Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 5 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Rabbani Vahiy: Kur'an
MesajGönderilme zamanı: 07.01.10, 09:48 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
9. Bölüm: Allah’ın Kelâmı Kur’ân

Burada Kelâm sıfatı, daha doğrusu Kelâm şânı (sıfatının aslı) söz konusu edilecektir. Kelâm (konuşma sıfatı) olmadan bir şeyi ifâde etmek düşünülemez. O hâlde bütün zâtî kemâlât ve zâtî şuûnât, önce bu Kelâm sıfatında hattâ şânında feyz yoluyla zuhur ederler. Sonra oradan ifâde âlemine gelirler.

Meselâ bir çok kemâlât (hüner) sahibi bir kişi bu hünerlerini göstermek isteyince önce onları konuşma gücü mertebesine indirir, oradan ortaya çıkarır.

O halde Allah Teâlâ’nın zâtına sâdece îtibârî olarak zâid olan şuûnât mertebesinde Kelâm’ın özel bir konumu vardır. Zât ve şuûnât mertebesinde bulunan her kemâlât, tümüyle Kelâm şânında feyz yoluyla tecellî eder. Bu şânın tüm hakîkati sâdece Kur’ân’dır.

Arapça olarak ve bilinen sıra ile mushaflarda yazılmıştır. Peygamberlere inen bütün kitaplar bu Kur’ân’ın parçalarındandır ve Kur’ân’ın bazı ibârelerinden istifâde yoluyla hazırlanmıştır.

Başlangıçtan sona kadar bütün kâinâtın yaratılması ondan (Kur’ân’dan) istifâde ile olmuştur. “Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona (söyleyecek) sözümüz sadece “Ol” dememizdir. Hemen oluverir” (Nahl, 16/40) âyeti, bu sözümüzü desteklemektedir.

Bu Kur’ân, bu büyük değer ile Asıl Dâiresi’ne (ilâhî âleme) dâhildir. Ona gölge olma durumu (zılliyyet) aslâ yol bulup gelmemiştir. Evliyâullahın büyüklerinden bazılarının: “Kur’ân, cem mertebesindendir” demesi, bu mânâya işâret için olmalıdır.

Hakîkat-ı Muhammedî diye ifâde edilen kâbiliyyet-i ûlâ bu Kur’ân-ı Mecîd’in gölgesidir. O hâlde o kâbiliyyet de asıl değil gölge olma yoluyla bütün zâtî kemâlâtı ve şuûnâtı ihtivâ etmektedir. Kur’ân ise asıl olma (asâlet) yoluyla bunları ihtivâ etmektedir. Bu sebeple Kur’ân, o efendiye (a.s) inmiş ve onu bu büyük nimetle imtiyâz sâhibi eylemiştir.

Nitekim Hz. Peygamber’in kendisi hakkında: “Dîninizin yarısını bu Humeyrâ’dan öğrenin” buyurduğu Hz. Âişe, Hz. Peygamber’in ahlâkı hakkında şöyle buyurmuştur: “Onun ahlâkı Kur’ân’dı”. Hz. Peygamber’in şeriatının büyüklüğünü, asâlet ve zılliyyeti buradan kıyas edip düşünmek gerekir.

Ona (a.s) tâbî olmayı, bütün mutlulukların sermâyesi olarak bilmelidir.

Mısrâ:
“Bu iş bir nimettir, şimdi kime gelir?”

Bu anlatılanlar, ahlâkını Kur’ân ahlâkı yaptıkları ve Kur’ân nûruyla gözünü sürmeledikleri efrâddan bazı kişilere mahsustur. Kutub mertebesinde olanların nazarı ve düşüncesi buraya erişemez, onlar gölge mertebesinden geçemez. Bu ilimlerin ve makamların incelikleri kutublardan bazı ferdlere mahsustur.

Kutb-i irşâd ve kutb-i medârın önünde başka bir iş vardır. Onlar özel bir hizmete seçilmişlerdir. Kutbiyyet ve ferdiyyet mertebelerinin ikisini de kendisinde toplayan kişiye ne mutlu. Tıpkı Seyyidü’t-tâife Cüneyd-i Bağdâdî gibi. Ona bu ferdiyyet nisbeti Şeyh Muhammed Kassâb’dan gelmiştir, onun kalbî hâli elde etmesindeki pîri ise Serî Sakatî’dir. Cüneyd kutubluk hâlini, ferdiyyet hâlinin yanında unutarak şöyle diyor: “Halk zannediyor ki ben Serî’nin müridiyim. Oysa ben Muhammed Kassâb’ın müridiyim”.

Sözün başına ve aslına dönüp deriz ki: Kur’ân-ı Kerîm’deki mâzî (dili geçmiş) ve istikbâl (gelecek zaman) lafızları, ezelî ve ebedî bütün zamanların ondan (Kur’ân’dan) zuhûr ettiğini ifâde etmek içindir. Bazı lafızlar mâzî, bazıları şimdiki zaman, bazıları da istikbal ile alâkalıdır, ancak bu kalıplar Kur’ân’a nisbetle değildir, aksine Kur’ân’ın kapsadığı bazı zamanlarla ilgilidir.

Meselâ bir şahıs kendi başından geçen bazı olayları anlatmak için geçmiş zaman kalıbı kullanır. Bu geçmiş zaman kalıbı, o şahsın olayının zamanı ile ilgilidir, o şahsın kendisiyle ilgili değildir. O şahıs bütün zamanları kapsamaktadır.

Doğrusunu bilen ve doğru yolu ilham eden Allah Teâlâ’dır.
Doğruyu doğru olarak gösteren ve doğru yola ileten Cenâb-ı Hak’tır.

Bu durumda, Kur’ân’ı tasdik eden ve hükümlerine tâbi olan kişi, bütün semâvî kitapları tasdik etmiş, bütün peygamberlerin şeriatlarının kemâlâtını ihtivâ etmiş olur.

Allah’ın bu kelâmını (Kur’ân’ı) yalanlayan kişi de bütün inmiş olan kutsal kitapları yalanlamış olur.

Bu dinin gereğini yapmamak da büyük bir mahrûmiyete sebep olur.

Şiir:
“Muhammed-i Arabî her iki cihânın kaşıdır (süsüdür),
Onun ayağının tozu olmayanın başına toprak serpilsin”.

***

MÜKÂŞEFÂT-I GAYBİYYE (MANEVÎ YOLCULUK)

İmâm-ı Rabbânî

Tercüme: Doç. Dr. Necdet Tosun

SUFÎ Kitap Yayınları


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Vahiy: Kur'an
MesajGönderilme zamanı: 08.01.10, 10:04 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
10. Bölüm: Kur’ân Harfleri ve Şuûnlar

Bilmek gerekir ki, Kur’ân harflerinden bir her bir harf, özet olarak bütün kemâlâtı kapsamaktadır.
Uzun sûrelerdeki özel fazîletin aynısını kısa sûrelere de koymuşlardır.
Uzunluk ve kısalık bu konuda fark etmez.
Evet, her sûrenin, her âyetin, hattâ her kelimenin özel bir üstünlüğü ve kendine has fazîleti vardır.

Tıpkı ilâhî şuûnlardan her bir şânın özet olarak bütün şuûnâtı kapsaması, bununla birlikte özel bir fazîlet ve tesirinin bulunması gibi. O hâlde kâbiliyyet-i ûlâda, ki “o mertebede her şân bütün şuûnları kapsamaktadır” derler, şuûn kelimesini kullanmak şuûnun gölgesi olması îtibâriyledir. Yoksa şuûn (sıfatların asılları), asıl dâiresine dâhildir (zâtın aynısıdır).

***

MÜKÂŞEFÂT-I GAYBİYYE (MANEVÎ YOLCULUK)

İmâm-ı Rabbânî

Tercüme: Doç. Dr. Necdet Tosun

SUFÎ Kitap Yayınları


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Vahiy: Kur'an
MesajGönderilme zamanı: 08.01.10, 10:05 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
11. Bölüm: Kur’ân Âyetleri

Bilesin ki, özel ve münferid bir olay üzerine nâzil olmuş olan her sûre, hattâ her âyet onları okuyan kişiye o konuda tam bir fayda verir. Meselâ nefs tezkiyesi (nefsi kötü huylardan arındırma) konusunda inmiş olan bir âyetin okunmasının, nefs tezkiyesinde büyük bir tesiri vardır. Diğerleri de bu şekildedir.


***

MÜKÂŞEFÂT-I GAYBİYYE (MANEVÎ YOLCULUK)

İmâm-ı Rabbânî

Tercüme: Doç. Dr. Necdet Tosun

SUFÎ Kitap Yayınları


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Vahiy: Kur'an
MesajGönderilme zamanı: 08.01.10, 10:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
12. Bölüm: Kur’ân İlâhî Âlemdendir.

“Ona (Kur’ân’a) önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet sâhibi, çok övülen Allah’tan indirilmiştir” (Fussilet, 31/42) âyet-i kerîmesi sanki Kur’ân’ın asıl dâiresine (ilâhî âleme) dâhil olduğuna dâir bir remz ve işârettir.

Çünkü asıl dâiresine bâtıl aslâ yol bulup gelemez. Gölge dâiresine ise altta olmak sebebiyle bâtıl yol bulup gelebilir. Bâtıl olan şeyler o asıl mertebesine ulaşamazlar. Orası (Allah’ın zâtı) hâlis asıldır.

“O’nun zâtından başka herşey yok alacaktır” (el-Kasas, 28/88).

Allah Teâlâ daha iyi bilir, doğru yolu gösteren de O’dur.


***

MÜKÂŞEFÂT-I GAYBİYYE (MANEVÎ YOLCULUK)

İmâm-ı Rabbânî

Tercüme: Doç. Dr. Necdet Tosun

SUFÎ Kitap Yayınları


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Rabbani Vahiy: Kur'an
MesajGönderilme zamanı: 08.01.10, 10:12 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
13. Bölüm: Kur’ân’ın İncelikleri ve Kâbiliyyet-i Ûlâ

“Ona ancak temizlenenler dokunabilir” (Vâkı‘a, 56/79) âyet-i kerîmesinde sanki Kur’ân’ın hakîkatinin inceliklerine muttalî olmanın sâdece temiz insanların kâmil olanlarına mahsus olduğuna dâir bir remz vardır.

Ancak Kur’ânın bütün inceliklerine vâkıf olmak, Cenâb-ı Hakk’a mahsustur. Nitekim Hz. Peygamber (a.s) buna işâret etmiştir.

Ayrıca bir şeyin zâhirine dokunmak, onu düşünmektir. O hâlde âyette kast edilen şey, Kur’ân’ın zâhirî yönlerine muttalî olmaktır. Yoksa bâtınların bâtınını sâdece Cenâb-ı Hak bilir.

Temizliğin kemâli, mâsivâdan uzaklaşmaya ve mâsivâ bağlarıyla kirlenmemeye bağlıdır. Bu da, asla bağlanmak ve her türlü gölgeden yüz çevirmekle olur.

Mısrâ:
“Dosttan ayrılmak az ise de, gerçekte az değildir”.

Bakışları kâbiliyyet-i ûlâ mertebesinden öteye geçemeyen bazı sûfîler bu kâbiliyyeti mânevî yükselişin sonu zannetmişler, ona taayyün-i evvel adını vermişler ve “bu taayyün zâta zâid değildir” (zâtın aynısıdır) demişlerdir. Bu kâbiliyyeti görmeye de tecellî-yi zât taayyünü demişlerdir. Onlar için de özel velîlikten nasip vardır, çünkü bu velîliğin dereceleri farklıdır.

Şiir:
Gök, Arş’a göre aşağıdadır,
Yoksa toprağa göre çok yüksektir.

Ancak evliyâullahtan başka bir grup bu mertebeyi (kâbiliyyet-i ûlâ, tayyün-i evveli) de zâid (zâttan farklı) bilmişler, yakînin gölgesiyle huzur bulmuşlardır.

Allahım! Habîbin hürmetine onların sevgisiyle bizi rızıklandır.

***

MÜKÂŞEFÂT-I GAYBİYYE (MANEVÎ YOLCULUK)

İmâm-ı Rabbânî

Tercüme: Doç. Dr. Necdet Tosun

SUFÎ Kitap Yayınları


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 5 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye