsirdir. Bu kıymetli esere talebeliğimden beri hayranimdır. Bu sebeple on cildin tamamını baştan sona iki defa okuma fırsatını buludum. Aslında Tefsir okumanın zevki bir başkadır. Bu sebeple Arapça tefsirlerden, Ebu's-Suud Tefsirini, Hazin, Bağâvî, Semerkandî, Şeyhzâde, Elcemel, Ibni kesir, Kurtubî tefsirlerini baştan sona okumak imkânı buldum. Ayrıca Fütuhat-ı Mekkiye, Hılyetül evliya, Câmiu Kerâmatil evliya, Tabakâtülkübra ve İhya-i Ulumiddiyn gibi kıymetli tasavvuf ağırlıklı eserleri arapçalarından okumak da nasip oldu. Türkçe tefsirlerden Elmalılı tefsirini ve Hülasatül beyan'ı tamamen okudum. !8 ciltlik İslam Alimleri ansiklopedisini Ve 12 ciltlik Evliya ( lar) ansiklopedisini de baştan sona okumak fırsatını buldum. Fakat bütün bunların içinde bana en büyük zevki ve feyzi Rûhu'l-beyan tefsiri vermiştir. Bu sebeple olsa gerek, bu tefsiri tercüme edip bütün müslümanların istifade etmelerini arzu ediyor idim. Ruhu'l-beyân tefisiri, sohbet erbabının ve vaizlerin ellerinden düşürmedikleri, çok önemli bir kaynaktır. Bu tefsiri okuduğunuz zaman, gerçekten hayatınız değişecektir. Allah'ın emirlerini ve Resulünün sünnetini Allah dostlarının gerçek hallerini yani tasavvufu daha güzel anlayacak ve büyük bir ihlas ve takvaya sahib olacaksınız. İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri, bu mübarek tefsirini Arabî ve Fârisî bir lisân ile yazdı. Bu mübarek tefsirinin tam tercümesinin olmaması büyük bir eksiklikti. Bu mübarek tefsirin, eksiksiz tercüme edilmesi büyük bir ihtiyaca cevap vereceğine inanıyorum. Tercümede şunlara dikkat ettim:Âyet meallerini. Elmalı tefsirinden aldım. Metne sâdık kaldım. Tefsirin metni ile tercümesini karşılaştırmak ve böylece Arabça-lannı ilerletmek isteyenlere imkan sağladım. Tefsirde bulunan her kelimenin manâsını yazdım. Eksik tercüme etmedim. Açıklanması gereken yerlerde parantez açtım. Tercüme ile metni inceleme imkanı hazırladım. Mümkün mertebe konuşulan dil ile yazdım. tefsirde geçen, âyet-i kerimelerin kıraati (okunuş farklılıkları), belagat, nahiv, sarf ve iştikak ilimlerinin İstılahlarını ilmî dil ile yazdım. Yani fiile, yüklem, faile özne demedim. Uydurukça kelimeleri koymadım. Çünkü bu bilgiler, âlet ilimlerinden nasibi olanlar içindir. Alet ilimlerinden nasibi olmayanlar, zaten gramer ve edebiyat ile ilgili İstılahları bilmezler. Eğer uydurukça yazmış olsaydım, her iki sınıf da bu güzel bilgilerden mahrum olacaklardı. İstılahları olduğu gibi bıraktım. Bilhassa tasavvufî İstılahları değiştirmedim. Âyet-i kerimeleri harekeli koydum. Hadis-i şeriflerin ve kibâr-ı kelâmların Arabî metinlerini yazdım. Hadis-i şeriflere hareke koydum. Hadis-i şeriflerin tahriç ve tahkiklerini yaptım. Tahkik için kaynak kitablann yanısıra elektronik kitablardan da yararlandım: Bilhassa el-Muhaddis, Mevsûatü'1-hadîs-i şerif, Mektebetü'1-hadîs-i şerif, Tetimmetü'l-kitab, Elfîyye, El-Fıkhu ve Ulûmuhâ. et-Tefâsir, Camiu'l-Meâcimü'l-luğah ve her biri yüzlerce cilt kitab içine alan benzeri CD'lerin çok faydasını gbrdüm. Arabî beyitlerin Arabça ve Türkçelerini; Fârisî beyitleri ise sadece tercümelerini koydum. Tercümelerini düz yazı olarak yazdım. Tercümelerde hangi sayfanın nerede bittiğini belirttim. (Mesela; (1/33) demek Ruhulbeyan'm aslının 1. cildinin 33. Sahifesinin tercümesi burada tamam oldu demektir.) Çünkü, tefsirin Arapça bir sayfalık metni, Türkçe ortalama üç sayfa kadar tutmaktadır. Böyle olunca Ruhu'l-beyan tefsirinin tercümesi, yirmi cilt olacak inşallah. Ruhu'l-Beyan tefsirinin tercüme edilmesi için, maddî ve manevî desteklerini esirgemeyen, baştan sona yaptığım tercümeyi okuyarak tashih ve redakte eden Sayın Abdülkadir Dedeoğlu'na ve yardımcısı Mustafa Kayan'a sonsuz teşekkürlerimi arzederim. Bu tercümeye Muhterem Abdülkadir Dedeoğlu'nun teklif ve teşyikleriyle başladım. Benden maddî ve manevi hiçbir desteğini esirgemedi. Allah kendisinden razı olsun. Böyle güzel bir hizmette bulunma vazifesini bana vermeseydi, sadece Ruhu'l-Beyanı okumakla yetinecektim. Onu tercüme etme hizmetinden mahrum kalacaktım. Yine bu tercümemde bana yardımcı olan, Doç. Dr. Sayın Ahmed Bedir, Mehmed Başbuğ, Ahmed Yüncü, Ahmed Duran, M. Cemil Yavuz, Mehmed İlk ve Mehmed Güneş beylere teşekkürlerimi arzederim. Bu tercümeyi kendilerine borçlu olduğum, saygıdeğer hocalarım, başta Hüseyin Mertek, Mahmud Gürhan, Osman Kurtulmuş ve Yunus Kar hocalarım olmak üzere beni okutan bütün hocalarıma sonsuz şükranlarımı arzederim. Bu tercümeyi hocalarıma borçluyum. Hocalarım, onların hocaları ve hocaların hocası olmasaydı, bu tercüme olmayacaktı. Allah bizleri, âlim ve evliyanın şefaatinden mahrum etmesin. Tercümeyi kusursuz yaptığım iddiasında değilim. Kusursuz kitap Allanın kitabıdır. Kusurlarımı bulup bana söyleyen herkese minnettar kalırım. Bütün hata ve kusurlar benden, bütün güzellikler ve muvaffakiyet Allahü Teala'dandır. Beni okutmak ve yetiştirmekten başka maksatları olmayan ve tek dilekleri Kur'an-ı Kerim'i okuyup anlamam ve Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin hadislerine manâ verebilmem olan rahmetli anne ve babama borçluyum. Makamları cennet olsun. Bu tercümede hâsıl olan sevabı onların ve bütün ehli imanın ervahına hediye ediyorum.
İsmail Hakkı Bursevi - Şanlıurfa
İSMAİL HAKKİ BURSEVÎ HAZRETLERİ
İsmail Hakkı BurseVî hazretleri. 1652 (H.1063) senesinde Pazartesi günü Aydos'ta doğdu. Babası Mustafa Efendi, aslen İstanbulludur. 1650 (H.1062) yılında İstanbul Esir Han'ında çıkan büyük bir yangında evi ve eşyası yandığından maddi sıkıntıya düştü. Aydos kasabasına yerleşti. İsmail Hakkı hazretleri onun için burada doğdu. İsmail Hakkı Efendi üç yaşına girince, babası onu Celvetiyye yolunun büyüklerinden Seyyid Atpazarlı Osman Fadlî Efendiye götürdü. Osman Fadlî Efendi, elini öpen İsmail Hakki'ya; "Sen doğumundan beri. bizim hâlis talebemizsin." dedi. Yedi yaşında annesini kaybeden İsmail Hakkı, on yaşına gelince. Osman Fadlî Efendinin Edirne'de bulunan ilk halîfesi Abdülbâkî Efendinin terbiyesi altına girdi. Abdülbâkî Efendinin yanında yedi sene kalan İsmail Hakkı Efendi, ondan; sarf. nahiv, mantık, beyân, fıkıh, kelâm, tefsîr ve hadîs dersleri aldı. Fıkıhta Mültekâ. kelâmda Şerhi Akâid adlı eserleri okudu. Okuduğu bütün eserleri kendi el yazısı ile yazdı. İsmail Hakkı Efendi. 1674 (H.1085) senesinde, zamanın büyük âlimi Osman Fadlî'den ilim öğrenmek için. hocası Abdülbâkî Efendinin yazdığı bir mektubu alarak İstanbul'a gitti. Osman Fadlî Efendi ile Atpazan'nda bulunan Kul Camiinde buluştu. Osman Fadiî. onu eskiden tanıdığından hemen kabul etti. İsmail Hakkı Efendi bir müddet hocasına hizmet etti ve Allâhü Teâlânın zikri ile meşgul oldu. Bir gün hocası Osman Fadlî, onu yanına çağırarak; "Senin istidadın gelmiş." dedi. Sonra Besmele çekip. Fâtiha-i şerîfe'yi okudu ve üzerine üfledi. "Seni Bursa'ya halîfe yaptım." buyurdu. Kendisi şöyle anlatır: "Hocam beni Bursa'ya halîfe olarak tâyin ettiği zaman Mutavvel adlı eseri okuyordum. Hocamın Fatiha okuyup üzerime üflemesinden sonra, bende başka bir hâl zuhur etti. Hocamın bu duasından sonra ilâhî feyz ve marifetlere kavuştum. Bundan sonra âyet-i kerîme ve hadîs-i şeriflerin tefsîr ve tevillerini yapmaya başladım. Muhyiddîn-i Arabî. Abdülkâdir-i Geylânî. ibrahim Edhem. Üftâde ve Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinden manevî olarak fâidelendim." İsmail Hakkı Efendi, Bursa'ya gittikten bir süre sonra hocası tarafından Üsküp şehrine gönderildi. Burada insanlara vaaz ve nasihatte bulunmaya başladı. Bu sırada hocasının şu mektubu ile talebe yetiştirmeye başladı: -"Oğlum Şeyh İsmail Efendi! Aklen ve dînen, güzel ve beğenilmiş olan şeyleri yapmalarını halka söyle. Kötü ve beğenilmeyen şeyleri yapmaktan onları men et. Kalem sûresinin kırk sekizinci âyetinde yer alan hitaba hazır ol. Sabırlı ol, şükür edici ol. Gecelerinde ibâdet et. Gündüzleri oruç tut. Muttakî ol. Kötü zanna sebep olacak, töhmet gitme. Nasıl olursa olsun halkı ilme ve amele davet eyle. Onları îtikâdî ve amelî yönden terbiye eyle. Yanında bulundukları ve bulunmadıkları zaman onlar hakkında iyi konuş. Ne şekilde olursa olsun kendi varlığını ortaya koyma." On sene Üsküp'de kalan İsmail Hakkı Efendi, 1685 (H.1096) senesinde yine hocasının emriyle Tekfur Dağı yoluyla Bursa'ya gitti. Bir Cuma günü Osman Fadlî, İsmail Hakkı'yı yanına çağırdı. Bir tefsîr şerhini uzatıp; -"Al şunu, otuz altı yıllık mahsulümdür. Allâhü Teâlâ sana daha ziyâdesini ihsan etsin." diye duâ etti. O duadan sonra İsmail Hakkı Efendide daha yüksek hâller meydana geldi. Seyyid Osman Fadlî şöyle buyurdu: -"Allâhü Teâlâ bana öyle yüksek bir talebe verdi ki, hocam Şeyh Azîz Mahmûd Hüdâyî'ye böyle yüksek bir talebe vermedi." İsmail Hakkı Efendi, hocasının vefatından sonra Konya, Seydişehir, Söğüt, İznik ve istanbul yolu ile Bursa'ya geldi. Bu yolculuk sırasında Mevlânâ'yi, Sadreddîn Konevî'yi ve Eşref zade Abdullah Rûmî'yi ziyaret etti. Sultan İkinci Mustafa Hânın, daveti üzerine, 1695 (H.1107) senesinde Edirne'ye gitti. Nemçe seferinde, orduya cihâdın sevabını ve büyüklüğünü anlatarak, askeri coşturdu. Osmanlı Ordusu önce Belgrat'a vardı. Oradan Tuna'yı geçerek düşmanla çarpıştıktan sonra, kışın bastırması üzerine Edirne'ye geri döndü. Ertesi sene ordu yine Edirne'den ayrılarak Belgrat'a gitti. O sırada Sadrâzam Elmas Mehmed Paşa idi. İsmail Hakkı Efendi, Elmas Paşanın hazır bulunduğu gazaların hepsine katıldı ve birkaç yerinden yara aldı. ismail Hakkı Efendi, ordunun zaferlerle geri dönüşünden sonra yaralı olduğu hâlde Bursa'ya, döndü ve talebe yetiştirmeye, eser yazmaya devam etti. Hocası Seyyid Osman Fadlî'nin vefatından yirmi sekiz sene sonra, gördüğü bir rüya üzerine ailesiyle birlikte Şam'a gitti. Şam'da üç sene kadar kaldı. Sonra Allâhü Teâlânın izni, Resûlullah efendimizin işareti üzerine İstanbul'a gitti. Üç sene kadar Üsküdar'da kaldı. Bu sırada otuza yakın eser yazdı.
Kendisi şöyle anlatır: "Üsküdar'da iken bir gece Şeyh Üftâde ve Azîz Mahmûd Hüdâyînin rûh-u şerifleri gelip yanıma oturdu. Bursa tarafına gitmemi işaret ettiler. Sizi sağ tarafımıza alalım deyip, beni sağ taraflarına aldılar. Azîz Mahmûd Hüdâyî bana çok iltifat etti." İsmail Hakkı Efendi, 1722 (H.1135) senesinde Bursa'ya gitti. İlk iş olarak bir dergâh yaptırdı ve ismini "Câmi-i Muhammedi", koydu. Ömrünün son günlerini evine çekilerek, eser yazmakla geçirdi. Yetmiş altı yaşında iken, 1723 (H. 1137) senesinde Hakkın rahmetine kavuştu.
Kabri, yaptırdığı ve bugün İsmail Hakkı Tekkesi diye anılan Câmi-i Muhammedi'nin mihrabının arkasındadır. Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın yakınlarından Hacı Ali Paşa hem türbesini, hem de Câmi-i şerifi tamir ettirmiştir. Kabrin üstü açıktır. Etrafında ve üstünde demirden şebeke vardır.
İsmail Hakkı Hazretlerinin Çektiği Çileler
Kendisi şöyle anlatır: "Allâhü Teâlâ, âdeti ilâhiyyesi üzerine beni bulunduğum dereceden daha yüksek bir dereceye yükseltti. Daha önce sahip olmadığım bir meziyeti kalbime akıtarak, beni ilim ve irfan sahibi eyledi. Allâhü Teâlânın bu şekilde derecemi yükseltip, bana ilim ve irfan ihsan etmesi yedi senede meydana geldi. Fakat bu feyz ve yüksekliğe kavuşmak, başa gelen belâ ve musibetlerin, meşakkatlerin acısını tatmaya bağlı olduğundan, pek çok meşakkat ile karşılaştım. Bir taraftan diğer tarafa, bir memleketten başka memlekete gitmek suretiyle çok meşakkat ve sıkıntılar çektim. Mihnet ve acı, insanı bulunduğu mertebeden aşağı indirmez. Bilâkis başa gelen belâ ve musibeti kadere rızâ ile karşılamak iyi akıbetlere vesîle olur. İlk önce yolculuk yaptığım memleket Üsküp idi. Yedi sene sonra oradan Bursa'ya gittim. Yedi sene sonra Kıbrıs'a gitmem îcâb etti. Yedi sene sonra Harem-i şerife gittim. Yedi sene sonra Hicaz'a gittim. Orada çocuklarım vefat etti. Hac yolunda çok sıkıntılar çektim. Hattâ kıymetli kitaplarım ve eşyalarımın hepsi elimden gitti. Eşkıya tamamını yaktı. Çölde ölümle yüzyüze geldim. Herşeyden ümidimi kesip ölümü beklemeye başladığım bir anda Hızır Aleyhisselam geldi ve beni çölden kurtardı. Bütün bunlar karşısında ilâhî emre boyun eğdim. Yedi sene sonra Ebû Yümn'ün kabrini ziyaret maksadı ile doğum yerim olan Aydos'a gittim. Yedi sene sonra ikinci defa olarak hacca gittim. Yedi sene sonra Bursa'dan Şam'a gitmem emrolundu. Bütün akrabalarımdan uzak kaldım. İşte birçok musibet ve çilelerle geçirdiğim bu yollar kırk seneyi geçiyor. Allâhü Teâlâ dilediğini yapar. Kimse O'na bunu niçin böyle yaptın diye soramaz. Karşılaştığım ve çektiğim bu sıkıntılar, tamamen manevî işaretlerle meydana gelmiştir. Güzel akıbet, ancak Allâhü Teâlâ'nm fermanı üzere meydana gelendir. Resûlullah efendimiz; "benim çektiğim sıkıntıyı hiçbir peygamber çekmemiştir" buyurmuştur. İnsana gelen belâ ve sıkıntılar, kalbi aydınlatır. Belâ ve musîbet zamanında tecellî-i ilâhî meydâna geldiği için kalbi genişler. Bütün bunlardan dolayı en şiddetli meşakkat, peygamberler hakkında meydana gelmiştir. Onlarınkinden daha hafifi eviiyâda görülür. Bu itibârla büyük zâtlar hep meşakkat ve sıkıntı çekmişlerdir. Resûluliah efendimiz kendisine çok eziyet ve sıkıntı veren kavmi hakkında; "İlâhî! Kavmime hidâyet eyle. Çünkü onlar bilmiyorlar." buyurarak hidâyetleri için duâ ettiler."
Günah İşleyenler
İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri Kelime-i Tevhîd ile zikretmenin faydasını talebesine şöyle anlattı: Kelime-i Tevhîd: söyleyenin korkusunu ve hayalindeki düşünceleri giderir. Allâhü Teâlânm diğer isimleri ile yapılan zikirde hayâle gelen düşünceler tamamen gitmez. Hayâl galip olup, talebe, bir makamın sahibi oldum sanır. Hâlbuki, kavuştuğu makam hayâlidir. Makam, kalbi ve aynî değildir. Ben böyle İddiacılarla karşılaştım. Bunlardan bâzısı; "Ben her gece mîrâç ederim." diye iddia ederdi. Bâzıları da; "Bana günah zarar vermez." diyerek, bozuk îtikâd'da idi. Bu düşünceleri hayâlden gelme idi. Bu ise mekr-i ilâhîdir, yâni Allâhü Teâlânm aldatarak, nîmet şeklinde gösterdiği musibetlerdir. Evliyadan Ebû Ali Rodbârî'den; "Bir kimse günah işler ve; "Bana helâldir. Çünkü ben öyle bir dereceye yükseldim ki, günahlar bana zarar vermez bana tesir etmez." derse, bu kimse hakkında ne dersiniz?" diye sorulunca. cevaben; "Öyle bir makama kavuştuğunu söyleyen, kavuştu fakat Cehennem'e kavuştu. Yoksa Cennet'e ve Hakk'a kavuşmadı. Çünkü, haram olan şeylerin helâl olacağı makam yoktur. Haram olan, her makamda haramdır. Her âlim kendi makamına uygun amel işler. Yükselmeye mâni olan işlerin yanına uğramazlar. İşte bir asırdır âlemde hak ve doğru suretinde, bâtıl olan işleri yapanlar meşhur oldu." buyurdu.
Ruhu’l-Beyân Tefsirinin Yazılması
İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri'nin. 106 kadar kitab yazdığı bilinmektedir. Fakat bu kitablarınin içinde en meşhuru ve en kıymetlisi hiç şüphesiz Ruh'ul-Beyân tefsiridir, fsmâil Hakkı Hazretleri bu tefsîrinde şöyle buyurur: "Manevî pederim. Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin delâleti ile, bir gün rüyamda Resûluliah efendimiz bana lütfedip arkamı sığadılar. Tatlı bir ifâde ile; "Ümmetim için bir tefsîr yaz!" diye emir buyurdular. Bunun üzerine Allâhü Teâlâ'dan ve Resûluliah efendimizin rûhâniyetinden yardım isteyerek üç cildlik bir tefsîr yazdım." ( Büyük boy nüshayı kastediyor) Asıl adı: "Tenvîrü'l-Ezhân min Tefsîri'i-Beyân" olan Ruhu'i-Beyân tefsiri en çok okunan ve başvurulan kaynak eserlerden biridir. İsmail Hakkı Hazretleri bu tefsirini Bursa Ulucamide takrir etmiştir. Yani İsmail Hakkı hazretleri bu tefsiri bir taraftan evinde yazmış, sonra da gelip, yazdığı bu tefsirini Bursa Ulucami'de halka anlatarak nasihatlarda bulunmuştur. Yaklaşık 12 sene gibi bir zaman içinde tefsirini tamamlamış, 1707 senesinde tefsir dersi camide bittiğinde büyük bir hatim duası yapılmış, Cami yapıldığından o zamana kadar Ulucami öyle bir kalabalık görmemiştir. Bu mübarek tefsîr hem İstanbul'da hem de Mısır'da basılmıştır. Biz bu tercümeyi yaparken bu tefsirin on ciltlik olarak bilinen İstanbul baskısını kaynak olarak aldık.
İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri'nin Şairliği
İsmail Hakkı Bursevî hazretleri, aynı zamanda büyük bir şair olup divan sahibidir. Gerçi ona şöhret veren ve bütün İslâm dünyasında tanınmasını sağlayan Ruhu'I-Beyân tefsiridir. İsmail Hakkı Bursevî hazretleri, aynı zamanda büyük bir şair olup divân sabidir. Bir çok, na'tı şerif, kaside ve ilâhî yazdı. İsmail Hakkı Bursevî hazretleri yazmış olduğu bir ilâhîde şöyle demektedir: Zikredelim Hakkın güzel ismini Gelin Allah. Allah diyelim yâ hû! Koymayalım dilimizden yâdını, Gelin Allah, Allah diyelim yâ hû!
İsmail Hakkı Bursevî İle Alakalı Akademik Çalışmalar
İsmail Hakkı Bursevî hazretleri, üniversitelerde tez çalışmalarına konu olan âlim ve evliyanın başında gelir. Üniversite çevrelerinde tanınması, üzerinde araştırılmalar yapılması bize büyük bir haz veriyor. Tanındıkça onun sevgi, hoşgörü, aşk, heyecan, ihlas ve takva dolu hayatından biz de nasibimizi almaktayız. Önemli olan onun aşkını olduğu gibi aktarabilmektir.
Tez Adı, Yazan, Tez Türü Ve Yılı
İsmail Hakkı Bursevi, hayatı, eserleri ve tarikat anlayışı Ali Namlı Doktora 2001 İsmail Hakkı Bursevi ve Fatiha suresi tefsiri Ziyaeddin Coşan Yüksek Lisans 2001 Şerhu"! Mesnevi lll.ciid transkripsiyonlu metin Sebahattin Arslan Yüksek Lisans 2000 Tasavvuf kültüründe varidat geleneği ve Bürsevmin Kitab-ı Kebir'i Nuran Döner Yüksek Lisans 2000 İsmail Hakkı BursevTnin Ruhu'l-Beyanında nefs kavramı M. Fatih Hasçiçek Yüksek Lisans 2000 İsmail Hakkı Bursevi1 nin Muhammediye şerhi (1. cilt) FerahuY-Ruh Murat Ali Karavelioğlu Yüksek Lisans 1999 Vâridat-ı Kübra Çetin Taner Yüksek Lisans 1999 İsmail Hakkı Bursevi'de hadis tespit ve yorumu Seyit Avcı Doktora 1999 İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu'l-Mesnevi {birinci cilt) inceleme metin Saliha Baryaman Yüksek Lisans 2000 Tuhfe-i Ataiyye Veysel Akkaya Yüksek Lisans 1999 İsmail Hakkı Bursevi'nin iki tuhfesi: Tuhfe-i Vesimiyye, Tuhfe-i Aliyye Şeyda Öztürk Yüksek Lisans 1999 İsmail Hakkı Bursevi ve Kitabü'z Zikr ve'ş-Şeref adlı eseri Mehmet Zeki Başyemenici Yüksek Lisans 1997 Bir sarih olarak İsmail Hakkı Bursevi ve edebi şerhleri Ahmet Taştan Yüksek Lisans 1999 Şerh-i Pend-i Attar (inceleme-metin) Tuba Onat Yüksek Lisans 1998 İsmail Hakkı Bursevi'nin Kitabu'n-Netice adlı eserindeki tasavvufi ıstılahlar ihsan Soysaldı Yüksek Lisans 1998 İsmail Hakkı Bursevfnin ed-DürrettTl irfaniyye adlı eserinin transkripsiyonu ve tahkiki ismail Fazlı Dinç Yüksek Lisans 1998 ismail Hakkı Bursevi'nin Kitabül-Envan ve şerhi (hayatı-inceieme-teıikidli metin) İsmail Hakkı Bursevi'nin Kitabü'l-Envar and his explanation Nevin Gümüş Doktora 1998 İsmail Hakkı Bursevi'nin Kitabüs-Süluk adlı eseri Recep Yaman Yüksek Lisans 1998 İsmail Hakkı Bursevi'nin Şerh-i Pend-i Attar'i Rafiye Duru Yüksek Lisans 1998 İsmail Hakkı Bursevi'nin Kitabü'l-Envar adlı eseri Naim Avan Yüksek Lisans 1997
Yazdığı Eserler
İsmail Hakkı Bursevi'nin 106 adet eseri vardır. Bunlardan altmış kadarı Türkçe olup, sâde bir üslûp ile yazmıştır. Eserlerinden bâzıları şunlardır:
MÜELLİFİN MUKADDİMESİ
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adı ile Hamd, âlemleri ve alâmetleri (kâinatın içindekilerinin) nakışlarını zâtına ait kemâliyetinin hakikat nüshasından izhâr eden Allah'a mahsusdur. Allah, zâtına ait cem nun'undan (ol emrinden) harflerin kelimeleri ve kelâmın çeşitlerini çıkarttı. Cemi ve tenzih makamından Arabî ve eğrisiz, pürüzsüz ve dosdoğru olan Kur'an-ı Kerimi indirdi. Kuran-ı Kerimi, burhan ve hüccetlerini bütün zamanlar üzerine bakî bir mucize kıldı. Salat-ü Selâm, ilim, ayin (müşahede) yakın (hakikat)'de rahmet kapısını açan, O Yüce Resul üzerine olsun. Efendimiz Muhammed (s.a.v.) Hazretleri, peygamber iken, Âdem Aleyhisseiâm, çamur ile su arasındaydı. Kur'an-i Kerim'in ahlâkı ile ahlâklanan ehlinin ve ashabının üzerine olsun. Ve onlara, ahir zamana kadar ihsan ile tâbi olanların üzerine olsun. Bundan (besmele, hamdele ve salveleden) sonra. Fakir kul. kurban edilenin (Hazreti İsmail'in) adaşı muhacir, nasihat edici Şeyh ismail Hakkı, Allah, onu sabahın akşamın ve öğlenin (tüm zamanların) fitnelerinden korusun, derki: Bana Şeyhim imam ve allâme işaret ettiği vakit, o anlayışlı derin âlim ve ustâzım, zaman'ın ye vaktin sultanı ve zamanında nadir bulunan, Allah'ın ilim ve îrfanıyia mahlûkâtınm üzerinde hücceti, inayet ve tevfikin nuruna muttali olan, hakikat yolu üzere, hilâfet esrarının vârisi olan, ikinci bin yılının ikinci yüz yılının başında tecdid sırrının şahidi, hasep ve nesebi temiz olan (Osman) ibnî Affan (r.a.)'m adaşı ve İstanbul'da oturan Şeyh (Osman) ki, Allah gizli ve aşikâr ona yardım etsin (rahmetine gark etsin) bize de onun sebebiyle yardım etsin (onun himmetine nail kılsın şeyhim benim) Evliyanın burcu Bursa şehrine taşınmamı (işaret etti). Sıkıntı ve yokluktan taşınmamın uzamasından kendimi korudum. (Bir an önce işaret edilen Bursa'ya) İkinci bin yılının, ikinci ayının onuncunun onunda ve onun altısında), ulaştım. Meşhur, nûrânî ma'bed, (Bursa) Ulu Camide kendimi vaaza başlar buldum. Bu arada Anadolu'nun bazı yerlerini gezmem esnasında tefsir sahifelerinden derlenmiş bazı sahifelere ve ilimlerin edevatından (kitaplarından) derledim. Onlar, Kur'an-ı Kerimin Âl-i İmrân sûresinden az ziyâde bir kısmını içine alıyordu. Lâkin onlar, Sabâ rüzgarı gibi dağınık ifadeler ve uzun açıklamalar halindeydi. Onların bir kısmı batı rüzgarı, bir kısmı da sanki Sabâ rüzgarıydı. Bunları ifrat ve tefritten ayıklayarak hulâsa etmek istedim. Noktalar, harfler ve lafızlar elverdikçe değişik yaprakları hulâsa etmek istedim. Marifet-i nahiyeden içime doğanları da ona eklemek istedim. Bütün bunları, düzgün bir şekilde sıralamayı, edebî bir kalıba dökmeyi istedim. (1/2) Her ne kadar benim sermayem (kaynaklarım) az ve kolum kısa da (gücüm yetersiz de) olsa; Kur'an-ı Kerimi sonuna kadar tefsir etmek istiyorum. Eğer Azîm olan Allah, bana fırsat (ve imkan) verirse bu çok önemli işi bitirmeyi istedim. İnsanların istifadesi için temize çekeyim, haftalar ve aylar içinde yazıp; satırlar arasında karaladıklarımı temize çekmek istedim ki. âhirete de; O gün mal ve evlad fayda vermez.. gününde azık olsun. Sad ve Nun'dan başka fayda bulamayacağım zaman bana şefaat etmesi için bu tefsiri yazdım. Cenâb-ı Allah'dan dilerim ki, bu hizmetimi sâlih amellerden ve hâlis eserlerden kılsın. Ömürlerin (ve ümranların) sonuna kadar kalıcı hasenattan eylesin. Muhakkak ki Cenâb-ı Allah, bir kuluna hayır dilediği zaman, onun amelini insanlara güzel (ve hoş) gösterir ve onu hayırlar işlemeye ehil kılar. Bu, başta gözün değeri gibidir. Feyyaz-i mutlak olan O' dur. (İsmail Hakkı Bursevî)
İSTİÂZE
Racîm olan Şeytandan Allah'a sığınırım. Racîm olan Şeytandan Allah'a sığınırım. Bil ki, eûzu ile başlamanın hikmeti, izin istemek ve kapıyı çalmaktır. Çünkü Meliklerden (devlet başkanlarından) herhangi bir melik'in kapısına gelen kişi, Melik'in izni olmadan kapıdan içeriye giremez. Böylece, Kur'an-ı kerimi okumak isteyen, Sevgiliye (Cenâb-ı Allah'a) münâcâta girmek istiyor demektir. Bu kişi dil temizliğine muhtaçtır. Çünkü gerçekten dil, fuzûlî söz yani, mâlâyânî ve bühtan ile kirlenir; İstiâze ile temizlenir. Marifet ehli; "Bu kelime, Allah'a yaklaşmak isteyenlerin (mukarrabînin) vesilesidir. AHah'dan korkanların korunması, günahkârların baş vuracağı yüce bir eşiktir. Helak olanların dönüşü ve Allah'ı sevenlerin, bast hali (aşk ve şevke gelmesi)dir. 0, Cenâb-ı Allah'ın En-Nahl sûresinde, "Şimdi Kur'ân okumak istediğin zaman, önce o racîm olan şeytandan Allah'a sığın. emrine uymaktır.
İstiâze Ne Zaman Okunur?
İstiâze, Müslümanların (âlimlerinin) çoğunun nezdinde, Kur'an-ı Kerim'i okumanın mukaddimesidir. İstiâze Kur'ân-ı Kerimden önce söylenir. Yani Kur'an-ı Kerim okunmaya başlanmadan önce söylenir. Onların, "Ceza şarttan sonradır. Öyleyse istiâzenin de Kur'an-ı Kerim okunmasından sonraya tehir edilmesi gerekir," sözlerine cevap olarak deriz ki, "sen okuduğun zaman"ın manası, "Sen okumaya başladığın zaman" demektir. O da hakikat-i örfînin yerine geçerli olan yaygın tevildir. Sonra tercih edilen Cumhurun görüşüne göre, istiâze; "Racîm olan Şeytandan Allah'a sığınırım" cümlesidir. Bu rivayet kuvvetlidir. Hadis-i şerifte: bu şekilde, bana Cebrail Aleyhisselâm, Kalemden ve Levh-i mahfuzdan okuttu. diyerek, ( babından) istiâze'ye başlamak; Cenâb-ı Allah'ın sığın, emrine her ne kadar mutabık ve muvafık olsa da (sülasi babından yâni ) (diyerek istiâze'ye başlama) rivayeti vardır.
İlk İnzal Olan
Cebrail AleyhisselânYin Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerine ilk indirdikleri, 1 -İstiâze 2-Besmele "Oku o rabinin ismiyle ki, yarattı... O, insanı bir alak'tan (yapışkan kan pıhtısından) yarattı. Okuî 0, keremine nihayet olmayan rabbindir. O, kalemle öğreten de... O İnsana bilmediği şeyleri öğretti." Âyet-i kerimeleridir.
İstiâze'nin Manâsı
iltica ederim manasınadır, birer mastardırlar, diyen kişinin sözü yaptığı işi haber vermesidir. Yâni ihbârî cümledir."Ya Rabbi beni koru" takdirinde olup; Cenâb-ı Allah'ın fazl-ü kereminden istemek manasını ifâde ettiği için, İnşâî cümledir. Burada inşâî cümleden, ihbârî kelama geçişte, vâki olacak işte hayır ummak gibi bir fayda cuzu - oesrneıe ve raxına-ı şerire ihbârî kelama geçişte, vaki olacak işte hayır ummak gibi bir fayda vardır. Sanki istiâze vaki oldu ve ona uygun olarak Allah'ın onu koruması altına aldığı haberi verilmektedir. Buradaki sır, Tefsîr-i Kebir'de (beyan edildiği gibi), kul ile Rabbi'nin arasında bir ahdin varlığıdır. Cenâb-ı Allah: ve ahdime vefa edin ki, ahdinize vefa edeyim," buyurdu. Sanki kul, şöyle diyor: "Ya Rabbi! Ben beşeri eksikliğime rağmen kulluk ahdimi ifa ettim, yerine getirdim ve ben "Allah'a sığınırım," ve Ben Allah'dan mağfiret isterim." O halde Ey Rabbiml Sen kereminin kemâli ve fazl-ü rahmetinle Rab olarak vermiş olduğun ahdi yerine getirmeye ve beni korumaya daha layıksın!" demektedir. Allah'a (Allah'a sığınırım). Ehli hakkın mezhebine göre, (ismi şerifinin) iştikakı yoktur. Müştak değildir. (Herhangi bir kelimeden türememiştir). Çünkü Onun künhünü bilmeye yol yoktur. Bundan dolayı Sa'deddin Taftâzanî hazretleri, Keşşafın haşiyesinde şöyle buyurdu: "Bil ki, muhakkak akıllar, Cenâb-ı Allah'ın zâtını ve sıfatını anlamaktan hayrete düştükleri gibi. Kendisine delâlet eden lafızda da, isim mi, müştak bir sıfat mı veya müştak olmayan alem mi veyahut alem değil mi ve bunlardan başka şeyler mi olduğu konusunda akıllar hayrete düştü." Celâleddin Rumî Mesnevî de şöyle buyurdu: "Can güneşi (Allah), zihinlere sığmaz ki, onun misâli tasavvur ve tahayyül edilebilsin." Ve bil ki, istiâze'nin kelimeleri üçtür. Sıfat, efâl ve zâta aittir. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri buyurdukları gibi; "Senin gazabından rızâna, cezalandırmandan affına sığmıyorum. Ve Senden Sana sığınıyorum. Ya Rabbi! Sen kendini övdüğün gibi ben Seni övemem." tstiaze ibaresi, Allâhü Teâlânın isimleri arasında, "Allah" ismi (zâtı) seçildi. Bu ismi zât, istiâze'nin her çeşidini içine alır.
Şerrin Çeşitleri
Tefsir-i Kebir'de buyuruldu ki, (şer çeşit çeşittir:) (Birincisi:) Serler ya itikâdlarda olur, ki buna da bâtıl olan bütün mezhepler ve yetmiş iki sapık fırkanın akaidi girer. (İkincisi:) Ya da beden ile yapılan amellerde olur. (1/3) Dine zarar veren şeyler de bu kısma girer. Nehyedilen (yasaklanan mükellefiyetler (haram edilen şeyler) de buna girer. Onu özürlü gibi zabteder. (Üçüncüsü Bunların bazılarının zararı dine değildir, (sadece beden, mal veya canadır) Hastalıklar, elemler, yanmak, boğul-mak, fakirlik, körlük, kötürüm ve kronik bir hastalığa tutulmak ve bunla (Üçüncüsü Bunların bazılarının zararı dine değildir, (sadece beden, mal veya canadır) Hastalıklar, elemler, yanmak, boğulmak, fakirlik, körlük, kötürüm ve kronik bir hastalığa tutulmak ve bunların dışında belâlardan, inme, felçlik gibi... Bütün bunlar üu Sjiî da son bulur. İstiâze bunların hepsine şâmildir. Akıllı insana gereken, istiâze okumak istediği zaman, bu üç cins zararı ve onların altına giren bütün çeşitlerini kast etmesidir. Bunların sonsuz olduğunu anladığı zaman, bunları defetmeye insanın gücünün yetmeyeceğini anlar ve aklı onu şöyle demeye sevkeder: "Afetler ve korkuların hepsinden, bütün mukadderata Kaadir olan Allah'a sığınırım."
İlimleri İçine Alan (B) Harfidir
Denildi ki: "İlimlerin hepsi dört kitabdadır. Kitabların ilmi Kur'an-ı Kerimdedir. Kur'an-ı Kerimin ilmi, Fatih-i Şerifededir. Fâtiha-i Şerifenin ilmi (be) harfîndedir." Tefsiri Kebir'de (denildi ki:) Çünkü bütün ilimlerden maksat kulu Rabb'e ulaştırmaktır. ilsak içindir. da ki y onu ona ilsak eder, kulu, Allah'a ulaştırır, y 'nin esrarı inşallah "Besme-le"nin tefsirinde gelecektir. adetli Şeytandan. Yani Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılan (Şeytan dan Allah'a sığınırım).
Şeytanın Adı
İbnü Abbas (r.a.)'nın rivayetine göre, Şeytan, Allah'a isyan ettiği zaman, lanete uğradı ve şeytan oldu. Bu rivayet onun Allah'a isyan edip lanete uğradıktan sonra "Şeytan" diye isimlendirildiğine delâlet eder. Lanetten önce şeytanın adı, Azâzil veya Nail idi. İstiâze de kendisinden Allah'a sığınılan şeyler, alay etmek, kötülük ve dedikodu yapmak, Kühü'l-Beyan Tercümesi" vesvese vermek gibi şeytanın zararları ve kabâhatlan ile kayıtla anmak ki, böylece Şeytanın umumî şerlerinden sığınılmış olsun. "Ravdâtü'l-Ahbar" da şöyle deniliyor: "Şeytanlar, erkek ve dişidirler. Doğarlar, ölmezler, belki (kıyamet sabahına kadar) ebedîdirler. Cinler, erkek ve dişidirler, doğarlar ve ölürler. Melekler, erkek ve dişi değiller, doğmazlar, yemezler ve içmezler." Bundan şeytan ve cinlerin hakikî nesneler oldukları ve var oldukları sabit oldu. Cin ve şeytanların varlığını felsefeciler, doktorlar ve benzerlerinden çok az bir kısım hariç, kimse inkâr etmez.
Cinler Ve İmam Zemahşerînin İmam Gazalî Karşısında İtirafı
Hüccetü'l-lslâm İmam Gazâlî Hazretleri, sünneti ihya eden, insan ve cinlerin müftüsüydü. Bir gün cinlere, havadis (dünyada olup biten garip şeyleri) sordu. Cinler: İmam Zemahşerî Hazretleri13 tefsirle alakalı bir kitap yazmaktadır. Kur'an-ı Kerimin yansına yetişti," dediler, imâm Gazali Hazretleri, cinlerden, Zemahşeri Hazretlerinin yazmış olduğu tefsiri kendisine getirmelerini istedi. Cinler, Zemahşeri Hazretlerinin yazmış olduğu tefsiri istinsah ettiler, hepsini yazdılar, aslını yerine koydular, kopyasını getirdiler. Zemahşeri Hazretleri, Gazali Hazretlerinin yanına geldiğinde, Gazâlî Hazretleri, o tefsiri kendisine gösterdi. Zemahşeri Hazretleri, hayret etti. Şaşırdı. Şöyle dedi: -"Eğer bu tefsir benim ise ben onu gizledim. Gizli yazıyorum. Benden başka kimse tefsir yazdığımı bilmiyor. Bu nereden geldi? Yok eğer bu tefsir başkasının ise, bir kitabın, lafız, mana. konuluş ve tertipte bu kadar birbirine benzemesini akıl kabul etmez. Bu mümkün değildir." Bu konuşma üzerine imâm Gazâlî Hazretleri şöyle buyurdu: "Bu tefsir (senindir) bize cinlerin eliyle ulaştı," dedi. Zemahşeri Hazretleri o güne kadar cinleri inkâr ediyordu. 0 mecliste cinlerin varlığını itiraf etti.
Cinler Gaybı Bilemez
Buradan cinlerin gaybı bildiği hükmü çıkmaz. Gizli olmadığı gibi. Cenâb-ı Allah. Sonra vaktâ ki ona ölümü hükmettik, onlara onun ölümünü sezdiren olmadı, yalnız bir güve böceği (arz'a) dayandığı asasını yiyordu; bu sebeple yıkıldığı zaman tebeyyün etti ki cinler eğer gaybı bilir olsalar, o zilletli azap içinde bekleyip durmazlardı. 34/14 dedi Eğer cjnıerı gaybı bilmiş olsalardı Süleyman Aleyhis-selâm'ın vefat ettiğini bilir ve vefatından sonra çetin işte uzun süre çalışmazlardı.
Cin Ve Şeytanların Hakikati
Sonra cin ve şeytanların hakikaten mücerred varlıklar olduğunu söylemeyenlere göre şeytanlar "havaî cisimler"dir. Bir rivayete göre "Nârî cisim" oldukları söylenildi. Cinler, gerçekten ateşten yaratılmış varlıklardır. Muhtelif şekillere girebilme gücüne sahiptirler. Yılan, akrep, köpek, deve, sığır, koyun. at. katır, eşek, kuş ve insan oğlu şekilleri gibi değişik şekillere girebilirler. Cin şeytanların akıl ve anlayışları vardır. Zor işlerde çalışabilirler. Süleyman Aleyhisselâm için, kaleler, heykeller, havuzlar genişliğinde, leğenler ve sabit kazanlar yaparlardı. Bu âyet-i kerime ile sabittir: Süleyman'a da rüzgâr sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay-, erimiş bakır menbâını da ona sel gibi akıttık. Hem rabbinin izniyle elinin altında cinnîlerden de çalışan vardı -onlardan da her kim emrimizden inhiraf ederse, ona saîr olan azabını tattırırız-; Onlar ona, mihrablar, timsaller ve havuzlar gibi çanaklar ve sabit kazanlardan her ne isterse yaparlardı. Çalışın ey Dâvud hanedanı, şükr için çalışın? Mamafih kullarım içinde şekür olan azdır.12'13 Cinlerin mücerred "arzî ve süflî" varlıklar olduğunu söyleyenlerin görüşlerine göre, cinlerin bu mücerredliği kütlesi olmayan varlıklardır. Kütlevî olmak gibi bir halleri yoktur. Gözle görülmeyen varlıklardan "Âlî ve mukkades" olanlar cisimlerin tedbirinde bulunurlar. Bunlar, mukarrabûn (Allah'a yakın) melek]erdir."Meşşâiyyûn âlimler bunları "akıl" diye isimlendirir. "İşrâkiyyûn hükemâsı ise, onları güçleri yeten yüksek nurlar veya tedbirine bağlı varlıklar olarak kabul ederler. Meşşaiyyûn bunları, semavî varlıklar diye isimlendirirler, işrâkiyyûn. onları müdebbir nûrânî varlıklar olarak isimlendirirler. Onların en şereflileri, Hamele-i arş (arşı yüklenen) Meleklerdir. Onlar (Hamele-i arş) şu an dört melektir. Kıyamet günü sayıları sekiz olacaktır. Sonra Arşın etrafını ziyaret eden Meleklerdir. Sonra Kürsî Melekleridir. Sonra tabaka tabaka göklerin Melekleridir. Yer kürenin geride kalan güzide melekleri, temiz tabiattaki hava vazifeli, sonra zemherir'in melekleri, sonra deniz melekleri, sonra dağların, sonra hayvan ve nebatatın cisimlerinde tasarruf eden süflî ruhlardır. Bunlar, bazen hayırlı ilâhi bir ışık olurlar. (1/4) Bunların sâlihlerine cinler denir. Bazen de kötü, bulanık ve şerli olurlar, bunlar da şeytanlardır. Fenâri'nin Fatiha Tefsirinde böyledir.
İnsan Ve Cin Şeytanları
Zahirde şeytan ile murad edilen "İblîs" ve aveneleridir. Denildi ki: "Şeytan kelimesi, insanları, tereddüde düşüren, doğru caddeden saptıran, azgın ve haddi aşan insan ve cinlerin hepsi için kullanılır." Cenâb-ı Allah, insan ve cin şeytanlarını şöyle beyan ettikleri gibi: Ve böyle... Biz her peygambere insü cinn şeytanlarını düşman kılmışadır. Bunlar aldatmak için birbirlerine lâfın yaldızlısını telkin eder dururlar. Eğer rabbin dilese idi, bunu yapmazlardı. O halde bırak şunları uydurdukları hurafât ile haşrolsunlar. "Racim olan şeytan," lanete uğradığı zaman melekler tarafından göklerden atılan, veya götyüzünün (birinci kat semanın) alevli ateşleri ile uzaklaştırılıp atılan manasınadır. Bu (racim kelimesi) şeytanın kötü sıfatıdır. Şeytan için Kur'ari-ı Kerimde bir çok kötü isim ve yerilmiş sıfatlar vardır. Onun bütün kötülüklerini kendisinde toplayan "Şeytan" (kelimesi)dir. Çünkü "şeytan" kelimesi, iblisin bütün cezalarını kendisinde toplar. Bunun için, iblisin kötü sıfat ve isimlerinin arasında istiâzede "şeytan" (kelimesi) başlamaya mahsus oldu. Denir ki, istiâze'nin hakikatinin zahir olması, sadece sözde, demekle mümkün değildir. Elbette huzuru kalble söylenmesi lâzımdır. Sözünün hal ve fiiline uygun olması gerekir. Dilin Al, "Ben Allah'a sığınırım," derken; halinin ve fiilinin oüal "Ben şeytana sığınırım" dememelidir. İşte bu durum, isyan ve tuğyanda nefsin şeytanla ortak olmasıdır.
Şeytan Ariflerin Nurundan Kaçar
Hikaye: Arifin istiâzesi, Allah'dan başkasını görmek ve çok hicabdan-dır. Çünkü Şeytan ariflerin nurundan kaçar. Hikâye olunur 'ki, Ebû Sâid el-Harraz (k.s.) Hazretleri, Şeytanı rüyada gördü. Onu asâ ile dövmek istedi. Şeytan: -"Ey Ebû Said! Ben asâ'dan korkmam. (Çünkü sopa gibi maddi şeyler beni incitmezler) Ben ancak; arifin kalbinin semasına doğduğu zaman, marifet güneşinin şualarından (ilâhi nurundan) korkarım." Dedi. Bazıları, "Şeytandan istiâze de, Allah'dan başkasından korkmayı izhâr etmektir ki bu da kulluğu ihlâl eder" dediler. Bunlara cevaben deriz ki: "Düşmanı, düşman bilmek muhabbeti kuvvetlendirir, sevgiyi gerçekleştirir. Allah'dan başkasından Allah'a koşmak (ve ona yönelmek), kulluğu tamamlar. Allah'ın emirlerine sarılmak, taatı her şey üzerine takdim etmektir. Allah'dan korkmayandan korkmak, (Allah'ın büyüklüğü karşısında insanın) çaresizliğini ortaya koymasıdır. "Ben Allah'dan korkuyorum," denilir ki, ben Allah'ın azabından ve gadabmdan korkuyorum, demektir. "Ben Allah'dan korkandan korkarım" demek; "ben Allah'dan korkanların beddularından korkuyorum," demektir. "Ben Allah'dan korkmayandan korkarım," demek; "Ben Allah'dan korkmayanların kötü işlerinden korkarım," demektir. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (k.s.): "Âdem oğlu için, gizli çok düşman vardır. İtina ve dikkatle hareket eden kişi akıllı adamdır." Tefsir-i Kebir'de, şöyle buyuruldu: ben Allah'a sığınırım, kişinin tüm iyilikleri kazanıp bütün tehlikelerinden kurtul-ması için mahlûkattan halika ve nefsi için sonsuz ihtiyaç-lardan kurtulup; kâmil manâda Hak zenginliğine dönmektir. "0 halde hemen Allah'a kaçın, haberiniz olsun ki, ben size Û'ndan bir açık nezîrim(uyarıcıyım) âyetinin sırrı budur. Ve yine burada Rabbu'l-âleminin huzuruna yaklaşmaya acziyetten başka vesile yoktur. Acizlik, makamların sonudur.
Hasan (Basrî) Hazretleri, şöyle buyurdu: "Kim hakM bir şekilde şeytandan Allah'a sığınırsa, bu da huzuru kalble mümkündür; Cenâb-ı Allah, onunla şeytanın arasına üçyüz perde gerer; perdenin arası yerle gök arası gibidir."
Şeytan'in, Efendimiz (S.A.V.) Hazretlerine İtirafları
İbnü Abbâs (r.a.) hazretlerinden rivayet edildiğine göre: Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, bir gün, Mescid-i nebeviden çıktı. İblis Mescid-i Nebevinin kapısındaydi. Efendimiz (s.a.v.) Hazreteri, ona sordu. -"Seni mescidimin kapısına getiren nedir?" Şeytan: -"Beni buraya getiren Allah'dır." -"Neden "diye sordu. -"Bana dilediğini sorman için" dedi. Ibnü Abbas (r.a.) dedi ki, Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin şeytana ilk sorduğu namaz hakkındaydı. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, şeytana sordu. -"Ey mel'ûn! Ümmetimin cemaatle namaz kılmalarına neden mani oluyorsun? Şeytan: -"Ey Muhammedi Senin ümmetin cemaatle namaz kılmak için evden çıktıkları zaman beni çok sıcak bir humma (ateş) tutar. Onlar cemaatten ayrılmadıkça ateşim sönmez," Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri yine sordu: -"Sen ümmetimin Kur'an-ı kerime hizmet etmelerine neden mani oluyorsun?" Şeytan: -"Senin ümmetin Kur'ân-ı kerimi okudukları zaman ben kurşun gibi eriyorum," dedi. -"Sen ümmetimin Allah yolunda cihâd etmelerine neden mani oluyorsun?" dedi. Şeytan: -"Onlar, cihada çıktıkları zaman, ayaklarıma bağlar vurulur. Onlar dönesiye kadar bağlı kalıyorum. -"Ümmetimin hacca gitmelerine niye mani oluyorsun?" Şeytan: -"Ümmetin hacca gitmek için evden çıktıklarında onlar dönesiye kadar ben, zincirlere ve demir halkalara vuruluyorum. (-"Ümmetime neden cimri olmaları için vesveve veriyorsun? Şeytan:) -"Ümmetin sadaka vermeyi niyet ettiği ve düşündüğü zaman, tahta biçildiği gibi ben de başımdan bıçkı ile biçiliyorum gibi, anlatılması zor ağrı ve acı çekiyorum,"dedi. (İ/S)
Şeytan Ve Nefs-İ Emâre Nin Islâh Yolu
Şeytan yeme ve içme sebebiyle Adem oğluna musallat olur. İnsan ikisini (yeme ve içmeyi) terk ettiği zaman, mide ve ferç şehvetini kestiği takdirde şeytan asla kendisine müdâhele etme yolunu bulamaz. Şeytanı ıslâh etmenin yolu kişinin midesine ve beline sahip olmasından geçer. Amma nefs-i emmâre'nin ıslâhının yolu vardır. Nefs-i emmârenin İslah yolu, beş vakit namazdır. Çünkü namazın farz olmasının sebebi nefsin ıslâhıdır. Zira namazda üç tabaka lezzet vardır. 1- Büyük Melik'in (Allah'ın) huzurunda el bağlamak, 2- Onun için rükü'a varmak, 3- Onun için secde etmek. Nefis, hudû", (boyun eğmek) huşu' ve tezellül (tevazu) ile ıslah olur.
Şeytân-ı Merîd
Vehb bin Münebbih buyurdular: Nuh Aleyhİsselâm, gemiden çıktığında, Şeytan aleyhilla'ne geldi. Nuh Aleyhİsselâm, ona sordu: -"Ey Allah'ın düşmanı! Âdem oğlunun hangi ahlâkı, sana ve senin askerlerine, onları dalâlete sokmanızda ve helâk'a götürmenizde en yardımcıdır." Şeytan: -"Biz Âdem oğlunun, Sahih (aşırı cimri) harîs (dünyaya düşkün), hasûd (kıskanç), cebbar (zorba) ve acul (aceleci) gördüğümüz zaman, ona bir kere dokunuruz. Bu ahlâklar birinde toplandığı zaman, biz onu "Şeytan merîd" diye isimlendiririz. Çünkü bu kötü ahlâklar, şeytanların reisinin ahlâkıdır.
Şeytan ve Dünya Ehline
Haberde rivayet edildiğine göre: iblis aleyhilla'ne, her gün dünyayı ellerinin üzerine kaldırır ve şöyle seslenir: -"Kim kendisi için zarar verip, fayda sağlamayan dünyayı satın alır?" Dünya ehli olanlar: -"Biz" diye cevap verirler. Şeytan şöyle seslenir: -"Acele etmeyin! Gerçekten onun büyük kusuru vardır." Onlar: -"Bir sakıncası yoktur/'derler. Şeytan: -"Dünyanın değeri, altın ve gümüş değil; onun fiyatı cennette ki, nasibiniz (makamınız)dır. Ben dünyayı dört şeye karşılık satın aldım: Allah'ın laneti, Allah'ın gadabı, Allah'ın azabı ve Allah ile ilişkimi kesmek. Ben cenneti bunların karşılığında sattım, cenneti verip, dünyayı satın aldim,"der. Dünya ehli olanlar: -"Bu bizim için caizdir. Kabul ediyoruz," derler. Şeytan yine kendilerine: -"Bu alış verişte beni kârlı çıkarmanızı istiyorum. Bunun için söylediklerime kalblerinizi açmanız ve ebediyen başka sözlere kulak asmamanızdır."der. Onlar: -"Evet!" derler. Ve şeytanın sözlerini tutarlar. Bunun üzerine Şeytan şöyle der: -"Ne kötü bir ticâret!"
Hafız (k.s.) buyurdu:
"Asla ve temele kavuşan, fâni cihandan ahd bütünlüğü ve beka iste. Zira bu yaşlı sevgili bir damadın gönlündedir ve hiçbirine vefası yoktur."
Şeyh Sadî (k.s.) Buyurdular: "Dünyaya bel bağlanmaz ki, o her birinde bir başkasınındir. Dünyaya gönül bağlamak mutribler gibi olmaktır. Oynaşıp bırakır. Dünya senin bu aşkına layık değildir. Zira o sevenlerin her birini bıraktı. Yeni sevgililer peşinde."
Şeytan Müminlerle Uğraşır
Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerine, şeytanın vesvesesi soruldu. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri: Hırsız, içinde bir şey olmayan eve girmez. İşte bu imanın tâ kendisidir." Hazreti Ali bin Ebi TâJib (r.a.) şöyle buyurdular: "Bizimle ehli kitabın namazlarının arasındaki fark, şeytanın vesvesesidir. Kâfirler, şeytana muvâfik amel işledikleri için, şeytan onların amellerinden el çekmiştir. Mü'minler ise, şeytana muhalefet ediyor ve onunla savaşıyorlar. Muharebe ise muhaliflerle olur."
Hikâye
Hikâye olunduğuna göre; Horasan ehlinden bir adam İrak tarafına doğru yola çıktı. Oradaki âlimlerin birine gidip gelerek, dört bin hikmetli hadis öğrendi. Sonra da memleketine dönmek için üstâzmdan izin istedi. Üstazı kendisine: -"Sana öğrendiğin hadislerden sonra çok hayırlı bir kelime öğreteceğim," dedi, 0: -"Nedir o?"diye sordu: Üstazı: -"Horasan'da Şeytan olur mu?" diye sordu: -"Evetr'dedi. Hocası: -" Size vesvese verir mi?" diye sordu. -"Evet!" dedi. Hocası, sordu: -"Onun vesvesesine karşı ne yaparsınız?" diye sordu. Adam: -"Onu reddederiz," dedi. Hocası: -"Eğer ikinci defa vesvese verirse ne yaparsınız?" diye sordu. Hocası: -"Eğer Allah'ın düşmanı size eziyetlerde bulunur, sizi Allah'a itaatten meşgul ederse, onun vesvesesini reddetmekle meşgul olmayın. Şeytana karşı yabancının çoban köpeğine davrandığı gibi davranın. Allah'a sığının. Çünkü şeytan, (Allah'ın) köpeklerinden bir köpektir, "dedi. Cenâb-ı Allah, bizi ve sizi şeytanın hilelerinden ve şerrinden korusun.
|