Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: RABBANÎ MEKTUB - 216
MesajGönderilme zamanı: 24.02.09, 16:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
RABBANÎ MEKTUB - 216

Bu mektûb, Mirzâ Hüsâmeddîn Ahmed'e yazılmıştır.

Evliyânın kerâmetini bildirmektedir:

Herşeyi yoktan var edip, her ân varlıkta durduran, canlıları besliyen, büyüten Allahü teâlâya hamd ederim. Onun Peygamberlerine ve bunların en üstünü olan Muhammed aleyhisselâma ve ona yakîn olanlara, salât ve selâm eylerim!

Dağlar, tepeler, dostlarla aramızda perde olduğundan, görünüşteki uzaklık, buluşmağı, konuşmağı, Ankâ kuşu gibi, ele geçmez bir şekle sokmuştur. Ara sıra yeni bilgileri yazıp, sevdiklerime yollamağı, âcizâne düşündüm. Bunun için tek-tük gönderdiğim bilgilerden, usanmıyacağınızı Ümit ederim.

Kıymetli efendim!
Bugünlerde, her ağızda, Evliyânın kerâmeti dolaşmakta, câhil halk, hârika, kerâmet aramakta olduğundan, bu yolda, birkaç şey yazmağı uygun gördüm. Lütfen dikkatli okuyunuz! Vilâyet yâni Evliyâlık, Fena ve Bekâ demektir. Bu dereceye yetişenlerde, hârikalar, keşfler görülür. Fakat, hârikaların çok olması, vilâyetin tamamlığını ve olgunluğunu bildirmez. Hârikaları daha az olduğu hâlde, vilâyeti daha kâmil olanlar, çok görülmüştür. Hârikaların çok olmasının sebebi ikidir:

1- Urûc ederken, pekçok yükselmek.

2- Nüzûl ederken pekaz inmek.

Hattâ, hârikaların çok görünmesinin başlıca sebebi, ikincisidir. Yâni yukarı makamdan aşağıya inmenin az olmasıdır. Çünkü, aşağı dereceye inen Velî, sebepler âlemine inmiş olur. Her hâdisenin bir sebeple hâsıl olduğunu bilir. Sebepleri yaratanın, eşyayı sebeplerle hareket ettirdiğini görür. Hâlbuki, aşağı dereceye geri dönmiyen veya az inip, sebepler derecesine düşmiyen Evliyâ, yalnız sebeplerin sahibini, sebeplere kuvvet ve te'sîr vereni görüp, sebepleri göremez. Allahü teâlâ, herkese lâyık olanı, umduğunu verdiğinden, bu iki Velîye başka türlü ihsânda bulunur. Sebepleri görenin işlerini, arzularını, sebep ile yaratır. Sebepleri görmiyene ise, sebepsiz verir. Nitekim hadis-i kudsîde, (Kullarım beni zannettikleri gibi bulur) buyurulmaktadır. Bu ümmette, çok Evliyâ gelip geçmiştir. Bunların içinde Muhyiddîn seyyid Abdülkâdir-i Geylânîden hâsıl olan hârikalar kadar, hiçbirinden hâsıl olduğu işitilmemiştir. Bunun sebebi, uzun zamandan beri, zihnimi kurcalıyordu. Bir türlü anlıyamıyordum. Sonra, Hak sübhânehü ve teâlâ bu bilmeceyi açıkladı. Anlaşıldı ki, o büyük Velî, Evliyânın hepsinden daha yukarı çıkmış, inişte, Ruh makamına kadar tenezzül etmiştir. Ruh derecesi ise, sebeplerin bulunduğu âlemin üstündedir.

Hasen-i Basrî ile Habîb-i Aceminin hâlini burada bildirmek uygun olur. Şöyle ki, birgün, Hasen-i Basrî, Dicle kenârında gemi bekliyordu. Habîb-i Acemi çıkageldi ve (Ne bekliyorsun?) dedi. (Gemiye bineceğim, onu bekliyorum) deyince, Habîb, (Gemiye ne hâcet, sen, yakîn mertebesine varmamışsın!) dedi. Hasen-i Basrî ise, (Sen de ilm-ül-yakîn derecesine ermemişsin) dedi. Habîb, gemiyi beklemeyip, su üzerinden yürüyüp karşıya geçti. Hasen ise, gemiyi beklemekte kaldı. Çünkü, sebepler âlemine kadar inmiş olduğundan, onun işlerini, sebepler te'sîri ile yapıyorlardı. Habîb-i Acemi ise, işlerin yaratılmasında, sebepleri görmediğinden, onun isteklerini sebepsiz olarak ihsân ediyorlardı. Hasenin derecesi, Habîbin derecesinden daha yüksektir. Çünkü, (İlm makamı)ndadır. Yâni, ayn-ül-yakîni, ilm-ül yakîn ile birleştirmiştir. Hâdiselerin husûle gelmesini, olduğu gibi, doğru görmektedir. Allahü teâlâ, kudretini, hikmet altında gizlemekte, herşeyi sebepler te'sîri ile yapmaktadır. Habîbe gelince, O, aşk-ı ilâhînin sarhoşudur. Sebepleri göremeyip, asl yapana bakmaktadır ki, bu görüşü yanlıştır. Çünkü, arada sebepler vardır.

Tâlibleri irşâd etmek vazîfesi, hârikalar göstermenin aksinedir. Çünkü Rehber, ne kadar çok inmiş olursa, irşâdı o kadar kuvvetli olur. İrşâd edebilmek için, tâlib ile rehberin birbirine yakîn olması lâzımdır. Bu da, Rehberin aşağı dereceye yâni tâliblerin derecesine inmiş olması ile olur. Bir Velî, ne kadar çok yükselirse, inişi o kadar çok aşağı olur. Bunun içindir ki, Peygamberlerin son geleni, hepsinden yukarı gitti. İnişte de, hepsinden aşağı geldi. Bundan dolayı, Onun dâveti, irşâdı, hepsinden kuvvetli oldu ve bütün insanların Peygamberi oldu. Çünkü inişi fazla olduğundan, mahlûklara yakınlığı, daha çok oldu. Böylece, kendisinden istifâde, daha kolay oldu. Tasavvuf yolunda, nihâyete varmayıp, ortalarda bulunan Velîler, tâliblere, nihâyete varmış da inememiş Velîlerden daha çok faydalı oluyor. Çünkü ortalardakilerin hâli, başlangıcdakilere daha uygundur.

Bunun içindir ki, şeyh-ul-islâm Hirevî Abdüllah-i Ensârî buyurdu ki, (Eğer Ebül-Hasen-i Harkânî ile Muhammed Kassâb bir şehirde bulunsaydı, sizi Muhammed Kassâb'a gönderirdim. Çünkü o, tâliblere, Harkânîden daha faydalı olur). Harkânî, nihâyete varmıştı. Tâlibler, ondan, pek istifâde edemezdi. Yâni aşağı dönmiyen Velî, nihâyete varmakla, tâlibleri iyi yetiştiremez. Fakat, nihâyete varan Velîler, geriye indikten sonra, kuvvetli ifâde ve terbiye edicidir. Çünkü, Muhammed, herkesten daha yükselmiş iken, ifâde, terbiye etmesi, herkesten çok idi. Görülüyor ki, ifâdenin, terbiye etmenin azlığı, çokluğu iniş miktârına bağlı olup, nihâyete varıp varmamaya bağlı değildir. Burada, dikkat edilecek bir incelik vardır ki, o da, Velînin, kendi vilâyetini bilmesi lâzım olmadığı gibi, kendisinden hârika, kerâmet hâsıl olduğunu bilmesi de şart değildir. Çok olur ki, herkes onun kerâmetini görür. Onun bu kerâmetlerden hiç haberi olmaz. İlm ve keşf sahibi olan Evliyânın da, kendi kerâmetlerinden bazısını bilmemesi câizdir. Bâzan, bunların Âlem-i misâldeki şekillerini, sûretlerini bir ânda, çeşidli memleketlerde, herkese gösterirler. Uzak yerlerde, şaşılacak işleri yaptıkları görülür. Hâlbuki kendisi, bunları hiç bilmez. Hz. Mahdûmî, mevlânâ Nûreddîn-i Câmî buyurdu ki, (Büyüklerden birine, çeşidli yerlerden gelen tanıdıkları, seni Mekke-i mükerremede gördük ve birlikte hac yaptık. Başkaları da, seni Bağdâdda gördük ve birlikte şöyle şöyle şeyler yaptık derlerdi. Hâlbuki, o kimse, o günlerde evinden çıkmamıştı ve o kimseleri görmemişti. Acaba niçin böyle söylüyorlar) derdi. [O kimse mevlânâ Câmî'in kendisi idi.]

Her işin doğrusunu, yalnız Allahü teâlâ bilir. Daha fazla yazmaya lüzûm yok. Merâk ettiğinizi, daha çok anlamak istediğinizi öğrenirsem, inşâallah, daha çabuk ve daha çok yazarım.

Vesselâm.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: RABBANÎ MEKTUB - 216
MesajGönderilme zamanı: 13.11.09, 22:28 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Baktığım kadarıyla başka Mektuplarda da var: Kimin tercümesidir özel olarak belirtilmemiş ama herhalde Akçiçek ağabeyin tercümesi bu. Bunun gibi hangi tercüme olduğu belirtilmemiş mektuplar gördüm. Size zahmet, bu forumda kayıtlı Mektuplardan hangisinin tercümesi kime aittir, her mektubun sonuna belirtmenizi rica ve istirham ediyorum.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye