İstanbul'un Fethinde Manevi Yardımlar
Ali Eren
Sultan Fatih, İstanbul’un Fethi hakkında Akşemseddin Hz. İle sohbet ederken, “Bana öyle bir dua öğret ki, fetih için bana yardımı olsun” der. Akşemseddin Hz. De, “Zikrin, ‘Destur Yâ Şeyh Ahmed’ demek olsun. Şeyh Ahmed’den himmet (yardım) taleb et” der.
Bu zikre devam eden Fatih sorar: “Şeyh Ahmed kimdir ki, tazarru ve niyaz eyledim?” Akşemseddin Hz. nin cevabı: “Şeyh Ahmed, bu zamanın tasarruf sahibi ve kutbudur.”
Şeyh Ahmed, Özbekistan’da / Semerkand’da bulunan Ubeydullah Ahrar Hazretleridir.
Fatih, bu zikrini fetih esnasında devamlı surette tekrarladı ve fetih müyesser oldu. (Enîsî, Menâkıb-ı Akşemseddin. Süleym. Kütüb. Hacı Mahm. Kısım. No: 4666, v. 10a-10b)
İsmi geçen Ubeydullah Ahrar Hz. nin torunu Hâce Muhammed Kasım şunları anlatıyor: “Ubeydullah Ahrar Hz. bir gün, öğleden sonra aniden atının hazırlanmasını istedi. Atı hazırlanınca, binip Semerkand’dan sür’atle çıktı. Talebelerinden bir kısmı da arkasından gittiler. Biraz yol aldıktan sonra, Semerkand’ın dışında bir yerde talabelerine, “Siz burada durunuz” dedi. Kendisi, Abbas Sahrası’na doğru hızlıca sürdü. Onu bir müddet daha takip eden Mevlâna Şeyh ismindeki meşhur talebesi diyor ki, “Sahraya vardığında, atını sağa-sola sürmeye başladı. Sonra birdenbire gözden kayboldu.”
Hazret daha sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye/niçin gittiğini sordular. O da, “Türk Sultanı Muhammed Han (Fatih) kâfirlerle harb ediyordu. Benden yardım istedi. Ona yardıma gittim. Allahü Teâlâ’nın izniyle gâlib geldi, zafer kazanıldı” buyurdu.
Ubeydullah Ahrar Hz. nin, bu hadiseyi nakleden torunu Muhammed Kasım, babası Hâce Abdülhâdî’nin de şunları anlattığını naklediyor: “Bilâd-ı Rûm’a (Anadolu’ya) gittiğimde, Fatih Sultan Mehmed Han’ı oğlu Sultan Bâyezid Han, bana babam Ubeydullah Ahrar’ın şeklini tarif etti ve ‘O mübarek zatın beyaz bir atı var mıydı?’ diye sordu. Ben de, beyaz bir atının olduğunu ve bazen ona bindiğini söyledim. Bunun üzerine Sultan Bâyezid bana şunları anlattı: “Babam Fatih Sultan Mehmed Han bana şunları anlattı: İstanbul’u fethetmek üzere harb ettiğim sırada, harbin en şiddetli bir anında, Şeyh Ubeydullah Ahrar Semerkandî Hazretleri’nin imdadıma yetişmesini istedim. Bir zat, beyaz bir atın üstünde hemen yanıma geldi ve bana ‘Korkma’ buyurdu. Ben de ‘Nasıl korkmayayım, bir türlü kale düşmüyor’ dedim. Ben böyle söyleyince, elbisesinin yeninden bakmamı söyledi. Baktım, büyük bir ordu gördüm. ‘İşte bu ordu ile sana yardıma geldim. Şimdi sen falan tepenin üzerine çık. Üç defa kös vurdur ve orduna hücum emri ver’ buyurdu. Emirlerini aynen yerine getirdim. O da, bana gösterdiği ordusuyla hücuma geçti. Böylece düşman hezimete uğradı ve İstanbul’un Fethi müyesser oldu.” (Hoca Sadedin Efendi, Tâcü’t Tevârih, 1, s. 437; Nişancızâde Mehmed bin Ahmed Muhammed b. Ramazan, Mir’ât- Kâinat, İstanbul, 1290, 1-11, s. 58-59)
Sultan Fatih, kuşatma günleri uzayıp fetih gerçekleşmeyince, vezir Ahmed Paşa’yı Akşemseddin Hz. ne gönderip fethin kesin zamanını sormuş, O da, “Cemâziyel evvel ayının yirminci günü seher vakti” demişti. (Solakzâde, Tarih, s. 200; Enîsî, 4666, v. 9b) Aynen dediği gibi olunca, Akşemseddin Hz. ne fethin zamanını nasıl bildiğini sordular. Cevap verdi: “Kardeşim Hızır (aleyhisselâm) ile ilm-i ledünnîde Kostantiniyye’nin fethini vaktiyle (daha önce) keşfetmiştik. Fetih gerçekleştiği gün Hızır’ı gördüm. Birçok veliler ile askerin önünde kaleye girdiler. Kale fetholunduktan sonra Hızır kardeşimi gördüm ki kale duvarı üzerine çıkmış oturmuştu.”
(Kaynağımız: Çamlıca Basın Yayın A.Ş’nin Osmanlı Tarihi, c, 1. 02125124101)
|