Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 8 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: AŞIKPAŞA-ZADE'den OSMAN GAZİNİN RÜYASI
MesajGönderilme zamanı: 15.04.09, 08:48 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.02.09, 22:15
Mesajlar: 28
AŞIKPAŞA-ZADE’ nin (DERVİŞ AHMED AŞIKİ) SADE KALEMİNDEN OSMAN GAZİNİN RÜYASI



اوسمان غازي نياز ايتدي و بر لحظة اغلدي اويقو غالب اولدو ياتدي اويدو.گردو كيم كندولرڭ آرالارنده بر عزيز شيح وار يدي. حيلي كرامتي ظاهر اولموش يدي. و جمي حلقون موتقديدي آدي درويش يدي. و ايلا درويشلك باتنينديدي يدى. دونياسي و نمتي داوري چوغ يدي. و ساحب چراغ و آلم يدي. دايم مسافيرحانيسي هالي اولماز يدي. و اوسمان غزي داهي قاه قاه گلور يدي. بو عزيزه قونوق ولور يدي. اوسمن غزي كيم اويدي, دشوندئ گردو كيم بو عزيزڭ قينونه گردي. بو اي كيم اوسمن غازينين قينونه گردوغي دمده گوبغيندڭ بر اغاچ بيتر. داهي گولگسينون آلمي طوتار. گولگسينون آلتونده داغلار وار. و حر دغون دبيندين سولار چاغلر. و بو چكان سولاردن كمي ايچر و كيمي بغچلار سوارور و كمي چشملر آقندور. آندان اويقودان اويندي. سردي گيلدي. شيهه حابر وردي. شيح أيودور: اوغل اوسمن سگا موشتلوك اولسون كيم هاق تاعلا سگا و نسلونة پادشحلق ويردي. مبارك اولسون
.



"...Osman gazi niyaz etdi ve bir lahza ağladı. Uyku galib oldu. Yatdı, uyudu.

Gördü kim kendülerün aralarında bir aziz şeyh var idi. Haylı kerameti zahir olmuş idi. Ve cemi’halkun mu’tekadıyidi. Adı Derviş idi. Ve illa dervişlük batınındayidi. Dünyesi ve ni’meti, davarı çoğ idi. Ve sahib-i çerağ ve alem idi. Dayım misafirhanesi hali olmaz idi. Ve Osman Gazi dahı gah gah gelür idi. Bu azize konuk olur idi.

Osman Gazi kim uyudı, düşinde gördü kim bu azizün koynuna girer. Bu ay kim Osman Gazi’ nin koynına girdüği demde göbeğinden bir ağaç biter. Dahı gölgesi alemi dutar. Gölgesinün altında dağlar var. Ve her dağun dibinden sular çıkar. Ve bu çıkan sulardan kimi içer ve kimi bağçalar suvarur ve kimi çeşmeler akındur.

Andan uykudan uyandı. Sürdi, geldi. Şeyhe habar verdi.

Şeyh eyidür: “Oğul, Osman! Sana muştuluk olsun kim hak ta’ala sana ve neslüne padişahlık verdi. Mubarek olsun” der..."

------------------------

Aşıkpaşazade Derviş Ahmed,15. yüzyılda yaşamış olan Amasyalı ünlü Aşıkpaşazade Tarihi'nin yazarı tarihçi ve yazardır.
Kendisini “Derviş Ahmed Aşıki” diye tanıtan Aşıkpaşaoğlu hicri 795’te (Miladi 17 Kasım 1392- 5 Kasım 1393) Amasya’ya bağlı Uluan (Elvan) Çelebi Köyü’nde doğdu. Şeyh Yahya'nın oğlu, Tasavvuf şairi Aşık Paşa'nın torununun çocuğudur. Bu nedenle Aşıkî mahlasını kullanmıştır. 1413 yılında hastalanıp Orhan Gazi'nin imamının oğlu Yahşi Fakih'in evinde kaldığında Yıldırım Bayazıd'a kadar yazılmış bir Osmanlı tarihini okuması, kendisini tarih yazarlığına yönlendirmiştir.

1413-1419 yılları arasında Rumeli'de Musa Çelebi'nin hizmetinde bulundu.
1419 yılında köyüne döndü. 1422 yılında köylerindeki tekkeye uğrayan Mihaloğlu Mehmed Bey, Ahmet'i II. Murat'ın ordusuna getirdi. II. Murat ile Mustafa Çelebi arasında yapılan Uluabat savaşını seyretti.
1436 yılında hacca gitti. 1437 yılında Üsküp'e gidip İshak Bey'in yanında akınlara katıldı. 1438 yılında II. Murat'ın Macaristan seferine katılarak gazi oldu. 1448 yılında II. Kosova savaşı'na girip vuruşmuştur. 1453 yılında İstanbul'un alınışında bulundu. Fatih Sultan Mehmed kendisine Cibali yakınında bir ev verdi. Evin yanına dedesi Aşık Paşa adına bir mescid yaptırdı.
Fatih'in hizmetinde çalışırken padişahın çok beğendiği bir kişi olarak tanındı. 1456 yılında Edirne'de Fatih'in çocuklarının sünnetine davet edildi. Zeyniyye tarikatına intisab etti.
1481 yılında 88 yaşında iken İstanbul'da vefat etti.
Kabri Cibali yakınındaki Aşıkpaşa Mescidi bahçesindeki türbesindedir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: AŞIKPAŞA-ZADE'den OSMAN GAZİNİN RÜYASI
MesajGönderilme zamanı: 15.04.09, 09:15 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.02.09, 22:15
Mesajlar: 28
OSMAN GAZİ'NİN RÜYASI

Osmanlı Beyliği'nin kuruluş günlerinde, zamanın ulu mürşidlerinden Şeyh Edebalı Söğüt yakınlarında kurulan dergahında oturuyor; bölgeye hakîm olan Kayı boyundan Ertuğrul Gazi ve oğlu Osman Bey'e yardımcı oluyordu.

Edebalı dervişlerinden Kumral Abdal, birgün zaviyenin alt kısmındaki yarın kenarında tek başına halvete çekilmiş; tefekkür halinde; zikir ile meşguldü. Birden yanında Hızır aleyhisselâm beliriverdi ve Osman Gazi’yi kastederek. “O yiğidin istikbali çok parlak; var git O'na ve müjdesini ver!” der.
Kumral Abdal sorar: -Nasıl bir müjde?
Hızır aleyhisselâm şu yanıtı verir: "-Yakında rüyasını görür!.." ve gözden kaybolur.

Kumral Abdal, yamaçdaki Edebalı dergâhına koşar. Vardığında Şeyh Edebalı'nın sohbeti başlamıştır, Osman Gazi de orada şeyhinin dizinin dibinde kelimesini kaçırmadan sohbeti dinlemektedir. Kumral Abdal da bir köşeye diz çöküp ilişir.

Şeyh Edebalı: “-Toprağa bağlanın! Su kullanın, ağaç dikin, bahçelerinizi elden geçirin.” der ki bu sözleri bu coğrafyada kalıcı olacaklarının işaretleridir. Şeyh Edebalı devam eder: “-Fukaraya sahip çıkın, ilmi ile amil olan âlimlere hürmet edin...”

Gecenin ilerleyen saatlerinde yatsı namazları da kılınıp vakit hayli ilerleyince Osman Gazi el öper, müsaade ister. Edebâlî hazretleri gözlerini kısar, geceyi dinler. Sonra nedendir bilinmez: “Sabah ola hayrola” der, “Gelin bu gece, kalın burada!”...

Bu diyarda ona itiraz ne mümkündür. “Başüstüne” der, baş eğerler.

Osman Bey o gece Şeyh Edebali'nin zaviyesinde misafir olur.

Geceleyin, Osman Gazi'nin istirahat etmesi için dergahın bir odacığından ibaret olan halvethanesine bir döşek serilir. Osman Gazi yorgundu, yatıp uyumak istiyordu ama, yatmak üzereyken rafta gözüne ilişen Kuran-ı Kerim'e saygısından dolayı ayağını uzatıp, yatamadı; uyuyamadı. Zira geceyi geçireceği halvethane duvarında Mushaf-ı Şerif asılıdır. Kur'an'ı alıp neredeyse seher vaktine kadar okudu.

Rivayete göre Osman Gazi'nin Kuran-ı Kerim kıraatı tam altı saat sürmüş ve hikmet-i ilahi, Kur'an'a olan bu saygısından dolayı Osman Gazi Han'ın o gece Kur'an her okuduğu her bir saate bir asır lutf edilmiş ve böylece Osmanoğulları altı asır yeryüzünde hükümran olmuşlardır.

Sabah ezanı vakti yaklaşırken, bir köşeye bağdaş kurup, oturduğu yerde yorgunluktan bir ara içi geçer. Bir an dalıp kendisinden geçer ve uyuyakalır. Osman Gazi, Kur'an elinde, tesbihi ile baş başa, yaslandığı sedirde, uykuya iyice dalınca rüya aleminde seyredip garîb bir rüya görür.

Rüyasında kendisi Şeyh Edebali'nin yanında yatıyor halde gördü. Edebalı'nın göğsünden hilal şeklinde bir ay doğdu. Hilal biraz yükseldikten sonra büyüdü, büyüdü ve dolunay haline gelince inip kendi koynuna girer ve ortaya çıkan latîf bir nur kendisini kuşatır. O anda kendi göbeği üzerinden bir çınar ağacı bitip büyümeye, yükselmeye başlar ve dallanıp budaklanır. Bu çınar ağacı büyüdükçe yeşillendi, güzelleşti. Dallarının gölgesi bütün dünyayı kapladı. Yaprakları bulutlara varır, kökleri kıtaları tutar. İnsanlar bölük bölük gelip huzur ve neşe içerisinde ulu çınarın gölgesine girerler.

Evliya Çelebi'nin söyleyişiyle, o ağacın gölgesinde dağlar vardı, dağların dibinden pınarlar çıkıp çağlaya çağlaya akıyorlardı. O pınarların suları ile kimi bağını sular, kimi de çeşmeler yapıp akıtırdı...
Ağacın köklerinden dört nehir -ki Dicle, Fırat, Nil ve Tuna- çıkıyordu. Bu nehirlerde koca koca gemiler yüzüyordu. Sonra, ağacın yanında dört tane sıra dağ -ki bunlar Kafkas, Atlas, Toros ve Balkan- gördü. Yeryüzü yemyeşil, güneşin ışıl ışıl aydınlattığı gökyüzü masmaviydi. Tarlalar hep ekinlerle ve başka göz alıcı ürünlerle dolu; ağaçlar meyve yüklüydü. Dağların tepeleri ormanlarla kaplıydı. Vadilerde şehirler kurulmuştu. Şehirlerde camiler bina edilmiş, minareleri arşa yükseliyordu. Camilerin altın kubbelerinde birer hilal parlıyor, müezzinler minarelerde ezan okuyor ve o ezan sesleri ağaç dallarındaki kuşların cıvıltısına karışıyordu. Öyle bir an oldu ki, bir anda ulu çınarın yaprakları kılıç gibi uzamaya başladı. Derken tatlı bir esinti başlayıp bu yaprakları iki masmavi firuze ile iki yemyeşil zümrüt arasına oturtulmuş pırıl pırıl bir elmas gibi duran uzaklardaki muhteşem bir şehre doğru yöneltti. İki deniz ile iki karanın birleştiği yere kurulmuş olan İstanbul denen bu şehir uzaktan bakılınca, bir elmas taş ile taçlanmış bir yüzük gibi görünüyordu. Sanki bütün dünyayı kuşatan geniş bir ülke gibi halkalanan bir yüzüğün kıymetli taşını andırıyordu, İstanbul. Osman Gazi Han bu yüzüğü alıp parmağına takmak üzere iken uyandı.

Sabah ezanları okunmaktadır. Müezzinin yanık sesi odayı doldurur.

***

Osman Gazi rüyasının heyecanıyla kendine gelir.

Dergâhta ikamet eden dervişan ile birlikte mescide geçen Osman Bey hâlâ rüyasının tesirindedir. Bunu fark eden Kumral Abdal: “Ne oldu sana?” diye Osman Gazi'ye sorar.

-Bir rüya gördüm azîzim. Garîb bir rüyâ...
-İyi ya, işte fırsat. Şeyhimize arzeyle!..
Sabah olunca Osman Gazi, Kumral Abdal'ın refakatinde mahcub mahcub rüyasını Şeyh Edebalı'ya anlatır.
Şeyh Edebalı kısa bir tefekkürün ardından rüyayı şöyle yorumladı:
“Ey oğul! Ey Osman!... Sana müjdeler olsun!” der, “Göğsümden çıkan nur kızımdır (Bâlâ Hatun). Seni kuşatması evleneceğinize işarettir... Ağaca gelince: Sen büyük bir devlet kuracaksın ve üç kıtaya hakim olacaksın." Evladın adaletle hükmedecekler. Allah seni ve neslini insanların İslâm’la şereflenmesine vesile edecek..."

Kumral Abdal heyecanlanır: “Vallahi doğru söylüyor!” der: “Hızır aleyhisselamın bildirdiği müjde de bu olmalı idi!” der...

Daha sonra, Şeyh Edebalı'nın kızı Malhun Hatun Osman Bey'e hatun olmak üzere gelin edilir.

Osman Bey, çok önceden, babasının sağlığında belirledikleri hedef olan Bizans'a doğru ilerlerse, kutlu rüyanın gerçekleşeceğine ve Şeyh Edebalı'nın haklı çıkacağına inanıyordu. Ne yazık ki kendisi, Bursa fethedilmek üzereyken budünyadan göç etti. Rüyasının tahakkuku; büyük hedefinin gerçekleştirilmesi artık oğullarına, torunlarına kalıyordu.

***


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: AŞIKPAŞA-ZADE'den OSMAN GAZİNİN RÜYASI
MesajGönderilme zamanı: 15.04.09, 09:16 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.02.09, 22:15
Mesajlar: 28
Osman Gazi'nin rüyası

Osmanlı kaynakları, tamamen ilahî takdirin bir tecellisi sonucunda, Osman Gazi'nin gördüğü bir rüya ve buna bağlı olarak evliliğinden bahsederler. Osmanlı kaynaklarında birbirine yakin ifadelerle anlatılan bu rüya, Hammer gibi Bati'li yazarlar tarafından biraz da hayâl gücü ile süslenerek bir sahne oyunu gibi dramatize edilir.

Devrin, eğitim, din, kültür, sosyal, ekonomik ve hatta folklorik anlayışı hakkında fikir vermesi bakımından bu rüyayı değişik kaynaklardaki anlatılışlarını günümüz Türkçesine yakin bir ifade ile buraya almakla dönemin anlayış ve fikrî seviyesi bakımından bir değerlendirme yapmaya imkan vermiş olacağız.

Âşıkpaşazâde Tarihi

"Osman Gazi biraz ağlayıp dua ve niyaz eder. Derken uykusu gelip uyur. Rüyasında kerameti açık ve belli olan bir şeyhin kendi halkı arasında bulunduğunu görür. Herkes bu şeyhe güvenirdi. Aslında onun dervişliği gizli idi. Öyle görünürdü. Dünyalığı, mali, mülkü ve koyunları çoktu. İlim sahibi bir kimse idi. Misafirhanesi devamlı herkese açıktı. Osman Gazi, bu dervişe konuk olurdu. Osman Gazi rüyasında bu azizin kuşağından bir ayin doğduğunu ve gelip kendi koynuna girdiğini görür. Bu ay, Osman Gazi'nin koynuna girince hemen onun göbeğinden bir ağaç biter ki gölgesi dünyayı tutar. Gölgesinin altında dağlar var, her dağin dibinden sular çıkar, o sulardan da kimileri içer, kimileri bahçe sular kimileri de çeşmeler yaptırır. Osman Gazi gelip bunu şeyhe haber verir. Bunun üzerine şeyh Osman'a "Oğul Osman, padişahlık sana ve senin nesline mübarek olsun ve benim kızım Malhun Hatun senin helalin oldu." deyip hemen nikahını kıydı.

Âşıkpaşazâde, Osman Gazi'nin rüyasını yukarıdaki ifadelerle anlatırken Neşri su ifadelerle olayı nakl eder:

Neşri Tarihi:

"Meğer Osman’ın halkı arasında aziz bir şeyh vardı. (Ona) Edebalı derlerdi, gayet kemal sahiplerindendi. Veliliği, kerameti belli olmuştu. Halkın itikad ettiği kimse idi. Bütün illerde meşhur olmuştu. Rüya ilmini iyi bilirdi. Dünyalığı sonsuzdu. Fakat fakirmiş gibi görünürdü. Hatta (kendisine) derviş (fakir) lakabı ile hitab ederlerdi. O, bir zâviye yapıp gelene ve gidene hizmet ederdi. Zaman zaman Osman da onun zâviyesinde misafir olurdu. Bir gece Osman Gazi, rüyasında bu şeyhin koynundan bir ay çıkarak, gelip kendisinin koynuna girdiğini, hemen göbeğinden bir ağaç bittiğini, âlemi tuttuğunu, gölgesinde dağların bulunduğunu, bu dağların dibinden pınarların çıkıp aktığını, kiminin bahçesini suladığını, kiminin çeşmeler akıttığını görür. Osman Gazi, ertesi gün gelip bu düşünü o azize anlattı.

Şeyh ona "Ya Osman, müjdeler olsun. Hak Teâlâ sana ve senin evladına saltanat verdi. Bütün dünya evladının himayesi altında olacak, hem de kızım Mal Hatun sana helâl (es) oldu" diyerek, hemen kızını Osman Gazi ile evlendirdi. Osman Gazi'nin düşünü yorduğu sırada, Şeyh’in Turgut adli bir müridi de orada bulunuyordu. "Ya Osman, sana padişahlık verildi, şükrâne (olarak) bize ne verirsin?" dedi.

(Osman) "Sana bir şehir vereyim" dedi.

Derviş "Su köyceğize de razıyım, bana bir nâme (yazılı kâğıt, mektup, belge) ver" dedi.

Osman Gazi "Ben yazı yazmasını bilmem. Bir su kabı ile bir kılıcım var. (Onları) nisan olsun diye sana vereyim. Benim evladım anları senin elinde görüp ibka etsinler" dedi.

O su kabı ile kılıç onların elinde kaldı. Simdi dahi padişah olanlar, onu (o köyü) görüp ziyaret ederler, o dervişin evladına nimetler (verirler) ve ihsanlar ederler.

Bu Edebalı dediğimiz şeyh, yüz yirmi yaşında öldü. Ömründe, birini gençliğinde, diğerini de yaşlılığında (olmak üzere) sadece iki hatun aldı, ilk hatununun kızını Osman Gazi'ye verdi, sonraki hatunu Taceddin Kürd'ün kızı idi. Hayreddin Paşa ile bacanak oldular.

Bu menakıb, Edebalı oğlu Mehmed Paşa’dan nakledildi.

Aynı rüya, Solakzâde tarafından da şu şekilde verilmektedir:

Solakzâde Tarihi:

"Osman Han, merhum babasının yoluna devam ederek, Anadolu'daki kumandanlar arasında ve gaza meydanında kendini gösterdi. Âlimlere ve şeyhlere çok fazla itikadı vardı. O zamanın yüce makam sahibi, hal bilen şeyhi, Şeyh Edebalı hizmetine devam ederek onun dua ve hürmetini rica ve istid'a ederdi. Bir gece âdeti olduğu üzre, Cenâb-ı Allah'a münacatta bulunup hâcet dilerken, kendileri uykuya daldılar. Rüya âleminde, Şeyh Edebalı’nın koynundan bir ayin doğup gelerek kendi koynuna girdiğini gördüler. Bu ay kendisinin göbeğinden nihayeti olmayan bir ağaç seklinde biterek dalı ve budağı ile bütün dünyayı kuşatır. Cihan halkının bir kısmı bostan sular, bir kısmı ziraat yapar, bir kısmı seyran eder, bir kısmı da dolaşır.

Osman Gazi bu güzel yerden uzak kalınca sabah namazını eda edip şeyh hazretlerinin huzuruna varır. Gördüğü rüyayı bir bir anlatır. Şeyhin bu rüyayı tabir etmesini diler. Şeyh Edebalı biraz kendi iç âlemine baktıktan sonra başını kaldırıp Osman Gazi'ye;

"Ey yiğit müjdeler olsun! Sana ve senin nesline padişahlık verildi. Rüyanda gördüğün o ay, koynumdan çıkıp senin koynuna girdi. Sen benim kızımı alıp bana damad olacaksın. Bundan çocukların ve soyun olacak. Kıyamete kadar yedi iklimde hüküm süreceklerdir" dedi.

Şeyh Edebalı hemen orada bulunan Müslümanların huzurunda kızı Rabia’yı Osman Gazi'ye nikahladı. Orhan Gazi bundan dünyaya gelmiştir.

***

Daha önce de temas edildiği gibi Osmanlı kaynakları tarafından tamamen ilahî bir takdirin tecellisi gibi nakl edilen bu rüya, Hammer gibi Batılı yazarlarca değişik şekillerde verilir. Hammer, benzer rüyaların görüldüğüne dair haberlerin çok eskilere dayandığını ve hemen hemen birçok padişah, hükümdar ve hanedan için böyle rüyaların görüldüğüne dair nakillerin bulunduğunu ifade ile söyle der:

"Büyük padişahların doğumundan önce gelecekte nail olacakları (ulaşacakları) güç, kudret ve kuvveti göstermek üzere bu neviden rüyaların nakli Şark (Doğu) tarihçilerinde zaman zaman görülen bir iştir. Bununla beraber bu âdet, sadece onlara has bir iş değildir. Benzer haberler, gerek çağdaş, gerekse eski Batı tarihçilerinde de görülür."

Osman Gazi ile ilgili rüya hakkında böyle diyen Hammer, kendisi de ayni rüyayı değişik ifadelerle anlatmaktan geri kalmaz. Bu sebeple biz de Osmanlı kaynakları ile Hammer'in ifadesini karşılaştırmak isteyenlere bir kolaylık olsun diye onun verdiği bilgiyi de temel hususiyetlerini bozmadan özet halinde vermek istiyoruz:

Hammer Tarihi:

Karaman'ın Adana şehrinde doğmuş olan Şeyh Edebalı, Suriye'de (Şam'da) Fıkıh (İslam Hukuku) tahsil ettikten sonra Eskişehir’e yakın İtburnu köyüne gelip yerleşmişti. Osman, zaman zaman oraya gelip şeyhle görüşürdü. Osman bir gece Edebalı’nın kızı Malhatun'u görüp âşık oldu. Fakat şeyh, Osman’ın iyi niyetine tam olarak güvenemediği ve bu genç ile kızı arasında mevcud olan eşitsizliği göz önünde bulundurarak evlenmelerini uygun görmedi. Osman, derdini silah arkadaşlarına ve komşularına açar. Bunlardan biri olan Eskişehir beyi, Osman’ın anlatması üzerine Malhatun’a gönül verir. Kızı kendisi için istedi. Fakat o da geri çevrildi. Edebalı, Osman'dan çok Eskişehir Beyi'nin öç almasından korktuğu için, o beyin topraklarını terk ederek gelip Ertuğrul bölgesine yerleşti. Bu yer değişimi, iki bey arasında büyük bir düşmanlığa yol açtı.

Bir gün Osman, kardeşi Gündüzalp ile birlikte komşusu ve dostu olan İnönü beyinin evinde iken, Eskişehir beyinin müttefiki ve Harmankaya hakimi olan Köse Mihal ile birdenbire çıkageldiği görülür. Bunlar, ellerinde silahla Osman’ın kendilerine teslim edilmesini istiyorlardı. İnönü beyi, gerçek misafirperverliğin bu şekilde bozulmasını kabul etmeyerek onları vermeyeceğini söyledi. Bu esnada Osman ile Gündüzalp ileri atılıp mücadeleye başladılar. Eskişehir beyi korkup kaçarken Köse Mihal esir alındı. Bunun üzerine Köse Mihal kendisini esir alan bu güçlü insana karşı bir sevgi duydu ve ona tabi oldu. Daha sonra Osman, babasının yerine geçince, Köse Mihal atalarının dinini bırakarak müslüman oldu. O andan itibaren de Osman’ın yükselmekte olan gücünün sağlam dayanaklarından biri oldu.

Böylece Osman, Rumlar arasında bir dost kazanmış, ama henüz sevdiği insana kavuşamamıştı. Aradan iki yıl geçti. Bu iki sene zarfında kuşkular ve şüpheler onun yakasını bırakmıyordu. Ondan sonra Mal Hatun'un babası, Osman’ın sebatkârlığından duygulanarak ilahî bir işaret olarak gördüğü rüyayı onun lehinde yorar.

Buna göre: Osman Gazi, Şeyh Edebalı’ya misafir olarak gelir. Sabırla yatağına girip yatar. Uyuyunca şu rüyayı görür:

Ev sahibi yanında yatıyordu. Birdenbire ev sahibi Edebalı’nın göğsünden bir hilâl çıktı. Gittikçe büyüyen hilâl tam bir dolunay seklini alınca gelip kendi koynuna girer. Ondan sonra yanlarından bir ağaç belirir. Bu ağaç dallanıp budaklanıyor, gittikçe güzellik ve yeşilliği artıyordu. Dalların gölgesi, üç kıta ufuklarının nihayetlerine kadar karaları ve denizleri kaplayıverdi. Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlar gibi dört büyük sıradağ silsilesi, bu yapraklar çadırının dört desteği gibi görünüyordu. Ağacın kökünden deniz gibi gemilerle örtülmüş olarak Dicle, Fırat, Nil ve Tuna fışkırıyordu. Kırlar, ekinlerle çevrilmişti. Dağlar ise sık ormanlarla taçlanmış bulunuyordu. Bu dağlardan çıkan bereketli sular, gül bahçeleri ve servilikler arasında dolaşa dolaşa akıyordu. Uzaktan kubbeler, ehramlar, dikilitaşlar, sütunlar, haşmetli kulelerle süslü şehirler görünüyordu. Bütün bunların zirvelerinde birer hilâl parıldıyordu. Minarelerin şerefelerinden ezanlar, mü'minleri namaza çağırıyordu. Tam bu sırada hızla esen bir rüzgâr çıkmıştı. Ağacın yapraklarını dünyanın bütün şehirleri üzerine, özellikle iki denizin birleştiği, iki karanın kucak açtığı iki dünyayı çeviren bir halkanın en değerli taşı niteliğinde olan İstanbul'a doğru savuruyordu. Osman, halkayı (yüzüğü) parmağına geçirmek üzere iken uyandı.

Böylece, Osman ile Mal Hatun'un birleşmesinden doğacak olan soyun kuvvet ve kudretini tahmin ettirmekte olan bu rüyanın tabiri, genç savaşçının Edebalı’nın kızı ile evlenmesinde araya giren engelleri bertaraf ediverdi. Düğün şöleni, hükümdarların düğünü gibi değil, Peygamberin şeriatına ve gösterdiği örneğe uygun olarak yapıldı. İki sevgilinin nikâhını, Edebalı’nın müridlerinden muttaki bir zat olan Turud (başka kaynaklarda Turgud) adındaki derviş kıydı.

Bu evlilik münasebetiyle olsa gerek ki, Osman Bey, zevcesine (eşi) Bilecik’e bağlı Kozağaç adındaki köyün gelirlerini paşmaklık olarak tahsis etmiştir. Bilahare o da bu hasılatı, tekkeye vakf etmiştir. Bu konuda 985 (1577) senesi tarihini taşıyan ve Bilecik kadısına gönderilen bir hükümde şöyle denilmektedir:

"Bilecik kadısına hüküm ki, ecdâd-ı izâmımdan merhum Sultan Osman Han aleyhi'rrahme ve'l-gufran, meşâyıh-ı izâmdan Edebalı merhum'un kerimesin tezevvüc eylediklerinde kaza-i mezbûre tabi' Kozağaç nâm karyeyi paşmaklık ihsan etmeğin müşârunileyhe dahi karye-i mezbûrenin mahsûlun zâviyesine vakf edüp âyende ve revendeye sarf olunurken hâlâ karye-i mezkûrede sâkin olan..."

Tarihlerde, Osman Bey'in zevcesi olarak gösterilen Mal Hatun veya Rabia Hatun, Şeyh Edebalı’nın Osman'la evlendirdiği, Orhan ve Alaeddin'in annesi olarak belirtilmektedir. Halbuki Gazi Orhan Bey'in 724 (1324) tarihli vakfiyesinde "Mal Hatun bint Ömer" kaydının olması bu kadının Şeyh Edebalı’nın değil, Ömer Bey'in kızı olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde birçok tarihteki rivayetlere göre Mal Hatun ve babası Şeyh Edebalı, Osman’ın vefatından üç ay önce Bilecik'te vefat etmişlerdir. Hâlbuki vakfiyede ismi geçen Mal Hatun, Osman Bey'in vefatından sonra hâlâ hayattadır.

Mal Hatun, herhalde Osman Bey'in oğlu Orhan’ın annesi idi. Osman Bey'in öbür zevcesi (eşi) ve Şeyh Edebalı'nın kızı olan Bâlâ Hun (Bala Hatun) ise muhtemelen Osman Bey'in oğlu Alâeddin'in annesi idi.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: AŞIKPAŞA-ZADE'den OSMAN GAZİNİN RÜYASI
MesajGönderilme zamanı: 16.04.09, 10:34 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.02.09, 22:15
Mesajlar: 28
Osman Gazi Türbesi

(Osmangazi-BURSA)

Bursa kuşatmasının devam ettiği sırada Osman Gazi oğlu Orhan Bey'e şehir içindeki kubbeli yapıyı göstererek "Oğul; ben öldüğüm vakit beni Bursa'da şol gümüşlü kubbenin altına koyasın" demiştir.
Günümüzde Bursa'nın Tophane semtinde, Tophane Parkı'nın girişinde solda kalan Şehitlik Anıtının yanındaki bu kubbeli yapı Mesihilerin şapeline aitti. Osman Gazi Söğüt’te öldüğü zaman babası Ertuğrul Gazi’nin türbesine gömülmüştü. Bursa fethedildikten, Türklerin eline geçişinden sonra şapel mescide çevrildi ve Osman Gazi'nin cesedi Bursa’ya getirilerek Bizans dönemine ait Saint Elia (Gümüşlü Kümbet) Kilisesinde yeniden defnedilmiştir.

Resim

İlk önceleri Orhan Gazi ile aynı çatı altına gömülmüşse de 1855 depreminde türbe yıkılınca 1863’de bugünkü türbeyi Sultan Abdülaziz tarafından eski plana sadık kalınarak yeniden yaptırılmıştır.

Resim

Türbe kapısında şair Nevres’in metnini, Hattat Mehmet Zeki Dede’nin (1821-1881) yazdığı, h.1280 (1863) tarihli onarım kitabesi vardır.

“Mefhari Osmaniyan zıllullahi’l-alemin Hazreti Abdülaziz ol padişahı bahr ü ber.
Sayesinde oldu hep mâmur mülkü devleti Makdemi ile bulak cayı hilafet zibu fer.
Ceddi paki hazreti Osman Gazi Türbesin kıldı ihya ol şahı farukkussiyer.
Namına yapup nişan kabrine ta’lik eyledi. Hiç müyesser olmadı bir şahe bu bâlâ eser.
Ravzai cennette Yarab ceddi kıldıkça hıram Ola tahtı saltanat ol şahı zişana makam
Mühmelinde çakeri Nevres dedi tarihini. Türbe-i Osman Gazi oldu pür nûr serteser

Ketebehû el Mevlevi Zeki Dede sene 1280”.

Türbe içerisinde yedi önde, diğerleri arkada olmak üzere on yedi sanduka bulunmaktadır.
Resim

Türbenin ortasındaki Osman Gazi’nin pirinç parmaklıkla çevrili, son derece gösterişli, sedef kakmalı muhteşem ahşap sanduka Osman Gazi'ye (1258-1326) aittir. Solunda oğlu Alaaddin Bey, bunun yanında Hüdavendigâr Sultan I.Murad’ın oğlu Savcı Bey (1362-1385) sağında, Orhan Gazi’nin eşi Asburce Hatun, Osman Gazi’nin oğlu İbrahim (1317-1359) ve bunlar dışında, Alâaddin Paşa (ölm.1337) ve adları bilinmeyen sultanlara ait on iki sanduka bulunmaktadır.

Saint Elias(Elia-İlyas) Manastırı'nın bölümüne ait olan ve XI. yüzyılda yapıldığı bilinen bu şapel'in şekli, Roma İmparatorluk devrinden itibaren uygulamaya başlanan örneklerle büyük benzerlik göstermektedir. Kalın duvarlı türbenin üzeri kubbe ile örtülüdür. Kesme köfeki taşından yapılmış olan türbenin duvarları 1.20 m. kalınlığındadır. Türbenin giriş kapısı dışında her yanında yuvarlak kemerli birer pencere bulunmaktadır.

Türbe yarım yuvarlak nişli, kubbe ile örtülü, sekizgen plana sahiptir. Türbe'ye kuzeydeki ahşap antreden geçilerek girilir. Şapelin içi 8,3 m. genişliğindeki duvarlara bitişik çift sütüncuklarla ayrılmış, narteks kısmının olduğu yere gömülen mezarlar, günümüzde açıkta kalmıştır. Fransız mimari stilinde yapılan bu kısımda ufak bir mihrap görülmektedir. Pencere parmaklıkları dökme demirdendir.

Türbe'de Konya Sultanı Alaaddin tarafından Osman Bey'e gönderilen çok büyük bir davul ve tesbih sergilendiğinden, halk arasında Davullu (Davud) manastırı denmesine neden olmuştur. Bunlar bir yangın sırasında yanarak kül olmuştur. Türbe, konak salonları dekorasyonu şeklinde bezenmiş, pencerelere kumaş perdeler takılmıştır.

***


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: AŞIKPAŞA-ZADE'den OSMAN GAZİNİN RÜYASI
MesajGönderilme zamanı: 16.04.09, 13:09 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.02.09, 22:15
Mesajlar: 28
OSMAN GAZİ'nin HAYATI

Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Gazi 1258'de Söğüt'te doğdu.
Babası Ertuğrul Gazi, annesi Hayme Hatun'dur.

Osman Gazi uzun boylu, yuvarlak yüzlü, esmer tenli, ela gözlü ve kalın kaşlıydı.
Omuzları arası oldukça geniş, vücudunun belden yukarı kısmı aşağı kısmına oranla daha uzundu. Başına kırmızı çuhadan yapılmış Çağatay tarzında Horasan tacı giyerdi.
İç ve dış elbiseleri geniş yenliydi.

Osman Gazi değerli bir devlet adamıydı. Dürüst, tedbirli, cesur, cömert ve adaletliydi.
Fakirlere yedirip, giydirmeyi çok severdi. Üzerindeki elbiseye kim biraz dikkatlice baksa, hemen çıkartıp ona hediye ederdi.
Her ikindi vakti kendi evinde kim varsa onlara ziyafet verirdi.

Osman Gazi, 1281 yılında Söğüt'te Kayı Boyu'nun yönetimine geçtiğinde henüz 23 yaşındaydı.

Ata binmekte, kılıç kullanmakta ve savaşmakta çok ustaydı. Aşiretin ileri gelenlerinden Ömer Bey'in kızı Mal Hatun ile evlendi ve bu evlilikten ilerde Osmanlı Devleti'nin başına geçecek olan oğlu Orhan Gazi doğdu.

Osman Gazi, Ahi Şeyhlerinden Edebali'nin görüşlerine değer verir ve ona saygı duyardı.
Sık sık Şeyh Edebali'nin Eskişehir Sultanönü'ndeki Dergahına gider ve misafir kalırdı.

Osman Gazi bir gece Şeyh Edebali'nin dergahında misafirken, bir rüya gördü. Sabah olunca hemen Şeyh Edebali'ye koşup, ona şöyle dedi:
"Şeyhim, rüyama girdiniz. Göğsünüzden bir ay çıktı. Yükseldi, yükseldi, sonra benim koynuma girdi. Göbeğimden bir ağaç büyümeye başladı. Büyüdü, yeşillendi. Dal, budak saldı. Dallarının gölgesi bütün dünyayı tuttu. Rüyam ne manaya gelir?

Şeyh, bir süre sustuktan sonra ona şöyle dedi: "Müjdeler olsun ey Osman! Hak Teala, sana ve senin evladına saltanat verdi. Bütün dünya, evladının himayesinde olacak, kızımda sana eş olacak."


Bu olaydan sonra Şeyh, kızı Bala Hatun'u Osman Bey'e verdi. Bu evlilikten de Alaeddin doğdu.

Kurucusu olduğu Osmanlı Devleti Anadolu'da kurulup, 600 yıllık bir tarih diliminde ve üç kıtada hüküm sürdü.

Osman Gazi, 1326'da 68 yaşında iken Nikris hastalığından öldü.

Vefat ettiğinde geriye bıraktığı mal varlığı şunlardı: Bir at zırhı, bir çift çizme, birkaç tane sancak, bir kılıç, bir mızrak, bir tirkeş, birkaç at, üç sürü koyun, tuzluk ve kaşıklık.

Erkek çocukları: Pazarlı Bey, Çoban Bey, Hamid Bey, Orhan Bey, Alaeddin Ali Bey, Melik Bey, Savcı Bey

Kız çocukları: Fatma Hatun

***
OSMAN GAZİ'NİN, OĞLU ORHAN GAZİ'YE VASİYETİ

Ey oğul!

Her işten önce din işlerine dikkat et. Zira farizaya (farzlara) dikkat, din ve devletin güçlenmesine sebeptir. Din işlerini; dikkatli olmayan, itikadı bozuk ve doğru yoldan ayrılmaya yönelen, büyük günahlardan kaçınmayan, helala-harama dikkat etmeyen sefihlere ve ayrıca tecrübesiz kişilere bırakma, devlet idaresinde bu gibi kişilere iş verme!.. Zira Yaratan'dan korkmayan, yaratılandan hiç korkmaz.

Büyük günah işleyen ve bunu devam ettiren kimsede sadakat olmaz. Böyle kişilerin sadakati olsa ümmeti olduğu Peygamber-i Zişan'ın sadık tebligatı üzere hareket eder de şer'i şerifin dışına çıkmazdı. Zulümden, bid'atten sakın. Zulme ve bid'ate teşvik edenleri devletinden uzaklaştır. Çünkü böyleleri seni zevale uğratmış olurlar. Daima cihad ile devletini genişletmeye çalış. Çünkü uzun zaman sefer olunmazsa askerin secaatine; reislerin ve kumandanların bilgi, tedbir ve malumatına ağırlık ve noksanlık gelir. Böyle sefer işlerini bilenler ölür gider de yerine tecrübesiz kimseler gelir, bu yüzden de bir çok hatalar meydana gelir ki, bundan da devlet büyük zararlar görür.

Beytü'l-mali koru! Devletin servetini çoğaltmaya çalış!.. Şer'i şerifin ölçüsüne göre sana ait olana kanaatle, ihtiyaçlarından ve gerekli olanlardan başka lüzumsuz yere telef etme, israftan kaçın. Askerinle, malınla gururlanma. Zira onlar Allah yolunda cihad için milletin işlerinin yerli yerinde görülmesi ve cihana adalet ve fazileti yayman için vasıtadırlar.

Sadakatle Allah rızası için çalışan devlet erkanını koru!..

Vefatlarından sonra böyle kimselerin çoluk-çocuğuna bak, ihtiyaçlarını karşıla.!..Halkından hiç kimsenin malına tecavüz etme!.. Hak edenlere yardım ile iltifat elini uzat, böylelerinin yakınlarını sıkıntıdan kurtar.

Askeri erkanı iyi koru!..

Alimler, fazıllar, sanatkarlar, edipler; devletin bedeninin gücüdür. Bunlara iltifat ve ikramda bulun.

Bir kemal sahibi işitince onunla yakınlık kur, dirlikler ver ve ihsan eyle!.. Hükümetinde ulema, fazıl kimseler, erbab-ı maarif çoğalsın, siyaset ve din işleri nizam bulsun!.. Benden ibret al ki, bu diyarlara zayıf bir bey olarak gelip haketmediğim halde bunca inayet-i celile-i Rabbaniye'ye mazhar oldum. Sen de benim yolumdan git ve bu Din-i Muhammedi'yi ve ashabını, başka sana tabi olanları koru.

Allah'ın (c.c.) hakkını ve kulların hukukunu gözet!.. Ve senden sonrakilere böyle nasihat etmekten geri durma. Ve adalet ve insafa riayet ile zulmü kaldırmaya devam ile her bir işe teşebbüs de Allah'ın yardımına güven.

Halkını düşman istilasından ve zulme uğratılmaktan koru!..
Haksız yere hiç bir ferde layık olmayan muamelede bulunma!..
Halkı taltif et, hepsinin rızasını kazan".


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: AŞIKPAŞA-ZADE'den OSMAN GAZİNİN RÜYASI
MesajGönderilme zamanı: 21.04.09, 15:15 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.02.09, 22:15
Mesajlar: 28
ŞEYH EDEBÂLÎ (Üdebâlî)


Osmanlı Devletinin kuruluşunda hizmeti geçen büyük İslâm âlimi. Osman Gâzinin kayınpederi ve hocası. Karaman civârında 1206 (H.603) yıllarında doğduğu tahmin edilmektedir. 1326 (H.726) yılında Bilecik'te vefât etti.

İlk tahsîlini memleketinde yaptıktan sonra Şam taraflarına gitti. Hadîs-i şerîf, tefsîr ve fıkıh ilimleri tahsîl etti. Tasavvuf yoluna meyletti. Zamânının büyük âlimlerinden feyz aldı. Memleketine döndü. Bir rivâyette Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin sohbetleri ile kemâle geldi. Bu esnâda Selçuklu Devleti çöküntüye doğru gidiyor, Anadolu'da bir karışıklık hüküm sürüyordu. Moğolların önünden kaçan Oğuz boyları Anadolu'ya büyük gruplar hâlinde gelerek çeşitli bölgelere yerleşiyorlardı. Bu boylardan biri de önce Karacadağ, sonra da Söğüt mıntıkasına yerleşen Kayılar idi ve başlarında Ertuğrul Bey bulunuyordu. Daha ilk zamanlardan îtibâren Ertuğrul ve oğlu Osman Gâzinin başından geçen hâdiseler ve onların velîler ile olan münâsebetleri büyük bir devletin müjdesini veriyordu.

Ertuğrul Gâzi bir gece ulemâdan bir kimseye misâfir oldu. Sohbet esnâsındaErtuğrul Gâzi, yüksekçe bir yerde duran kitabı göstererek ne olduğunu sordu. Ev sâhibi; "Bu kitap Allahü azîmüşşân hazretlerinin Resûl-i ekremine indirdikleriKur'ân-ı kerîmdir." cevâbını aldı. Sonra ev sâhibi uyumak için gittiğinde, Ertuğrul Gâzi mushafın bulunduğu odada sabaha kadar mushaf-ı şerîfin huzûrunda hürmet ve tâzim ile ayakta durdu. Fakat sabaha karşı bir ara dayanamayıp uykuya daldı. Bu sırada rüyâda kendisine; "Sen benim kelâmıma hürmet ve tâzimde bulundun, ben de senin evlâdına kıyâmet gününe kadar dâim olacak bir ulu devlet ihsân eyledim." diye hitâb olunduğunu işitti.

Diğer taraftan Ertuğrul Gâzi zaman zaman Konya'ya gelir ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerini de ziyâret ederdi. Bir gelişinde henüz küçük yaşta olan Osman Gâziyi de berâberinde Mevlânâ'ya getirip hayır duâlarını ricâ etti. O sırada Selçuklu Sultanı bulunan kimsenin, Kalenderî tarîkatinden olan bir şahsa bağlandığını işiten hazret-i Mevlânâ; "Hoş şimdi hükümdâr kendine bir baba bulduysa, biz de kendimize bir oğul bulduk." diyerek küçük Osman'ın elinden tuttu ve hayır duâlar eyledi.

Bu hususta üçüncü büyük müjde ise, Osman Gâzi ile Şeyh Edebâlî hazretleri arasında cereyân etti. Edebâlî hazretleri Konya'dan gelerek cihâd sınırının en uç bölgesi olan Eskişehir yakınlarında İtburnu denilen bir köyde yerleşmişti. Burada tâliplerine ilim öğretmek, insanlara huzur dağıtmakla meşgûl olurdu. Dînî meselelerde herkes ona mürâcaat eder, dünyâ ve devlet işlerini ona danışırdı. İslâm dünyâsında eskiden beri mevcûd olan "Fütüvvet ehli" ve Anadolu'da mühim bir yer tutan "Ahîler" ile irtibâtı vardı. Ayrıca Ertuğrul Beyin oğlu Osman Bey de bu büyük âlimi sık sık ziyârete gider, ilim ve feyzinden istifâde ederdi.

Edebâlî hazretlerinin kendi parasıyla yaptırıp talebelerine ders verdiği Bilecik'teki zâviyesini ziyâretlerinden birinde, Osman Bey bir rüyâ gördü. Rüyâsını hocası Edebâlî hazretlerine anlattı. Osman Beyin rüyâsında, Edebâlî hazretlerinin koltuk altından çıkan bir nûr, gelip Osman Beyin göğsüne girdi. O nûrun girmesiyle, Osman Beyin karnından bir ağaç peydâ oldu. Birden dallanıp budaklandı. Dalları çok yükseklere ulaştı. Altındaki nice dağlar ve nehirleri gölgeledi. Onun gölgesindeki dağ ve nehirlerden birçok insan gelip istifâde etmeye başladığı sırada, Osman Bey uyandı.

Edebâlî hazretleri, Osman Beyin böyle bir rüyâ görmesine çok sevindi. Onun yapacağı büyük hizmetlerde, kendisinin de nasîbi olmasına çok şükretti.

Osman Beyin bu güzel rüyâsını şöyle tâbir etti: "Oğul sen, Ertuğrul Gâzi oğlu Osman, babandan sonra "Bey" olacaksın, kızım Mâl Hâtunla evleneceksin. Benden çıkıp sana gelen nûr budur. Sizin asîl ve temiz soyunuzdan nice pâdişâhlar gelecek. Onlar, nice devletleri bir çatı altında toplayacaklar. Allahü teâlâ, nice insanın huzur ve saâdete kavuşmasına, dîn-i İslâmla şereflenmesine senin neslini vesîle edecek." dedi. Osman Beyi tebrik etti. gözünün nûru kızını, bu mübârek insana nikâh etti.

Osman Beyin, Mâl Hâtunla izdivâcından Orhan Bey dünyâya geldi.Edebâlî hazretleri, dâmâdı tarafından kurulan Osmanlı Devletine mânevî güç verdi. Sultan Osman Gâzinin hürmet ettiği, her hususta istişâre edip danıştığı en yakın yardımcılarından oldu.

Osman Gâzi, Yenişehir'i aldıktan sonra memleketi beş idârî bölgeye ayırdı. Karacahisar'ı oğlu Orhan Beye, Subaşılığını da kardeşi Gündüz'e verdi. Yarhisar'ı Hasan Alp'a, İnegöl'ü Turgut Alp'a verdi. Kaynatası Edebâlî'ye Bilecik gelirini timar verdi. Hanımını babası ile Bilecik'te bıraktı. Kendisi Yenişehir'e giderek yanındaki gâzilere evler yaptı.

Şeyh Edebâlî, Bilecik'te fıkıh, tefsîr ve hadîs ilimleri üzerinde dersler verdi. Bu sûretle son günlerini Bilecik'te geçiren Edebâlî hazretleri 120 yaşlarında iken 1326 (H.726) yılında vefât etti. Cenâzesi, yıllarca huzur saçarak insanlara saâdet yolunu gösterdiği zâviyenin yanına defnedildi.

Resim

Eskişehir'de Odunpazarı üstündeki kabristanda da bir makâmı vardır. Yerine kendi talebesi Dursun Fakih geçip, ders verdi.

Edebâlî hazretlerinin Rahmet-i Rahmâna kavuşmasından bir ay kadar sonra Mâl Hâtun, dört ay sonra da Osman Gâzi vefât ettiler. Edebâlî hazretlerinin feyz ve bereketleri, yol göstermesi ile altı asırdan fazla devâm edecek olan cihan devletinin temellerini atan Osman Gâzi, âlimlere ve evliyâya yakın olmanın ehemmiyetini de belirttiği vasiyetnâmesinde kendisinden sonra gelecek oğluna dolayısıyla evlâtlarına şunları vasiyet etti:

"Allah'ın emirlerine muhâlif bir iş işlemeyesin! Bilmediğini, dînimizin ulemâsından sorup anlayasın! Sana itâat edenleri hoş tutasın! Askerine inâmı, ihsânı eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni şâd et! Ulemâya riâyet eyle ki, şerîat işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurur getirip, dînimizin âlimlerinden uzaklaşma! Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız Allah'ın dînini yaymaktır. Yoksa, kuru kavga ve cihângirlik dâvâsı değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâimâ herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum."

Osmanlı sultanları, bu vasiyetnâmeye candan sarıldı. Bu vasiyetnâme, devletin altı yüz sene hiç değişmeyen anayasası oldu.

Altı asır, insanlara huzur ve saâdet, onların eli, onların yardımı ile dağıtıldı. Allahü teâlâ, o büyük devleti bu mübârek insanlara nasîb etti.

ASIL ÖLÜM...

Edebâlî hazretlerinin vefâtlarına yakın talebelerine vasiyet mâhiyetinde söylediği sözlerden bâzıları şunlardır:

"Tevâzu; zenginlere karşı kibirli, yoksullara karşı alçak gönüllü olmaktır."

"Toprağa bağlanınız, suyu isrâf etmeyiniz, mîrâsınızın sağlam kalmasına dikkat ediniz, veriniz, elleriniz yumuk, kapalı kalmasın, ilim sâhiplerini koruyunuz, ağaç dikiniz, ödünç aldığınızı fazlası ile iâde ediniz, Kur'ân-ı kerîmi güçlü olmak için okuyunuz, bağınızı bahçenizi viran bırakmayınız, Peygamber efendimizi çok iyi tanıyınız. Hadîs ezberleyiniz, bildiklerini öğretenler unutulmazlar."

"Asıl ölüm, ilimden payını almayanlar içindir. Faydalı ile faydasızı bilenler bilgi sâhipleridir."

1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.20
2) Kâmûs-ül-A'lâm; c.2, s.817
3) Tâc-üt-Tevârih; c.5, s.1-2


En son fuyuzat tarafından 21.04.09, 15:21 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: AŞIKPAŞA-ZADE'den OSMAN GAZİNİN RÜYASI
MesajGönderilme zamanı: 21.04.09, 15:19 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.02.09, 22:15
Mesajlar: 28
ŞEYH EDEBÂLÎ ve NASIL KAYBETTİĞİMİZİN KISA TARİHİ

Mehmet Kerem Doksat


Şeyh Edebâlî (1206-1326) Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında yaşamış bir ilâhiyatçısı, âlim, Ahî şeyhidir.

Aslen Karamanlı olduğu rivâyet edilir. İlk tahsilini memleketinde yapar, gerisini Şam’da tamamlar. Tefsir, hadis ve özellikle İslâm hukukunda ihtisas yapar. Mevlânâ gibi, zamanının büyüklerinin sohbetinde bulunur. Tasavvuf yoluna girdiği, Baba İlyas halifelerinin ileri gelenlerinden olduğu belirtilir.

Âlim, faâl, zengin, çevresi için örnek teşkil eden ve çok sevilen bir kişi olan Şeyh Edebâlî, Eskişehir yakınlarında İtburnu denilen köyde yaşar, yaptırmış olduğu zâviyede talebe yetiştirir ve halkı aydınlatır. Bilecik’te bir dergâh yaptırır, Osman Gâzi’nin babası Ertuğrul Gâzi iyi dostudur; onu ve üç oğlunu, yâni Osman Gâzi’yi de birçok defa burada misafir eder.

O zamanlar 700 çadırlık bir komündür Ertuğrul Gâzi’nin halkı. Hepsi bu!

Osman Gâzi, dergâhta bulunduğu bir gece, rûyasında onun göğsünden bir ayın çıkıp kendi göğsüne girdiğini ve göğsünden bir büyük ağaç bitip dallarının âlemi kapladığını, altından birçok nehirlerin çıkıp insanların bu sulardan geçtiklerini görür. Osman Gâzi, hani o meydanlara sığmayan yiğit, Şeyh Edebâlî Hazretleri’nin yanında önce sesini çıkaramaz. Bırakın konuşmayı, nefes almaktan çekinir. Ama bu kez derdini söylese gerektir. Mahcup mahcup rûyasını anlatır.

Şeyh Edebâlî kısa bir tefekkürün ardından “ey oğul. Sana müjdeler olsun” der, “göğsümden çıkan nur kızımdır (Bâlâ [Malhun] Hâtun). Seni kuşatması evleneceğinize işârettir. Ağaca gelince: Sen büyük bir devlet kuracaksın. Sizin soyunuzdan nice pâdişahlar gelecek ve nice devletleri bir çatı altında toplayacaklar, evlâtların adâletle hükmedecekler. Allah-ü Teâlâ seni ve neslini insanların İslâm’la şereflenmesine vesile edecek”.

Gerçekten de öyle olur, altı asırdan fazla devam edecek olan bir imparatorluğun temelleri onun bu söyledikleri üzerine Osman Gâzi ile atılır. Şeyh Edebâlî 1326’da 125 yaşlarında Bilecik’te vefat eder, dergâhının yanında gömülür. Eskişehir’de de adına bir türbe yapılır. Vefatından bir ay sonra kızı, dört ay sonra da damadı Osman Gâzi vefat eder ama ne vefat!

Babası Ertuğrul Gâzi’den yaklaşık 5 bin km² olarak devraldığı Osmanlı toprağını oğluna 16 bin km² olarak devrederek…

Bilecik Söğüt’te bulunan öğüt mektubu levhası Ünlü Osmanlı tarihçisi Cenabî’nin “Cenabî Tarihi” adıyla da bilinen “el-Hâfilü’l-Vâsıt ve Aylemü’z-Zâhirü’l-Muhît” adlı Arapça eserinin Süleymaniye Kütüphânesi’nde kayıtlı bir nüshasında mevcuttur. Mustafa Cenabî, 1540-1590 yılları arasında yaşamıştır, kendisi bütün kaynaklara göre Arap’tır, ondan önce kimse Şeyh Edebâlî’nin böyle bir vasiyetinden söz etmemiştir.

***

Şeyh Edebâlî, bu muhteşem vasiyetinde bakın neler der:

“Ey Oğul!

Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana… Güceniklik bize; gönül almak sana… Suçlamak bize; katlanmak sana… Âcizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adâlet sana… Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana… Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana… Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana…

Ey Oğul!

Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teâlâ yardımcın olsun. Beyliğini mübârek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalb versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.

Oğul!

Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelâmlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgârlarında savrulur gidersin… Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlûp eder. Bunun için dâima sabırlı, sebatkâr ve iradene sâhip olasın! Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir…

Şu üç kişiye; yâni câhiller arasındaki âlime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibârını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervâsız, kahraman, gözü pek) derler.

En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idâre edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idâre edene âittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idâresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar… (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca lâflamaya başlar. Lâf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflâh etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!

Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı… Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinâyettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü zaman yok, süre az!

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esâsı olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!

Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.

Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.

Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın”!

***

700 çadırlık komünden bir dünya devletinin doğuşu bu arketipal rûyayla olmuştur. Ağaç ve dalları büyüyüp serpilen ve sûlh, saadet, bolluk yayan medeniyetin imagosudur.

Ne zaman ki onun öğütleri unutulur, kardeşler işbölümü yapacaklarına, tahta oturan diğerlerini çoluğu çocuğuyla birlikte boğazlatmaya başlar, bunun için ferman da çıkarılır: “… Ve her kim esneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âlem içün katletmek münâsibdir. Ekserî ulemâ dahi tecviz etmiştir. Anınla âmil olalar”.

Peki, Yıldırım Bayezid, kardeşi Yakup Bey’in “tahtını tabuta” çevirmeseydi, devlet param parça olmaz mıydı? Eğer Şeyh Edebâlî’nin öğüdüne uysalar olmazdı.

Fâtih, kardeşini sağ bıraksaydı, kardeşi zaman içinde isyan çıkartmaz mıydı (çünkü hep böyle gelişti), bu isyan sebebiyle acaba İstanbul fethi aksamaz mıydı? Eğer Şeyh Edebâlî’nin öğüdüne uysalar olmazdı.

Sultan II. Bayezid, Cem Sultan’ın teklifini kabûl edip devleti kardeşiyle bölüşseydi Yavuz ortaya çıkabilir, “Halife” olabilir miydi? Eğer Şeyh Edebâlî’nin öğüdüne uysalar olurdu, Cem’in katlindeki utanç ve insanlık dışı şeyler yaşanmadan olurdu hem de!

Yavuz, üzerlerine gelen kardeşleri Ahmed ve Korkud’u bağışlasaydı, toparlanır toparlanmaz birleşip yeniden saldırmazlar mıydı? Bu da Yavuz Padişah’ın en büyük ideali olan “İttihad-ı İslâm”ı gerçekleştirmesini engellemez miydi? Eğer Şeyh Edebâlî’nin öğüdüne uysalar olmazdı.

Bâzısı der ki “tabii Hilâfet de Osmanlılar’a geçmezdi”. Öyle mi? Eğer Şeyh Edebâlî’nin öğüdüne uysalar bal gibi geçerdi.

Düşünün, İstanbul’u 21 yaşındayken fetheden dâhi Fâtih Sultân Mehmed, kendi koyduğu kanunun nizâm-ı âlem için fesada sa’y ihtimâlinin bulunması sebebiyle siyâseten katl müessesesini ilk defa kendisi tatbik edip ve küçük kardeşi Ahmed’i katlettirmiştir.


***

İşte, ne zaman “Bey memleketten öte hâle gelir”, taht için her türlü hile ve desise galebe çalar. İşte, ondan sonra da Osmanlı yavaş yavaş batar.

Hey gidi Şeyh Edebâlî Hazretleri, Allah’a yâni Öz’üne bir selâm ola.

Söylediklerin çağları aşan,
bütün “beylere” hitap eden ulu sözlerdir.
Tabii, anlayana…

İstinye – 22 Şubat 2009 Pazar

http://www.keremdoksat.com/2009/02/22/s ... sa-tarihi/


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: AŞIKPAŞA-ZADE'den OSMAN GAZİNİN RÜYASI
MesajGönderilme zamanı: 24.04.09, 10:56 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 275
Diler kim alemi nur ide Osman*

İREM AKYÜZLÜ


Osmanlı tarihini anlatan ilk ve en önemli kaynaklardan biri olan Aşık Paşazade Tarihi'nin yeni ve sadeleştirilmiş baskısı raflardaki yerini aldı. Kitap, Osmanlı'nın kuruluşu ve Osman Gazi döneminden cihan imparatorluğuna döndüğü II. Beyazıt zamanına kadarki süreci konu alıyor.


Âşık Paşazade Tarihi
Derviş Ahmed Âşıkî
Mostar Yayınları
383 sayfa


İREM AKYÜZLÜ

Aşık Paşazade Tarihi Osmanlı tarihini anlatan ilk ve en önemli kaynaklardan biri olarak gösteriliyor. Şimdiye kadar pek çok baskısı yapılan bu ölümsüz eser, sadeleştirilmiş yeni hali ile Mostar Yayınları arasından çıktı. Osmanlı'nın bir beylikten cihan imparatorluğuna geçiş sürecinin anlatıldığı kitap, Derviş Ahmed Âşıkî ismiyle anılan tarihçi tarafından yazılmış. Derviş Ahmed Âşıkî'nin hayatıyla ilgili net bilgiler olmasa da çalışmasında sarf ettiği sözlerden, İstanbul'un fethine tanık olduğu ve vefatından önce İstanbul'da yaşadığı anlaşılıyor. Âşıkî , Sultan Orhan Gazi Han döneminden Sultan II. Beyazıd Han dönemine kadar olan süreci aktarırken, tek düze bir tarih anlatıcılığına soyunmuyor. Olayları hikâyeleştiriyor, duygu ve düşüncelerini aktarıyor okuyucuya. Şiire sık sık başvuran Âşıkî adeta tarihi bir roman yazıyor.

BU AĞACIN GÖLGESİ DÜNYAYI TUTTU

“Dünyada anılamayacak ve hesaplanmayacak kadar anlaşılması zor bir çok garip olaya tanık oldum/
Yaşadığım günlerde gerçekleşen olayları defterime, Oğuz Han zamanındaki olayları da gönlüme kaydettim/
Osman'ın hanedanına mensup olan gazilerin, hanların, sultanların menkıbelerini yazdım/
Soyunu ve neslini söyleyeyim ki, bu Han'ın aslının ne olduğunu anlayasın.”
sözleriyle anlatmaya başlıyor Osmanlı'nın macerasını.

Çu küfür zulmeti Rum'u alupdu
Diler kim alemi nur ide Osman

Osman Gazi'nin karanlıkta kalan bu dünyayı ışığa kavuşturmak için yola çıktığını söyleyen Âşık Paşazade, onun gördüğü rüyada Osmanlı'nın geleceğinin müjdelendiğini şöyle anlatıyor:

“Aralarında kerameti zahit olan bir aziz şeyh vardı. Halkın tamamının güven duydukları bir kimse idi. Dervişliği gönlünde idi. Dünyalığı, nimeti ve davarı çoktu. İlim ve irfan sahibiydi. Misafirhanesi boş kalmazdı ve Osman Gazi de bu dervişe konuk olurdu. Osman Gazi, düşünde, bu azizin kuşağından bir ayın doğduğunu, kendi koyununa girdiğini gördü. Bu ay Osman Gazi'nin koynuna girince, göbeğinden bir ağaç çıktı, gölgesi dünyayı tuttu. Her dağın eteğinden sular çıktı; o sulardan kimi içti, kim bahçeler suladı, kimi de çeşmeler akıttı. Osman Gazi geldi düşünü şeyhe haber verdi. Şeyh, “Oğul Osman! Padişahlık sana ve senin nesline mübarek olsun ve benim kızım Malhun Hatun senin eşin olsun' dedi. O an kızın Osman Gazi'ye nikah ediverdi.“

HER BİRİSİNİ GÖRDÜM VE BİLDİM

Derviş Ahmed Âşıkî şahit olduğu olaylarda, kendi tanıklığını konuşturuyor.
II. Murad, Fatih ve II. Beyazıd döneminde anlattıklarının çoğu bu tanıklığının ürünü: '”Sultan Murad Han Gazi ki Sultan Çelebi Mehmed Han Gazi oğludur, Onun saltanatı devri otuz bir yıl oldu. Bu ben şıki Mehmed Derviş Ahmed, onun gazalarını, maceralarını, bütün onun halini yaptıklarının her birisini gördüm ve bildim. Ama ihtisar ettim, bu kitapta yazdım. Ol sebepten ihtisar ettik ki bunu yaptıkları dil ile beyan olunmaz. Ondan sonra nöbet oğlu Fatih Sultan Mehmed'e geçti.“

Âşık Paşazade Osmanlı'nın kuruluşu ve Osman Gazi döneminden cihan imparatorluğuna döndüğü II. Beyazıt zamanına kadarki süreci, dönemi yansıtan şiirlerle süslüyor. Her devrin belli başlı seferlerini, isyanlarını, kanun ve yeniliklerini anlatan Âşık Paşazade, önemli şahsiyetlerin şecerelerini de veriyor. Yalnızca tarih bir kaynak olmaktan öteye geçen bu eser Osmanlı tarihine farklı bir bakış açısı getiriyor.

*Osman, karanlıkta kalan bu dünyayı nura kavuşturmak istedi.

19.03.2009

http://yenisafak.com.tr/Kitap/?t=19.03.2009&i=175977


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 8 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye