Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Tasavvufun Tarifi-Kaynağı-Gayesi / İsmail Çetin rahimehullah
MesajGönderilme zamanı: 17.03.09, 01:15 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 17.12.08, 16:48
Mesajlar: 237
Tasavvufun Tarifi-Kaynağı-Gayesi

Hâfız Takyeddîn el-Vâsıtî diyor ki : Şeriat terazisiyle hal ve hareketlerini ölçmeyen bir kimsenin fenâfillah yollarına girmesi, asla mümkün değildir. Bazıları fenâfillah makamının fenâfirrasul makamından daha yüksek olduğunu zannettiler. Amma gerçek öyle değildir. Bilakis arifler fenâfillah makamını Peygamberin sünnetinin ihyâsına hasrettiler. Bunun ise, Peygamberde fânî olmaksızın husûlü muhaldir. Çünkü Allah Teâlâ Kitâb-ı Kerîm'inde Kendi mehabbetinin, Ona ittibâ' etmekle meydana geleceğini beyan buyurmuştur:

"De ki: Hakikaten Allah'ı seviyorsanız, Bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin. " mealindeki Ali İmran suresinin 31. ayetinde, Allah Teala'nın sevgisi ve bu sevgide istiğrak bularak fenafillah olmak, Peygambere ittiba' etmekle tefsir ve izah edilmiştir.. Binaenaleyh ittibâda keml bulmayanın sevgiyi iddia etmesi, abes bir şeydir. Şu halde fenâfillah olmanın manası, Allah'ın isyanını terk etmek şartıyla P eygamber'ine tam ittibâdır. İşte bunun içindir ki Ebû Bekr Sıddîk radıyallahu anh, yemin ederek şöyle buyurdu: " Peygamber'in akrabasını kendi akrabamdan daha fazla severim. Zira Peygamber onları sevmiştir. " Çıhar yâr-i güzînin, Peygamber'den bahsedildiği zaman sevgiden benizleri sararır.. ve gözyaşları dökerlerdi. El_Kenz-ul Mutalsem fî Meddi Yedihi sallallahu Aleyhi ve Sellem li Veledihi Gavs-ır-Rıfâiyy-il-A'zam s.26

Şeyh Abdulkâdir Geylânî Bâz-ı Eşher kuddise sırruhu şöyle buyurur: Mansur-u Hallac'ın kanadı uzadı da uçmak istedi; şer'i şerîf onun kanatlarını kesti. Eğer zamanında benim gibisine rastlamış olsaydı, uçuşunda düşmezdi.. ve öyle abuk sabuk sözler söylemezdi. Kalâid-ul-Cevâhir s.17
İmam Rabbânî her mektubunda, tarikatının şeriatı ihya etmek ve sünnete ittibâ' olduğunu sık sık tavsiye eder.

Serî Sakatî kuddise sırruh, tasavvufun hakikatini şöyle anlatmıştır: " Tasavvuf, güzel ahlaktır, Şerefli insanlar, kabiliyetli insanlara onu izhar eder. "
Şeyh Cüneyd Bağdâdî: " Tasavvuf, alçak ve nâhoş ahlaktan sıyrılmak; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in güzel ahlakına bürünmektir. "
Ebû Ömer ed-Dimeşkî: " Tasavvuf, her noksandan münezzeh olanın tecellîsini müşahede etmek için kainatı noksan görmek ve hatta her noksandan göz kapatmaktır.

İmam Mâlik radıyallahu anh:

" Kim fıkıh ilmini anlamadan tasavvufu izhar ederse, gerçekte zındıklaşır. Ve kim tasavvuf ( özleşmek) ilmini anlamadan, fıkıh ilmini izhar ederse, gerçekte fâsık olur. " buyurmuştur.

Abdestsiz namaz bâtıl olduğu gibi, fıkıhsız tasavvuf da bâtıldır. Çünkü fıkıh, tasavvufun şartıdır. Fakat tasavvufsuz bir fıkıh ile, ne kadar muvaffakiyet olacağı malum değildir. Zira tasavvuftan iman ve İslamla alakalı olan kısmın inkarı küfürdür; ihsanla alakalı kısmın inkarı fısktır. İmam Mâlik bunu kastetmiştir... Fakat İmam Gazâlî: " Tasavvufun en az derecesi, ona inanmak ve ehline havale etmektir. " demiştir. Bu takdirde, tasdikle fısktan kurtulmuş olunur. İkâz-ul-Himem fî Şerh-il-Hikem c.1 s.9, 11 ; El-Muhkem f î Şerh-il-Hikem c.1 s.74, 76; Ğays-ul-Mevâhib-il-Aliyye c.1 s.127 ; İthâf-u Sâddet-il-Muttakîn c.1 s.148, 154, c.3 s.116

Ömer bin Hattab radıyallahu anh şöyle anlatıyor:
Bizler bir vakit Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında idik. Ansız, bembeyaz elbiseler giymiş, saçları son derece siyah ve üzerinde seferin eseri olmadığı ve bizden hiçbir kimsenin onu tanımadığı bir adam içeriye girdi. Nihayet Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yayında oturdu. Dizlerini Onun dizlerine dayandırıp diz çöktü. Ellerini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in dizleri üzerine koydu. Ve şöyle dedi:
" Ya Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), bana imandan haber ver."
Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
İman Allah Teala'ya, meleklerine, kitaplarına, elçilerine, ahiret gününe inanmandır. Bir de kaderin hayrına ve şerrine inanmandır." buyurdu.
Adam: " Doğru dedin. Öyleyse bana İslam'dan haber ver. " dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
İslam, Allah'tan başka h içbir ilah olmadığına ve hakikaten Muhammed'in ( sallallahu aleyhi ve sellem ) O'nun elçisi şehadet etmendir. Namazı yerli yerinde kılmandır. Zekatı ( müstahakkına) vermendir. Ramazan orucunu tutmandır. Beyti ( Muazzama'yı ) haccetmendir, eğer ona güç buluyorsan. " buyurdu.
Adam: " Doğru dedin. Öyleyse bana İhsandan haber ver. " dedi:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
İhsan, gerçekte senin Allah Teala'yı görür gibi ibadet etmendir. Şayed sen O'nu görmezsen, gerçekte O seni görüp durur. " buyurdu.
Adam " Kıyametten bana haber ver. " dedi.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
Kıyametten sorulan, sorandan daha bilgin değildir." buyurdu.
Adam: " O halde bana emarelerinden haber ver. " dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
Cariyenin efendisini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının binalar yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir. " buyurdu.
Hazreti Ömer buyuyur ki: Biraz sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: � Soranın kim olduğun u bildin mi? " buyurdu. Dedim ki: " Allah ve O'nun Rasulu daha iyi bilir. " Bunun üzerine: " Gerçekte o Cibril idi. Dininizi size öğretmek için gelmişti. " buyurdu. Müslim h.n 7-10; Buhari h.n:50

Görülüyor ki, Allah'ın Rasûlu sallallahu aleyhi ve sellem, ashabına iman ve İslamı öğrettiği zamanda, ihsanı da öğretmiştir. Demek ki dinin temeli iman, İslam ve ihsan olmak üzere üçtür. İstersen tarîkat, şeriat ve hakikat de. İster itikad, ibadet ve ahlak de. Her ne dersen de, bu ve benzer hadislerde tasavvuf konusunu açıklayan , ihsan'dır. Onun üzerinde duralım:
İhsan, gerçekte senin Allah Teala'yı görür gibi ibadet etmendir. Şayed sen O'nu görmezsen, gerçekte O seni görüp durur
Hadis-i şerifteki bu kısımdan iki şey anlaşılır: İlim ve amel.. İlimsiz amel ve amelsiz ilim faydasız oluşunda, ümmet ittifak etmiştir. Ancak tatbikatta ihsan; iman ve İslamın içine girdiği gibi; ayrıca müstakil olarak bir makamdır.
İhsanın iki mertebesi vardır:
Birincisi ve en üstünü "gerçekte senin Allah Teala'yı görür gibi ibadet etmendir." cümlesidir. Tabiî ki, bunda mücerred bir şey anlaşılmıyor. Bundan şu anlaşılır: İmanla alakalı olan ihsan; ayan ve şuhud derecesinde olarak, keyfiyet, kemiyet, benzer, zaman, mekan, sûret ve hayalî resimler olmaksızın akıl, kalb ve ulvî ruhun, Rabb Teala'yı görür gibi inanması ve bu görgü üzerine Ona ibadet etmesidir.
İkincisi " Şayed sen O'nu görmezsen, gerçekte O seni görüp durur. " mertebesidir. Gerçi, birinci mertebeye nazaran bu makam daha aşağı ise de, haddi zâtında bu mertebe dahi yücedir. Çünkü, " O beni görür " diye inanan, ibadet eden ve davranan mü'minin hali de güzeldir.
Birinci mertebe sıddîkların; ikinci mertebe takvâ sahibi olan evliyanın makamıdır.
İşte ihsanın birinci mertebesi şuhud, ayan; ikinci mertebesi ise murakabe makamıdır.
Demek tasavvuf, "denildi, dedi" den değil, dînin esasından alınmıştır. Şu kadar ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in hayatında; ihlas, ihsan ve murakabe ile beyan edilmiştir.
Zihni donuk, anlayışı somut, kalbi dönük av am tabakasının tasavvufu inkar etmeleri; ihsan mertebelerini inkar etmekten ibarettir. Ayrıca bunlarda tahkîkî ve yakînî iman olmadığı için, taklîdî imanda aklamaktadırlar.
Ashab devrinde, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hayatta olduğu için, insî şeytanların aklı; cinnî şeytanların kalbi bozmaya imkanları yoktu. Tâbiîn ve tebei tâbiîn devresine kadar böyle devam etmiştir. Yani Müslümanlar imanı, İslamı ve ihsanı tatbik ederlerdi. Tebei Tâbiîn devresinde fitneciler, fitilleriyle çoğaldı; insî ve cinnî şeytanlar yol buldular. Reislere, heva ve heveslerine uymaya başladılar; bid'atler tezâhür etti. Ve binaenaleyh hâdiselere sed çekmek için, bil mecburiye, ihtiyaca mebni, meslekler meydana geldi. Elbette bu meslekler isimsiz olamazdı. İşte üçüncü asrın başlarından itibaren Ehli Sünnet velCemaat ulemasından her bir alim, onda ihtisas gördüğü şeriatın kısmına isim takmaya mecbur kaldı. Artık her bir müctehid, çalıştığı sahasına göre bir veya iki mesleği tayin etti. Ancak hepsi de, sözleri ve fiilleri için ayetten, hadisten hüküm alarak sened göstermeye mecbur kaldılar. Bu arada bid'atçilere de set çekmeye çalıştılar. Derken, ümmet parçalandı... ve yetmiş üç fırka meydana geldi.Elbette bu fırkaların içerisinde, ilimlerini senedle alan, Fırka-i Naciye olmuştur.....

Hârise, Berra' bin Mâlik, Ebû İsrâil, Huzeyfe, Ebû Sıddîk, Osman, Ali, Selman, Suheyb, Ebû Râfı', Bilal ve Habban hazeratı gibi bin kadar sahabi; Zeyn-ul- Abidîn'in torunu Ali bin Hüseyn, İmam Bâkır, İmam Câfer Sâdık, Üveys-ul-Karanî, İbnu Hâzım, Seleme bin Dinar, Hasan Basrî, Alkame, Esved bin Zeyd, İbrahîm Nehâî, Malik bin Dinar, Muhammed bin Sîrîn hazeratı gibi tâbiîn; ve Abdulvâhid bin Zeyd, Utbet-ul-Ğulâm, Fudayl bin İyaz, İbrahim bin Ethem, Dâvûd et-Tâî, Süfyan Sevrî, Ebû Süleyman Dârânî, oğlu Süleyman, Zünnûnî Mısrî, kardeşi Zülkefil, Bişr-ul-Hafî, Serî Sakatî, Hars el-Muhasibî gibi binlerce tebe-i tâbiînden müteşekkil kafile, hepsi, ehli mukâşefe, muhsin, zâhid ve ehli tasavvufturlar. İşte Ehli Sünnet velCemaat�in imamları bunlardır. Radıyallahu anhum....

Üstaz Fakih Şeyh İsmail Çetin rahimehullah


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 6 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye