Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Necmettin Turinay: Bu ilâhiler kime ait
MesajGönderilme zamanı: 21.08.11, 00:43 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 16.06.11, 16:00
Mesajlar: 16
Necmettin Turinay: Bu ilâhiler kime ait

Radyo ve televizyonlardaki bir âdete göre, Türk sanat müziği eserleri seyirciye veya dinleyiciye sunulurken makamı, usulü, bestekârı hakkında da bilgi verilir.

Yerine göre bu bilgiler muhataplara ya şifahi olarak aktarılır, ya da televizyonların alt köşelerinden yazılı olarak verilir. Dolayısıyla bir bir parçanın kime ait olduğu ve hangi makama göre bestelendiği hakkında az çok bir bilgi sahibi oluruz. Böyle böyle de zihnimizde, ya makam gruplarına göre, ya da tarihsel bir dizgele ve akışa göre çerçeveler oluşur. Yani neresinden bakarsanız bakın, musıkiye ilişkin bir kültür teşekkül eder bizde.
Aynısı değilse bile, Türk Halk musıkisi için de benzer bir yol izlenir. Bir parçayı kim icra ederse etsin, o türkünün hangi yöreye ait olduğu ve kimin tarafından derlenerek repartuara dahil edildiği hakkında, sunucular muhakkak ki bir bilgi verir. Bu usule göre de biz, herhangi bir türkünün hangi ile ve yöreye ait olduğu hususunda bir fikir sahibi oluruz. Fakat şimdi televizyon ve gazetelerin yaygınlaşması dolayısıyla henüz bir türkünün icrasına başlanmamış olsun ki, onun hangi ile değilse bile, yöreye veya bölgeye ait olduğunu kolayca çıkarabiliyoruz. Yani bu noktada öyle bir kulak zevki ve müşterekliği oluştu ki sormayın!..

Fakat sıra tasavvuf müziğine gelince, ne sanat müziği, ne de halk müziği örneklerinde olduğu gibi müşterek bir kültür ve algılama tarzımız maalesef mevcut değildir. Hemen herkes, ilgili türün örnekleri hakkında tek tek birbirinden kopuk bilgilerin sahibi olur. Meselâ iftara yakın saatlerde ya bir radyodan, ya da televizyondan bir ilâhinin ezgileri hafiften kulağınıza gelmeye başlasın:

Alma tenden canımı/Aman Allah’ım aman
Görmeden canânımı/Aman Allah’ım aman.

Nağme, makam, ezgi her ne ise, size bütünüyle tanıdık gelir. Fakat bu ilahiyi kim bestelemiş ya da kime aittir bilir misiniz?
Peki ya şu ilâhi kimindir? Hangi zamana ait bir bestedir?

Buyruğun tut Rahman’ın
Tevhide gel tevhide
Tazelensin imanın
Tevhide gel tevhide!..

Üçüncü bir örnek daha vererek soruyu tekrar edelim:

Ruhum sana aşık, sana hayrandır efendim
Bir ben değil âlem sana hayrandır efendim
Ecrâm üfelek, Levh ü kalem mest-i nigâhın
Medheyleyen ahlâkını Kur’an’dır efendim.

Bu beste, bu güfte kime aittir? Ya da bu harika bir beste hangi makamdadır? Bilenler varsa ne güzel!.. Fakat eminim ki bilmeyenlerimiz çoğunluktadır. Ama neden böyledir bu? Biz bu ilâhileri o kadar çok sevdiğimiz, tekrar tekrar dinlemekten de bıkmadığımız halde, niçin onlar hakkında müşterek bir kültürümüz hasıl olmamıştır?

Tabii bu zafiyetin sorumluluğunu, dışımızdakilere havale edivermek kolaycılığını da unutmayarak söylüyorum bunları. Dolayısıyla o sorumluyu da bulalım ve ilân edelim:
Radyo ve televizyonlarda eskiden, sanat müziği ve halk müziği gibi, tasavvufi müzikler yayınlamak pek de mümkün değildi. Bu yayınlar eski TRT genel müdürlerinden Şaban Karataş (1977) ve bilâhare de Özal zamanının genel müdürü Tunca Toskay döneminde kademe kademe gelişti. O da Ramazan’dan Ramazan’a kandilden kandile!..

Fakat bu yayınlar başlarken, diğer musıki örneklerinde olduğu gibi, müstakil programlara da dönüştürülemedi. Yani bestekârı, makamı, usulü, dahası hangi yüzyılda bu bestenin yapıldığına ilişkin, tamamlayıcı bilgilerle de takviyeye gerek duyulmadan yapıldı bütün bu işler. Dolayısıyla 1970 ve 1980’lerdeki bir uygulama aynen devam ediyor bugün!.. Bunu bir akıl eden bu işlere bir çekidüzen veren çıkıncaya kadar da öyle devam edecek demektir. Fakat şimdi oralardan, esmâ zikri ve ilâhisi diyebileceğimiz, modern zamanların en büyük eserlerinden birini besteleyen Ahmet Hatiboğlu gibi bir üstad da çekip gittikten sonra, kime ne denir bilmiyorum!..

Ancak TRT bu usulü başlatmadı, sorumluluk da ona ait deyip, rahata ermenin de bir âlemi yoktur herhalde. Eskiden elde bir TRT varken, şimdi TRT benzeri sayısız radyo ve televizyon mevcut. Dolayısıyla böyle bir sorumluluğu ona, buna havale etmek yerine, kendi kendimizi besleyecek, inşa edecek, geliştirecek yolları gene kendimizin bulmasından başka bir çare var mıdır?

Belki böyle bir mesele çoklarımıza hafif bile gelebilir. Fakat ruhlarımızı besleyen, maneviyatımızın derin katmanlarında da uzun asırlardır yer tutmuş bunca yakarışa tazarruya, gönül dilimizin ayarını bulmuş ve onu kıvama erdirmiş büyük bestekârlarımıza nasıl olur da bigâne kalabiliriz? Bu bestekârların her biri de aynen Süleyman Çelebi gibi, onun Osmanlı coğrafyalarında, hâlâ daha söylenip duran Mevlid’i gibi, büyük işler başarmışsa!.. Nitekim bir seferinde gittiğimiz Kırım’da, bizi aynı Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i karşılamasın mı? Ayrıca unutmayalım onlardan her biri, Süleymaniye’yi veya Selimiye’yi inşa eden Mimar Sinan ayarında, büyük sanatkârlar olduğuna göre!..

İşte şimdi ordan burdan tarihin veya tabiatın derinliklerinden, ya da ruhumuzun bilmediğimiz bir yerlerinden sesler geliyor. O sesler kime ait biliyor muyuz? Yunus’a, Aziz Mahmut Hüdayi’ye, Şemsettin Sivasi’ye, Sadettin Kaynak’a, ya da birbirinden ayrılmaz iki dost Ali Kemal Belviranlı’ya veya Ali Ulvi Kurucu’ya!.. Yani bizim içimizden hâlâ daha onlar konuşuyor!..

19.08.2011 Yeni Akit


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye