sufiforum.com
http://sufiforum.com/

Yesevî Divanı'nın Osmanlı Türkçesine Bir Tercümesi
http://sufiforum.com/viewtopic.php?f=105&t=12642
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Yazar:  yesevihan [ 18.01.13, 17:43 ]
Mesaj Başlığı:  Yesevî Divanı'nın Osmanlı Türkçesine Bir Tercümesi

AHMED-İ YESEVÎ DİVANI'NIN OSMANLI TÜRKÇESİNE BİR TERCÜMESİ
(TERCÜME-İ DİVÂN-I AHMED-İ YESEVÎ)

Prof. Dr. Ahmet Turan ARSLAN
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi


Merhum Ahmed-i Yesevî (ö. Milâdî:1166)'nin Dîvânı'nın, son devir Nakşı meşâyıhından Hasan Şükrü Efendi (ö.Rûmi 17 Kânûn-i Sânî 1327/1911-12)'nin tercümesini sunarken önce, kendisi, eseri ve bu eseri Osmanlı Türkçesi'ne aktaran Hasan Şükrü Efendi hakkında ulaşabildiğimiz kaynakların verdiği bilgileri özetle arz etmeyi gerekli gördüm. Zira Ahmed-i Yesevî, sûfi bir şâir ve bir tarikat kurucusu olarak Türklerin manevî hayatı üzerinde asırlarca etkili olmuş büyük bir şahsiyettir. O kadar ki, "Pîr-i Türkistan (Türkistan Şeyhi/Hocası)" lakabıyla meşhur olmuş ve bin yıla yakın bir zamandan beri saygıyla anılmış olan Yesevî'nin ünü ve etkisi yalnızca Türkistan sahasıyla sınırlı kalmamış, Türklerin yaşadığı geniş coğrafyaya da yayılmış; o, Türklerin dînî ve edebî hayatında geniş ve devamlı bir te'sir uyandırmıştır.

AHMED-İ YESEVÎ'NİN KİMLİĞİ
Ahmed-i Yesevî, milâdî on birinci asrın İkinci yarısında. Türkistan'ın batısında, şimdiki Çimkent şehrinin biraz doğusunda bulunan Sayram kasabasında dünyaya geldi. İsfîcâb (İsbîcâb) veya Akşehir isimleriyle de tanınmış olan ve İslâm kültürünün önemli merkezlerinden biri olan bu kasabada çoğunlukla Türkler ve İranlılar yaşamakta idi. Ahmed'in babası, hayatı hakkında henüz fazla bilgi bulunmayan ve Hz. Ali'nin oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye soyundan olduğu rivayet edilen İbrahim isminde bir tarikat şeyhidir. Annesi ise, babasının halîfelerinden Şeyh Musa'nın kızı Ayşe Hâtun'dur. Ahmed henüz yedi yaşında iken, babası İbrahim Efendi vefat edince, ablası ile beraber sonradan Türkistan adını almış olan Yesi şehrine gelerek oraya yerleşti. İşte bu sebeble, günümüz Türkçesiyle "Yesi'li Ahmed Hâce" anlamında olmak üzere, "Hâce Ahmed-i Yesevî" diye meşhur olmuştur. Türk menkıbesinde, Oğuz Han'ın başşehri olarak gösterilen bu Yesi şehrinde Ahmed, ilk tahsilini tamamladı. O sırada bu şehirde bulunan Arslan Baba isimli meşhur bir şeyhten de tasavvuf yolunun ilk bilgilerini öğrendi, Ahmed bu ilk tahsil yıllarından sonra, Mâverâünnehir'de büyük bir İslâm merkezi olan Buhara'ya gitti. O devirde Buhara, Karahanlı Devleti'nin idaresi altında idi. Karahanlılar ise Büyük Selçuklu Devleti'ne bağlı bulunuyordu. Buhara'da, o sırada, Âl-i Burhan adını taşıyan ve başkanlarına sadr-ı cihan lakabı verilen, Hanefî mezhebine bağlı ve çok zengin bir aile hüküm sürüyordu; Türkistan'ın her tarafından gelen öğrencilerle de şehir dolup taşıyordu.

İşte bu zamanda Buhara'ya gelen Yesi'li Ahmed, burada devrin en ileri gelen âlim ve mutasavvıflarından ve ayrıca Hâcegân silsilesinin en önemli rükünlerinden/şahsiyetlerinden olan Şeyh Yûsuf-ı Hemedânî (440-535/1048-1140)'ye gönülden bağlanarak onunla birlikte birçok yerler gezdi. Şeyhinin büyük teveccühünü kazanarak onun üçüncü halîfesi olan Ahmed, ilk iki halîfeden sonra, 555/1160'da Buhara'da şeyhinin postuna geçti fakat onun eski bir işareti gereğince, bir müddet sonra Yesi'ye döndü ve ölümüne (562/1166) kadar Yûsuf-ı Hemedânî’den öğrendiklerini ulaştığı herkese var gücüyle öğretmeye çalıştı. Denilebilir ki, bu çalışmanın bereketi asırlarca devam etti ve halâ da etmekledir. Ahmed-i Yesevî'nin bu faaliyetleri sırasında İslâm dîni de Doğu Türkistan'a varıncaya kadar o bölgelerde hızla yayılmakta idi.

İşte Ahmed-i Yesevî de bu elverişli şartlarda Sir-i Derya havâlisinde, Taşkent ve çevrelerinde ve Seyhun nehri Ötesindeki bozkırlarda büyük bir nüfuz kazandı. Onun etrafında toplananlar çoğunlukla yeni Müslüman olmuş fakat samimî bir şekilde dîne bağlanmış göçebe veya köylü Türklerdi. İşte bu sebebledir ki, Ahmed-i Yesevî, kendisi, İslâmi ilimleri ve Fars edebiyatını çok iyi bildiği halde, müridlerine dervişlik âdabını öğretmek için muhataplarının anlayabilecekleri bir dil ile hitap etme yolunu tercih etmiştir. O, bu tutumuyla "insanlara aklî seviyelerine göre konuşunuz!" düstûruna riâyet etmiş olmaktadır. Yesevî'nin, o günün şartlarında göçebe hayatı yaşayan o insanlara öğütlerini içeren hece vezninde ve oldukça basit bir dil ile söylediği sûfîyâne manzumelere, sıradan şiirden ayırt etmek için "hikmet" adı verilmiştir.

HASAN ŞÜKRÜ KFENDİ'NİN HAYATI VE ESERLERİ
Ahmed-i Yesevî Divânı'nı Osmanlı Türkçesi'ne çeviren Hasan Şükrü Efendi'nin kimliğini tesbit etmek için araştırma yaparken onun, tercüme-i hâlinden bahseden bir
kaynak bulamadım. Geçen asırdaki önde gelen ilim adamlarımızdan biri olan Mehmed Zihni Efendi1 hakkında bir şeyler karalamak düşüncesiyle, Dîvan Edebiyatı Müzesi'nde Cemâleddin Server Revnakoğlu koleksiyonu belgeleri üzerinde çalışırken tesâdüfi bir şekilde, bu eserin bir nüshasının da orada bulunduğunu ve merhum Revnakoğlu'nun nüshanın sonuna şunları yazdığını gördüm2:
"Bismillâhirrahmânirrahîm"in rumuzu
Türkçe Yazma Dîvanlar Katalogu cilt (1), s.(1)

KİTABIN MÜTERCİMİ:
MEŞÂYIH-I NAKŞİBENDİYYE'DEN ŞEYH HACI HASAN ŞÜKRÜ EFENDİ (BİN AHMED EFENDİ)
İstanbulludur. Sarıgüzel'de doğup büyümüştür. Fatih Dersiamlarından3 Tırnovalı Hâce Mehmed Efendi'den4 okumuş, ondan icazet almışdı.

Şeyh Muhammed Kudsî el-Konevî'den5 istihlâf olunduktan sonra Sarıgüzel'de Sarı Nasûh Mahallesi'nde, Aynalıçeşme Sokağı'nda6 bir zaviye uyandırmıştı. Aynı zamanda İstanbul'un tanınmış kürsü şeyhlerinden7 biri idi.

17 Kânûn-i Sâni 1327 tarihinde (63) yaşında iken göçtü. Eyüb'de Melek Efendi türbesinde" yatıyor. Taşı vardır."

Eyüb mezarlığında yaptığımız araştırmada Hasan Şükrü Efendi'nin mezarının Mareşal Fevzi Çakmak'ın baş tarafına vakın bir yerde bulunduğunu tesbit ettik. Mezar taşındaki ifade şöyledir
“Meşâyıh-ı Nakşibendi-i Hâlidiyye'den Sangüzel Dergâh-ı Şerifi postnişini el-Hâc Hasan Şükrü Efendi'nin ruhuna Fatiha. Fi 10 Saferu’l-hayr sene 1329 fi 18 Kânûn-i sâni sene 1327.”

Cemaleddin Server Revnakoğlu Arşivi'nde yukarıda zikredilen bilgilerden başka iki varak üzerinde, bir kısmının üzeri çizilmiş bazı müsveddeleri vardır Bu varaklarda
verilen bilgilerin bir kısmı yukarıdakilerin tekrarı olsa da onları da buraya nakletmeyi
uygun bulduk. Cemaleddin Server Revnakoğlu A 74'te ve dört varak halinde bulunan yazısında şöyle demektedir (Ek-6):

"ŞEYH HACI HASAN ŞÜKRÜ EFENDİ (HASAN ŞÜKRÜ BİN AHMED)"
Konya'da Şeyh Muhammed Kudsî Efendi'den müstahleftir."
Fatih dersiamlarından Mehmed Efendiden11 okumuş; ondan icazet almıştır. Fatih'de Hafız Paşa'da attarlık ederdi. Hafız Kâmil Efendi'den hıfzını dinletmiş ve Yedi Emirler Türbedârı Hacı Kadri Efendi'den İlm-i Kırâet tahsil eylemişdi. Üç defa haccı vardır.
İstanbul camilerinde va'z ederdi. Güzel rik'a yazısı yazardı. Ahmed-i Yesevî menâkıbını bastırmıştır. Aynı zamanda Beyoğlu Nötre Dame de Sion (?) Mektebi'nde Arabî öğrettiği için Fransızca da bilirdi."

Manzumeleri vardır:

Kudûmunla sevindik yâ şehr-i Ramazan elveda
Gurubunla yerindik yâ şehr-i Ramazan elveda
Sende indi Hazret-i Kur'ân, hem kadri güzel
Ağla gözlerim ağla! İşte gidiyor şehr-i Ramazan elveda!
Teravihe gelen melekler sâimi seve seve giderler
Sende kabul dilekler elvedâ Yâ şehr-i Ramazan elveda!
Yâ şehre'l-bereke misafirlerine yer açanlara
Bizleri mahrum ederek gitme elveda yâ şehr-i Ramazan (elveda!)
Bu gece Kadir'dir kadrini bilenler için Şükriyâ!
Ah gitti Ramazân elvedâ' yâ şehr-i Ramazan elveda!

17 Kânûn-i sânı 1327'de göçtü. Eyüb'de Melek Efendi Türbesinde yatıyor. Vefatında (63) yaşında idi. Hasan Şükrü Efendi, bir diğer eseri olan Şemsu'ş-şümûs'un sonunda Sadrazam Fuad Paşa'nın (1230/1815-1285/1869)" babası Keçecizâde İzzet Molla (1786-1829)" ve Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi'nin (1826-1900)" tasavvufî birer şiirinden sonra kendisinin şu şiirini de kaydetmiştir:

Bugün Hakk'a yol bulanlar
Gonca güle yol bulanlar
Nâr-ı aşka kül olanlar
Ölmez asla sönmez onlar
Mey-i aska can verenler
Dest-i yârdan hem içenler
Kil u kalden hep geçenler
Ölmez asla sönmez onlar
Vech-i yâre secde kılıp
Anda bunda dilde bulup
Ölmeden evvel ölüp
Ölmez asla solmaz onlar
Feyz-i Hak'la dolmuş cihan
Zikr-i Hakla bulan emân
Şükrü bunu söyler hemân
Ölmez asla solmaz onlar

Cemaleddin Server Revnakoğlu. ayrıca (yine dört varak halinde) Hasan Şükrü Efendi'nin tekkesi hakkında "Şeyh Şükrü Efendi Tekyesi" baslığı alanda su bilgileri not etmiştir. (Revnakoglu Arşivi, A-74):

"Fatih-Sarıgüzel Caddesi'nde Sarınasuh Mahallesi'nde Aynalıceşme sokanının içinde (32) numaralı, iki katlı ahşap bir bina idi. Bir hayli geniş ve büyük bir bahçenin ortasında bulunuyordu. İstanbul'un tanınmış vaizlerinden bilgili, irfanlı, olgun bir zat olan İstanbullu Şeyh Hacı Hasan Şükrü Efendi (bin Ahmed) tarafından uyandırılmıştı. Tevhidhânesi üst katta idi. Her gün sabah ve ikindi namazlarından sonra hatm-i hâcegân okunur ve Halidi usûlüne göre hafi (gizli) olarak zikir edilirdi. Her gün oturduğu yerde, içinden zikredilirdi ve asla ayağa kalkılmazdı. Fatih yangınında tamamiyle kül oldu. (Ek-7)

HASAN ŞÜKRÜ EFENDİ'NİN ESERLERİ:
1. Menâkıb-ı Şemsü'ş-şumûş Der hakk-ı Hazret-i Mevlânâ Halidî-i 'arûs -kuddise sirruh-: Hasan Şükrü Efendi'nin Şeyhi Muhammed b- Muhammed Kudsî Efendi'nin emriyle kaleme aldığı" bir diğer kitabıdır.
1302 senesi sonunda (s. 149) Receb ayının on altıncı günü tamamlandığı bildirilen bu eser 1302/1884 yılında (Mahmud Bey Matbaası. Derseâdet) tabedilmiştir.

Kitabın kapak sayfasında "Mütercimi el-Hac Hasan Şükrü - Gaferallâhu zünûbehû" ifâdesi yer almaktadır Ancak mütercimin bunu hangi kitaptan ve nereden tercüme ettiğine dâir bir kayıt teshil edemediğim gibi, sadeleştirmelerinde de bu konuda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır/ Fakat eserde, Menkıbe 61, s. 98’den anlaşıldığına göre, -en azından- Memiş Efendi diye bilinen Bozkırlı Muhammed Kudsî Efendi'nin terceme-i hal ve kerametlerinden bahseden kısım aynı zatın oğlu Muhammed Bahaeddin b. Muhammed Kudsî Efendi tarafından kaleme
alınmıştır. Buradan hareketle tahminimiz şudur ki, Halid-i Bağdadi hakkındaki bu eseri, Muhammed Bahaeddin Efendi, babası Bozkırlı Muhammed el-Kudsî Efendi'nin
terceme-i hâli ve kerametlerini de ilave ederek veya başkaları taralından yazılanlardan
derleyerek kaleme almış ve Hasan Şükrü Efendi'den de Türkçeye tercüme etmesini istemiştir (Bkz. Şemsü'ş-şumûş s. 3,98 ve arka kapak sayfası). Netice itibariyle, Hasan Şükrü Efendi de, az da olsa bizzât kendisinin duyduklarını ve gördüklerini de ilave ederek (bkz„ Şemsü'ş-şumûş s. 113, 119) eserin tamamını tercüme ederek neşretmiş olabilir.

2. Terceme-i Divân-ı Ahmed-i Yesevî: Hasan Şükrü Efendi, Ahmed-i Yesevî'nin Divân-ı Hîkmet'ini 1327h/1909m. yılında Osmanlı Türkçesi'ne çevirmiş ve tercümenin birinci cildini İstanbul’da muhtemelen aynı yılda Hürriyet Matbaasında bastırmıştır. Mütercim, yazdığı mukaddimede Ahmed-i Yesevî ve kitap hakkında şu bilgiyi vermektedir:
"... Ez cümle, Çağatay ve Özbek lisanı üzre (HİKMET) nâm kîtab-ı reşâtbahşâsı, doksan bin hikmeti cami' olup yüzelli kadarı bin ikiyüz doksan dokuz senesinde Me'ârif
Nezâret-i celilesinin ruhsatıyla tab' ve neşrolunup bu fakir hâdim-i ni'âli'n-Nakşibendî
ve gubâr-ı akdâmı'l-Hâlidî Hasan Şükrü -'ufiye 'anhül- min gayr-i liyâkatin ve haddin kutbu'l-'ârifin, sultanu'l-muvahhidîn şeyhim Muhammed ibni Muhammed el-Kudsî el-Konevi –kaddesellâhusırrahümâ ve haşeranallâhu te'âlâ tahte livâl nisbetihimâ!-
Efendimiz Hazretlerinin feyz-i pürberakât-ı kudsiyesiyle işbu hikmet-i hakimânelerini,
lisanımız olan Lisân-ı Türkî-i Osmâni'ye me'âni-i latifelerine sektedâr etmeksizin, kemâl-i 'acizle ve rûh-ı pür fütûh-ı kudsiyelerinden kemâl-i istimdâd ve işaretleriyle, rızâenlillâhi te'âlâ tercüme kılındı(...).
İmam Birgivî -rahimehullah!- Hazretleri, Tarîkat-i Muhammediye'sinin âfât-ı beden bahsinde, Ahmed-i Yesevî -kuddise sirruh!- Hazretlerinin kelâm-ı Kudsiyyeleri müftâbih olduğunu beyân buyururlar (...). (Ahmed-i Yesevî) memdûhu's-selef ve makbûlu'l-halef sultânü't-tarika bir zât-ı mürşid-i ekremdir (...).

İşbu bin üçyüz yirmi yedi senesi şehr-i şehrullah'da, biavni'llâhi te'âlâ; hitâm-ı tercümesiyle müstafız ve hüsn-i rızâ-i se'âdetiyle Hak, cümlemizi mesrûru'l-bâl buyura; Amin! Bicâhi'n-nebiyyi-sallallâhü aleyhi ve sellem!-."

Hasan Şükrü Efendi bu eserinin son kapak sayfasında ise, tercümesi hakkında şöyle demektedir:
"Reis'ül-Hâcegân en-Nakşibendiyye Hâce-i Cihan Hâce Abdulhâlık el-Gucduvânî -kuddise sirruh Hazretlerinin pîrdaşı, şerîk-i âzami, serdâr-ı evliya, kutbu'l-ârifin Hâce Ahmed-i Yesevî -kuddise sirruh- Hazretlerinin doksan bin hikmetinden yüz elli kadarı Çağatay ve Özbek lisânı üzere Dîvân-ı kudsiyelerinden elfâzı elfâzına mânâlarına asla sekte gelmeksizin lisân-ı azbü'l-beyân, lisân-ı Osmâni'ye nazmen tercüme olunup muktezâ-i şîve-i lisân-ı saadet bizim lisân-ı Osmaniye'ye gerçi mümkün değilse de, maksûd mânâ olduğundan bazı ebyât-ı kudsiyeleri Türkçe'mize nazmı tercüme mümkün olmayıp -mehmâ emken- rûh'u kudsiyye-i pürfurûh-ı akdeslerinden istimdâd ve istiğfâzaten, kemâl-i aczle, zevil ibtihâc uşşâk-ı safvet-bâle yâdigâren, rızâen lillâhi teâlâ, tercüme ve tab'ına bitevfikıllâhi teâlâ, himem-i rûhâniyyet-i kudsiyyeleri ile işbu tevfika neşkurullâhe teâlâ şükran
kesîran, ve'l-hamdu li'llâhi rabbi'l-âlemîn.
Sahaflarda İsmail ve Mustafa Efendilerin dükkanlarında ve Hakkâklar'da Ömer Lütfi Efendi'nin dükkanında ve Mahmutpaşa'da merhum Kürkçü Salih Efendi'nin mağazasında 5 kurusa satılmaktadır.
Menâkıb-ı Şemsu'ş-şümûs der hakk-ı Hazret-i Mevlânâ Hâlid el-Arûs dahî buralarda bulunur".

Şam Hâlidiye Dergâhı Postnişîni Muhammed Es'ad Sahibzâde'nin, (Hasan) Şükrü Efendi'yi, Halid-i Bağdadî hakkında eser yazanlar arasında zikretmesi, bu kitabın Hâlidiyye mensupları arasında tanındığının bir delili sayılabilir.20
Son olarak Hasan Şükrü Efendi'nin Ahmed-i Yesevî Divânı tercümesinden bazı misaller sunmak istiyorum:

Görün kadir kudretin görsün isteyen san'atın
Mustafa ümmetin anda şerif kıldı yâ
Yok idik var olduk ten yarattı cân olduk
Bir katre sudan bizleri bunda şerif kıldı yâ
Göz verdi görmek içün, akıl verdi bilmek içün
Hakk zikrini etmeye lisan yine verdi yâ
El verdi tutmaya ayak verdi yürümeye
Nî'met verdi yemeye şükür kılsın dedi yâ
Huda'yı bilmezsen ana kulluk etmezsen
Ana atan cümlesi kara yere girdi yâ
Anadan doğan kişi olur erkek hem dişi
İşbu bu gezen adamlar vallah ölür dedi yâ
Sözü muhtasar kılarız hem baştan başlarız
Yadigâr kıla gör ölmez Allah dedi yâ
Bizden evvel nebi sonra hem veli
Bir er geldi Kûfe'den ana Nu'man dedi yâ
Yarattı perverdigâr nef’ine Sâhib (u) Cebbar
Ol zâtın pederi Sâbit'tir dedi yâ
Abdest içün nehre vardı pâk taharet kıldı
Bir kırmızı elma akup gelir aldı yedi yâ
Sabit elmayı gördü sudan elmayı aldı
Yarım elmayı yedi gönlüne endişe düştü yâ
Niye yedim elmayı bulsam idi sahibin
Versem idi pahasın korkup durdu yâ
Yarısını aldı etraf bağları gezdi
Taraf taraf bağları gezer idi dedi yâ
Gezerken bir bağ içinde elinde elma idi
Girip bağa durdu bir kişi karşu geldi yâ
Selam verdi bu yiğit işbu kişiyi görünce
Elindeki elmanız bizim elmadır dedi yâ
Bunu alıp siz bizden bîruhsat yersiz
Âhirette siz nasıl cevap verirsiz dedi yâ
Yiğit dedi durûben sizi arayup geldim ben
Âhiretten korkûben hâzır oldum dedi yâ
Ol dem yiğiti gördü âbid idüğün bildi
Bir kızım var idi sâhib-i cemâl dedi yâ
Yâ yiğit, bir sözüm var bu demde bir kızım var evimde
İşbu kızımı alıırsın razı olurum dedi yâ
Söylemeye dili yok, görüp yürür gözü yok
Ayağı yok hem kolu kızım bunda dedi yâ
Bu kızımı almazsan beni razı kılmazsan
Yarım elma cezâsın, senden alırım dedi yâ
Alayım dese kızını, alıp ne kılsın anı
Yarım elma yediğinden çare olmaz dedi yâ
Söyler dili yok olsa görür gözü yok olsa
Ayak eli yok olsa bana müşkil dedi yâ
Sözün kabul kılmasam bu kızını almasam
Âhirette cezasın ne kılarum ben dedi yâ…

_________________________________________________

1. Hayatı ve eserleri için bkz., Ahmet Turan Arslan, Son Devir Osmanlı Âlimlerinden Mehmed Zihni Efendi, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1999.
2. Cemaleddin Server Revnakoğlu A 171/83(Ek-2).
3. Bir medreseyi bitirdikten sonra tâbi tutulduğu husûsi bir imtihan sonunda medrese talebesine ders okutmak salâhiyetini kazanan kimse. Okuttuğu talebeye icazet veren dersiamlar hakkında mûcîz dersiam tabiri kullanılırdı (Geniş bilgi için bkz: Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İst. 1971,1,427; Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügati, Enderun Kitabevi, İstanbul 1986, s. 83).
4. Hasan Şükrü Efendi'nin, yaşadıkları zaman itibariyle, hâcesi olabilme ihtimali bulunan iki Mehmed Efendi vardır. İkisi de Tırnova'lı; ikisinin de adı Mehmed Hilmi'dir. Birincisi Hâce Hasan Efendi'nin oğlu olup Tırnova'nın Kralpınar Köyünde 1259/1843'de doğmuş, Fatih Camii dersiâmlığı yapmış; 21 Teşrinievvel 1334/1918 tarihinde vefat etmiştir. Diğeri ise Hacı Mustafa Ağa'nın oğlu olup 1255/1839'da doğmuş; Fatih Camii dersiâmlığı yapmış, daha sonra Huzur hâceliğine yükselerek 24 Temmuz 1332/1916 yılında vefat etmiştir. Elimizde henüz belirleyici, yani bu iki Mehmed Hilmi Efendi'den hangisinin Hasan Şükrü Efendi'nin hâcesi olduğunu tayin etmemize yarayan bir belge tesbit edemediysek de şimdilik birincisinin ihtimal dahilinde olduğunu düşünüyoruz (Tafsilat için bkz: Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Ulemâsı, İstanbul 1999, III, 196-7).
5. Muhammed b. Mustafa b. İsâ (1198/1782-1269/1852). Ancak burada belirtmeliyiz ki, Hasan Şükrü Efendi'nin hilâfet aldığı zât (Bozkırlı) Muhammed Kudsî el-Konevî Efendi değil, onun oğlu olan ve babasının yerine şeyhlik görevini sürdüren Muhammed Bahâeddin b. Muhammed el-Kudsî el Konevî'dir. Zira hem Muhammed Kudsî Efendi, Hasan Şükrü Efendi'nin doğduğu yıllarda vefat etmiş, hem de Hasan Şükrü Efendi kendisi ileride zikredileceği üzere şeyhinin ismini "şeyhim Muhammed b. Muhammed el-Kudsî el-Konevî" diye açıkça zikretmiştir. İleriki sayfalarda şeyhi hakkında daha geniş bilgi verilecektir.
6. Günümüzde Fatih'te Sarınasuh mahallesi farklı muhtarlıklara taksim edilmiştir. Aynalıçeşme sokağı adıyla da bir sokak yoktur. Ancak Aynalıçeşme camii diye de bilinen Dibek Camii civarında olabileceğini tahminen yaptığımız araştırmada, Aynalıçeşme sokağının yerinde, Dibek Camii'nin sağında kalan ve bugün Hüsrevpaşa sokağı diye bilinen sokağın yer aldığını İstanbul Büyükşehir Belediyesi Planlama Müdürlüğü Arşivi'nde bulunan ve Alman Mavileri (Bkz. Ek-3) diye bilinen haritadan öğrenmiş bulunuyoruz. Bugün Dibek Camii, Neyzen İhsan sokağı ile Hüsrev Paşa sokağının kesiştiği noktada bulunmaktadır. Ayvansarayî'nin Hadîkatü'l-cevâmi'i'nin İhsan Erzi tarafından ilavelerle yapılan neşrinde (İstanbul 1987,1,65) mescid hakkında "Mescid 1915'de yanmış, eser kalmamıştır" seklinde not düşülmüşse de, duvar bakiyeleri ve minare kaidesi mevcut iken, arsası gecekondu işgalinden kurtarılarak halkın yardımıyla yeniden yapılmış 1998'de ibadete açılmıştır.(Camii duvarına Fatih Müftülüğü tarafından Ekim 2000'de asılan levha). Akdeniz caddesi açıldıktan sonra eski sokakların yer ve isimlerinde değişiklikler yapılmıştır. Oysa tarihi yerlerin ve isimlerin doğru bir şekilde tesbiti bakımından, yer ve isimlerin değiştirilmemesi gerektiğini ilgili yöneticiler dikkate almalıdırlar
7. Cuma günleri Cuma namazından sonra va'z edenler hakkında kullanılır bir tabirdir.
8. Kaynaklarda Melek Efendi Türbesi'ne rastlayamadım. Ancak, genç araştırmacılardan Müfid Yüksel'in delaletiyle, Melek Efendi diye tanınan zâtın, (Fatih'te Oğuzhan caddesinde Fındıkzade'ye çıkarken solda) türbesi bulunan Nakşı meşâyıhından Feyzullah Efendi'nin halîfesi Edirneli Mehmed Nuri Efendi'nin kabn(Ek-4) civarında ve Mareşal Fevzi Çakmak'ın baş tarafında bulunduğunu ve halen demir parmaklıklarla çevrili olarak levhasının da mevcud olduğunu tesbit ettik. (Ek-5) Ayrıca Mareşal Fevzi Çakmak'ın kabrinin ayak ucu tarafındaki bir kabir taşında yazılan bir şiirde Hacı Hasan Şükrü'nün kullandığı Şükrü mahlasının mevcut olduğunu gördüm.
Ayrıca bkz: Ekrem Ark, Mevlana Küçük Hüseyin Efendi, (hazırlayan: Abdülkadir Akçiçek), İstanbul 1988, s. 16).
9.
10. Hasan Şükrü Efendi'nin intisabı, yukarıki satırlarda açıklandığı üzere Şeyh Muhsin veya Memiş Efendi diye meşhur olan ve Hâlid-i Bağdadi hulefâsından bulunan Muhammed Kudsî (b. Mustafa b. İsâ) Efendi değil, onun büyük oğlu olan Mehmed Bahâeddin Efendi'dir. bkz: Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya, (neşre hazırlayan Ali Yılmaz-Mehmet Akkuş), Seha Neşriyat, İstanbul 1999, II, 313.)
11. Fatih Camii'de mütevelli idi. Eyüb'de medfundur.
12. Bu yazıların yeraldığı varak kenarında konuyla alakası görülmeyen şöyle bir kayıt daha vardır; muhtemelen başka bir şahısla ilgilidir "Bu dergâh Akaretler caddesinin ortasında kalmışdır. Altında Bizans'dan kalma kilise harabesi vardı."
13. Eyüb'te Fevzi Çakmak'ın ayak ucundaki bir mezarda (Şükriyâ) ifadesi de başka manzumeleri olduğunu gösteriyor.
14. Orhan Köprülü. "Fuad Paşa Keçecizâde". 1)1 A. XIII. 202-5.
15. Naci Okçu. "İzzet Molla Keçecizâde" DİA. XXIII. 561-3.
16. Mustafa Uzun, "Fevzi Efendi Edirne Müftüsü" DİA. XII. 506-9.
17. Asıl metinde "Eydan (-Yukarıdaki gibi) kısaltmasıyla kayıt edilen bu mısraları biz açık olarak yazmayı tercih ettik.
18. Hasan Şükrü, Menâkıb-ı Şemsü'ş-Şümûs, Derseadet 1302, s. 3.
19. Ali Fikri Yavuz, Turgut Ulusoy, (Şemsü’ş-şümûs) Güneşler Güneşi Hz. Mevlânâ Hâlid Bağdadî, (Mecd-i Talid) Büyük Doğuş, Uluçınar Yayınlan, 2. Baskı (içinde, sadeleştiren: Mahmud Parlan), İstanbul 1976, s. 57-185; Yakup Çiçek, Şemsu'ş-şümûs, Ümran Yayınları, İstanbul 1407/1987.
20. Muhammed Es'ad Sahibzâde, Nûru'l-hidâyeti ve'l-irfân fi sirru-râbıtati ve't-teveccühi ve hatmi’l-hâcegân, el-Matbaatü'l-ilmiyye, Kahire 1311, s. 15.

Yesevi Sempozyumu s.54-59.

1. sayfa (Toplam 1 sayfa) Tüm zamanlar UTC + 2 saat
Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group
http://www.phpbb.com/